Modayı elbisenizdeki düğme sayısı belirler

Merjam Yazar: Merjam 2 Eylül 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

Kadınlara özel bir alış-veriş merkezinin açıldığı ve açılışta İslami emirleri hatırlatacak şekilde giyinmiş kadınların yer aldığı bir Türkiye’de, bazı konuları sanırım yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor.

Modayı elbisenizdeki düğme sayısı belirler

 

22 bin yıl önce güzel giyinmeye önem veren insanoğlu, kıyafetinde kullandığı kemik ve deniz hayvanlarından yapılan birleştiricilerle, giyinmeyi sadece korunmak amaçlı değil aynı zamanda saygınlık aracı olarak da kullanmaya başlamıştır. Buzul çağında, Avrupa’da yaşayan Gravettianların ilk izleri otuz beş bin yıl öncesine rastlamaktadır. Yakışıklı prensimiz ise yirmi iki bin yıl önce yaşamış. İtalya’nın Liguria sahillerinde bulunan bir mezardan çıkan iskelet ve iskeleti çevreleyen kemik ve deniz kabuklarının yerleri kişi üzerinde yeniden tasarımlanınca, ortaya görünüşü gayet ihtişamlı bir kişi çıkıyor. Prens olarak adlandırıyorlar buluntuyu arkeologlar. Prensin özellikle baş bölgesi olmak üzere bütün vücudunda delinmiş kemik ve deniz kabuğu parçaları yerleştirilmiş. Gravettianlar göçebe olarak yaşayan bir toplum olup, elbiselerinde genelde hayvan derileri kullanmaktaydılar ama dokuma işini bulduklarının da izleri tespit edilmiştir. O devre ait bir tekstil kalıntısı yok, ama mezarda cesedin altında kalan taşlarda, kişinin elbisesinin örgülerinin, zamanla taşta bıraktığı izlerden bu çıkarım yapılmaktadır.

 

 

Mezopotamya’da Modanın İlk Ayak Sesleri

 

 

Fırat ve Dicle nehirleri arasında yerleşik olan ve Mezopotomya olarak adlandırılan bölgeden çıkıp, beş bin yıl öncesine kadar uzanan heykeller, çanak çömlekler, tabletlerdeki yazıtlar ve soyluların mezarlarından çıkan buluntular, mezopotamyalıların kıyafet olarak tekstil ürünleri giydiklerini göstermektedir. Sümerlere kadar dayanan ilk buluntularda, kadın ve erkeklerin şal gibi küçük bir örtü ile vücutlarının az bir kısmını da olsa kapattıkları görülmektedir. Daha sonra bu örtüler büyümüş ve etek şeklinde bürünülmeye başlanmıştır.

 

Tekstilde ilk olarak yün kullanılırken, kral mezarlarından çıkan kalıntılardan, daha sonra ketenin de doku malzemesi olarak kullanılmaya başlandığı anlaşılmaktadır. Bu mezarlardan çıkan keten parçalarından, o zamanki dokunuşlarının modern dokunuşlardan pek de farklı olmadığı tespit edilmektedir. Buluntular, Mezopotamyalıların kumaş dokuyuculuğu bakımından ileri seviyelere ulaştığını göstermekte, yünden dokunmuş malzemeleri hemen herkesin kullandığı, ama ketenin daha çok, zenginler, krallar, din adamları gibi üst düzey insanların kıyafetlerinde kullanılan bir malzeme olduğu görülmektedir. Asurlar zamanında MÖ. 700’lü yıllarda, yumuşak pamuklunun da soylular tarafından kullanılmaya başlandığı ortaya çıkmaktadır.

 

Kalıntılardan elde edilen buluntular, tekstil ürünlerinin renginin kaybolmuş olması dolayısı ile renklendirmenin yapılıp yapılmadığı konusunda bir ipucu vermezken; yazıtlar, kumaşların daha cazibeli hâle getirilmesi için nasıl renklendirildiğini, süslendiğini anlatmaktadır. Kral mezarlarında bulunan kalıntılar, giysilerin altınla ve diğer değerli malzemelerle ince ince süslenmiş olduklarını göstermektedir.

 

 

Renkler Önemli; Kraliyet Moru

 

 

Kumaş renklendirme en zor ve beceri isteyen bir iştir. Başka renklerin bulunması ve uygulanması nispeten daha kolay iken, mor rengi en zor bulunan renktir. O yüzden bu rengi tarih boyunca genelde kraliyet ailesine mensup kişiler kullanmıştır. Mor renginin bulunuşunun izlerine MÖ. 1200’lü yıllarda rastlanmaktadır. Bu renk deniz salyongozlarının salgıladığı bir sıvıdan elde edilmektedir. Ancak her bir salyangozdan ancak bir damla elde edilebildiğinden çok kıymetlidir. Akdeniz sahilleri boyunca yaygın olan brandaris ve trunculus cinsi dikenli salyongozlardan elde edilen renklerle boyanmış kumaşlar, Fenikelilerin (Şimdiki Lübnan) önemli limanlarından olan Sur kentinden Roma’ya gemilerle ihraç edilmekte ve kumaşların mor renkli olanlarına Sur Firfiri denilmekteydi. Çok pahalı oldukları için de ancak asiller ve zenginler bu rengi giyinebilmekteydi. Hatta halktan insanlar bu rengi giymeye kalkıştığında vatan haini olarak ilan edilirdi. Mor renk hâlâ kraliyet rengi olarak kabul edilmektedir. İngiltere Kraliçesi Elisabeth, 1953 yılında tahta çıktığında elbisesinin üstüne mor kraliyet pelerinini giyinmiştir.

 

Mısır’da kıyafetler yerel olarak Nil Nehri boyunca yetişen ve flax denilen bitkiden üretilen keten kumaşlardan yapılmaktaydı. Hava sıcak olduğu için aslında insanların korunmak amaçlı kıyafet giyinmeleri gerekmiyordu. O yüzden Mısırlılar çok hafif kıyafetler giyinmekteydiler. Erkekler bellerine doladıkları etek şeklinde kıyafetler giyerken, bu eteklerin boyları modaya göre değişmekteydi.

 

Zenginler en iyi kalitedeki keten kumaşlardan yapılmış elbiseler giymekte, bu elbiselerin çoğunun içini gösteren şeffaf elbiseler olduğu görülmektedir. Aynı şekilde özellikle zengin kadınlar da, uzun, omuzda birleştirilen ama şeffaf elbiseler giyinmekteydiler. Elbisenin şeffaf oluşu vücudu kapatmaktan çok, güzel görünmek amaçlı olduğunun göstergesi olarak değerlendirilmektedir.

 

Kadın ve erkekler elbiseden ayrı olarak mücevher kullanımına ve saç modellerine de çok önem veriyorlardı. Bu içini gösteren elbiselerden ayrı olarak, soğuktan korunmak için kalas denilen ve bütün vücudu saran kıyafetler de vardı.

 

Ayaklarına genelde bir şey giyinmiyor, yalınayak gezmeyi tercih ediyorlardı ama özel günlerde sandalet kaçınılmaz bir kıyafet tamamlayıcısı idi. Fakirler papirustan yapılmış sandaletler giyerken zenginler deriden yapılmış sandaletler giyiniyorlardı.

 

Makyaj kıyafetin önemli bir parçasıydı ama saçlarını temizlik amaçlı olarak kazıyorlardı. Günlük hayatta insanlar kazınmış saçla dolaşırken, zengin ve soylular genelde peruk takıyorlardı. Diğer insanlar da ancak özel günlerde peruk kullanmaktaydılar.

 

 

Şimdiki Modayı Etkileyen Minoanlar

 

 

Girit adasında MÖ 3000-1600 yıllarında yaşayan Minoanlar, çok gelişmiş bir toplumsal hayat yaşamaktaydılar ve bu gelişmişlik kıyafetlerine de yansımıştı. Minoanların varlığı 1800’lü yılların sonunda yaşadıkları şehrin kalıntısına rastlanana kadar bilinmiyordu. Şehir bulunduktan sonra halkın ağzında dilden dile anlatılan mitolojik bir hikâye olan Kral Minos’un gerçekten yaşadığı anlaşılmış ve bu medeniyet onun adına binaen Minoan olarak adlandırılmıştır.

 

Minoanlar modern kıyafetler gibi vücudun şekline göre dikilmiş buluz ve etekler giyinmekteydiler. Aslında hava sıcak olduğu için çok fazla kıyafet giymeleri gerekmiyordu. O yüzden erkekler sadece mahrem bölgelerini kaplayacak şekilde, deri, keten ya da yünden yapılmış renkli bir örtü ile sarınırken, bu küçük örtünün bile çok özenle hazırlanmış süslenmiş olmasına özen gösteriyorlardı. Ancak çıplaklık ilk yıllarda geçerli iken daha sonraki yıllarda tunik ya da uzun elbiseler giyinmeye başlamışlardır.

 

Kadınların kıyafetleri ise vücuda oturacak şekilde, belden aşağı kat kat etekler, üstte yine vücut şekillerine göre dikilmiş buluzlardan oluşmaktaydı. Bu kıyafetlerin en önemli özelliklerinden biri de rengârenk olmalarıydı. Minoanlı kadınların şekli, modern zamanlarda ortaya çıkan ve korse ile şekillenen kadın vücuduna benzediğinden, araştırmacılar Minoanlı kadınların da elbiselerinin altına korse giydiklerini düşünmektedirler. O zamanki Minoan modası daha sonra ortaya çıkan Fransız modası ile hemen hemen aynıdır.

 

 

Antik Yunan’ın Minoanlar Kadar Gelişmiş Kıyafetleri Yok

 

 

Minoanlardan birkaç yüzyıl sonra ortaya çıkan toplum olan Yunanlılar, Minoanları taklit etseler de kıyafetleri onlarınki kadar zengin değildi. Yunan modasında Şiton, Peplos, Himotion denilen elbiseler giyilmekteydi. Şiton dikdörtgen şeklinde bir kumaş olup omuzlardan iğne ile tutturulmaktadır. Peplos ise silindir şeklinde üretilmiş bir kumaş olup üste geçirildikten sonra yine omuzlardan tutturulmaktadır. Himoton ise dikdörtgen şeklinde bir kumaş olup daha çok soğuktan korunmak amaçlı elbislerin üzerine sarılan bir dış giysisidir. Bu kıyafetlerin kumaşları ya kendi ürettikleri yün kumaş ya da ithal ettikleri keten kumaşlardı. Elbisenin dikimi çok beceri istememekle beraber kumaşlar renkli olarak boyanmıştır. Genelde kıyafetler tunik şeklinde idi ve uzunluğu yapılan mesleğe ve cinsiyete göre şekilleniyordu. Yunanlılar da özellikle evde olmak üzere ayakkabı konusunda çok istekli olmamakla beraber, özel durumlarda, iş görüşmelerinde deriden yapılmış sandalet ya da botlar giyinmekteydiler.

 

 

Kıyafette Dönüm Noktası

 

 

Daha önceki dönemlerde kumaşlar dikine dokunurken Ortaçağ’dan itibaren enine dokunmaya başlanıyor. Böylece kumaşı kişiye göre kesip dikmek mümkün oluyor. Ayrıca artık herkes aynı tür elbise giyemiyor. Zenginler asiller krallar Togas giyerken, halktan insanlar bu kıyafeti giyinemiyorlar. Mor sadece kraliyete ait bir renk hâline geliyor. Normal halktan insanlar ise şimdiki tuniklerle hemen hemen aynı olan Tunic giyiniyor.

 

Kadınlar üç kat kıyafet giymeye başlıyorlar. En alta, iç tuniği (Tunica intima) onun üzerine Stola denilen uzun bir elbise ve en üste dikdörtgen şeklinde bir kumaş sarıyolar. Kumaşlar genelde yünden dokunurken, Çin ve Hindistan’dan ipek ve pamuklu ithalatı da yapılıyor. İpek nadir ve pahalı bir kumaş olduğu için sadece zenginler tarafından kullanılabiliyor.

 

Erkekler asker olduklarından dolayı saçlarını kısa keserken, kadınlar da saç önemli bir görünüm unsuru olarak ortaya çıkıyor. Erkekler için hâlâ ismi aynı olan “Sezar Kesimi” denilen saç modeli geçerlidir. Ayaklarına ise sandalet değil ayakkabı giyinmekteydiler. İngiltere’nin kuzeyindeki York şehrinde Roma dönemine ait ayakkabılar bulunmuştur.

 

 

Din Kıyafette Etkisini Gösteriyor: Bizanslılar

 

 

Doğu Roma İmparatorluğu olarak da adlandırılan Bizans İmparatorluğu, Hristiyanlığı resmî olarak kabul ettiği için bu dönemde kıyafetler değişmiş ve daha çok örtünme amaçlı kıyafetler giyilmeye başlanmıştır. Bu doğrultuda elbiseler ve kolları uzarken kadınlar için elbisenin bir parçası olarak başörtüsü kullanılmaya başlanmıştır.

 

Bu dönemde de Roma dönemindeki asillere ait olan Toga yine asiller tarafından giyilmiş ama dinî kurallara göre şekillenmiştir. Togalar alta giyilen uzun kollu tuniklerin üzerine giyilmektedir. İmparatorluk çok zenginleştiği için kıyafet bir statü göstergesi olarak önem kazanmış, ipek ve mücevher çok kullanılmaya başlanmıştır. Sadece kraliyet ailesinin kullandığı mücevherden yapılma yakalıklar elbisenin bir parçası olarak bu dönemde ortaya çıkmıştır.

 

 

Hindistan: Kıyafette İngiliz ve İslam Etkisi

 

 

Hindistan’daki kıyafet konusundaki ilk bulgular kadın ve erkeklerin vücutlarını en az derecede örttüklerini göstermektedir. MÖ. 300 yıllarına dayanan heykellerdeki kadın ve erkekler, didkdörtgen şeklindeki bir kumaşı, bellerinin hemen altından dolamış olarak resmedilmiştir. Milattan sonra 7. ve 8. yüzyılda Gupta dönemine ait bulgular ise vücutların üst kısmının da göğsü örtecek şekilde kapatıldığını göstermektedir.

 

Hindistan sıcak bir ülke olduğu için insanlar korunmak amaçlı giyinmek ihtiyacı içinde olmayıp, çıplaklık normal bir durumdur. Sadece bellerinin altından dikdörtgen şeklinde Sari denilen bir kumaş sarıp gündelik hayatlarını sürdürmekteydiler. 15. yüzyılda Müslümanların yarımadaya gelmesi ile kültürlerde alış veriş olmuş ve Hindistanlılar kumaşları dikerek kıyafet kullanmaya başlamışlardır. Özellikle İslam’ın etkisi ile Şalvar-Kamiz denilen bilek kısmından dize kadar dar üst kısmı çok geniş bir şalvar ve tunik olarak iki parçadan oluşan bir kıyafet türü ortaya çıkmştır. Kıyafet konusunda herhangi yazılı bir belge olmamasına ragmen Müslüman kadın ve erkekler Şalvar-Kamiz giyinmeye başlamışlardır.  Hindu kadınlar daha önceleri bazı bölgerde Sari denilen dikdörtgen şeklindeki sarındıkları kumaşın altına genelde buluz giyinmedikleri hâlde, İngilizlerin etkisi ile göğsün hemen altında biten karın bölgesini açıkta bırakan buluz giyinmeye başlamışlardır. Bluz kelimesi de İngilizceden gelmektedir.

 

 

Eski Türklerde Savaçı Kıyafetler ve Osmanlı

 

 

Eski Türklerin kıyafet bilgileri bize gravürler ve tarihî bulgulardan gelmektedir. Göçebe oldukları ve hayvancılıkla uğraştıkları için rahat kıyafetleri tercih etmiş, kadın ve erkek her iki cins de ceket/cepken ve pantolon/şalvar şeklinde, hareketi, ata binmeyi kolaylaştıran kıyafetler kullanmışlardır. Yerleşik hayata geçince dokuma giysiler kullanmaya başlamışlardır. Ortaasya’da kürk şapkalar da kıyafetin önemli bir unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Pantolon ve ceketin Türkler’den dünyaya yayıldığı konusunda bir varsayım bulunmaktadır.

 

Osmanlı’da ise kıyafet, aynı Bizans’ta olduğu gibi kişinin toplumsal durumunu belirleyecek şekilde düzenlenmiştir. Sarayda kullanılan kumaş, renk ve kıyafet biçimlerinin halk tarafından kullanılması yasaklanmıştır. Normal zamanlarda veya tören ve sefer esnasında giyilen kıyafetlerde de farklılık vardır. Osmanlı İmparatorluğu 16. yüzyılda zenginlik ve ihtişam bakımında zirveye ulaştığında bu durum kıyafetlere de yansımış, dokuma tekniklerinde ve kumaş kalitesinde büyük gelişmeler olmuştur. Sultanlar altın ve gümüş işlemeli en pahalı kaftanları giymek istediklerinden bunları karşılamak üzere Bursa ve İstanbul’da tekstil atölyeleri kurulmuştur. Sultanların kıyafetlerinde genelde, kadife, saten, ipek, moher, kaşmir gibi pahalı malzemeler kullanılmıştır. Diplomatik ilişkilerle gelen kaliteli kumaşlar daha sonra bunların İran, Hindistan ve Çin gibi ülkelerden ithalinin yolunu açmıştır.

 

Saray kıyafetlerinde Avrupa modasından etkilenmeler de olmuştur. Mesela Hürrem Sultan’ın başında uzun huni şeklindeki fesimsi başlık, Bizans döneminde, başörtü geleneğinin kadın kıyafetlerine dâhil edilmesi sonrası, başörtü işlevi görmek üzere, 14. yüzyılda öncelikle Fransa’da, daha sonra diğer Avrupa ülkelerinde yayılan bir modadır. Daha sonraki yıllarda eldiven, çorap gibi aksesuarlar da önce saray, sonra zengin kadınların kullanmaya başladıkları, Avrupa modasından etkilenmeler arasındadır. Avrupai kıyafetler genelde oradan getiritlerek ya da aynı modelde diktirilerek uygulanmaya başlanmıştır.

 

 

İstediğiniz Kadar Düğme Dikemezsiniz

 

 

Fransız hükümetleri tarafından taviz verilmeden 1294 yılından 1789 Fransız Devrimi’ne kadar sıkı bir şekilde uygulanan Sumptuary Kanunu, özellikle alt sınıftaki insanların neleri yapıp neleri yapamayacakları konusunu belirliyordu. Bu kanunla alt kesimdeki insanlar, belirli kıyafetleri giymeleri, belirli yiyecekleri ve alkol tüketimleri konusunda kısıtlamalarla karşılaşırken, avlanmaları da yasaktı.

 

13. yüzyılda düğme icat edildiğinde insanların elbiselerinde kaç tane düğme kullanabilecekleri de bu kanunla belirlenmişti. Kişilerin bir yıl içinde alabileceği elbise sayısı, hatta hangi kumaş türünü kullanabilecekleri bile hepsi bu kanununla belirleniyordu. Kadife, ipek, kürk ya da brokar kumaş türleri ancak sarayda, ya da soylular arasında kullanılabiliyordu.

 

 

16. Yüzyılda Kıyafet Çılgınlığı

 

 

16. yüzyılın ikinci yarısında Kraliçe Elizabeth döneminde, ticaret çok gelişmiş, kıyafet yapımında kullanılan her türlü malzeme ithal edilmeye başlanmıştı. İtalya’dan, Hindistan’dan her türlü değişik, ilginç, kaliteli malzemeler geliyordu. Her yerde hazır elbiseler bulmak mümkündü. Zengin kadınlar bu iş için ayrılmış özel yerlerden alış-veriş yaparken, şehrin heryerinde, terziler, ayakkabıcılar, eldivenciler, süs eşyası satanlar mevcuttu.

 

Şehir dışında yaşayan zengin ve asil kadınlar, yılda bir kere bile olsa Londra’ya gelip yeni moda eğilimlerini anlamaya ve yeni kıyafetler almaya özen gösteriyorlardı.

 

Elbise endüstrisi geliştikçe daha ucuza hazır elbise bulmak kolaylaşıyordu ama, birçok kadın hâlâ kıyafetlerini kendileri dikiyor ya da ünlü kadınların ikinci ele düşmüş kıyafetlerini almayı tercih ediyorlardı. 

 

Evlerde hizmetli olarak çalışan kadınların kıyafetleri efendileri tarafından veriliyordu. İstedikleri elbiseyi giyme özgürlükleri yoktu. Ama bu elbiselerin bedelini hizmetçiler kendileri ödemek zorunda idiler.

 

Kıyafet, sosyal statüyü, cinsiyeti, giyinen kişinen ahlaki durumunu belirtme aracı olarak 16 ve 17. yüzyılda çok önemli olmaya başlamıştır.

 

 

XIV. Lui Moda Endüstrisini Başlatıyor

 

 

1638-1715 yılları arasında yaşayan Kral XIV. Lui, 75 yıl tahtta kalmış ve kıyafet konusunda etkisi günümüze kadar gelen ve bütün dünyaya damgasını vuracak uygulamalar başlatmıştır. Kendi kıyafetlerinin benzerini başkalarının giymesini yasaklayan kral, diğer soylular için de her bir toplantıda ayrı ve elegant kıyafetler giymek zorunluluğu getirmiştir. Hatta bazıları bu mecburiyetten dolayı kıyafetlere para yatırmaktan iflas etmiş, ama bizim kral bu uygulamadan yine de vazgeçmemiş, çözüm olarak yeni kıyafetler alabilmeleri için borç para vermeye başlamıştır.

 

Lui, sonraları başka ülkelerden kıyafet ithalini de yasaklamış. Çok çeşitli ve pahalı kıyafetler giyinmek zorunda olan bir soylular kütlesinin varlığı ve dışardan kıyafet ithalinin yasaklanması, Fransa’da hızla kıyafet üretimini başlatmıştır. Böylece binlerce insan kıyafet üretiminde çalışmaya başlamış ve bu durum Fransa’nın ekonomisini güçlendirmiştir.

 

İnsanların kıyafet almasını desteklemek üzere, alışverişi teşvik etmek için Paris caddeleri aydınlatılıp gece vakti alışveriş yapma alışkanlığı başlatılmıştır. Böylece Fransa kıyafet ve modanın merkezi hâline gelirken, insanlar için yeni bir eğlence alanı oluşmuştur; Kıyafet alışverişi. XIV. Lui’nin başlattığı bu akım, günümüzde, özellikle alışveriş merkezlerinin kurulması ile önemli bir boş zaman değerlendirme etkinliği hâline gelmiştir.

 

 

Aşırılıklar Başlayınca İlk Eleştiriler de Başlıyor

 

 

Kıyafet konusundaki ilk eleşitirilerden biri MÖ. 1. yüzyılda Seneca tarafından yapılıp, “Akla göre değil modaya göre yaşıyoruz.” şeklinde ifade edilmiştir.

 

Görünüşün değil, ruhun önemli olduğuna inanan Hristiyanlar kıyafet çılgınlığının başladığı dönemlerde karşı girişimlerde bulunmaya başlamışlardır. Thomas Tuke kıyafet çılgınlığının başladığı 1616 yılında, “Kadın ve Erkeklerin Boyanmasına, Badanalanmasına Karşı Anlaşma” adlı bir bildiri yayımlıyor. Aslında o devirde hem kadınlar hem erkekler kıyafet çılgınlığı gösterip aşırı derecede makyaj yapıyor olmalarına rağmen, ne yazık ki bu karşı atak daha sonra sadece kadınlara yönlendirilerek devam etmiştir.

 

 

Biz Müslümanlar

 

 

İslam inancı üstünlüğü maddi değerlere değil, takvaya bağlamış bir din olarak başka insanlar üzerinde her ne şekilde olursa olsun otorite kurmayı, üstünlüğünü bir statü sembolü olarak kıyafetle dışa vurumu reddetmektedir. Bu anlayışın İslam tasavvufuna etkisi “Bir lokma, bir hırka” şeklinde olmuştur. Gerçi bu anlayış, Müslümanların sadece bir lokma bir hırka ile yaşaması değil, ama hayatının özünde, bu tarzı sürdürebilecek düşünce ruh yapısına sahip olması gerektiği üzerine temellenmektedir. Kadınlara özel bir alış-veriş merkezinin açıldığı ve açılışta İslami emirleri hatırlatacak şekilde giyinmiş kadınların yer aldığı bir Türkiye’de, bazı konuları sanırım yeniden gözden geçirmemiz gerekmektedir.

 

Emel TOPÇU – Akademisyen/Yazar

 

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio