Mehmet Ali Bulut: “Kâinata sığmaz da Cenab-ı Hak, bir insanın kalbine sığar.”

Merjam Yazar: Merjam 23 Temmuz 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

“Allah’ım senden ayrılıklardan paramparça olmuş bir kalp istiyorum.” diyor Mevlana. Ayrılık acısı çekenin, bağrı yananın hâlini anlamazsan kızıl kara olan sevdasını nerden anlayacaksın. İnsanların aşk ile eriyip demir olmasını, çöpe dönmesini nasıl anlayacaksın… O zaman da insanı anlayamazsın. Sen acıyı anlamazsan, kederi-derdi anlamazsan, istediğin hâlde elini uzatmamayı öğrenmezsen nasıl insan olacaksın. Elhamdulillah ben kendimi bu açıdan çok şanslı görüyorum. Kimse yoktu yanımda ama Allah hep elimi tuttu.”

Mehmet Ali Bulut: “Kâinata sığmaz da Cenab-ı Hak, bir insanın kalbine sığar.”

 

Gazeteci ve yazar kimliği ile tanıdığımız Mehmet Ali Bulut’la son kitabı “Tanrının Halkının Allah ile Başı Dertte” ve diğer kitapları hakkında derin bir sohbet gerçekleştirdik. Mehmet Ali Bulut, “Aslında isterdim ki kendinizi anlatın dendiği zaman insanlara hüznümüzü, çocukluk hayalimizi, nelerde yıkıldığımızı, neleri kaybettiğimizi anlatabilelim. Çünkü sıklıkla söylediğim bir söz vardır: Ben gerçekten mağlubiyetlerin eseriyim… Olmak istediğim hiçbir şeyi olamadım.”

 

 

Bize biraz Mehmet Ali Bulut’u anlatabilir misiniz?

 

Aslen Gaziantepliyim. İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdum. 13 yaşımda Gaziantep’e geçtim. Liseyi, ortaokulu Gaziantep İmam Hatip lisesinde okudum. İmam Hatibi beş senede bitirdim. Normalde Gaziantep Lisesi mezunuyum diplomam odur. Ama İmam hatip okulunu okudum.

 

Aslında isterdim ki kendinizi anlatın dendiği zaman insanlara hüznümüzü, çocukluk hayalimizi, nelerde yıkıldığımızı, neleri kaybettiğimizi anlatabilelim. Çünkü sıklıkla söylediğim bir söz vardır: “Ben gerçekten mağlubiyetlerin eseriyim… Olmak istediğim hiçbir şeyi olamadım.”

 

Diğer yandan Cenab-ı Hak çok şeyler ikram etti. Arapça öğrenip diplomat olacağım diye düşünürdüm ama Arap Dili ve Edebiyatı Bölümünü kazandım. Orada da karşıma Araştırma Dili ve Edebiyatı çıktı. Yaşayan dil ile hiç alakası olmayan bir bölüm. Dolayısıyla diplomatlık hayalim de bitti. Sonra okulda kalırım dedim ama başaramadım. Sonra tesadüfen Tercüman Gazetesine girdim. Muhabir olacağım derken beni kütüphaneye aldılar. Kütüphanede 20-25 bin kitap var, al bunları raflara yerleştir, dediler. Kütüphanedeki çalışma, beni değiştirip dönüştüren işlerden bir tanesidir.

 

Edebiyat Fakültesinde, Arap Dili Edebiyatı, Türk Dili Edebiyatı, Fars Dili Edebiyatı ve İslâm Felsefesi okudum. Bu arada çok şanslı bir şekilde İranlı Ali Milani’nin öğrencisi oldum. Arap Dili Edebiyatında belki de bu coğrafyanın yetiştirdiği en büyük dilci ve edebiyat tarihçisi Nihad Çetin’in öğrencisi olma şerefine kavuştum. Onlardan dilin zevkini tattım. Dillerin etimolojisi ve toplumların varlıklara isim vermedeki gerekçelerini; coğrafyanın ve kültürün isimlerin oluşumundaki etkilerini zevk ettim. Diller ve harfler konusunda çok şey öğrendim. Esasında o zamanlarda harfleri keşfettim ama sonradan da çok şey katıldı bu bilgilere. Harfleri keşfedince sesleri keşfettim, sesleri keşfedince, peygamberleri ve onların isimlerinde ve devirlerindeki esrarı keşfettim, peygamberleri keşfedince Allahu Teâlâ’ya daha yakın hâle geldim. O yüzden de Kur’an-ı Kerim’e hiçbir zaman sadece Arapça bir metin olarak bakmadım, bakmıyorum. Onun çok katmanlı bir dil ve mana örgüsü olduğunu sezmeye başladım. Dolayısıyla bu, sizi ister istemez farklılaştırıyor. Eşyaya ve âleme farklı bakıyorsunuz. Her şeyin bir muhabbetin; ilahi muhabbetin eseri olduğunu hissediyorsunuz. Alemi aşkla ve aşk içre var edilmiş bir mekan gibi algılıyorsunuz. Çünkü o her zerresiyle Rahnman’ın eseridir. Öyle gördüğünüzde de “Yaradılanı hoş gör Yaradandan ötürü”nün manasını derk ediyorsunuz.

 

Mevlana ne diyor: “Allah’ım senden ayrılıklardan paramparça olmuş bir kalp istiyorum.” Aşkın niceliğini tatmak için. Ayrılık acısı çekenin, bağrı yananın hâlini anlamazsan kızıl kara olan sevdasını nerden anlayacaksın Leyla’nın. İnsanın aşk içre eriyip elmasa olmasını, çöpe dönmesini nasıl anlayacaksın… O zaman da insanı anlayamazsın. Sen acıyı anlamazsan, kederi-derdi anlamazsan, istediğin hâlde elini uzatmamayı öğrenmezsen nasıl insan olacaksın. Elhamdulillah ben kendimi bu açıdan çok şanslı görüyorum. Kimse yoktu yanımda ama Allah hep elimi tuttu.”

 

 

BU İLMİ RÜYADA ÖĞRENDİM

 

 

“Elfabe” kitabınızda yüz hatlarımızın ve ellerimizdeki çizgilerin bize bizi anlatabileceğini söylüyorsunuz, bu ilmi nasıl öğrendiniz, nasıl başladınız ve son olarak öğretilebilir bir şey mi?

 

Bana bu ilim rüyada öğretildi. Sonrasında kitaplar okuyarak o çizgilerin adını öğrendim. Bu çizgilerin ne olduğunu, manalarını biliyordum, sonra o manaların hangi çizgilerden kaynaklandığını ve o çizgilerin isimlerinin neler olduğunu öğrendim. İnsanın elinde, yüzünde mukadderatı ile ilgili bilgiler olduğunu öğrendim. İnsanların birbirini kandırma imkânı yoktur, Allah öyle yaratmamıştır. Birbirimizi kandıramayalım diye Allah görünen yerlerde mahiyetimizi yazmış… Cenab-ı Hak her insanın yüzüne ne olduğunu yazmış, bunu öğrenmek istersen faydadır. Öğrenmek mümkündür ama bir parça yatkınlık ve kabiliyet de istemiyor değil. Herkes bir şeyler yontabilir ama heykeltıraşlık biraz da kabiliyet ister. Onun gibi bir şey bu da! Öğrendiğinde de karşındaki varlığın ne olduğunu, nelere eğilimli olduğunu, hassasiyetlerini zayıf noktalarını, direncini rahatlıkla görebilirsin.  

 

 

Zaman içerisinde el çizgileri değişiyor mu?

 

Bu çizgiler zaman içerisinde fikrin, zikrin değiştikçe değişir. Zayıflarlar veya güçlenirler ya da yok olurlar ve bunlar bizim fark edebileceğimiz bir şekilde gerçekleşir.

 

 

Yine bir ifadenizde isimlerin manaları değil, onların oluşturduğu harflerin manalarının insanı etkilemesini anlatıyordunuz. Bu konuyu biraz açabilir miyiz?

 

Ben Esma (İlahi isimler) ve isimlerin bir insanda nasıl karar kıldıklarını, hangi miktarda, neden bir araya geldiklerini de uykumda yani rüyada müşahede ettim. Hatta eşim beni uyandırdığında “Ne yaptın!” dedim. “İçini matkapla kazıyorlarmış gibi çırpınıyordun, o yüzden uyandırdım.” dedi. Ama ben o an, ilahi isimlerin (manaların) zuhur/görünürlük kazandığı anı temaşa ediyordum. Şimdi ben bunu 10 milyon kitap okusam anlayamam. Bu bir lütuftur, ben mi kazandım hayır. O temaşada gördüğüm şeyin, atom alemi içinde gerçekleştiğini keşfettiğim zaman secdeye varmaktan kendimi alamadım!

 

Allah’ın mülkünde kim keyfi yere hüküm verebilir ki… Dolayısıyla da insanda bir ismin karar kılması tesadüfi olamazdı. Zaten de tesadüfi değil. Sizin mahiyetinizde yer alan isimlerin sizde karar kılma gerekçesi elbette ki var. Anne babanızdan tevarüs ettiğiniz kabın/kalıbın mahiyeti, sizde karar kılacak esmanın ve onların miktarının da tayin edicisidir. Bu mahiyet gerçekleştikten sonra isminiz oluşur. Tıpkı kimyada, bileşenlerin isimlerini de beraberinde getirdiği gibi. Onların nasıl gerçekleştiğini rüya âleminde, gözle görür gibi müşahede ettim. İsminizi, sizde karar kılan esmadan bağımsız değildir, olamaz. İsim ve esma meselesi başka bir iştir, başka bir sırdır ki bu hadiseler beni şuna da götürdü: Evet, bir kader var ama eşyanın kabiliyeti ve aklın faaliyetinin mukadderat içinde payı çok büyük! Bunu da gördüm. Yani diyebilirim ki insana dayatılmış bir kader yok. O genel bir çerçevedir. Âkil adam onun içini doldurur, tembel onu bahane kılar…

 

 

UZAK VE DERİNLİKLİ YERDEN GELEN

 

 

Fardipli SinHa, Derviş ile SinHa adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli SinHa 2 ve Fardipli SinHa 3 ‘ün yazım sürecinin devam ettiğini biliyoruz. Ne zaman gelecek bu kitaplar?

 

“Fardipli SinHa” bir romandır. Ben bir gazeteciyim, din adamı değilim. Fakat gazetelerde, televizyonda çalışırken birçok güzel insanla tanıştım. Yüreklerinde Allah sevgisi, korkusu olduğu hâlde dindarlar gibi görünmekten kaçınıyorlardı. Aslında yaşamak istiyorlar ama benim tipime bakıyor, Müslümanın tipine bakıyor, davranış kalıplarına bakıyor, “Böyle de olmaz ki” diyorlardı. Fardipli SinHa’yı insanlardaki dine ve inanca bakışı düzeltebilir miyim, değiştirebilir miyim diye yazdım. Kitapta bir karakter var adı Fardipli SinHa. Far ve Dip benim kurgum. Far uzak, dip, derin anlamına gelir İngilizcede. Fardipli SinHa da uzak ve derinlikli yerden gelen demektir. ‘Fardip’ insanın kalbidir aslında. Kâinata sığmam da, bir insanın kalbine sığarım” buyuruyor Cenab-ı Hak! Bu kâinat insanın kalbi kadar büyük değildir.

 

Ben burada, insana aklınızla yaratıcıyı tanımalısın diyorum. Çünkü tanımazsan bilemezsin. Eğer tanırsan, anlarsın ki bütün ihtiyaçlarını o karşılıyor. O zaman onu sevmen sana vacip olur. Çünkü kalbin var. Kitap gönderilmiş çünkü sana rehberlik lazım, peygamberler var çünkü sana hayat koçluğu lazım. Annen baban sana rehberlik yapıyor belli bir noktaya kadar. Ama senin kemaline varmak gibi müthiş bir açlığın var. O açlığını gidermede sana yol gösterecek, rehberlere ihtiyacın var. Ve bu rehber öyle olmalı ki sen onun için kendi derin devlet yasalarını değiştirebilesin. Çünkü insanlar kolay kolay kendindeki ölçüleri değiştirmek istemezler.

 

 

BİZLER İÇİMİZDEKİ ÖZE ULAŞMAYA ÇALIŞIYORUZ

 

Latincede “Edocato” insanın içindeki kitap demektir. “Education” dediğimizde eğitim yani o kitaba ulaşmak egzersizleridir. Aslında dışarıdan bir şey öğrenmiyorsunuz, sizin kitabınız içinizde yazılıdır öğrenmeniz gereken her şey! Bizler içimizdeki esasa, içimizdeki öze ulaşmaya çalışıyoruz. Çünkü sen özgün bir yazılımsın ve Allah’ın isimlerinin eserisin. Sen kendi özgürlüğüne ulaştığın zaman zaten bilgin olursun. Asıl arifler de öyledir, kendi hakikatlerine kendi kendilerine ulaşan insanlardır. Bu Fardipli SinHa da insana kendi içinden seslenen bir varlıktır. İnsanlar merak ediyor. Cin midir? İfrit midir? Melek midir? Hiçbirisi değil. SinHa bir anlatıdır, size hakikatinizi anlatıyor. Diyor ki; ben ihtiyaca binaen var olan bir varlığım. Elbette tamamen de kurgu değil ama neticede size içinizden sesleniyor.

 

Kuran yazıya dökülmüş dijital kâinattır, kâinat ise şekil ile ifade edilmiş Kur’an’dır. Bunları bilmek lazım; çünkü insan Rabbini bilmek için var edilmiş. O bu iki kitabı okumadan nasıl anlayacak ucu bucağı olmayan ummanı, Müteal ve Münferid  Zat-ı Uluhiyyeti! İnsana bu algıları vererek Allah ile insan arasındaki ilişkiyi hissettirmeye çalıştım bu romanda.

 

“Derviş ile SinHa” da doğruyu söylemek gerekirse biraz bizim kadınlarımızın inadını kırmak için yazılmış bir romandır. Romanda evli bir adam bir gece rüyasında öleceğini görür. Gönülsüzde olsa ailesiyle vedalaşır ve öleceğini sandığı yere gider. Orada onu yıllardır gece gündüz Allah’a yalvaran bir rahibe bekliyordur. Hakiki manada gönlü açılmış bu kadın, İslâm’a girmek, İslâm’ı tanımak ve sevmek istiyor. Başkahraman kader neticesinde onun ayağına gider ve orada bu kadınla evlenir. Ondan bir çocuğu doğar ve altı ay sonra da gerçekten ölür. Böyle bir durum hiçbir Müslüman kadın tarafından kabul edilemiyor. Ancak bilmeliyiz ki bu mukadderattır, insanın süreçleri yaratma kabiliyeti ve kudreti yoktur. Böyle bir görevi de olamaz. Süreci Allah yaratır ve insanın önüne koyar. Ve sen o süreçlerde mümin gibi davranmakla mükellefsindir. Önümdeki engeli kaldır diye dua edebilirsin ama eğer o engel kalkmadıysa Rabbine isyan etme hakkın yoktur. Onu sınav bilecek ve alnının akıyla o süreçten geçeceksin. Dolayısıyla “Derviş ve SinHa”yı da bir parça kaderin kitabı yaptım.

 

 

KALEMİM BENİ AYRILIKLARINI YAZMAYA GÖTÜRDÜ

 

Bu seri 5 kitaptan oluşuyor. Üçüncüsü  “Zu Nima” olacak. Zu-Nima yarım demektir. Zu Nima öteki yarısını arayandır! Kitap büyük oranda yazılmış durumda.

 

Fardipli SinHa 2, bu serinin dördüncü kitabı olacaktı. Onun da bir kısmı yazıldı. Fakat o kitabı yazarken, kahramanların (Bilge ve Gönül) sürekli kavga ettiğini ve birbirlerinden ayrılmaya doğru gittiklerini gördüm. Daha doğrusu kalem o tarafa götürdü. Editörüme ‘Ben bu işi çözemiyorum ne yapalım? Ben bu kahramanlardan bir tanesini öldüreyim mi, yoksa boşanacaklar.’ diye sordum. Editörüm de ‘Bu zamanın en ciddi problemi aile içi ilişkiler. Bunu bozma, ayırma bunları ama her ikisinin hayata bakışını kendileri üzerinden ver. Sen bir çözüme bağlama, bırak toplum kendisi karar versin kim haklı kim haksız.’ Dördüncü kitap olacak “Fardipli Sinha 2”yi gerçekten bitirmek inayetindeyim. Zira Müslümanların evinin içi ıstırap dolmuş vaziyette. Oraya neşter vurmak gerekiyor.  

 

Bu kitabın birincisinde bir kız çocuğu doğdu ismi Betül. İkincisinde bir oğlan çocuğu doğdu henüz isim koymadım. Birisi Hz. İsa’nın soyundan gelen bir rahibe ile seyit olduğunu bilmeyen bir dervişin çocuğudur. Betül ise seyit olduğu bilinen ama başka bir kadından olma bir kız çocuğudur. Bu kız ile bu çocuğu dördüncü kitapta buluşturacaktım. Beşinci kitapta da evlendiklerini göreceğiz. Onlardan bir çocuk doğacak. Bu çocuk geleceği haber verilen kimsedir. İslam âlemini tevhit edecek zat! 1996 da başladığım bu seriyi 2006 yılında bitecektim. Bazı sebeplerden ötürü olmadı, yazamadım ama yazacağım ve bu seriyi bir gün tamamlayacağım.

 

 

Peki, “Ruhun Deşifresi” ile okurlarına ne anlatmak istediniz? Bu kitabı yazmaktaki amacınız neydi?

 

“Ruhun Deşifresi” kitabımda medeniyet kurmuş bir milletin çocuklarının bugün medeniyet taşıyıcılığı kabiliyetini bile kaybetmiş olduklarının kendimce sebebini ve çaresini arayan bir kitaptır. Bu kitabı toplumsal zihnimizi dönüştürmek ve yenilemeye adadım. O yüzden de bizi biz yapan kavramlara dikkat çekmeye çalıştım. Günde kaç kere “Allahu Ekber” diyoruz ama Allahu Ekber’in bizim pratik hayatımızda bir değeri yok. Allah Kerimdir diyoruz ancak bunu kötüye kullanıyoruz. Dolayısıyla kavramlar üzerinde durmak istedim, insanlar neden bu hâle geliyor? Elimizde Kur’an-ı Kerim varken, önümüzde Hz. Peygamber (s.a.) gibi bir rehber varken neden başaramıyoruz? O kitap, insandaki kavramları yeniden gözden geçiren bir kitaptır. Kendi tarzında tektir. Bir kâmil insana varma kitabıdır. İnsanımızı yeniden inşa etme çabası!

 

 

MAZOTLA ÇALIŞAN ARACA BENZİN KOYMAYIN!

 

 

“Can Boğazdan Çıkar” kitabınızda “Beslenme ile Ahlak” başlığı mevcut, bu konu hakkında bize neler söyleyebilirsiniz. Beslenme ve ahlak arasındaki bağ nedir?

 

Evet, “Can Boğazdan Çıkar” kitabımda insan bünyesi ile gıdalar arasındaki ilişkiyi test ettim. Hayretle gördüm ki insan yediğinden ibaretmiş! İnancın da, itikadın da amelin de fiilin de yediğin şeylerden derin etkileniyor.

 

Cenab-ı Hak, peygamberlere “Siz salih amel işlemek istiyorsanız temiz (tayyibat) şeyler yiyin.” diyor. Temiz şeyden kasıt, tahıl, meyve, sebze ve hayvanın Allah’ın ezelde takdir ettiği halidir. Tabiatıyla oynayıp bozmamaktır.

 

Yenmesi haram kılınmış dört şey var: Bunlar leş, kan, domuzun eti ve üzerine Allah’ın adı anılmadan kesilen davar veya Allah’ın ezelde yarattığı halden çıkarılmış meyve tahıl ve tohum. Allah’ın takdir ettiği hâlin dışına çıkarılmış yiyecekler. Ezelde yaratılmış hâliyle kalmış her yiyecek, bedene uygundur ve ilaçtır. Hibrit bile uygun değil. Peygamberimiz katır üretimini bile yasaklamıştır, değil sebze ve meyveyi! Ama biz nimetleri aldık ve nefsimiz adına tabiatlarına dokunduk. Sonra gördüm ki insan bu gıdalarla beslenirse iman etmeyi beceremez. İman etse amel etmeyi beceremez, amel etse ameldeki huşuya ulaşamaz. İşte bunun üzerine bu kitabı yazdım. Bana göre en mühim kitaplardan birisidir. Bu kitapta özetle şunu diyoruz: “Mazotla çalışan araca benzin koymayın!” çünkü insanlar gibi gıdaların da bir mizacı var..

 

 

GÜNLERİN SONUNDA KIYAMET KOPACAK MI?

 

 

Yeni kitabınız “Tanrının Halkının Allah ile Başı Dertte” ile okurların karşısındasınız. Kitabınız ile ilgili neler söylemek istersiniz? İsmi oldukça dikkat çekici özel bir hikâyesi var mı?

 

Günlerin sonunda kıyamet kopacak mı?

Yahudiler, Hristiyanlar biz Müslümanlar buna inanıyoruz. Dünyanın sonuna dair öngörüsü olan toplumlar ile öngörüsü olmayan toplumlar ayrışacaklar. Öngörüsü olmayan toplumlar muhakkak diğerlerine yem olacaklar, çünkü bir iddiaları yok. Öngörüsü olanlar ise diyor ki: “Günlerin sonunda dehşet bir kapışma olacak.” Peygamberimiz buna “Yevmu’l melheme”, Hristiyanlar “Armegedon” diyorlar. Yahudilerin da bir eskatolojisi var. Diyorlar ki: “Günlerin sonunda biz en büyük topluluk olacağız, en büyük ümmet olacağız ve dünya krallığını kuracağız. Farkında değiller, kurdular bile ama daha fazlasını istiyorlar. Hristiyanlar da diyorlar ki: “Yerle gök birbirine girecek ve Orta Doğu bölgesi tarumar olacak. O kavganın neticesinde kötüler kaybolacak iyiler ortaya çıkacak ve dünya bir süreliğine güllük gülistanlık olacak. Sonra kuvvetli bir şekilde tekrar bozulacak.”

 

Bunu Müslümanlar da söylüyor. Peygamber Efendimiz (s.a.) diyor ki: “Bir gün bile olsa benim ümmetimden biri yeryüzüne hâkim olacak ve adaleti tesis edecektir.” Peki, bu ne zaman olacak? Ahiretin zamanı geldiğinde… Ahiret zamanı geldi mi? 5 milyon öncesinde de Sümerler, Mısırlılar hayat bozuldu, ahiret geldi demişler. Yani bu kavga hep var.

 

O zaman gerçekten gelip gelmemiş mi bunu tespit etmek lazım. Kuran-ı Kerim bize diyor ki: “Ey İsrailoğulları ben size yeryüzünde iki kere devlet kurma hakkı vereceğim. Birincisini kurduğunuzda, fesat çıkardınız, çoğaldınız. Bende üzerinize cengâver kullarımı gönderdim ve sizi tarumar ettim. Biz sizi yine oğullar ve mallarla destekleyeceğiz ve siz o topraklara yeniden dönüp devlet kuracaksınız ve sizin devletinizi yıkanlardan rövanş alacaksınız.” Bunlar Kuran-ı Kerim’de var.

 

 

BU YOLA ÇIKMAMIN SEBEBİ BİTİŞ DÖNEMİNE YAKLAŞIYOR OLMAMIZDIR

 

Bana İsra Suresinin ilk sekiz ayeti okutulmuştu ve ben o rövanşın vaktini görmüştüm. Yıkılışın Irak ile başlayacağını biliyordum. 1991’ ikinci Babil Operasyonu başladı diyebir yazı yazmıştım Ortadoğu Gazetesinde. Irak parçalanacak, en az üç parçaya bölünecek. Sonra sıra Suriye’ye gelecek demiştim. Yukarıda İsrail’e monte edilmiş bir biberon devlet kurulacak. Biberonla beslenecek bir devlet olacak burası ve Kürtlere aitmiş gibi gösterilecek. Ardından sıra Asur’a gelecek. Asur bölgesi, Türkiye’nin içinde bugünkü Güneydoğu Anadolu ve Suriye’nin üst kısımlarıdır. Tevrat diyor ki: “Ey Asur, senin gençlerini senin dağlarında vuracağım.” PKK’yı ancak bu kadar izah edebilir bir kutsal metin. Orası üçüncü sırada ve sıranın ona gelmesi için;

 

Birincisi burayı despot bir kralın yönetmesi gerekiyor. Saddam öyle tarif ediliyor. Yani Despot bir kral ve sonrasında parçalanıyor. Sonra Suriye’yi de despot bir kral parçalayacak. Eğer Asur kralı da despotluğa girerse orası da parçalanacak. Çünkü mukadderat böyle! Asur’u parçaladıklarında Gazze bitecek, hemen ardından sıra Ürdün, Mısır ve tabi Arabistan’a gelecek. Çünkü İsrailoğullarının istediği şey belli; Arz-ı Mevud!

 

İşte ben bunların hepsini az çok bildiğim için yola “İsrail’i Kim Durduracak Diye Girdim”  Bu İsrail durdurulacak, çünkü durdurulmadan dünyanın huzurlu zamanı olmayacaktır. İnsan nefsinde iblis neyi temsil ediyorsa toplumların sosyolojik hayatında da Yahudilik onu temsil ediyor. Yahudiliği kaldırmadan insandaki nefsi öldürmüş olamayız. Dolayısıyla da eğer dünya huzurlu bir yer olacaksa bu kavmin bütün dünya tarafından alt edilmesi lazım. Ama bu olayın baş misyonu kim olacak merak ettik. İşte ben bunun arayışıyla bu konuya girdim ve buldum. Kitapta da bahsediyorum, bu yola çıkmamın sebebi de bu insanların bitiş döneminin yaklaşmış olmasıdır.

 

 

İnsanların Alışkanlıklarını Bozmaya Çalışıyorum

 

 

İlk yazdığınız kitaptan bugüne kadar kitaplarınıza baktığımızda kaleme aldığınız konulardaki değişiminin sebebi nedir?

 

Her birisi insanın bir tarafıyla alakalı; hususi olarak böyle yapıyorum. Yani her birisi bir alandaki tıkanmışlığı açmak ve o konudaki algıyı değiştirmeyi amaçlıyor. İslâm ümmeti birçok medeniyet kurmuş, bugün içinde bulunduğu hâli kendimize yakıştıramıyorum. Bu durumun da ancak insanın dönüşümü ile düzelebileceğine inandığım için insanın dönüşümünü sağlayabilecek noktalara saldırıyorum. İnsanların alışkanlıklarını bozmaya çalışıyorum.

 

 

Görülen rüyanın peşine düşmek konusunda ne dersiniz? Unutup gitmeli mi yoksa görülen rüya üzerinde düşünmeli mi?

 

Rüyaların peşine düşmek gerekmez. Ama ahir zamana doğru Peygamber Efendimizin (s.a.) bir rivayetine göre müminlerin gördükleri rüyalar olduğu gibi çıkacaktır. O döneme girmek üzereyiz. Bazıları çok net rüyalar görürler; net rüya görenler, insanlar hakkında hüsnüzan sahibi olanlardır. İnsanlar hakkındaki fikrinizi düzetirseniz, sizin de rüyalarınız net çıkmaya başlar.

 

 

Hayatınızda daha çok manevi yönlendirmelerle hareket ediyor gibisiniz? Bu konuda biraz konuşmak isteriz.

 

Çoğu zaman manevi yönlendirmelerle hareket ederim, evet. Aklımla hareket ettiğimde yeteri kadar fayda göremiyorum. Bir ilahi yardımın olduğunu hissediyorum. Tabi ki aklımı da kullanıyorum, kendimi günün şartlarına göre donatıyorum ama bunun yanında önemli bir meselede istihare yapmadan, manevi bir teyit almadan adım atmıyorum.

 

 

Son zamanlarda okuduğunuz ve beğendiğiniz birkaç kitap ismi verebilir misiniz bize?

 

Kuran-ı Kerim okuyun, İlmihal okuyun, Tefsir okuyun, Risale-i Nur okuyun… İmanınızı güçlendirecek, aklınızı hayra yönlendirecek kaynakları okuyun. Müslümanlar yeniden Mekke dönemini yaşıyor. İman ile işe başlamak gerekiyor!

 

 

AŞK DEDİĞİN DE İNSANIN KENDİNİ AŞMASIDIR

 

 

Sizi en çok hangi duygu üretken yapıyor?

 

Beni en çok üretken yapan duygu “Aşk”tır. İnanın kendimi bıraktığım zaman dilim en çok “Sen ne güzelsin Rabbim” diye terennüm ediyor.

 

İnsanı, mahlûku çok seviyorum. Allah bütün güzelliklerin kaynağıdır ve bu bütün güzellikleri âlemine yansıtmıştır. Dolayısıyla sevilecek o kadar çok şey var ki. Mesela, tavaf yaparken vecd ile kelamlar ettiğimi biliyorum. Aslında aşk dediğin de insanın kendini aşmasıdır, kendisini başkası için feda edebilmesidir. Ve Cenab-ı Hakk’ın insana verdiği en yüksek kemallerdendir. Âşıksam, seviyorsam çok üretken oluyorum.

 

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio