Edebiyatımızdan Anne Öyküleri

Merjam Yazar: Merjam 16 Kasım 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

Edebiyatımızdan Anne Öyküleri

Edebiyatımızdan Anne Öyküleri

Edebiyatımızdan Anne Öyküleri

Analara…


“Analara… Analara… En çok onlara yazılmalı şiirler çocuklar, en çok onları anlatmalı. Şiirleri onlar üstüne, onlar için yazmalıyız çocuklar. En yakınımızdan başlamalı, onlara, onlar için en güzel şiirleri yazmalıyız.”

Bizleri dokuz ay…


 

Bizleri dokuz ay karnında taşıyan ve ölene kadar her anımızda bizim derdimizle dertlenen dünyanın neresinde olursa olsun, hangi ırk, hangi din, hangi etnik kökenden olursa olsun çocuklarının yaşadığı acıları yüreğinde duyan kadınlarımızın, Anneler Günü’nü kutluyoruz. Bu güne özel hazırladığımız dosyamızda da anne sevgisini, emeğini, duygusunu öykülerine yansıtmış edebiyatımızın önemli yazarlarının her birinin anne kavramını farklı bir yönden ele aldığı duygu yüklü öykülerini sizler için inceledik.

Merhaba Akdeniz


 

Merhaba Akdeniz

Halikarnas Balıkçısı

 

Halikarnas Balıkçısı olarak bilinen Cevat Şakir Kabaağaçlı, 17 Nisan 1890 yılında Girit’te doğar. Köklü bir ailenin çocuğu olan Kabaağaçlı’nın babası Mehmet Şakir Paşa, Osmanlı komutanlarından ve tarih yazarlarındandır. Kabaağaçlızadeler olarak bilinen aile, önemli şahsiyetler yetişmiştir. Amcası sadrazamlık yapmış olan Ahmet Cevat Paşa’dır. Cumhuriyet yıllarında ailede yetişmiş önemli isimler ise ressam Fahrelnisa Zeid, ressam Aliye Berger, ressam Nejat Devrim, ressam Cem Kabaağaçlı, seramik sanatçısı Füreya Koral ve tiyatro sanatçısı Şirin Devrim’dir.

Kendini Bildi Bileli Denizci Olmak İster


 

Kendini Bildi Bileli Denizci Olmak İster

 

Cevat Şakir, babasının görevi nedeniyle beş yaşına kadar Atina’da yaşar. Bu yıllarda resim yeteneğiyle dikkat çeken Cevat Şakir, bir yandan özel dersler alırken, bir yandan Büyükada Mahalle Mektebi’inde okudu. Robert Koleji’ni dereceyle bitirir. Kendini bildi bileli denizci olmak isteyen Cevat Şakir, ailesinin isteği üzere üniversite eğitimi için İngiltere’ye gider. Oxford Üniversitesi Modern Çağlar Tarihi bölümünü bitirir. Yurda dönünce İstanbul’da, çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazar, karikatür ve kapak resimleri çizer.

 

Yayımlanan bir yazısı yüzünden sürüldüğü Bodrum’da yaklaşık çeyrek yüzyıl yaşar. Bodrum’un Karia çağındaki adından esinlenerek “Halikarnas Balıkçısı” takma adını kullanır. Servet-i Fünun, Cumhuriyet ve daha sonra Demokrat İzmir gibi dergi ve gazetelerde bu takma isimle yazdığı yazı, öykü ve romanlar sayesinde uluslararası bir üne kavuşur. Çocuklarının ortaöğrenimleri için 1947 yılında yerleştiği İzmir’de gazetecilik, yazarlık ve turist rehberliği de yapan yazar, 13 Ekim 1973 tarihinde İzmir’de vefat eder.

Yol Ver Deniz! Bir Ana Taşıyoruz


 

Yol Ver Deniz! Bir Ana Taşıyoruz

 

Eserlerinde denizin içi ve dışına ait her şeyi, ömrünü verdiği Bodrum’u, Ege Denizi’nin efsanelerini, Akdeniz savaşlarını konu alan Cevat Şakir, anlattıklarını bir gözlemci gibi değil, olayları bizzat yaşayan bir insan duyarlılığı ile kaleme almıştır. Yazarın, “Merhaba Akdeniz” kitabında yer alan “Yol Ver Deniz! Bir Ana Taşıyoruz”, fırtınalı denizde, doğaya meydan okuyan gemicilerin teknesinde, bir annenin zorlu şartlarda evladını kucağına alışının öyküsüdür.

 

“Fatma beş-altı gündür, doğum sancısıyla kıvranıyordu. Ama çocuğu bir türlü doğuramıyordu. Doktorun doğumu gerçekleştirecek malzemeleri de yoktu. Doktor, ‘Kadını acele kayığa bindirip Rodos’a götürmezseniz, kadın da, çocukta mutlaka ölür.’ dedi. Fatma’nın hısım akraba ve konu komşusu, o küçücük kentin liman kıyısına sıralanan gemici kahvelerine koştular.”

Üslup ve Tekniğe Önem Vermez


 

Üslup ve Tekniğe Önem Vermez

 

İşte böyle başlıyor Halikarnas Balıkçısı’nın anne öyküsü. Evladına sağlıkla kavuşmanın derdinde bir ananın, imkânsızlıklar ve zorluklarla sınavına yer veriliyor öyküde. Denizcilerin bu anaya ve evladına sahip çıkmasını, onların hayatta kalabilmesi için çıktıkları zorlu ve belki de sonu ölüm olacak yolculuğu; üslubundaki en güçlü özellik, deniz terimlerini son derece iyi bilmesinden yararlanarak ortaya koyuyor. Eserlerini son derece sade bir dille kaleme alan yazar, üslup ve tekniğe, pek önem vermemiştir. Şiirsel bir anlatımı olan Cevat Şakir, eserlerinde plana pek önem vermemiş, yeri geldiğinde konu ile ilgili bilgiler vererek olayın akışını kesmiş ve uzun cümlelere çokça yer vermiştir.

 

“Ambarda Fatma’nın ‘Dur yavrucuğum, sus yavrucuğum!’ diyen sesine, bir dakika önce doğurmuş olduğu insan yavrusunun ağlayışı karışıyordu. Bozulan hortumun göklerden inen sularına, bulut aralığından çakan güneş ışığının yedi rengini salındırıyordu. ‘Yol ver deniz! Gemici, gemici geliyor!’ Türküsü yeni doğan insanoğluna hale mi olmuştu acaba?”

Parasız Yatılı


 

Parasız Yatılı

Füruzan

 

Öykü ve roman yazarı Füruzan, 29 Ekim 1932 yılında İstanbul’da doğmuştur. İlk kitabı “Parasız Yatılı”yla 1972 Sait Faik Öykü Ödülü’nü kazanan yazar, kitaplarında kadınların, çöken burjuva ailelerinin, yoksulluk ve yalnızlıkla boğuşan kadın ve çocukların, yeni ortamlarda bunalan ve yurt özlemi çeken göçmenlerin dramlarına sevecenlikle yaklaşmış; kişileri derinlemesine incelemiş, anlatımını ayrıntılarla beslemiştir.

 

“Parasız Yatılı”, kahramanları kadınlardan oluşan birbirinden ayrı öykülerin yer aldığı, ancak birbirine benzer insanların yaşam öykülerinin anlatıldığı bir eser. “Parasız yatılı imtihanlarının çocukları hep erken gelir. Hiç gecikmezler.” cümlesi, kitaba adını veren öykünün, en vurucu cümlesi. Füruzan’ın öykü dünyasını anlatmaya sadece bu söz diziminin bile yeterli olabileceği görüşü oldukça yaygın.

Öykülerinde Anne Motifi Önemli Bir Yer Tutar


 

Öykülerinde Anne Motifi Önemli Bir Yer Tutar

 

Ölen bir babanın ardından ayakta kalmaya çalışan anne-kızın öyküsünün anlatıldığı “Parasız Yatılı” öyküsünde konu ve kahramanlar kitabın genel havasına uygun. Bu eserden de anlaşılacağı gibi Füruzan’ın öykülerinde çocuk ve anne motifi önemli bir yer tutar. İlk öykülerinde çocuklukla ilgili konular daha baskındır. Kahramanlar sürekli çocukluğa döner, geçmişle hesaplaşır ve yüzleşirler.

 

“Piyano Çalabilmek” öyküsünde de varlıklı ve saygın bir aileden gelip yaptığı evlilikle yoksul bir yaşam süren Müberra ile kızı arasındaki ilişki, Müberra’nın geçmişte yaşaması, varlıklı yaşamını özlemesi, eşini kendisine yakıştıramaması ve alt sınıfa dâhil olmayı kabul edemeyişi anlatılır.

 

“Kadınlık kolay değil. Hiç yoktan yakıştırmak. Bak o basmayı Sümerbank’tan kaça aldım. Bastım suya çirişleri gitti. Bir de ütüledim. Bayrama yetiştirip dikiverdim. Bunlar çocuklarının burnunu bile silmiyorlar. Ben konaklarda büyüdüm. Gel de anlat bu mahalle karılarına. Udum, piyanom, ellerimin güzelliği…”

Mekân Olarak İstanbul’u Kullanır


 

Mekân Olarak İstanbul’u Kullanır

 

Füruzan, öykülerinde genellikle İstanbul’u mekân olarak kullanmıştır. “Piyano Çalabilmek” de İstanbul’da geçiyor. Öykülerinde merak unsurunu parça parça artırarak kullanan Füruzan, olay, durum ya da olguyu doğrudan, düz bir yoldan sunmaz. Okurun da öykü metnine dâhil olmasını, yaratıcı biçimde ipuçlarını takip etmesini bekler.

 

“Annem, ‘Cumartesileri çamaşır yıkamaları çok günah,’ dedi. ‘Hele bulaşık sularını geceleri kapıya dökmüyorlar mı?’ Annemin diktiği bayramlıklarla üstten bağlı sağlam erkek  kunduralarıyla, kafamda koca bir saten kurdeleyle kapının eşiğinde dimdik oturuyordum.”

Yoksulluk İçimizde


 

Yoksulluk İçimizde

Mustafa Kutlu

 

Mustafa Kutlu, 6 Mart 1947’de Erzincan’da doğar. Babasının görevi sebebiyle çocukluğunu Türkiye’nin değişik yerlerinde geçirir. Erzincan Lisesi’ni, Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirir. Tunceli Lisesinde ve Vefa Lisesinde edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra 1974 yılında mesleğinden ayrılarak Dergâh Yayınlarında çalışmaya başlar. İlk öyküleri “Fikir ve Sanatta Hareket” dergisinde çıkan yazar, 1979-1982 yılları arasında bu derginin yazı işleri müdürlüğünü yürütür.

Geliştirdiği Öykü Türünün En Olgun Örneği


 

Geliştirdiği Öykü Türünün En Olgun Örneği

 

Öykülerinde karakterlerin modern yaşamın unsurlarıyla tanışması, onlarda bir bocalamaya neden olsa da bağlı oldukları kültürel ve geleneksel kodlar sayesinde hayata tutunabildikleri görülür. Karakterler, iç dünyalarında savrulmalar yaşar, ancak gelenek ve din aracılığıyla toparlanabilmeleri çoğu defa mümkün olur. Kutlu’nun “Yoksulluk İçimizde” eseri, geliştirdiği öykü türünün en olgun örneğidir. Kitabının ana konuları kar-zarar, zenginlikyoksulluk kavramlarıdır.

 

“Ne ki senden alınmıştır, o senin hayrınadır. İçindeki yoksulluğu hissediyor musun? İşte senin için en hayırlı vakit… Ne ki nefsine ağır geliyor, onu yap. Kaldırdığın ağırlık miktarınca sana ferah erecektir.”

 

Burada gönül zenginliğinden mal zenginliğine evrilen anlayışın ağır eleştirisi yapılırken, “Gerçek zenginlik nedir?” sorusunun cevabı için okurla birlikte yolculuğa çıkılır. Ruhunun enginlerine yelken açan ana karakter Süheyla’nın annesinin destek ve dualarıyla ilerlediği yolcuğunu ele alan öykü hayatın tam ortasından, yüreğimizin en derininden çıkıp geliyor ve maneviyatı naif bir şekilde hissettiriyor.

Ruhun Enginliklerine Yelken Açmak


 

Ruhun Enginliklerine Yelken Açmak

 

“Zavallı anneciğim. Bu zavallı sözünden utanıyorum. İçimden bir şeyler alıp götürüyor bu sıfat. Bu sıfat içimden neleri alıp götürüyor? Bunları anlatmanın sırası değil şimdi. Annemle bir köşeye çekilmiş ayakta dikiliyoruz. Anneme bu bir köşeye çekilip ayakta dikilmeyi zor kabul ettirdim. Daha doğrusu ben gidip bir köşede dikildim. O da aslında şöyle nikâh masasının yakınlarında bir yere oturup davetlilere, imza merasimine, Şükran ve kocasının elbiselerine, takılarına, yüzlerine oldukça yakın olmayı, ‘Ah ah… İşte Şükran kızımın mürüvvetini de göreceğiz’ diye evden çıktığımızdan beri ağzının içinde geveleye geveleye bana bir şeyler duyurmaya, bana bir şeyler hissettirmeye çalışa çalışa kurup durdu ama peşimden gelmeyip, gidip orda, kendi istediği yerde oturmayı göze alamadığından kuzu kuzu gelip yanıma dikiliverdi.”

Sarı Sıcak


 

Sarı Sıcak

Yaşar Kemal

 

Asıl adı Kemal Sadık Gökçeli olan Yaşar Kemal, Çukurova’nın Hemite köyünde doğar. Annesi Nigar Hanım ile babası Sadık Bey, Van’ın Muradiye ilçesine bağlı şimdiki adı Günseli kasabası olan Erciş köyündendir. Sadık Bey, 1915 Van savaşlarını yaşamış, Erciş yöresinin tanınmış Luvan aşiretine mensuptur. 1915 yılında Rus ordusunun Van civarına gelmesi üzerine ailenin Çukurova’ya kadar sürecek bir buçuk senelik göç yolculuğu başlar. İlk olarak Diyarbakır’a gelen aile, Urfa’ya, daha sonra da İslahiye’ye gelir. Buraya gelene kadar yaşadıkları zorluklardan sonra, Yaşar Kemal’in annesine burası adeta bir cennet gibi gelmiştir.

Küçük Yaşta Doğaya Uyanan İlgi


 

Küçük Yaşta Doğaya Uyanan İlgi

 

“Anam, İslahiye’nin ormanlı serin dağlarına ulaştıklarında sevincinden düğün bayram ettiklerini söylüyordu. Orada, pınarın başında sıcak sularla yıkanmış, çamaşırlarını yıkamışlar, dört başı mamur bir şölene oturmuşlar.”

 

Eğitimini düzenli bir biçimde tamamlama imkânı bulamayan Yaşar Kemal, hayat okulunda kendi kendini yetiştirmiş biridir. Daha çok küçük yaşta doğaya, insanlara ve topluma karşı ruhunda uyanan ilgi, eserlerinin temelini oluşturur. İçinde yetiştiği Çukurova’da saf, el değmemiş doğayı, tüm canlıları gözlemlemiş ve incelemiştir.

Yaşar Kemal’in En Büyük Merakı Folklor


 

Yaşar Kemal’in En Büyük Merakı Folklor

 

Halk kültürü açısından çok zengin bir bölge olan Çukurova’da büyüyen sanatçı için, folklor vazgeçilmezdir. Folkloru kendisinin köken kültürü saymaktadır. Sadece Çukurova’yı değil, Anadolu’nun birçok bölgesini de sonradan değişik vesilelerle dolaşan Yaşar Kemal’in en büyük merakı yine buraların folkloru olmuştur. Halkın içinde yer alıyor, onları çok iyi tanıyor olması, sanatını en iyi şekillendiren unsurların başında gelir.

 

Şaşırtıcı imgelemi, insan ruhunun derinliklerini kavrayışı ve anlatımının şiirselliğiyle yalnızca Türk romanının değil, dünya edebiyatının da önde gelen isimlerinden biri olan Yaşar Kemal’in öykü dalında verdiği ilk eser olma özelliğini taşıyan “Sarı Sıcak” da çoğunlukla Çukurova’da geçer ve 22 öyküden oluşur. Yaşar Kemal bu öykülerde Anadolu insanının açlık, pislik, hastalık, sefalet ve çevre koşulları içinde verdiği yaşam mücadelesini anlatır.

Öykülerinde Çocuk Ve Ana Kavramları


 

Öykülerinde Çocuk Ve Ana Kavramları

 

Kitaba adını veren “Sarı Sıcak” yazın sarı sıcağında tarlada çalışmak zorunda olan Osman adlı çocuğun öyküsü anlatılıyor. Acımasız babası büyüyünce tembel olmasın diye Osman’ı uykusundan uyandırıp ekin tarlasına ırgatlığa yollar. Çaresiz anne

 

buna dayanamayıp isyan etse de baba zorla Osman’ı çalışmaya yollar. Yaşar Kemal’in, sıcaklar altında ezilen, bükülen, tekmelenen, horlanan bu çocukların yanı sıra bu öykülerinde aynı muamelelere maruz kalan kadınlar, analar da önemli bir yer tutar. “Anam”, dedi. ‘Anam, yarın sabah gün ışımadan uyandır beni.’ ‘Gene uyanmazsan?’ ‘Uyanmazsam iğne sok etime. Saçlarımı çek. Döv beni.’ Soluk yüzlü, ince kadının kara gözleri sevinçli bir ışıltı içinde kaldı. ‘Ya gene uyanmazsan?’ ‘Öldür beni.’ Kadın var gücüyle çocuğu kucağına alıp, bağrına bastı. ‘Cannn!’ dedi. ‘Uyanmazsam…’ Çocuk düşündü, birden: ‘Ağzıma biber koy’, dedi. Anası yeniden, aynı sevecenlikle, gözleri yaşararak onu bağrına basıp öptü. Çocuk boyuna yineliyor: ‘Bak uyanmazsam ağzıma biber koy ha!’ Ana: ‘Can!’ diyor. ‘Biber çok acı olsun.’ Şımarıyor, tepiniyor, ara vermeden boyuna haykırıyor: ‘Acı biber, kırmızıbiber… Bir yaksın ki ağzımı… Bir yaksın ki… Hemencecik… Hemencecik uyanayım.”

Pastırma Yazı


 

Pastırma Yazı

Selim İleri

 

Öykü, roman, senaryo, deneme, anı, şiir eleştiri, inceleme olmak üzere edebiyatın hemen hemen her türünde eser vermiş olan Selim İleri, 30 Nisan 1949 yılında İstanbul’da doğmuştur. İlk yazısı 1967 yılında, “Yeni Ufuklar” dergisinde yayımlanan yazar 19 yaşında 1968 yılında yayınlanan ilk öykü kitabı “Cumartesi Yalnızlığı”nda sınırlı ilişkiler içinde sıkışan insanların yaşamlarını anlattı. “Pastırma Yazı” ve “Bir Denizin Eteklerinde” öykü kitaplarında uyarlı gençlerin tutkularını, sıkıntılı ilişkilerini, orta tabakadan insanların acılarını, yalnızlıklarını, kurtuluş arayışlarını anlattı.

Öykülerinde Çocukluk Zamanlarının Etkileri


 

Öykülerinde Çocukluk Zamanlarının Etkileri

 

Yazar, “Pastırma Yazı” eserinde bireyi toplum içindeki yerine oturtma çabası ve bireyselle toplumsalın iç içe anlatımı söz konusudur. Öykülerde çocukluk zamanlarının etkileri yansıtılırken toplumsal dünyaya açılma çabası ve 12 Mart döneminin birey üzerindeki tedirgin edici etkileri yer alır. Eserde yer alan “Annemin Sardunyaları”nda ise İleri, çocukluk günlerinde annesiyle olan ilişkisine yer veriyor. Yazar, eserinde annesi ile olan bağlantısını sardunyalar üzerinden anlatıyor.

Çocukluk Günlerinde Annesiyle Olan İlişkisi


 

 

Çocukluk Günlerinde Annesiyle Olan İlişkisi

 

“Annem sardunyaları dikmişti hemen o akşam. Feridun Bey’den aldıklarımız tutmadıydı demişti o akşam bana. Ben balkonda kum kaşıklamıştım, su döküp tünel yapmak istedim ama olmadı dağılıverdi. Açacak demişti annem, bütün kış savaşacak toprakla, sonra açacak çividi, sarı, bunların yapraklarını ovalarsan elinde, sakız sakız kokar demişti. Şimdi olmaz demişti, yaz gelince çok yaprakları olunca. Ben o gece anneme, ben babamı, babaannemi sevmiyorum dedim. Böyle söyleme dedi annem, baban seni çok sever dedi. Babaannem diyor ki nesi var diyor, etsiz butsuz bir kızdı, görgüsüzdü diyor, nelerine güvenirler bilmem ki.”

Şiir ve Sinek


 

Şiir ve Sinek

Adalet Ağaoğlu

 

Türk edebiyatının en önemli romancılarından biri olan Adalet Ağaoğlu, 13 Ekim 1929 tarihinde Ankara, Nallıhan’da doğmuştur. Dört çocuklu bir ailenin ikinci çocuğu olan yazar, ilkokulu Nallıhan’da okuduktan sonra ortaokul ve liseyi Ankara Kız Lisesi’nde tamamlamış ve 1950 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olmuştur.

 

Açılan bir sınavla Ankara Radyosu’na giren Ağaoğlu, 1951-1971 yılları arasında TRT’de çeşitli görevlerde bulundu. TRT Radyo Dairesi Başkanlığı’ndan, kurumun özerkliğine el konulması sonucu istifa etti. Yazmaya 1946 yılında Ulus gazetesinde yayınlanan tiyatro eleştirileriyle başladı. 1948- 1950 yılları arasında Kaynak dergisinde şiirleri yayınlandı. İlk romanının yayınladığı 1973 yılına kadar sadece tiyatro yazarlığıyla ilgilendi. 1973’ten sonra çalışmalarını öykü ve romanda yoğunlaştıran yazar, eserlerinde toplumun çalkantılı dönemlerini ve bu dönemlerin bireyler üzerindeki etkilerini irdeledi.

Anne ve Kız Karakterleri Birbirleriyle Konuşmaktadır


 

Anne ve Kız Karakterleri Birbirleriyle Konuşmaktadır

 

“Şiir ve Sinek” öyküsündeki anlatım biçimi ise genellikle karşılıklı konuşma ve iç konuşmadır. Öyküdeki anne ve kız karakterleri birbirleriyle konuşmaktadır. Aynı zamanda iki karakterinde kendi içlerinde yoğun konuşmaları vardır. Bu konuşmalardaki dil yalın olmakla birlikte kısa cümlelere ve virgüllerle ayrılmış uzun cümlelere de yer verilmiştir. Öyküde sıfatlara yer verilip betimleyici bir anlatım yakalanmakta hedeflenmiştir. Genel olarak karakterler arası diyaloglar ve karakterlerin içlerinde yaşadıkları problemler üzerinden anlatılmış bir öyküdür.

 

“Analara, analara, en çok onlara yazılmalı şiirler çocuklar, en çok onları anlatmalı. Hep anlatmalıyız, okul kapılarına varamayan, hiç değil her akşamüstü, oh çok şükür sağ salim geldi bugün de diyemeyen, her günün her akşamını bile bekleyemeyen, yarına dayanmak için her günün her akşamüstü olsun sevinemeyen, hep uzaktan, aylar ucundan kıvranıp duran anaları, onları anlatmalıyız. Şiirleri onlar üstüne, onlar için yazmalıyız çocuklar. En yakınımızdan başlamalı, onlara, onlar için en güzel şiirleri yazmalıyız.”

Duygularını Annesi İçin Yazdığı Bir Şiire Aktarır


 

 

Duygularını Annesi İçin Yazdığı Bir Şiire Aktarır

 

Yazarın aslında çok da ana karakter üstünde durmadığı bu öyküde, ana karaktere, kitabın adıyla uyumu ve sanki onun gözünden yazılmış gibi olduğu için Güler diyebiliriz. Güler, okulu yüzünden annesinden uzakta kalmış, şiir yazmayı çok seven bir kızdır. Sonunda annesine kavuşacağı için çok mutludur ve bu yüzden içindeki bütün duygularını annesi için yazdığı bir şiire aktarır.

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio