Gürkan Pehlivan: Kem alet ile kem âlât olmaz

Merjam Yazar: Merjam 23 Temmuz 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

“Hat sanatı icra etmenin altında manevi bir arayış, dinginlik, uslanma, bir şeylere ulaşma ve bir şeylerden uzaklaşma vardır. Hat sanatıyla hobi gibi ilgilenmek isterseniz o da sizinle hobi olarak ilgilenir. Ama siz aşkla ilgilenirseniz inanıyorum ki o da size misliyle karşılık verir.”

Gürkan Pehlivan: Kem alet ile kem âlât olmaz

 

Ülkemizin en önemli hattatlarından ve genç kuşağın yetenekli isimlerinden Gürkan Pehlivan ile hat sanatı ve incelikleri üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Gürkan Pehlivan,İcazetimi alınca bu sanatı yeni icra etmeye başlayan birinin hâlâ aynı yolda ilerlemesinin bir anlamı olmaz diye düşündüm ve benden öncekileri taklit etmeyi tercih etmedim. Bu tercih mahlasımın “Mahfi” yani gizlenmiş anlamına gelmesine rağmen görünür olmama sebep oldu.” diyor.

 

 

Fuad Başar bu sanatta size rehber oldu ve onun tedrisatından geçtiniz. Hat sanatıyla tanışma hikâyenizi sizden dinleyebilir miyiz?

 

İlkokul yıllarımdan beri güzel yazı yazmayı severdim. O yıllarda bir arkadaşımla güzel yazı yazmayı kendimize bir eğlence hâline getirmiştik. Okulun her sömestre döneminde farklı fontlarla yazılar yazıyorduk. Bu durum uzun yıllar devam etti. Hatta lise yıllarımda başka bir arkadaşımla Göktürk alfabesini öğrendik ve kendimize göre de uyarladığımız ilave harflerle mektuplaşacak kadar hızlı okuyup yazmayı başardık. Sonrasında baba mesleğim olan Deri hazır giyimi üzerine her türlü alanla ilgilendim. Son aşamada modelistlik üzerine yoğunlaştım. Çalışma tempom çok yoğundu ama yine de bir fırsat bulup hat sanatıyla ilgilenmek istiyordum ve bunun için de bazı araştırmalar yapıyordum. Bu araştırmalarım sırasında bir yandan da kendimi tatmin etmek için sahaflar çarşısından hat yazıları alıyor ve onlara bakıp kalemle taklit ederek yazmaya çalışıyordum.

 

Yazdığım yazıları kaligrafi ile süslüyor Mevlana gibi büyüklerin sözlerini ekliyordum. Derken Birlik Vakfında tezhip dersi veren Mine Orhan Hanım ile tanıştım ve bana Fuad Başar’dan bahsetti. Gidip onunla görüşmemi belki bana ders verebileceğini söyledi. Ben de bir gün eşimi alıp Fuad Başar’ın Küçük Ayasofya’daki atölyesine gittim. Kapıdan içeri girdim baktım küçücük bir dükkân, içeride bir masa ve etrafında yedi sekiz kişi var. Fuad Başar hoca yazıyor diğerleri de onu izliyor. Kendisine hat sanatını öğrenmek istediğimi söyledim ancak vakti olmadığını söyleyip beni reddetti. O an başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Çünkü, bu işi o kadar çok yapmak istiyorum ki tam bir hoca bulmuşken reddedilmek üzücüydü. Ben hayal kırıklığımı belli etmemeye çalışarak teşekkür edip dışarı çıktım. O sırada eşimin elinde de evde yaptığım çalışmalar vardı.

 

 

HOCALARIM DESTEKLERİNİ ESİRGEMEDİLER

 

Hoca eşimin elindeki çalışmalarımı gördü ve incelemek istedi. Çalışmalarıma baktıktan sonra da haftaya gel çalışmaya başlayalım dedi. Nasıl mutlu oldum anlatamam. Fuad Hoca’nın dediği gibi bir hafta sonra derslere başladık. Normalde eğitim sürecimiz asgari olarak 7 sene ile 10 sene civarındadır. Fuad Hoca çalışmalara başlamamızdan 3 ay sonra yanındaki öğrencilerine ders vermem için bana bir masa açtı. Bir anda hocanın asistanı durumuna gelmiştim. Sonrasında 3-3,5 yıl içerisinde icazet alma aşamasına geldim. İcazet aldıktan sonra da her hafta Fuad Hocam ile derslerimize devam ettik. Bunun dışında Hamid Aytaç’ın başka bir talebesi olan Turan Sevgili’den 2015 yılında “Celi Divani” üzerine icazet aldım.

 

 

Hat sanatını öğrenmek nasıl bir süreçtir?

 

Bizde yüzlerce yıldır uygulanan bir yöntem uygulanır ve yazıya “Rabbi Yessir” duasının meşkiyle başlanır. Hoca bu duayı yazar ve sonrasında öğrenci bir hafta boyunca hocanın yazısını taklit ederek kendi yazdığını hocasının yazısına benzetmeye çalışır. Ortalama olarak yedi ay ile bir yıla yakın süre bu dua tekrar edilir. Muvaffak olunursa harflerin tek başlarına ve birleşim halindeki yazılışlarına geçilir. Bu aşamaya “Müfredat meşki” denilir. Müfredat meşki bitirildiğinde talebenin hat sanatına kabiliyetinin olup olmadığı ortaya çıkmış olur. Bunu da mürekkebat meşki izler. Hoca eşliğinde yapılan dersler genellikle haftada bir gün olur ancak öğrencinin öğrendiklerini tüm hafta boyunca tekrarlaması, çalışması gerekir. Yapılan çalışmaları hoca her zaman kontrol eder ve hatalarını gösterir. Öğrenci hatalarını öğrendikten sonra aynı çalışmayı tekrar yapar. Hat sanatını öğrenme sistemi bu şekildedir. İstisnalar haricinde de bir öğrencinin olgunlaşma süreci 7 ile 10 yıl arasında değişir. Fakat bu bile aslında bir ölçüt değildir.

 

Çünkü, 7 ile 10 yıl bittikten sonra aslında üniversiteden yeni mezun olmuş biriyle eş değerdesiniz, yani henüz hattat adayısınız. Bir de kendinizi ispat etme süreciniz olur. İlk önce çalışmalarınızı çevreye kabul ettirmeniz gerekir. Yazılarınızın beğenilmesi, takdir görmesi gerekir. Bu süreç çok uzun sürebilir hatta bu seviyeyi geçemeyip sanatı icra etmeyi bırakan insanlar da olur.

 

 

KENDİMCE BİR YOL BULDUM VE İLERLEDİM

 

Benim açımdan bakarsak ben İcazetimi aldığımda önümde iki yol vardı. Ya benden öncekilerin yaptığı gibi eski yazıları taklit edecektim ya da kendi yolumu bulacaktım. Ben ikincisini tercih ettim. Elbette marifet iltifata tabidir. Çalıştığım galeri de bana destek verdi ve özgün işler üretebilmem için arkamda durdu. Benim bu düşünceyle yaptığım işler devlet nezdinde de rağbet gördü. Sayın Cumhurbaşkanımızda en çok eseri olan hat sanatçılarından biriyim. Devletimizin üç devlet büyüğüne hediye ettiği eserden iki tanesi bana aittir. Bütün bunların yanında çalıştığım galeri ile birlikte birçok yeniliğe imza attık ve yurtdışında ses getiren devasa sergiler yaptık. Daha yazı hayatımın başlangıcında yaptığım bu tercih mahlasımın “Mahfi” yani gizlemiş olmasına rağmen benim görünür olmamı sağladı.

 

 

Gelenekli sanatların hepsinde hoca talebe ilişkisinin bir anlamı vardır. Günümüz modern insanın bunu anlaması oldukça zor. Bize bunu açıklayabilir misiniz?

 

Bu tür sanatları icra etmek isteyen insanlar genelde bu sanata sadece bir meslek edinmek için başlamazlar. Hat sanatı icra etmenin altında manevi bir arayış, dinginlik, uslanma, bir şeylere ulaşma ve bir şeylerden uzaklaşma da vardır. Bunu örgün zorunlu bir öğretim gibi düşünmeyin. Çünkü, örgün öğretim zorunlu bir eğitimdir. Orada öğrenci yetiştirilir biz ise talebe yetiştiririz. Yani bu işe talip olanı yetiştiririz. Bu talip olanların birçoğu az önce de söylediğim gibi genelde bir arayış içerisindedir. Benim şansım hocamın Fuad Başar hocamı tanımak oldu. Çünkü, yapı itibarıyla ben sevip saygı duymadığım birinden bir şey öğrenemem.

 

Elbette herkes kendi hocasını çok sever, yüceltmek ister ama içerisinde bulunduğum camia sözlerimin mübalağa olmadığını gayet iyi bilir. Fuad Başar için modern çağın Mevlana’sı denilebilir. Kendisi bir hafız değildir ama neredeyse bir hafıza yakın dini bilgiye sahiptir ve altıncı sınıfta tıp eğitimini terk etmiştir. Dolayısıyla tıp ilimleri ve bitkisel tıp hakkında da derin bilgilere sahiptir. Hatiptir, şairdir. Astronomiyi, atom fiziğini çok iyi bilir. Kıyıda, köşede kalmayı tercih etse de bir okyanus gibidir. Bu arada 2019 Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri Geleneksel Sanatlar dalındaki ödülü almıştır ve UNESCO “Yaşayan İnsan Hazineleri” listesinde yer alır.

 

 

GÜNDE 12 SAAT ÇALIŞTIM

 

Dolayısıyla işime de aynı ölçü de sarıldım. O benimle bu kadar ilgileniyor, bana emek veriyor, ders veriyor ve üstelik bunları hiçbir maddi karşılık beklemeden yapıyor. Dolayısıyla benim de verilen bunca emeğin karşılığında işimi ciddiye almam gerekirdi. Normalde ders alan öğrenciler hocanın yanına gelir en fazla bir saatte dersini alır ve giderlerdi. Ben ise ders günü gündüz 12 de hocanın yanına gelir gece 12 de yanından çıkardım. Yani ortalama 12 saat boyunca Fuad Hoca’nın yanında kalırdım. Bunca yıl geçti hala hocamın dizinin dibinden ayrılmadım her hafta mutlaka hocalarımı ziyaret eder her konuda kendilerine danışırım.

 

 

Hoca sadece sanatı mı öğretir? Yoksa hâl eğitimi de buna dâhil midir?

 

Açıklıkla şunu söylemeliyim ki ben Fuad Hoca’nın yanına bambaşka bir kesimden gelmiştim. Seküler bir toplumun içerisinden çıkıp kendimce sufi bir dünyanın içerisine girdim. Başlangıçta ben de bu eğitimin hâl eğitimiyle bire bir alakalı olduğunu düşünürdüm ama gördüm bu herkes için de geçerli değilmiş. Kimisi bu işi sadece meslek olarak da görebiliyormuş. Sonuçta bu bir süreç kim neyi arıyorsa ona kavuşuyor. Buraya boş gelen kabını dolduruyor dolu gelen ise nasipsiz olarak yola devam ediyor. Baktığınız zaman herkes hattat olabiliyor ama böyleleri aynı imanı boğazından aşağı inmemiş dilinde kalmış insanlar gibi oluyor.

 

 

Peki, çalışmalarınıza ne kadar vakit ayırıyorsunuz?

 

Son iki yıl öncesine kadar günde 14 saat çalışırdım. Son iki yılda biraz daha yavaşladım. Çalışmalarım sırasında da eğer çay molası verdiysem bile çayımı hemen bitirip çalışmamın başına dönme isteğinde olurum. Eskilerin dediği gibi Aşk olmadan meşk olmuyor. Önceleri bende Fuad Hocam gibi geceleri çalışmayı denedim ama orada dengemin bozulduğunu görerek gündüzlere çevirdim. Bir de Turan Sevgili hocamın tavsiyesiyle mesai saatim varmışçasına çalıştım. Çalışmalarımı evimde değil muhakkak büromda yaptım çünkü, evde çalışmanın insanı tembelliğe sürüklediğini düşünüyorum. Disiplinli bir çalışma sistemi muhakkak gerekiyor o yüzden büroma sabah girer 14 saat çalışır çıkardım. Bu süreçte çok sayıda çalışmalar yaptım. Ancak son 2 yıldır hem piyasa şartları nedeniyle hem de kendimi biraz frenlemem sebebiyle mesai saatlerimi memur mesaisine dönüştürdüm.

 

 

“HAT SANATI KUMA KABUL ETMEZ”

 

 

Hat sanatı bir hobi olarak yapılabilecek bir sanat mıdır? Yoksa insanın tüm benliği ve zihniyle üzerine yoğunlaşması gerekir mi?

 

Böyle bir sınırlama yapmanın doğru olduğunu düşünmüyorum. Ama hat sanatı kesinlikle hobi olarak yapılabilecek bir sanat dalı değildir. Biri çıkıp terbiye çerçevesinde ben hat sanatını hobi olarak yapıyorum diyebilir bunun bir mahsuru yok. Ben bu sanat için sadece günde 15 dakika ayırabilirim diyen birine sen bu sanatı yapma diyemeyiz. Ancak siz bu sanata ne kadar çok vakit ayırırsanız o da size gönlünü o kadar açar. Bir de “Hat sanatı kuma kabul etmez.” diye bir tabir vardır. Bu bağlamda kıskançtır yeterince yazı yazmazsanız sanat size küser. Yani anlayacağınız tüm dünyanızı ister sizden. Kendimden örnek vermem gerekirse 20 yıl önce tüm arkadaş ve akrabalarıma onları Cumartesi günleri evime misafir edemeyeceğimi söyledim. Hâlâ da öyledir Cumartesi günleri kimse bana ilişmez. Yani siz hat sanatıyla hobi gibi ilgilenmek isterseniz o da sizinle hobi olarak ilgilenir. Ama siz aşkla ilgilenirseniz inanıyorum ki o da size misliyle karşılık verir. Yani bu durum büyük oranda ne verdiğiniz ve ne beklediğinizle alakalıdır.

 

 

Hat sanatında icazet müessesesi önemi nedir? Günümüzde bu kurallar ne kadar titizlikle uygulanıyor?

 

Bu konu hakkında bir kitap yazabilirim ama yine de elimden geldiği kadarıyla kısaca bir şeyler söylemeye çalışacağım. Hat sanatında icazet geleneği vardır. Bazen halkalar arasında kopukluklar olsa bile bu sistem devam etmektedir. Ancak istisnai durumlar da olmuştur herkesin kabul ettiği bir ustanın icazeti olmasa bile üveysilik diyebileceğimiz bir icazeti olur. Benim hocamın hocası Hamit Aytaç’ın icazeti yoktu fakat bütün dünya, yaşayan en büyük hat üstadının Hamit Aytaç olduğu konusunda hem fikirdi. Aradaki bu kopukluğa ve kendisinin icazeti olmamasına rağmen Hamit Aytaç’ın icazet vermiştir. Peki, o halde icazet olmalı mı olmamalı mı dersek bence mutlaka olmalı.

 

 

MÜTEVAZI OLMANIN ANLAMI YANLIŞ ANLAŞILIYOR

 

Çünkü bu sefer önüne gelen herkes ben yaptım oldu anlayışıyla hattat olduğunu iddia eder. Disiplin için icazet gereklidir fakat aynı Osmanlı’da askeri sistemde olduğu gibi alaylı bir şekilde yetişmiş ve icazet halkasına dâhil olmayan sıra dışı bir insanlar da olabilir. Buna örnek 18. yüzyılda yaşamış Mahmut Celaleddin Efendi’dir. Sert mizacından dolayı kimse onu dersine kabul etmemiştir. O da kendi kendine bir ekol kurmuştur ve hâlâ o ekol takdir edilir, kabul görür ve kendisinin yazmış olduğu yazılar koleksiyonerlerce oldukça rağbet görür. Kendini böylesine ispat etmiş bir insana da kimse bir şey söyleyemez.

 

 

Hat sanatı, geleneksel sanatlara olan ilginin artması ve kursların açılmasıyla son yıllarda yeniden canlanmış ve böylece yeni hattatların yetişmesine imkân sağlanmıştır. Siz bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Her şeyin bir eksisi bir artısı olduğu gibi bu konuda böyledir. Bu kurslar ilk açıldığında sadece bizim hocalarımız vardı. Hocaları bu kurslarda ders vermeleri için davet ettiler ancak maddi ve manevi anlamda onları yeterince desteklemediler. Durum böyle olunca bu kıymetli hocalarla yollarını ayırıp henüz talebe vasfında olan ya da fakültelerden mezun ama doğru düzgün eseri olmayan insanları buralara ders vermek için koydular. Dolayısıyla işin felsefesini, ahlakını almamış daha önce hat sanatıyla ilgili bir eser ve eğitim vermemiş insanlar eğitim verdiler. Bunun sonucu işin felsefesi arka planda kalıp yüzeysel bilgilerle yetinildi. Benim bu konuda gördüğüm en büyük eksikliklerden biri budur. Çünkü bu çocuklara ders anlatılırken bu sanatın usta isimleri anlatılmadı anlatılsa bile onların önüne geçilemeyeceği ve neden geçilemeyeceği idrak ettirilmedi. Dolayısıyla hocam bu adamları fazla abartıyorsunuz bende onların yaptığı işi yapabiliyorum diyen bir nesil yetişti.

 

Bu tür insanlar önünde sonunda yok olur gider diye düşünecek olursanız bence bu o kadar kolay değil. Bunu sinema, müzik gibi diğer sanat dallarında da görüyoruz. Çünkü biz özgüven denilen şeyi çok yanlış öğrendik ve öğrettik. Bilgi birikimi artan insanın mütevazı olması beklenirken özgüven adı altında egosu şişti. İslâmî ilimlerde olduğu gibi benim de öğrencilerime vermeye çalıştığım en önemli şeylerden biri mütevazı olmaktır. Ancak mütevazı olmanın anlamı o kadar yanlış anlaşılıyor ki iş görüşmesine giden birine bu işi yapar mısın diye sorulduğunda elimden geleni yaparım diyen mütevazı bir kişi özgüvensiz, yapamayacak ne var tabii ki ben yaparım diyen kendini beğenmiş vasıfsız kişi özgüvenli olarak düşünülüyor. Sanırım bunu biraz da Kişisel gelişimciler yaptılar. Biz bu inceliği kaybettik maalesef.

 

 

HIZLI SONUÇ ALMAYA ODAKLI ÖĞRENCİLER

 

 

Hat eğitimi konusunda ne gibi eksiklikler görüyorsunuz? Eğitimin hangi aşamalarında hat sanatına yer verilmelidir?

 

Benim naçizane tecrübelerime göre özel çocuklar ve özel hocalar seçilip desteklenmeli. Nasıl ki üniversitelerin bölümlerinden mezun olan herkes o alanda eğitim veremiyorsa hat sanatında da icazet alan herkes eğitim vermemeli. Kişi icazet almış olabilir sanatını çok güzel icra ediyor da olabilir fakat insan ilişkileri iyi değildir, sağlıklı bir eğitim veremiyordur.

 

Bu işin öğretme kısmındaki sorun. Talebe tarafında ki sorun ise yeni neslin çok hızlı sonuç almaya odaklı olmalarıdır. Kimsenin elinde sihirli değnek yok ve o yüzden herkes önce kendini, meylini bilmeli ve ona göre davranmalı. Başarılı olmak isteyen sabırlı olup çok çalışmalı. Bana göre Allah her insanı bir kabiliyetle yaratmıştır bu sebeple kişi kendini bilmeli ve tanımalıdır. Bir hocanın yanına gidip bak bakalım benim kabiliyetim var mı demek yerine kendi yeteneğini ve eğilimini tespit etmek o kişinin kendi görevidir. Benim bir enstrüman aletine yatkınlığım yokken tutup kursuna yazılmam zaman ve emek kaybından başka bir şey değildir.

 

 

Peki, hat sanatında güzel yazma yeteneği kadar malzeme de önemli midir?

 

Biz de kem aletle kem âlât olmaz derler. Bu kötü aletle iyi eserler verilemez demektir. Malzeme kaliteniz iyi olduğu sürece siz de yazıyı daha iyi yazarsınız. Biz bu sanatı icra etmeye başladığımız dönemlerde mürekkebimizi ve kâğıtlarımızı kendimiz yapıyorduk. Sonraları bu sanatla ilgilenenlerin sayısı gün geçtikçe arttı ve sanatı öğrenip piyasa şartlarına ayak uyduramayanlar biz de bari malzemesini üretelim dediler. Dolayısıyla bizlerde gereken malzemeyi onlardan temin etmeye başladık. Ancak günümüzde bile hâlâ hat eğitimi alan her öğrenciye muhakkak bu malzemelerin yapımını öğretiyoruz.

 

Çünkü kullanılan malzemenin muhtevasını ve sırlarını bilen insan her zaman daha başarılı olacaktır. Bir sorunla karşılaştığında sorunun kaynağını bulması buna bağlıdır. Örneğin mürekkebi çok parlak ise ve o kişinin malzeme bilgisi de varsa bundan mürekkebe katılan zamkın fazla olduğunu bilecek ve ona göre önlem alacaktır. Ayrıca yazı ve malzemede derinleşmesi ona eşyanın hakikatlerini açacak ve eşyanın kendisine boyun eğmesini sağlayacaktır. Kişi ustalaştıkça malzeme tıpkı bir at misali binicisinin acemi olmadığını fark edecek ve onu kendi istediği yere değil de binicisinin yani sanatkârın istediği yöne götürmesine izin verecektir.

 

 

BU İŞ RÜYANIZA GİRMEDEN SİZE KAPILARINI AÇMIYOR

 

 

Peki, “Mahfi” mahlasını kullanıyorsunuz. Bunun bir hikâyesi var mı?

 

Mahlas kullanmak hem edebiyat hem de hat sanatında sıkça rastlanılan bir durumdur. Hat sanatında icazet alma döneminizde imza çalışmaları yapmaya başlıyorsunuz bu imzada ya isim ya da mahlas kullanıyorsunuz. Benim de icazet zamanım geldiğinde Fuad Hocam mahlas kullanmamı uygun gördü. Ben de hocama tarikata yeni giren, acemi, çırak manasına gelen “Nev-niyâz” kelimesi olur mu diye sordum. Bu mahlası seçmemdeki düşüncem yıllar sonra biri gelip de bana yazdığım bir çalışma için burası bozuk olmuş dediğinde bende ne bekliyorsun neticede ben bir çırağım demek içindi. Ancak hocam “Nev-niyâz” kelimesinin iki heceli ve ayrı yazıldığı için uygun olmayacağını söyledi. Bana senin mahlasın “Mahfi” olsun dedi ve o günden sonra mahlasım “Mahfi” oldu.

 

Birçok insan bilir ki bu işlerin birde rüya boyutu olur. Benimkisinden bahsetmek gerekirse; Rüyamda Beyazıt Sahaflar çarşısına giderek bir dükkândan kendime iki adet yeni kamış kalem almıştım. Sonra da kamış kalemlerini Fuad Hocama götürdüm ve onları benim için açmasını rica ettim. Hocam kalemleri eline aldı ve elinde bir o yana bir bu yana çevirdi bunu yaparken de kalemleri parmaklarıyla yavaş yavaş sıktı kalemler boylu boyunca çıtır çıtır çatlamaya başladı. Bunun üzerine Fuad Hocam bana döndü ve bu kalemler sana yaramaz Gürkan senin kalemin bende şimdi evde duruyor ben onu sana getireceğim dedi. Ben bu rüyayı gördüğüm gecenin sabahında atölyeye gitmiş ama Fuad Hoca’ya rüyamdan bahsetmemiştim.

 

Ancak aynı gün Fuad Hocam ders bitimi bana icazetini yazıp getirsen mi diye söyledi. Hocanın bu kadar kısa sürede kimseye icazet vermişliği yok ki herhalde bana takılıyor diye düşündüm. Hiçbir hazırlık yapmadım aradan birkaç ay geçmişti. Hamit hocanın anma etkinliği yapılacaktı bana hadi Gürkan hâlâ icazetini yazmadın mı diye sordu ben nasıl yani hocam şaka değil miydi o deyince güldü ne şakası hadi çabuk hemen yaz getir dedi. İcazet metnimi yazıp getirdikten sonra ise hocama gördüğüm rüyayı öyle anlattım. Bu işler rüyalara girmeden insana nasip olmaz bizlerde böyle rüyalar gördük diyerek meselenin hakikatini öğretmişti.

 

 

Teknolojinin hat sanatının tasarımlarında kullanılmasını konusunda ne düşünüyorsunuz?

 

Bir kitap çalışmam var ve bu çalışmamda kimsenin irdelemediği hâlde bu konuya değindim. Çünkü ben Allah’ın bildiğini kuldan saklanmaması gerektiğini düşünüyorum. Teknolojiden kastım yazılarımızı bilgisayardan çıktı almak değil. Çünkü o zaman bu el yapımı olmaktan çıkar tamamen sanayi yapımı bir iş olur. Fakat el yapımı eserlerde basit teknolojik yardımların kullanılması taraftarıyım. Mesela, yazdığınız harfleri tarayıp programlar yardımıyla bilgisayar ortamında istif hâline getirmenin faydalı olabileceği, işi hızlandırabileceği görüşündeyim. Ama yazımızı tabi ki elle yazmalıyız, kamış kalemimizi kullanmalıyız, mürekkebimiz klasik olmalı… Sadece istifleme ve tasarım aşamasında teknolojinin kullanılmasının faydalı olduğunu düşünüyorum. Zaten hat sanatı tamamen teknolojiyle yapılabilecek bir şey değildir. Teknolojiyi bazı aşamalarda işi hızlandırmak maksadıyla kullanmak doğrudur ama el emeği gerektiren bir işin tamamında da teknoloji kullanmak doğru da olmaz.

 

 

YANIMDA HEP BİR KİTABIM OLUR

 

 

Bunların dışında nasıl bir okursunuz? Okurken nelere dikkat edersiniz?

 

Küçük yaşlardan itibaren okumak benim için takındı denebilecek kadar ilgili olduğum bir alandır. Hayatım boyunca nereye gidersem gideyim yanımda hep bir kitabım olurdu. Aynı kitapları defalarca okumuşluğum vardır. Hatta 8 yaşındayken bile gazetelerin verdiği ansiklopedileri okurdum. Yani sadece roman, hikâye değil ansiklopedi de okurdum. Merak ettiğin herhangi bir konuyu mutlaka okuyarak araştırırım. Ancak son beş yıldır okuma alışkanlığımı biraz daha değiştirmek zorunda kaldım. Kitap piyasasında bir yozlaşma söz konusu. Birbirini tekrar eden kişisel gelişim kitapları gibi hızlı yazılan kitaplar yayılmaya başladı. Dolayısıyla o kadar başarısız kitap almak durumunda kaldım ki kısmen kitaplardan soğudum. Eskisine oranla iyi kitaba denk gelme oranlarım o kadar düştü ki çok seçici davranmak zorunda kalıyorum. Ayrıca son beş yıldır temel yayınlar hariç sesli kitap ya da Pdf kitapları tercih ediyorum.

 

 

Son zamanlarda okuduğunuz ve beğendiğiniz birkaç kitap ismi verebilir misiniz bize?

 

Öncelikle okumamış olanların Şark-İslâm Klasikleri’ni mutlaka okumalarını tavsiye ederim. Sonrasında Ercan Kesal’ın “Peri Gazozu”, David Le Breton “Yürümeye Övgü”, İskender Pala “Katre-i matem” ve Mustafa Kutlu’nun tüm eserlerini tavsiye edebilirim.

 

 

Yakın gelecekte hayata geçirmeyi planladığınız yeni bir projeleriniz var mı?

 

Kısmetse 2020 yılında basılmak üzere hat sanatı ile ilgili bir kitap hazırlıyorum. Hazırlıklar hemen hemen bitti. Bu kitabın dışında birlikte çalıştığım İstanbul Antik Sanat galerisi ile bir proje hazırladık. Bu proje İrfan türkülerini içeriyor. Hikmetli sözleri içinde barındıran bu otuzu aşkın türküyü eski harflerle değişik formlarda yazarak görsel hale getirdim. Bir etkinlik planlıyoruz ve bu etkinlikte hem bir sergi hem de seçkin bir müzisyen grubuyla yazdığım bu türküleri içeren bir konser programı yapılması öngörülüyor. Aslında hazırız sadece doğru zamanı bekliyoruz.

 

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio