Güzellik kuyusu

Merjam Yazar: Merjam 24 Aralık 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

Aşırılığa kaçtıkça çirkiniz. Aşırılık bizim neyimize? İsrafımız, beğenilerimiz, kıyaslarımız, hâllerimiz. Çirkinliğin çok ötesindeyiz. Dipsiz bir kuyu. Ve biz, düştüğümüz güzellik kuyusundan ancak ilimle kurtulabiliriz. İlim toparlar, dönüştürür. İlim bizi güzelleştirir.

Güzellik kuyusu

 

“Her şey, uyum sağladığı amaçla ilişkisi içinde iyi ve güzeldir.”

Sokrates

 

Masalları severiz. Masalsız bir dünyayı kim ister? Sadece hoşça vakti geçirme, edebî zevk değil; sosyolojik ve psikolojik olarak karşılığı olan edebî ürünlerdir. Hayatı anlama yolculuğunda elimizden tutar. Bir deneyim aktarma metodu. Bir ders, bir kılavuzdur.

 

Buraya kadar sorun yok.

Problem, çocuklara hangi masalları bildiklerini sorduğumuzda ortaya çıkıyor.

Say bakalım kaç tane?

Pamuk Prensesees, Sindirellaaa.

Başka?

Kırmızı Başlıklı Kııız… Bildim mi, bildim mi?

Bildin canım. Maalesef bildin.

Alacağımız cevaplar böyle. Batı’nın masalları.

Bu yüzden masal deyip geçemeyiz. Yakından bakınca arzu, şiddet gibi alt metinlerle karşılaşır, göründükleri kadar masum olmadıklarını anlarız. Okurken kurt neden kırmızı başlıklı kızı yer, pamuk prenses ormanda tek başına ne yapıyor, düşünmeyiz. Detaylı incelendiğinde çok çeşitli okumalar yapılabilir.

 

“Güzellik” işin bir boyutu. Biz buna bakalım.

İnsan, dolayısıyla edebiyat, güzelliğe kayıtsız kalamaz ve olanlar olur.

 

Pamuk prenses, Sindirella, Uyuyan Güzel ve diğerleri… Hepsi çok, ama çok güzel. Kocaman gözler. Kömür karası saçlar ve dahası.

 

Sadece böyle olsa işler çıkmaza girer tabii. Okuyucudan sorular: Nasıl yani? Her şey bu kadar mükemmel mi? Tabii ki hayır.

Senaryo, tekrar düzenlensin o zaman. Her şey çok masum görünsün. Güzelimiz bir mağdur. Yollara düşsün, kaybolsun, kovulsun ki onunla yürüyebilelim böylece. Zihinlerimizin kalplerimizin içine alıverelim. Mutlu sona eriştiğinde masal zaten biter. Hayallerimizle, beklentilerimizle ağzımız açık kalıverdik. (Bana bir tane profiterol lütfen!)

 

Peki, güzellik bu mudur? Bir çocuk bu güzellikten nasibini nasıl alır?

 

Henüz on üçünde, en uğursuz yaş. Bir elinde tarak, bir elinde toka, saatlerdir ayna karşısında.

 

Sağa tarıyor yok, sola tarıyor yok. Ortadan ayrılınca berbat. Topuz yapsa çok sönük.

 

Eline alıyor maşayı, kıvırıyor kıvırıyor olmuyor. Bukle bukle, dalga dalga saçlar çok uzak.

 

Kapı açılır. Kapıyı çalan ana kraliçe. Beyaz atlı prens değil gelen. Onu öpmeyecek, kırmızı elmasıyla zehirleyecek. Kapıyı tıklamadan paat, diye dalar içeri. Napıyorsun burda yarım saattir? Odanı topla çabuk. Çok vakit geçirmeye başladın aynada. Sende bir hâller…

 

Saçını taradıkça çirkinleştiğini anlatamaz annesine. Bir kuyuya düştüğünü söylemez. Fısıldayarak geçerler yanından: Ergenlik dönemi işte. Bilirsin.

 

Elinde tarakla, aynaya bir kez daha bakıyor kızımız. Korkulu ve karanlık gözler. Sınıftaki kız gibi, elindeki bebek gibi, masaldaki prenses gibi hiçbir zaman…

 

Ormanda kayboldum. Beni kim kurtaracak?

 

Bu deneyim ve benzerleri tekrarlandıkça, her defasında kuvvetlenerek büyüyen sonuca ulaşır.

 

“Tanrım, hiç güzel değilim.” “Annem beni kıskanıyor.” “Babam çaresiz.” “Çok yalnızım.”

 

Hiç güzel değilim diyen tazecik bir yüz. Düşünün. Bu yüzü daha fazla taşımayacaktır.

 

“Başı öne eğik.”Böyle sadece vasat bir hikâye kahramanı olmayı başarabilir. Masallarda hep kenarda, hep yan rollerde kalacak. Hayat hep güzellere güzel.

 

Yanılgı yanılgı büyüyen bir ilüzyonla hayata bakmaya, onu algılamaya çalışır. Bakışı körelir. Sonuç hüsran.

 

Kanatlarını çırpamaz. Uçmayı öğrenemez. Diri diri gömer kendini.

 

Kurtuluş hayaliyle ormanda baygın yatarken babası sorar:

 

Neyin var bir tanem?

Başı eğik. Baba, hiç güzel değilim. Hani prens?

Çok güzelsin. O nasıl söz. Allah herkesi…

Adam çırpınmaya başlar. Nasıl oldu bütün bunlar.

Kız gözlerini yumar. Babası camdan tabutun başında hayıflanır, nerde hata yaptık? Nerde?

 

“Bir varmış, bir yokmuş… Uzak mı uzak diyarların birinde Sindirella adında güzeller güzeli bir kız, babası ile birlikte yaşarmış,” diye başlayan…

 

“Güzelliği karşısında üvey annesi ve kızları onu çok kıskanmış. Kıskanmış çünkü üvey annenin iki kızı da hiç güzel değilmiş. İkisi de hem çok şişman hem de çok görgüsüz kızlarmış.” diye devam eden masalların elbette arızi etkileri var.

 

Güzel her zaman mağdur olacak; o kadar güzel olmayan, hep çirkin, kötü kıskanç.

 

Yine de bunlar çok eskide kaldı bir bakıma. Şimdi daha fazlası var.

 

 

Günümüz Masalları

 

Günümüz masalları(!) edebiyata ihtiyaç duymuyor. Dolaylı yollara hinliklere müracat etmiyor. Perdesiz. Direkt boca ediyor masum kalplere. Çok açıktan yıkan, dönüştüren filmler, diziler, nicesi… Güzellik estetik tanrısıyla baş başa kalan masum yüzler. Bunun otoritesi altında ezilen masum kalpler.

 

Yıllar geçer. Başı eğik çocuk büyür ve baştan kaybedeceği bir mücadelenin içine girer. Güzel olmaya mecbur tutulan kadın olur. Zaten hâlihazırda güzel olan, dokunduğu yeri güzelleştiren, neşe veren, can veren kadın olur. Somutlukla hiçbir yere varamayacağını, ya da varacağının geçici olduğunu anlamalı. Yıllar böylece hiçbir şey yapamadan akıp gider. Bir takıntıya müptela. Güzelliğin esiri. Geçmiş olsun. Neler kaçırdık? Biri bunu anlatmalıdır.

 

Yıllar geçer. Ana kraliçe devre dışı. Baba çok ihtiyar. Bir gün prens beyaz jipiyle gelip kızımızı kurtaracak. Her şey çok güzel ola…

Beni seviyor musun?

Tabii ki…

Gerçekten mi?

Acı gerçek. Soyutluğun kıymetine varamayan,  ilk gençlik ve sonrasında iki tatlı sözün pençesine düşüyor. En ufak, en tatlı iki sözün kurbanı kölesi. Başkalarının elinde oyuncak olmaya müsait bir ruh.

 

Kanatlarını güçlendiremeyen, yol alamayan, günden güne kaybedene dönüşüyor. Sonuç hep çirkin.

 

 

Çirkinim Çirkinsin Çirkin

 

İnsan. Özgür olmadığında çirkin.

Özgür olmadığının farkına varmadığında daha çirkin. Yaptığı her şey çirkinlik.

 

Fark edemediyse çirkin. Bozulduğunda çirkin.

 

Yağmur gibi yağan aktarımları algılayamadığında çirkin. Bu kadar güzelliğe yanıtı, güzel değilim, bu ne biçim şey demekle, çirkin.

 

Yasaya uymadıkça çirkin.

 

Erken kalkmadıkça mesela. Er başlamadıkça. Söylendikçe, üretmedikçe.

 

Ufladıkça pufladıkça çok çirkin…

 

Elindekiyle yetinmedikçe. Şükürsüz ve çirkin.

 

Şükretmeyince hakkaten çok çirkin. Olur-olmaz her şeye üzüldükçe çekilmez bir şey.

 

Bütün bunlar oldukça, çok çirkin. Asıl o zaman çirkin. İllüzyona düştüğünü fark etmedikçe, oyunu fark etmedikçe çirkin.

 

Çabalamadıkça. Yüzmedikçe, mücadele etmedikçe. İlk “Hayır”da vazgeçen oldukça çok çirkin.

 

Bu çirkinliği bir kez hissdince, başını kaldırıp aynaya bakamaz insan. Titrer.

 

Yasayı bilmedikçe. Yasaya uygun yaşamadıkça insan çok çirkin.

 

Bir adamın kölesi oldukça mesela. “Onsuz asla” dedikçe ziyanda.

 

Birine Tanrı kesildikçe ya da. Büyüklendikçe çok çirkinsin, çirkinim, çirkin. Çirkinler hatta.

 

Aşırılığa kaçtıkça çirkiniz. Aşırılık bizim neyimize? İsrafımız, beğenilerimiz, kıyaslarımız, hâllerimiz. Çirkinliğin çok ötesindeyiz. Dipsiz bir kuyu.

 

Ve biz, düştüğümüz güzellik kuyusundan ancak ilimle kurtulabiliriz. İlim toparlar, dönüştürür. İlim bizi güzelleştirir.

 

 

Ne Zaman Güzeliz, Güzelsin?

 

İşte bütün bu çirkinliklerin tam zıddına hareket ettiğinde. Kanatlarını açıp bir kartal gibi rüzgâra bıraktığında işte o zaman güzelsin. Bir kartal gibi kollarını açıp süzüldüğünde. Sıkıntı etmeden. Somutluklarınla olduğun gibi. Soyutluklarınla dönüşebildiğin, iyileşebildiğin kadar güzelsin.

 

Kendindeki cevheri parlattıkça güzelsin. Ötekiler illüzyon güzelim. Ötekiler illüzyon. Bir göz boyama, bir süs, bir zevk.

– Ayna ayna söyle bana? Var mı…

– Var güzelim. Bunu kabul etsen…

– Onu demiyorum ayna, bana bir şey daha…

Başka şeyler de söylenebilir, evet.

Güzellik dayatıldığı gibi tep tip olsaydı, öyle olsaydı eğer, herkes aynı adamı sever, aynı kadına âşık olurdu. Hepimizin zihnindeki güzel farklıdır. İşin sırrı bedelde. İnsan bedel ödediğine kıymet verir ve onu sever. Böylelikle birbirimize, işimize, sevdiğimize bağlanırınız. Böylelikle hayata tutunuruz. Hayat bedelle, gayretle anlam kazanır.

 

Bedel ödediğin güzeldir, kıymetlidir, sevgilidir. Dosttur. Candır. Bedel ödediğin senin güzelindir. Bunu anlayamadı. Çok geç anladı çokları.

 

Annelere sormalı. Yavruları nasıl her şeyden ama her şeyden güzel gelir gözlerine?.. Bunu sormalı onlara. Güzelliği böylece anlamalı.

 

Estetik vardır. Her zaman olacaktır. İhtiyacımız olandır. Yaratılmış bütün varlıkta estetik, güzellik hâkim. Dağında taşında. Kadınında erkeğinde. Bununla beraber kadının ana temsili estetiktir, erkeğin güç. Güç sadece kol kuvvetinden, paradan ibaret olmadığı gibi, güzellik de kaş gözden ibaret değildir. Bunu böyle sunmak, farklı mecazlar niyetiyle bile olsa çocukların, gençlerin dünyasını zehirler.

 

Bu zehri ister istemez bünyesine alan büyüklere bakalım. Fondötenden saç maşalarına kalp ağrılarına kadar ulaşan, bütün bir bünyeyi kaplayan hazin bir süreç. Yüzümüzü hakikate, yüzümüzü ilme dönmedikçe bu zehirden arınmanın yolu yok.

 

Sokrates’le başladık, Gazâlî’yle bitirelim: “Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen cevizin hepsini kabuk zanneder.”

 

Betül NURATA – Öykü Yazarı

 

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı