Mutluluk devlet politikası olmalı

Merjam Yazar: Merjam 4 Ağustos 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

Mutluluk, başarı, şans ve etkili iletişim konularında Türkiye’nin her yerinde, gruplara ve şirketlere konferanslar ve seminerler veren; bireylere koçluk, yapan Ömür İlbaş’a sorduk, “Mutluluk kalıcı mıdır geçici mi?”

Mutluluk devlet politikası olmalı

 

 

Türkiye’nin önde gelen kurumlarına danışmanlık ve koçluk hizmeti veren mutluluk koçu Ömür İlbaş, mutluluğun bir devlet politikası olması gerektiğinin altını çiziyor: “Devletin her mertebesinden insanın bu ülkeye olumlu örnek olması gerekiyor. Öfke dilinden uzak bir iletişim dili yakalamalıyız. Öfke, şiddet, şiddete meyilli olmayı en üst mertebeden en alta kadar nasıl arındırırız? Bunun üzerine ciddi kafa yorulması gerekiyor. Mutluluk çok ciddi bir konu.” diyor.

 

İnsanoğlunun zamansız, mekânsız anonim konularının başında gelen mutluluk, raytingi hiç düşmüyor. Bugün, kişisel gelişim, yoga, regresyon gibi yöntemler “Mutlu” olmamız için bize çeşitli reçeteler sunarken kapitalizim de boş durmuyor ve “Alırsan mutlu olursun” mottosuyla mutluluk endüstrisini oluşturuyor. Mutluluk okulları açılıyor, mutluluk bakanlığı kuruluyor. Peki, mutluluğun evrensel bir standardı var mı, mutluluk öğrenilebilir mi, mutsuz olursak ne olur? Bu soruların cevaplarını kurumlara danışmanlık ve koçluk hizmeti veren yıllarca mutluluk üzerine araştırmalar yapmış, mutluluk koçu Ömür İlbaş’a sorduk.

 

 

Mutluluk nedir?

 

“Happy” kelimesi İngilizceye İskandinav dillerinden gelmedir. Biz de hap ilaç gibi telaffuz ediliyor. Bu kelime şans, talih anlamına geliyor. Bu ilginç çünkü uzun mutluluklar yaşayabilen, kendilerini mutlu etmeyi bilen, mutluluğu sürdürülebilir kılan insanların çoğu şanslı olduklarından söz ediyorlar. Mutlulukla şansın bir bağlantısı var.

 

 

 

Pollyannacılık ile mutluluğu nasıl ayırırız?

 

Pollyannacılık genel kültürümüze yanlış yerleşti. Pollyanna küçük yetim bir kız. On iki yaşında bu kızın başına bir sürü aksilik geliyor. Pollyanna noel babaya mektup yazıyor. Bir şey istiyor. Ona koltuk değneği geliyor. Koltuk değneği on iki yaşında bir çocuk için korkunç bir şey. Pollyanna önce şaşırıyor sonra ise seviniyor. Kimse anlamıyor bu durumu. Biz onun bir tür “Saflık” diye adlandırabileceğimiz bir tepki olduğunu düşünüyoruz. Oysa Pollyanna’nın bir açıklaması var; “Seviniyorum çünkü ileride bunlara ihtiyacım olabilir.” Mutlu insanlar olayların hep iyi tarafını görüyorlar. Yağmur yağarken üstüm başım batacak, saçım bozulacak diye düşünmüyor. Mutlu insan bereket yağıyor diye düşünüyor. Hayata daha geniş bir perspektiften bakıyor.

 

 

Kullandığımız kelimelerin mutlulukla bir ilgisi var mı?

 

Mutluluğu anlamamız için beynin nasıl işlediğini çözmemiz lazım. Nelerin bizi mutlu veya mutsuz ettiğini bulmak için hormonların nasıl çalıştığını bilmeliyiz. Vücutta seretorin ve endorfin gibi hormonlar var. Bu hormonları üst seviyeye çekebiliriz. Mesela sporcular bunu çok iyi biliyorlar. Düzenli spor yapanlar o spora bir tür alışkanlık geliştiriyorlar. Beyin hâlâ tam olarak çözemediğimiz bir bilmece. Fakat farkına vardıklarımız şunlar; beyin negatif bir kelime ekini algılamıyor. Türkçe dilinde “İyi değilim” dediğinizde o sadece “İyi” kelimesini algılıyor. Olumsuz eki almıyor. Siz bana “Nasılsınız” diye sorsanız ben size “fenayım” dersem onun fena olduğunu biliyor. O kelimeyi alıyor ve bütün bedeninize yayıyor. “İyiyim, şahaneyim” dediğinizde beyninizi kandırabiliyorsunuz. Bunu bilinçli yapan insanlar var. Ne zaman sorsanız iyi olduklarını söylüyorlar. Bazen onların abarttığını düşünüyoruz. Amerikalılar böyle bir millet mesela. Onların kültüründe bu var. En ufak bir şeyde seviniyorlar ve abartıyla tepki veriyorlar. En küçük bir şeyi takdir etmek, alkışlamak beyne çok iyi geliyor.

 

 

Bilim adamları mutluluğu araştırmaya ne zaman başlamışlardır?

 

Çok önceden daha Mevlâna döneminde başlıyor. İnsanın iyi olma hâli ve iyi insan olma üzerine Mevlâna’nın yaklaşımlarına rastlıyoruz. İyiliğin içinde iyimserlik de var. Bunların hepsi mutluluğu oluşturuyor. İyilik yapmak insanı mutlu ediyor. Sizin iyi olmanız için iyilik yapmanız lazım. Fakat siz kendinizi iyi hissettiğiniz zaman iyilik yapıyorsunuz. Mutluluğu bilinçli bir şekilde araştırmaya 20. yüzyılda başlamışlar. Psikologların ilk çıkış noktaları mutluluk değilmiş. “Biz hep hasta ya da sorunlu insanların durumlarını inceleyerek buna bir açıklama bulmaya çalışıyoruz. Bir de tersini yapsak. Psikolojik soruları aşmış insanlara baksak…” demişler. Mutlulukla ilgili en önemli başlangıç noktalardan bir diğeri de İkinci Dünya Savaşı. Özellikle Nazi Almanya’sında ve Nazilerin bütün Avrupa’da yaşattığı dehşet… Toplama kamplarında kimler hayatta kalmış ona bakmışlar. Birbirleriyle alakası olmayan coğrafyalarda yaşayan insanlar da bile ortak nokta şu: Çok doğru aile değerleriyle büyümüş insanlar. Sade yaşam sürüyorlar. Hepsinin ortak cümlesi; “Doğrusu buydu ve yardım etmekten başka bir seçenek yoktu.” Burada ortaya yine iyilik çıkıyor.

 

 

MUTLULUK KALICI HAZ GEÇİCİDİR

 

 

Mutluluğun evrensel bir standardı var mı?

 

Var. Bu konuda araştırma yapan bazı insanlar dünyayı dolaşmışlar. Mutluluğu dünyanın değişik ülkelerinde aramışlar. Kendilerini mutlu diye tarif eden ülkelerin çoğu İsviçre, Kanada gibi sosyal eşitliğin ve güvencelerin yüksek olduğu ülkeler. Orada yaşayan insanlar sisteme güveniyor. İnsanın kendisini güvende hissetmesi için sistemin ve kuralların varlığı çok önemli. Tıpkı küçük çocuk gibi bir insanı kuralsız bıraktığınızda mutlu olmuyor.

 

 

Kimler mutlu, kimler mutsuz?

 

Sadelik üzerine yeni bir trend var. Sade yaşayan, düşünen, hayat için çok kafa yormayan insanlar daha mutlu. Bu insanların çocukları da mutlu oluyor. Çocuklarını yarış atı gibi yetiştiren ebeveynlerin çocukları mutsuz. Çünkü hiç bitmeyen bir yarış var. Sürekli başka bir şeye özenmek, mutsuzluğu tetikliyor.

 

 

Yani kıyas insanı mutsuz ediyor…

 

Kıyas korkunç bir şey. Mutsuzluğun en önemli kaynaklarından birisi kıyas. Kıyas yapmaya başladığınızda kendinizi yeterince takdir etmiyorsunuz demektir. Oysa mutluluğun ön koşullarından biri kendinizi gerçekçi bir şekilde takdir edebilmeniz.

 

 

Mutluluk öğrenilebilir mi?

 

Evet. Hem de çok ciddi bir şekilde öğrenilebilir. Richard Stevens isminde önemli bir psikolog mutluluğun üç temel bileşeni olduğunu söylüyor.

 

1. İyi duygular ve olumlu bir ruh hâli. Bunu zorlayarak bile yapmayı öğrenebilirsiniz. Düşüncemi nasıl olumlu kılabilirim, diye üzerinde çalışabilirsiniz.

2. Yaşama sevinci ve canlılıkla dolu olmak. Mutlu olduklarını söyleyen insanların çoğu meraklı. Bahsettiğim hastalıklı bir merak değil. Hayatı, yenilikleri merak etmek.

3. Yaşamla ilgili anlamlı seçimler yapmak. Anlamlı seçimler tüm araştırmalarda önümüze çıkıyor. Bu anlamlı seçim bazen felsefi olabilir. Bazen doğru zamanda doğru yerde dua etmek olabilir. Anlamlı seçimler gerçekçi seçimler oluyor. Bunlar yaşam biçiminize, aldığınız eğitime, beklentilerinize uyan seçimler olmalı.

 

 

Kalıcı mutluluğu elde etmek mümkün mü?

 

Kalıcı mutluluk iddialı olur. Mutluluk furyasından sonra insanlar şöyle bir duygu uyandı; “Hep mutlu olmalıyım.” Böyle bir şey yok. Gerçekçi değil. Sürekli aynı duygu düzeyin olursanız tam mutluluğun ne olduğunu hiçbir zaman anlayamayacaksınız. Kötü günümüz iyi günümüz var. Bazen ağlamamız gerekiyor. Bütün bunların nedenini kendimizi iyi tanıyarak doğru şekilde adlandırırsak eğer, o zaman çözmeye başlıyoruz. Mutlu insanların duygusal zekâlarının yüksek olduğu ortaya çıkmış.

 

Nobel ödüllü Daniel Kahneman yaptığı araştırmada zenginlerin daha çok depresyona girdiğini ortaya koymuş. Maddî refah yükselirken depresyon oranı da artıyor. Neden?

 

Çünkü bunu elde etmek için uğraşan insanlar daha fazla parayı, daha üst mertebeye sahip olmak isteyenler de bu istek hiç bitmiyor. Bugün sosyal medya özellikle Instagram gibi mecraların bunu tetiklediği de söyleniyor. Instagram hâlimizde hepimiz, güzeliz, mutluyuz, çok güzel yerlere gidiyoruz. Zannedersiniz herkes Karayipler’de yaşıyor. Öyle bir şey yok. Bu durum onu yapamayan insanlarda çok büyük mutsuzluk yaratıyor. Çünkü onu gerçek sanmaya başlıyor. Bu gerçek dışı yaşamlar kıskanma, kıyaslama ve hep daha fazlasını istemeye sebep oluyor. Parayla kolay satın alınan yani beklemeden, çaba harcamadan yaptığınız şeylerin mutluluk getirmesi mümkün değil. O yüzden aile şirketleri için birinci kuşak kurar, ikinci kuşak sürdürür, üçüncü kuşak batırır gibi anonim bir söylenti vardır. Çünkü üçüncü kuşak hiçbir zorluğu yaşamamış, refah içinde doğmuş, dolayısıyla hiçbir şeyin kıymeti yok.

 

 

Mutluluk kalıcı mıdır geçici mi?

 

Mutluluğu insanlar zevkle ve hazla karıştırıyor. “Çok mutluyum, âşık oldum” yanlış bir denklem. “Çok mutluyum; on yıldır on yıl önce seçtiğim kişiyle uyum içinde, saygılı, sevgi dolu, bir aile hayatı sürüyorum.” Doğrusu bu. Burada mutluluktan bahsedebilirsiniz. Mutluluğa nasıl bir anlam yüklediğiniz ve mutluluğun tarifini nasıl kullandığınız önemli. Mutluluk kalıcı, haz ise geçicidir.

 

 

TÜRK İNSANI KÖTÜMSER

 

Özellikle 2000’lerden sonra kişisel gelişim, yoga, regresyon gibi uygulamalar popüler oldu. Bunlar insanları mutlu etmeye yetti mi?

 

Yetmedi. İnsanlık sürekli bir arayış içinde. Az önce söylediğim gibi hayatını sadeleştirenler ve bunu sürdürebilenler daha mutlu. Deli gibi koşturup sürekli bir hırs içinde yan masadaki kişinin maaşını merak edip yarışa girdiğinizde, istediğiniz kadar akşamları yogaya gidin bu hayatınıza hiçbir değişiklik getirmeyecek. Sadece yogaya gitmiş olacaksınız. Mesela, sporu düzenli yapmak… Gösteriş için değil, gerçekten kendiniz için bunu yaptığınızda beyninizde daha mutlu olduğu için siz mutlu, iyi, iyimser, sakin bir insana dönüşüyorsunuz. Mutluluk sükûnetle birlikte anılan bir şey.

 

 

Peki, huzur?

 

Mutlu insanların çoğu zaten huzurlu. Onlar kendileriyle barışıklar ve kendileriyle barışık oldukları gibi bulundukları ortamla da barışıklar. Ne istediklerini biliyorlar. Bu isteklerini gerçekçi kılıyorlar ve bunlara ulaşmak için bir çeşit kendileriyle tutarlı bir yarışa giriyorlar. Terfi etmek istediklerinde bunu ayak oyunlarıyla yapmıyorlar. Bunun için özel kurs alıyor, kendisini geliştiriyor. Kendi kendisiyle bir yarış içinde oluyor. Bunu yaptığı zaman zaten başkalarıyla yarışması kıyaslaması mümkün değil. Mutluluk faktörlerinde bilinçli davranışlarımız çok önemli. İyi niyetli davranmalısınız, karşılaştırmaktan vazgeçip iyimser olmalısınız. İyimserlerle kötümserler arasında ciddi araştırmalar yapılmış. Kötümser insanlar hiçbir şeyi başaramayacaklarını, hep bir suçlu aradıkları ortaya çıkmış. Kötümser insan suçlu arıyor. Biz ülke olarak genelde kötümseriz. Kötümserler genelleme yaparlar. Hemen suçlu ve sorumlu bulurlar. Mutlu insanların kolay şükreden insanlar olduğu da çıkmış ortaya.

 

 

2004’te yapılan bir araştırmada mutluluk sıralaması; Seks, sosyalleşme, dinlenme, din, yemek, egzersiz, televizyon, yemek yapma, sohbet ve çocuklar olarak belirlenmiş. Bugün bu listeye ne eklersiniz?

 

Bu listede haz ile mutluluk karışmış. Seks haz veren bir şey. Çünkü kısa sürüyor. Uzun süreli birliktelikte cinsel uyumun da olması gerekiyor fakat tek kriter bu olamaz. Yemek de hazza yöneliktir.

 

 

 

Başarınca mı mutlu oluyoruz? Mutlu olunca mı başarıyoruz?

 

İkisi birlikte. Burada iyimserler ve kötümserler devreye giriyor. İş ortamlarında araştırmalar yapıyorlar; iyimser insanlar mutluluk düzeyi daha yüksek insanlar oldukları için, insan ilişkileri de daha iyi olduğu için daha kolay insanlar. Ekip çalışmasına daha uygun oluyor. Dolasıyla bu insanlar daha çabuk yükselip daha çok maaş alıyorlar.

 

 

Çok çalışmakla ilgili değil…

 

Değil. Doğru işi doğru zamanda yapmak ve insan ilişkileriniz iyi olması önemli. İnsan ilişkileriniz doğal olarak iyi değilse strateji ve küçük hesaplar yaparak değil, gerçekten iyiyse başarılı oluyorsunuz. Çalıştığınız iş yerinde kapıdaki güvenlik görevlisinden çay getiren adama kadar herkese aynı saygıyla ve özenle gerçek davranıyorsanız insanlar bunu hissediyorlar. Onlardan bir şey istediğinizde sizi kırmıyorlar ve en zor gününüzde destek veriyorlar. O güvenlik görevlisi sizi koruyor. En üst makamdan en alt makama kadar herkes sizin için o kadar iyi düşünüyor ki performans görüşmeleriniz iyi geçiyor, siz kendinizi iyi hissediyorsunuz ve iyi bir performansla çalışıyorsunuz.

 

 

 

Yazar Tal Ben- Shahar Daha Mutlu Yaşamak adlı kitabında mutsuz insanın üç tarifini şu şekilde yapmış: Hayatı yarış olarak gören insan modeli, haz düşkünü insan modeli, nihilist insan modeli. Ona göre hayatı yarış olarak gören insanlar geleceğin kölesi, haz düşkünü insan yaşadığı anın kölesi, nihilist insan ise geçmişin kölesi durumundadır… Bugün bu tanımlara uyan insanlar var mı?

 

1980’lerin sonlarından itibaren doğmuş ve bugün iş hayatına katılmış gençlerin içinde doğdukları dünya geçmiş kuşaklardan çok farklı. Bu çocuklar önlerinde bir bilgisayarla doğdular ve bilgisayar oyunlarıyla büyüdüler. Bilgisayar oyunlarındaki ana kurgu level denilen şeyi atlamanız. Her basamağı atladığınızda alkış alıyorsunuz. Daha fazla almak için acayip bir çaba harcıyorsunuz. Dolayısıyla anda yaşayan insanlar iş hayatında çok mutsuzlar. Çünkü “bir önceki kuşak bizi yeterince alkışlamıyor” diye düşünüyorlar. Bir önceki kuşak da diyor ki; “Bunlar her yaptığı şey için alkış istiyorlar.” Hazzı her an yaşamak istiyor. Çünkü bilgisayarla o hazzı her an yaşıyor. Instagram’da bir şey paylaşıyor, beğenilip beğenilmediğine bakıyor. Başka bir şey daha paylaşıyor ki daha çok beğenilmek için.

 

 

 

Peki, geçmişe dönük yaşayanlar…

 

90’lı yıllardaki refah düzeyi giderek azalıyor. Bir kriz dönemindeyiz ve bu bütün dünyayı etkiliyor. Bu kriz dönemlerinde insanlar sürekli geçmişte ne kadar mutlu, ne kadar refah içinde yaşadıklarını hatırlamaya çalışıyorlar. Bu her zaman doğru değil. O güne geri dönsek mutlu muydular? Hayır değillerdi.

 

 

Mutluluğu ıskalamak, diye bir şey var mı peki?

 

Var. Bilinçli yaşayan insanlar mutluluğu ıskalamıyorlar. Kendilerinin bilincinde olan, kendilerini geliştiren, hayata sıkı tutunanlar ve iyilik yapanlar ıskalamıyor. İyilik konusu çok önemli. İyilik bulaşıcı. İyiliği yapanda iyilik yapılan da kendilerini iyi hissettikleri için öyle devam ediyor.

 

 

İDEAL EVLİLİK MUTLU EDİYOR

 

 

Mutluluk yaşa göre değişiyor mu?

 

Sevgi mutluluk için çok önemli bir konu. Bizi rahatlatan, özgürlüğümüzü artıran, bize yol gösteren insanlara sevgi hissediyoruz. Bu çocukların anne babaya duyduğu sevgi. Bunları bizden isteyen insanlara biz sevgi duyuyoruz. Yani anne baba çocuğa sevgi duyuyor, onu koruyor kolluyor. Başka bir insanı idealize eden, kusurlarını görmezden gelmemizi sağlayan sevgi ise aşk. Evlilik bu üç sevgi türünü tek çatı altında toplayan bir müessese. O yüzden evlilik ideal koşullarda yapılıyorsa mutlu oluyorsunuz. Yalnız evlilik konusunda şöyle bir şerh düşmeliyim. Âşık olduğumuzda aşkın sonsuza kadar süreceğini zannediyoruz. Uzun süren evlilikler daha sakin bir sevgiye, huzura ve saygıya dönüştüğünde ideal oluyor.

 

 

Peki, yaşlılar?

 

70 yaşına gelmiş insanlar daha mutlu. Yaşlanmanın birkaç türü var. İyi yaşlanmak diye bir şey var. Fiziksel yaşlanmanın iyi olması, ideal aile yapısı içinde olmanız yaşlılıkta mutluluğu etkiliyor. Anneanne veya dede olduysanız torunlarla olan ilişkiler o yaş gurubunu çok mutlu ediyor. Çocukların birebir sorumluluğu onlarda değilse, kaygı yoksa, sadece sevgi gösteriyorlarsa orada mutluluk oluyor. Yaşlanırken dünyaya kötümser değil, iyimser bir pencereden bakarsanız, daha bilge bir kişiliğe dönüşebilirsiniz.

 

 

Mutsuzluk problem mi?

 

Mutsuz insanlar hayatına yön verememiş, kendine koyduğu hedeflere ulaşamamış, hayatında anlamlı kararlar alıp onun peşinden gidememiş, bunun için faturayı başkalarına kesmiş insanlar. Bu insanlar içlerinde öfke beslemeye başlıyorlar. Başarısızlığın öfkesi, başaramamışlığın verdiği kırgınlık ve kızgınlık kötülük olarak ortaya çıkabiliyor. “Ben mutlu değilim, o zaman kimse olamasın” bakışı ortaya çıkıyor.

 

 

Coğrafya insan davranışlarını etkiliyor. Türkiye’yi nasıl değerlendirebiliriz?

 

“Coğrafya kaderdir” diye söz var. Coğrafya bir yere kadar kader doğru. İstanbul gibi megapol,sınırlarının belli olmadığı, çok göç aldığı, gelen insanların her zaman umdukları bulamadıkları bir ortamda çatışmalar oluşabilir. Mesela benim çocukluğumda bizler sokakta yemek yiyemezdik. “Aç var” derlerdi. Alıp evimize gider yerdik. Yemek vitrinde olmazdı. Önemli değerlerimizi unuttuk.

 

 

 

Satın alma isteği, çok çalışmayı gerektiriyor. O da kaygı bozukluğuna sebep oluyor. Tüketim insanları hasta ediyor. Antidepresanlarda artış var. Ne olacak bu hâlimiz?

 

Çoğaldı. Çünkü insanlar özellikle büyük şehirlerde yaşayanlar sürekli bir yarış hâlindeler. Daha çok para, daha çok terfi daha iyi bir duruma gelmek istiyoruz. İstediğiniz kadar çalışın o noktaya varmanız çok zor. İnsanlar kolay yoldan köşeyi dönmek istiyor. Oysa bu çok az insanın yapabildiği, bu toprakların değerleriyle uyuşmayan yollarla yapılan şeyler. Mutlu insanlar bütün toplumda ve dinlerde olan ana değerlere sahip insanlar. Aslında bir üst şemsiye. O şemsiyeyi kaybettiğiniz andan itibaren başınıza her şey gelmeye başlıyor. O zaman dış göze ihtiyacınız var mutlu olduğunuzun birileri size hatırlatması için. Paraya ihtiyacınız var mutlu olduğunuzu sanmak için. İlaçlara ihtiyacınızı var… Ne yaparsanız yapın o yarışı kazanamayacak olduğunuz gerçeği insanları mutsuz ediyor.

 

 

 

Hız bizi mutsuz ediyor…

 

Evet. Çünkü sürekli bir şey kaçırıyoruz.

 

Ölüm döşeğindeki hastaların keşkeleri arasında “Keşke daha mutlu olmama izin verseydim” cümlesi yer alıyor. Mutlu olmak için ölüm fikrini zihinlerimizde daha mı diri tutmamız gerekiyor?

 

Evet. Hangi dinde olurlarsa olsunlar çok inançlı insanlar ölümle daha barışık oluyorlar. Çünkü ölümü hayatın akışında normal bir evre olarak görüyorlar. O insanlar ölülerini de daha vakur bir şekilde yolcu ediyorlar. Uzun yıllar koçluk yapıyorum. Koçluğun bana kattığı en önemli yetilerden birisi hayatla arama mesafe koymak. Kötü duygularla ve yargılamayla arama çok ciddi mesafe koyuyorum. Bu mutluluğun ana koşullarından bir tanesi. Kendi önümüzden çekilmeyi başarmamız lazım. Kendimizi en çok kısıtlayan kişi yine kendimiz oluyoruz. Kendi önyargılarınızın ve varsayımlarınızın hayatınızı zindan ettiğini fark etmeden bu hayattan çekip gidebilirsiniz. Herkes mutlu olmak istiyor ama kendi katkısının ne kadar önemli olduğunu bilmiyor. Kendisine düşen görevin farkında değil. Okulda başarılı olmak isteyip saatlerce çalışmak istememek gibi bir şey bu.

 

 

Bütün gelin ve damatlar mutlu gün fotoğrafı çektiriyorlar. Bu mutluluk kısa sürüyor neden?

 

Evlilikte hep bir peri masalı anlatılıyor insanlara. Evlenince mutlu olacağım, diye düşünüyor insanlar. Gelinlikler, inanılmaz düğün organizasyonları, dört dörtlük döşenmiş evler içinde insanlar mutlu olacağını sanıyor. Sonra hayatın gerçeklerinin öyle olmadığı ortaya çıkıyor.

 

 

ÜÇ MAYMUN MUTLU ETMEZ

 

 

Mark Von Doren “Mutlu olmak için elimizde en büyük fırsat eğitimdir” diyor. Eğitim neden bu kadar önemli?

 

Eğitim doğru yaş gurubuna, doğru dozda verildiği zaman insanları zenginleştiriyor. Farklı açılardan hayata bakmayı, analitik düşünmeyi sağlıyor. Bugün Filandiya modelinden çok söz ediliyor. Çocuğu merkeze koyarak, çocuğa saygı gösterip ona bir birey olarak davranarak, sadece test çözen değil, hayatı doğru bir şekilde öğreterek, özümüzdeki değerleri gösteren bir eğitim. Beynini, duygusal zekâsını doğru kullanan ve içinde yaşadığı topluma uyumlu insanlar eğitim almış oluyorlar. Eğitim ailede başlıyor ve okulda devam ediyor. Bu yüzden mutluluk için eğitim çok önemli.

 

 

“Mutluluğun sırrı üç maymunda mı?” başlıklı bir yazı yazmışsınız. Üç maymun mutluluk yolunda destek mi oluyor, köstek mi?

Bazı insanlar mutlu olmak için kötü konular konuşamıyorsunuz. Reddediyorlar. Hastalıktan veya üzüntülü her hangi bir şeyden bahsedemiyorsunuz. Onlar kötü hiçbir şeyi duymak istemiyor. Bunun mutluluk olduğunu düşünüyor. Bu sağlıklı değil. Hiçbir şey duymayayım, görmeyeyim bana dokunmasın… bu bugünün dünyasında mümkün değil. Bir taraftan bilinçli ve haberli olmalıyız. Diğer taraftan da bunlarla aramıza mesafe koymalıyız. Bu mesafeyi de görmüyorum, duymuyorum, bilmiyorum gibi koyamazsınız. Üç maymun dünyanın hiçbir yerinde geçerli değil.

 

 

Size tüm dünyanın cevabını aradığı bir soruyu sorayım. Mutluluğun sırrı nedir?

 

Bununla ilgili size kısa bir masal anlatayım. Bir sultan sarayında çok mutsuz ve büyük bir depresyon geçiriyor. Her türlü doktor geliyor, özel yemekler, ilaçlarla iyileştirmeye çalışıyorlar ama olmuyor. Sonunda çok uzak bir yerden “Burada bir çoban var ve dünyanın en mutlu insanı o” diye bir haber geliyor. Bilir kişilerden biri “onu bulursanız onun gömleğini getirin” diyor. Atlılar bu çobanı buluyorlar ona “Sen çok mutluymuşsun doğru mu?” diye soruyorlar. O da “Evet mutluyum.” diyor. “O zaman hemen bize gömleğini ver.” diyorlar. Çoban keçesinin önünü açıyor ve “Gömleğim yok ki…” diyor. Kıssadan hisse… 21. yüzyılda mutluluğun sırrı sadelikten geçecek. Başka hiçbir çözüm yok. Hayatı sadeleştirmek, eşyalarınızı azaltmak, yemeği azaltmak… O kadar eşyaya gerçekten ihtiyacımız var mı? Türkiye’de özellikle evliliklerin kötü başlamasının sebebi yatak odasını kim, salonu kim alacak tartışması. O evin içinde yaşamadan, ortak zevkler bile daha oluşmadan dayayıp döşemeye çalışıyoruz.

 

 

MUTLULUK CİDDİ BİR KONUDUR

 

Mutluluk bir devlet politikası olmak zorunda. Bunun üzerine ciddi araştırmalar var. Amerika’da Martin Seligman’ın dünya da deneklerle başlattıkları çalışmalar var. Bazılarına ben de katılıyorum. Siz de aplikasyon indirip katılabilirsiniz. Size değişik saatlerde mutluluk düzeyinizi soruyorlar. Sonra da bazı egzersizler veriyorlar. Devletin her mertebesinden, insanın bu ülkeye olumlu örnek olması gerekiyor. Öfke dilinden uzak bir iletişim dili yakalamalıyız. Bunu sadece Türkiye için söylemiyorum. Amerika’da Başkan, bir basın toplantısında CNN muhabirini yerle bir etti. Adamın Beyaz Saray’a girişini engellediler. Öfke, şiddet, şiddete meyilli olmayı en üst mertebeden en alta kadar nasıl arındırırız? Bunun üzerine ciddi kafa yorulması gerekiyor. Mutluluk çok ciddi bir konu.

 

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio