Jane Austen’ın edebiyata damgasını vuran 6 kadın karakteri

Merjam Yazar: Merjam 18 Temmuz 2022

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

19. yüzyılda yaşamış İngiliz yazar Jane Austen 16 Aralık 1775 tarihinde Steventon Hampshire’da bir papazın yedinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Dünyanın en ünlü yazarlarından biri olan Austen’ın, yaşadığı döneme ilişkin tasvirleri ve kahramanlarının karakterleri romanlarının klasikler arasında yer almasını sağladı.

Jane Austen’ın edebiyata damgasını vuran 6 kadın karakteri

Bir köy papazının yedinci çocuğu olarak dünyaya gelen Austen, küçük yaşlardan itibaren babası tarafından eğitilmesi sayesinde döneminin kadınlarından daha iyi bir eğitim alma şansı yakaladı. Babası Austen’ın edebiyata karşı olan ilgisi ve bu alandaki yeteneğini sezmiş kızını buna göre yetiştirmeye çalışmıştı. Austen, babasının desteğiyle Fransızca ve İtalyanca öğrendi. On altı yaşını bitirinceye kadar yaşamı papaz evinde geçti.

Austen’in babası çocuklarını hayal gücüne dayalı oyunlarla cesaretlendirmiş hatta evlerinin ahırını, yaz tatillerinde ailelerin oyunlar sahneleyebileceği bir tiyatroya çevirmiştir. Küçük yaşlarda aile içi bir eğlence olması amacıyla yazılar kaleme almaya başlayan Jane’in, düzensiz bir eğitim hayatı oldu. Genellikle evde ders alan yazar, 1783 yılında Oxford’da, sonrasında Southampton’da eğitim aldı. 1785 ve 1786 yılları arasında ise Berkshire’deki kilise evinin bünyesinde bulunan, kadınların katıldığı bir okula devam etti. Özellikle bu dönemlerde ciddi anlamda yazın çalışmalarına girişti.

Yaşama Çizgisi İle Roman Çizgisi

O, sakin, sessiz yaşamında edebiyat çalışmalarının ev işlerini görmesine engel olmasına izin vermedi. Sevdiği uğraşlar arasında ev işleri, dikiş dikmek ve kardeşlerine yüksek sesle kitap okumak başta geliyordu. Yaşama çizgisi ile roman çizgisi arasında dikkate değer bir paralellik söz konusuydu. Romanlarında, yaşamını aralarında geçirdiği taşra insanlarının gündelik yaşayışlarını anlatmıştır. İnsanların gelenek ve görenekleri, birbirleriyle olan ilişkileri, küçük heyecan ve üzüntüleri bu yapıtlarda en ince ayrıntılarına kadar yer buldu.

Yaşadığı yıllarda İngiliz Romantizmi en parlak dönemini sürdürüyordu. İngiliz romantikleri çok seviliyor ve tutuluyordu. Austen, yaradılışının romantik yapısına karşın romantikliği reddetti. Romantiklerden ayrılarak gelenek görenekler komedisinin neoklasik temelini attı. İlk yazıları popüler hikâyelerin romantik, basmakalıp özellikleriyle doluydu ve duygulu parodilerdi. Austen’ın edebiyat yaşamı bu anlamda iki dönemde değerlendirilebilir. 1610’a kadar olan dönemle 1810’dan sonraki dönem. Jane Austen’ın dünyasında ekonomik ve siyasal sorunların yeri yoktu, bunların yokluğu okurun dikkatinin özellikle kişisel bağlantılar üzerinde yoğunlaşmasını sağlamaktadır. Kullandığı anlatım biçimi, 18. yüzyıl öykü ve tiyatrosunda rastlanan bir tür olan karakter farkıdır. Daha çok kadınlık ve genç kızlık dünyasını anlatan romancı buna karşın erkek okuyucuların da ilgisini kazanmayı başarmıştır.

Yazarlığını Meslek Hâline Getirmesi

Jane Austen, 25 yaşına kadar hayatını Hampshire’de sürdürdü. Erkek kardeşlerinden James ve Henry, babalarını örnek alarak ruhban sınıfına dâhil oldu. Diğer ağabeylerinden Francis ve Charles ise denizci olmayı seçtiler. Tek kız kardeşi olan Cassandra ile yakın ilişkileri, sonraları yazarın eserlerinde etkisini gösterecektir. Yaşadığı dönemin diğer kadınlarına kıyasla oldukça donanımlı eğitim almasının da etkisiyle Austen, önceleri bir hobiden ibaret olan yazın çalışmalarını zamanla bir meslek haline getirdi. Bu hevesin farkına varan babası, Austen’ın rahat çalışabilmesi için gereken tüm ihtiyaçlarını karşılamakla beraber, bir yayımcı bulmak için de kızına yardım etti. Ailenin diğer bireyleri de kaynak bulma, hikâyeleri aile içinde sahneleme gibi konularda yardımını esirgemedi. Tüm bu olumlu koşullar altında, ilk romanını 1789 yılında tamamladı.

Baba George Austen’in emekliliğinin ardından, 1801 yılında Jane’in piyanosu da dahil olmak üzere tüm mal varlıklarını satışa çıkaran aile Bath’e yerleşti. Kendisine birçok konuda ilham kaynağı olan, kaplıcalarıyla ünlü Bath, Austen için birçok romanının altyapısını kurguladığı yer oldu. 1805 yılında babasının vefat etmesiyle birlikte annesi ve kız kardeşi Cassandra’yla beraber, Southampton’da yaşayan erkek kardeşi Frank’in yanına taşınan Austen ve ailenin diğer kadınları birkaç yılı burada geçirdikten sonra diğer ağabey Edward’ın yanına, Chawton’a yerleştiler. Burada ailenin diğer bireylerine nazaran daha iyi koşullarda yaşayan Edward, günümüzde müzeye çevrilmiş olan yazlık evini annesi ve kardeşlerine tahsis etti.

Duygusal Dünyasını Besleyen Deneyimler

Chawton’da rahat ve güzel bir yaşam süren Austen’in sosyal yaşamı aktif hâle gelmeye başladı. Duygusal dünyasını besleyen deneyimleri oldu. Orta zenginlikteki toprak sahibi soylularla sosyal ilişkiler kurdu ve bu insanları zamanla farklı şekillere sokarak romanlarındaki karakterlerinden biri hâline dönüştürdü. Austen’in romanları, günümüzde bile popülerliğini korumaya devam etmektedir. İnsanların zaaflarını esprili bir anlayış ve zarif bir mizahla eserlerinde işleyen yazarın, roman kahramanlarının hepsi kadındır. Romanlarının bir başka özelliği ise hepsinin mutlu bir evlilikle sona ermesidir.

Dolaysız ve sade anlatımı, sosyal olaylara ironik bakış açısı ve güçlü kadın karakterleriyle 19. yüzyıl modern roman dilini oluşturmuştur. Evliliklerin, kadınların toplumdaki statülerini belirlediği bir dönemde yaşayan Austen, gündelik hayattan aldığımız zevkin komik bir şekilde sosyal statümüzle alakadar olmasını alaya almıştır. Dikkatli anlatımı ve sade diliyle roman türüne modern bir bakış açısı getiren yazar, yazıldığı dönemden günümüze kadar popülerliğini yitirmeyen eserler kaleme almıştır.

1816 yılında sağlığıyla ilgili sorun yaşamaya başlayan Jane Austen, ertesi yıl tedavisi için Winchester’a taşındı. Bugün Addison hastalığı olarak bilinen ve tüberküloza çevirme riskiyle ölüm tehlikesi olan hastalığın, o dönemde nedeni, gelişim süreci ve tedavisi bilinmiyordu. Hastalıkla daha fazla başa çıkamayan 41 yaşındaki Jane Austen, 12 bölümünü yazdığı “Sanditon” adlı kitabını tamamlayamadan 18 Temmuz 1917 tarihinde hayatını kaybetti ve cenazesi Kanada da defnedildi.

Aşk ve Gurur – Jane Austen

Jane Austen’ın en çok okunan ve en çok tanınan romanı “Aşk ve Gurur” 1796- 1797 yılları arasında kaleme alınmıştır. Roman on sekizinci yüzyılın sonlarında Güney İngiltere’de bir köydeki yaşamı, köy halkından oluşan sade ve kibar topluluğu, onların şiddetli politika tartışmalarını, edebi ve sosyal hayattaki görüşlerini, sınıf davalarını, taşkınlık ve gürültüden uzak geçen günlerini gözler önüne sermektedir. Kadınların hayatına ve duygusal dünyalarına alaycı bir dille değinen eser, aynı zamanda dönemin İngiltere’sinde kadının toplumdaki yerine ve toplumsal sınıflara bir eleştiri niteliğindedir. Bu roman edebiyat tarihinde realist romanın da temeli sayılabilir. “Aşk ve Gurur”, taşralı bir beyefendinin kızı olan Elizabeth Bennett ile varlıklı ve soylu toprak sahibi Fitzwilliam Darcy arasındaki çatışmayı anlatır. Romanın ana temasını oluşturan argüman dönemin toplumsal yapısını eleştirel bir bakış açısıyla okurlara aktarılmasıdır.

Elizabeth, vaktini kitap okuyarak ve çevresini gözlemleyerek geçirmektedir. Çevresindeki insanların kişiliklerini incelemek, onların saçma ve komik davranışları ile bu kısıtlı çevredeki toplumsal ilişkileri alaya almak en sevdiği eğlenceler arasındadır. Darcy ise Elizabeth’le tamamen zıt yapıdadır; oldukça ciddi, gururlu ve kibirli olan bu genç, bu taşra kasabasında tanıştığı insanlara ve Elizabeth’e karşı hor gören ve soğuk bir tutum takınmıştır. Bunun nedeni, Darcy’nin bir soylu olarak sahip olduğu sınıfın değer yargılarını aşamamış olmasıdır.

“Daha en başta, hatta sizi gördüğüm neredeyse ilk anda tavırlarınız beni küstah, burnu büyük ve başkalarının duygularına bencilce dudak büken biri olduğunuza inandırdı, size kızgınlığım öyle doğdu ve sonraki olaylarla ağır bir hoşnutsuzluğa dönüştü; sizi tanıyalı bir ay olmamıştı ki dünyadaki son erkek olsanız yine de hiçbir kuvvetin beni sizinle evlenmeye ikna edemeyeceğini hissettim.”

Önyargılarla Sınanan Bir Aşk

Austen, “Aşk ve Gurur”da Elizabeth ve Darcy arasında gelişecek olan tutkulu aşkı, zıtlıklar ve çatışmalar üzerine inşa eder. Davranış ve karakter açısından olduğu kadar ait oldukları toplumsal sınıf açısından da birbirlerinden oldukça farklı olan bu iki insanın ilişkiler,i gurur ve önyargı yüzünden bir türlü yolunda gitmez, ancak en sonunda gerçekler ortaya çıktıkça ve ikisi de birbirleri hakkında peşin hükümlü olmakla yaptıkları yanlışları fark ettikçe sorunlar çözülmeye başlar. Austen’in kitabında oluşturduğu diğer karakterler de Darcy ve Elizabeth kadar renklidir.

Bunların en ilginçlerinden biri papaz olan kuzenleri Collins ve bir diğeri de orduda subay olan Wickham’dır. Austen, papaz olan Collins karakterinde taşra çevrelerindeki din adamlarını, onların zengin ve soylulara karşı davranışlarıyla cemaatlerine karşı tutumlarını eleştirir. Collins, kibirli, dalkavuk bir karakterdir. Wickham ise görünüşünün tersine, yapmacıklığın, yalancılığın, ikiyüzlülüğün ve kötülüğün timsali ve Darcy’nin zıddıdır. Elizabeth ve Darcy ile Wickham arasındaki çatışma kitabın ana eksenini oluşturduğu gibi insanları ilk izlenimlere göre değerlendirmenin yanlışlığı da kitabın ana temalarındandır.

Emma – Jane Austen

“Emma”, Jane Austen’ın ilk baskısı 1815 yılında yapılmış olan romanıdır. Birçok yazara göre William Shakespeare’den sonra İngiliz edebiyatının en önemli ikinci yazarı olarak kabul edilen Austen’in dünya klasikleri arasında kabul edilen bu romanı, yayınlandığı yıllarda hak ettiği ilgiyi görmese de yazarın ölümünden sonra oldukça ilgi görmüş ve pek çok dile çevrilmiştir. Jane Austen, romanında yaşadığı Viktoria döneminin sosyal hayatını, kadını, evlilik ilişkilerini ve insanların düşünme, karar verme, davranma niteliklerini başarılı bir anlatım ile ortaya koymuştur.

“Bilmiyorum ama saçma şeyler aklı başında bir insan tarafından bilinçli olarak yapılırsa artık pek o kadar da saçma görünmüyor. Kötülük her zaman kötülüktür ya da aptallık her zaman aptallıktır. Ama olayların yorumlanmaları biraz da yapanın kişiliğiyle ilgili galiba.”

Romanlarında heyecanlı vakalardan ziyade insanların statülerine göre aldığı tavırlar, düşünme ve karar verme süreçleri üzerinde yoğunlaşan Austen, bu romanında akıcı dili ve olayları yorumlama gücü ile okurlarını tesiri altına almayı başarmıştır. Romanının başkahramanı Emma, annesi ölünce babası tarafından şımartılarak büyütülen, biraz da kendini beğenen bir genç kızdır. Büyüdükçe güzel bir genç kız hâline gelen Emma, babasının da sayesinde pek çok meziyet ve yeteneğe sahiptir. Bu meziyetleri ve güzelliği sayesinde kendini beğenmişlik kusuru dikkati çekmeyen bir yanı olarak kalmaktadır.

Emma’nın Evliliğe Bakışı

Hartfield’de babası ve on altı yıldır yanlarında bulunan mürebbiyesi Miss Taylor ile yaşamaktadırlar. Ancak Miss Taylor, Emma’nın tanıştırması ve aralarını yapması sonucunda Mr. Weston adında bir centilmenle kısa sürede evlenip evden taşınır. Bu ayrılık Mr. Weston ve Emma’yı her ne kadar üzse de sevgili dostlarının mutluluğu için buna katlanmak zorundadırlar. Emma, babasını yalnız bırakmamak için evlenmeme kararı almıştır. Babası öldükten sonra ise paraya ihtiyaç duymayacak, dostlarıyla birlikte huzurlu bir yaşam sürecektir. Kendisi evlenmeme kararında olsa da etrafındaki tüm genç kızların münasip bir evlilik yapması için yönlendirmeler yapmaya çalışır.

“Erkeklerin çoğunluğu bilgili ve zeki kızların değil de güzel kızların peşinde koşmazlar mı? Karşısındakine tam anlamıyla boyun eğen, karşısındakini her zaman yüksek gören bir huy da siz erkeklerin eşlerinizde aradığınız başlıca erdemlerden biri değil midir?”

Nitekim Emma, Miss Taylor’un evden ayrılmasından kısa süre sonra oyalanacak başka bir uğraş bulur. Yeni uğraşı bir davet sırasında tanıştığı oldukça iyi yürekli bir kızcağız olan Miss Harriet Smith’i görgülü, zeki ve kibar bir hanımefendiye dönüştürmek ve münasip bir beyefendiyle evlendirmektir. Emma Harriet’i iyice benimsemiş, genç kız da kısa sürede çevresindekilere kendini sevdirip kabul ettirerek Emma’nın işini oldukça kolaylaştırmıştır. Harriet’in bir de talibi vardır: Eskiden onu kabullenen ailenin yakışıklı oğlu Mr. Robert Martin. Harriet de onu yakışıklı ve dürüst bulmaktadır. Fakat Emma, onu bundan hemen vazgeçirir çünkü maddi geliri iyi olsa da bir çiftçi olan Mr. Martin’in sosyal konumu gereğince Harriet’e layık olmadığını düşünmektedir. Evliliğin insanları sosyalleştirdiğine inana Emma, bir kız arkadaşının yapacağı evliliğe olumsuz olduğunu düşündüğü yönleri nedeniyle engel olur. Fakat bu kararında haklı olup olmadığı ile yüzleşmek zorunda kalır.

İkna – Jane Austen

Jane Austen’ın tamamladığı son eseri olan “İkna”, konusu ve kendini hemen sevdiren başkarakteriyle yazarın en sevilen romanlarından biridir. Eser, bir türlü kavuşamayan iki aşığın hikâyesidir. Romanın başkahramanı Anne Elliot, son derece iyi yetişmiş, duygusal derinliğe ve sağlam bir ahlak anlayışına sahip genç bir kadındır. Anne ile ilk kez komik bir baba ve buyurgan bir kız kardeşle birlikte, Külkedisi masalına benzer bir yaşam sürmekteyken tanışırız. Hikâye ilerledikçe diğer güçlü kadınlarla kurduğu ilişkiler sayesinde Anne, kendini ailesel baskılardan kurtarır. Bu süreçte geleneksel kadın ve erkek rolleri de ters düz edilmiştir. Kadın ve erkeğin ahlaken eşit olarak sunulduğu bu romanda Anne’in kişiliğinin adım adım nasıl geliştiğine tanık oluruz. “İkna”, aile hayatının kısıtlamalarından ancak evlilik yoluyla kurtulabilen genç kadınların içinde bulunduğu durumu ustalıkla anlatır.

Anne Elliot, 19 yaşın verdiği bilinçsizlikle nişanlısı deniz subayı olan Frederick Wentworth’dan ayrılır. Bu ayrılığa, Anne’in yakınlarının olumsuz eleştirileri sebep olur. Ancak bu ayrılığın ardından geçen sekiz yılın sonunda çift tekrar karşılaşır. İkisi de zaman ve yaşanmışlıklar sayesinde değişmiş ve olgunlaşmışlardır. O zamanlar ayrılık sebepleri olan Wentworth’un fakirliği, katılmış olduğu savaşlardan servet sahibi olarak geri dönmesiyle son bulmuş, Anne ise yeniden ikna edilemeyecek kadar büyümüştür. Jane Austen’ın tüm eserlerinde olduğu gibi günlük yaşamın olağan akışı içindeki olaylar, reddedilmiş ama unutulamamış aşkın küllenmesine bir türlü izin vermez. Bu eserine de kendi yaşamından kesitler eklediği düşünülen Jane Austen, yine her zamanki geleneğini sürdürmüş ve öyküyü kadın başkarakterin gözünden okura aktarmıştır.

“Lady Elliot anlayışlı, cana yakın, kusursuz bir eş olmuştu, Lady Elliot olmasına yol açan gençlik aşkı hoş görülecek olursa daha sonrasında anlayış gösterilmesi gereken hiçbir kararı ve davranışı olmamıştı. On yedi yıl boyunca kocasının kusurlarının ya üzerinde durmamış ya da onları yumuşatmış, gizlemiş ve onun saygınlığını ön plana çıkarmıştı; dünyanın en mutlu insanı olmasa da görevleri, dostları ve çocuklarında onu hayata bağlayacak, onlardan ayrılma vakti geldiğinde bunu kayıtsızlıkla karşılayamayacak kadar çok şey bulmuştu.”

Northanger Manastırı – Jane Austen

“Northanger Manastırı” Jane Austen’ın 1798 ve 1803 yılları arasında yazdığı ilk romanıdır. Kitap, 1803 yılında bitirilmesine rağmen ilk basımı ölümünden sonra 1817 yılında yapılmış. Gotik türde yazılan roman bir büyüme hikâyesini farklı temalarla işlemektedir. “Northanger Manastırı”, on yedi yaşındaki Catherine’in Bath sosyetesine girmesi ve Northanger Manastırı’na gitmesiyle başına gelenleri anlatıyor. Bu eserinde de küçük dünyaların hikâyesini duru bir dille anlatan Auster, bir köy papazının kızı olan Bayan Morland’ın ünlü bir generalin oğlu Bay Tilney isimli zengin bir adama duyduğu saf ve sadık aşkı en güzel şekilde gözler önüne seriyor.

Diğer kitaplarından farklı olarak Jane Austen bu kitabında, dönemin oldukça rağbet gören korku kitaplarından mizahi bir dille bahsediyor ve bunu saf ve meraklı kahramanı Bayan Morland aracılığı ile okuruna aktarıyor. Kitapta, genç bir kızın ilk aşkı hissedişi, çevre baskısı, arkadaşlık ilişkileri ve ikili ilişkilerin ince ve hassas noktalarına değiniliyor. Toplumsal yaşama ve insan ilişkilerine yazarın tarafsız ama alaycı bakış açısı ve bu konuda kahramanının hissettikleri, okuyucuyu hiç sıkmadan anlatılıyor.

“Tüm dünyanın gözleri önünde küçük düşürülmek, özünde tertemiz ve yaptıkları itibariyle tamamen masumken itibarının lekelenmesi ve düştüğü kötü durumun esas kaynağının bir başkasının yaptığı kötülük olması, bir kadın kahramanın hayatına özgü durumlardan biridir. Bu durum karşısında metanet göstermek ise kişiliğin gözlerde yücelmesini sağlayacak özellik. Catherine’de de bu özellik mevcuttu…”

Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio