Durun siz makine değilsiniz!

Merjam Yazar: Merjam 7 Eylül 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

Kendini bilmeyen, içindeki dünya ile yüzleşmekten çekinen insanı hangi ilaç iyileştirebilir? Çare dışarıda bir yerlerde mi, yoksa en derunumuzda bağdaş kurmuş usulca keşfedilmeyi mi bekliyor? Sağlığımızın modasına kim karar veriyor?

Durun siz makine değilsiniz!

 

Yaşamanın her alanında rüzgâr gibi esiyor moda. Kıyafetlerimiz her sezon değişiyor,  gözümüz yeni çıkan otomobillerde kalıyor, eskiden olsa yüzlerce yılda bir olabilecek teknolojik gelişmeler birkaç ayda eskiyor, tam son modayı yakaladık derken bitiş çizgisi sürekli uzağa çekiliyor. Nefesimiz kesiliyor, zihnimiz yoruluyor. Biz modanın hızına yetişemezken işin içine bir de “Hız modası” giriyor. Az yavaşlayayım, biraz düşüneyim diyen ya düşüyor ya geride kalıyor. Olimpiyatlarda da değiliz ki hızımız için madalyalar takılsın, boynumuza çiçekten halkalar asılsın. Biz madalya beklerken ellerimiz boş kalmıyor; çocukken bilyelerle dolan avuçlarımız, bu kez rengârenk ilaçları tutuyor.

 

 

‘Öz’ümüz Uzaydan Yakın

 

Modası geçmeyen tek şey şifa belki de. Yöntemleri farklılık gösterse bile insanoğlu asırlar boyunca şifanın arayıcısı olurken, bugün azımsanmayacak kadar çok sayıda kişi hasta, sinirli, mutsuz ve kaygılı. Hastaneler dertlerine çare bulmaya çalışanlar, dolaplarımız ilaçlarla dolup taşıyor.

 

Teknolojik gelişmelerle birlikte kimyasal, alopatik Batı tıbbında gelinen nokta da en az modanın hızı kadar baş döndürüyor. Kapalı organ nakilleri sıradanlaştı. Laboratuarlarda mini beyinler, biyonik gözler, hissedebilen protezler üretiliyor. Ne var ki uzayın derinliklerine inen, kâinatın gizemini çözmeye çalışan bilim, insanın “Öz”üne yapacağı kısa mesafeli yolculuklarda yetersiz kalabiliyor ya da parçalara bakmayı tercih ettiği için bütünü görmezden geliyor.

 

 

Sağlık Yalnızca Hasta Olmamak mı?

 

Alopatik ilaçlarla ve ameliyatlarla bazı fiziksel sorunları ortadan kaldırabilir. Yöntemleri ağrıların hafifletilmesi açısından hayati önemede sahiptir belki; ancak Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) anayasasının girişinde verilen “Sağlık” tanımı, insan denilen özel varlığın bütüncül sistemine vurgu yapıyor: “Sağlık, sadece hasta ve yasak atolmama hâli değil, fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan iyi olma durumudur.”

 

 

Hipokrat ‘Zarar Vermeyin’ Derdi

 

İnsan vücudunu mekanik bir işleyiş olarak gören bakış açısının yetersizliği anlaşılırken, beden-zihin birliğini ele alan “Bütüncül” yaklaşımlar, resmin tamamını gösteren bir yol haritası sunuyor tıp dünyasına. Bir yanda alopatik tıp, diğer yandan insanın iç eczasından faydalanan bütüncül/alternatif tedavi sistemleri. Kimi beden-zihin üzerindeki değişimle sunuyor çözümü, kimi de başka kadim yollara başvuruyor. Günümüzde ülkemiz dâhil dünyada milyonlarca insan, modern tıbbın sunduğu son moda teknolojik imkânlara rağmen içimize ayna tutan yaklaşımlara yöneliyor.

 

1989 yılında Prof. Dr. Kemal Nuri Özerkan’ın editörlüğünde çıkan Alternatif Tıp dergisi, yakın bir tarihte moda kavramlar arasına giren “Alternatif tıp” terimini o dönemde gündeme getiriyor. Naturopati ve Osteopati uzmanı Leon Chaitow’un dergide yayımlanan yazısında, tıp tarihinde katı kurallarla uygulanan tedavi yöntemlerinin yanında hastalığın doğuşunu ve iyileştirme metotlarını daha farklı bir açıdan yorumlayan alternatif alana dikkat çekiyor. İlginçtir ki her iki yaklaşım da çıkış noktası olarak kendilerine “Tıbbın babası” Hipokrat’ı (MÖ 460-377) seçiyor.

 

Hipokrat’a göre hastalık iç ve dış nedenlerden kaynaklanabilir. Ancak derde deva insanın içinde. Tedavinin odak noktasında, hastalık belirtilerinin yerine, beden, zihin ve ruhun oluşturduğu insanın kendisi bulunur. Öğrencilerine vücudun doğal iyileştirici güçlerine karışmamalarını öğreten ve bu bağlamda hastaya daha fazla zarar vermeyecek yöntemler geliştiren Hipokrat’ın ilkeleri tıbbın camiasında saygıyla anılır, ancak hastaya daha fazla zarar vermeme konusundaki uyarılarının aynı derecede saygı gördüğü söylenemez.

 

 

Hekimlerin ‘Kılıç Salladığı’ Alan

 

Aynı dönemlerde Antik Yunan’da rakip sayılabilecek bir ekol ortaya çıkar. Knidos’ta doğan bu akımda dikkatler insanın Hipokratik görüşle değerlendirilmesinden çekilerek hastalığa yöneltilir. Artık insanoğlu hekimin kılıç sallayacağı bir alan olmuştur. Hastadaki belirgin semptomları değiştirecek ya da bastıracak yöntemlere başvuran bu akım, katı kurallara sahip tedavi yöntemlerinin de temelidir. Baş ağrısı için ağrı kesici almak belirgin bir örnektir bu yönteme. Böyle bir durumda Hipokratik yöntemler ise şöyle işler: Belirtileri ortadan kaldırmak için bitkisel ilaçlar; baş ağrısını arttıracak mekanik bir faktörün düzeltilmesi için osteopatik ya da kiropraktik manipülasyon; stresle daha iyi baş edebilmek için biofeedback, relaksasyon (gevşeme), meditasyon yöntemleri, ağrıyı kontrol etmek ya da vücuttaki enerji dalgalanmalarında oluşan dengesizliği ve stresi normalleştirmek için akupunktur; temelde var olan nedeni anlayabilmek için psikoterapi; rahatsız edici faktörleri ortadan kaldırmak için beslenme rejimi.

 

 

Yalnızca Reçete Yazacak Zaman Var

 

Hipokrat döneminde doktorlar sadece fiziksel belirtileri değil, bölgenin iklimini, hastanın ırkını, cinsiyetini, yaşam biçimini, genel toplumsal ve siyasi koşulları da hesaba katardı. İkinci Dünya Savaşı öncesine dek aile doktorları ailenin tüm üyelerini tanır ve onları yeni ilaçların yanı sıra geleneksel şifalı bitkileri, telkin yöntemlerini de kullanarak tedavi ederlerdi. Savaştan sonra teknoloji insanın aklının sınırlarını aşacak şekilde gelişince doktorlar belirli alanlarda uzmanlaşmaya, psikoterapi ve telkin yöntemini kullanmamaya başladı. Bu artık başka birinin işiydi.

 

Nüfus artışıyla birlikte doktorlar ancak reçete yazacak kadar zaman ayırabiliyor hastalara. Modern tıp kişisel ilişkileri bir yana bırakarak, makineyi onarmaya yönelik mesafeli etkileşimleri tercih eder oldu. Doğu’da, Çin ve Japonya’da ise çok farklı bir yaklaşım karşımıza çıkıyor. Orada insanlar bedeni mekanik değil, enerji sistemi olarak görüyorlar. Bu anlayış Batı’da uygulanan yöntemlerden daha eski, en az 5 bin yıl öncesine dayanıyor.

 

 

Bir Parçamız Diğerinden Farklı mı?

 

Debbie Shapiro Zihin Gücüyle İyileşme kitabında, Batı tıbbında hastanın bir makine olarak görüldüğünü, akupunktur ve bağlantılı tedavi yöntemlerinin hastanın canlı ve sürekli değişim içinde olan bir enerji sistemiyle ilgilendiğini belirtiyor. “Varlığımızın bir parçasının diğerlerinden farkı olabilir mi?” sorusunu yönelten Shapiro, duygularımızın, dışa vurulmayıp daha derinlere inildiğinde, günün birinde fiziksel yolla kendini gösterdiğini ifade ediyor.

 

 

Yüzde 85’inde Sebep Hayat Tarzı

 

Amerikan Bütünselci Tıp Birliği kurucusu Dr. C. Norman Shealy’ye göre, hastalıkların en az yüzde 85’i yaşam biçiminin sonucu. Yüzde 15’i ise çevresel etkenler, genetik etkenler ve sebebi henüz bilinmeyen faktörler. Hastalıkların çevresel etkenleri arasında sosyal ve kültürel etkilenmeler de sayılabilir. Eşiyle birlikte ders vermek için Çek Cumhuriyeti’ne giden Debbie Shapiro, komünist rejimin yeni yıkıldığı ülkede yaygın bir “Ulusal hastalık” olup olmadığını sorar. Çek vatandaşların birçoğu boğaz ve göğüs ağrısından mustariptir.  Görünüşe göre yıllarca duyguların bastırılması Çeklerin sağlığını olumsuz etkilemiştir. Uzun süredir kendi adlarına konuşamıyor hatta soluk alamıyorlardı.

 

 

Işık Doğudan Yükselir

 

Beden-zihin ilişkisini temel alan bütünsel bir yaklaşımla akupunktur, hipnoz ve biorezonans tedavilerini sürdüren Özerkan, Bedenin Efendisi Zihin kitabında ise, “Derin benlik”in araştırılmasında, bilinç ve bilinçle ilgili kavramların anlaşılmasında Doğu bilgeliğinin önemine dikkat çekiyor. Dekartçı Batı yaklaşımının Jung’a gelinceye kadar Doğu’ya ilgisiz kaldığını ve kendi ışığını yeterli gördüğünü ifade eden Özerkan, şu kadim sözü hatırlatıyor: “Ex Oriente Luxus” (Işık doğudan yükselir)

 

 

Kendi Yaşam ‘Reji’miz

 

Bütüncül (holistik) felsefe, tüm varlığımıza önem vermek ve beslemek demek. Beden, zihin ve ruh. Üçünden biri ihmal edildiğinde eksik kalıyor, tam olamıyoruz. Peki, her geçen gün yeni bir boyutuyla karşımıza çıkan zihin gücünü nasıl yönetebiliriz? Özerkan’a göre, bunun için içsesimizin önderliğine gereksinim duyarız. Takip edilecek yolda ilk adım niyeti ortaya koymak. Hemen arkasından hedef belirlemedeki kararlılık önem taşır. Ardından güçlü bir istenç ortaya konmalıdır ki niyet bununla beslensin. Bu zincirin son halkasını ise donanım dediğimiz özellikler yer alıyor.

 

Özerkan’ın sözleriyle dile getirecek olursak, “Kendi yaşam ‘reji’mizi -en azından zihinsel olarak- yapabilme yetisi ve becerisi hepimizin içinde mevcuttur. Ama bu yetiyi ve beceriyi gerçekleştirebileceğimize olan inanç bazılarımız da zayıf olabilir. Yapabilme erkimize olan inanç sallantıya girince de çaresizlik duygusu, öğrenilmiş acizlik duygusuna dönüşür. O muhteşem ‘istiyorum öyleyse yaparım’ mottosu, ‘acaba yapabilir miyim’in ümitsizliğinde erimeye başlar.”

 

İçsel farkındalığın önemini de vurgulayan Özerkan, kendi hakkında olumlu bir kanıya sahip olmanın bedenin direncini sağlamlaştırdığını ifade ediyor: “Zihin ekranında canlandırdığımız tüm olumlu görüntüler beden enerjisinin artmasını sağlıyor.”

 

 

Düşünce Gücüyle Tedavi

 

Varlığımızın gerçeği şu ki bütün ve tam olarak yaratıldık. Bebekken ne kadar da mükemmeldik. Bedenimizin her yanını seviyorduk. Sonra yetişkinleri dinleyerek, gözlemleyerek korkmayı öğrendik, hastalıklarla çevrelendik. Louise Hay, Düşünce Gücüyle Tedavi kitabında haklı bir soru yöneltiyor: “Kendinin ve yaşamın mükemmelliğini bilen minicik bir bebek olmaktan, sorunlarla dolu, az ya da çok ölçüde değersiz ve sevgiye layık olmadığına inanan bir insan hâline nasıl geldik?”

 

 

Öfkelenmiyorum, İçimde Tümör Büyüyor

 

“Bizi yaradan, hayatımız boyunca yetecek nefesi verdiğine göre neden diğer tüm ihtiyaçlarımızı da karşılayacağına inanmıyoruz?” diye soran Hay, düşünce, inanç ve davranış biçimini değiştirmek istediğimizde iyileşmeyecek bir hastalık olmadığını söylüyor.

 

Hay’e göre, olumsuz duygular fiziksel boyutta da ortaya çıkıyor. Baş ağrıları, kendimizi yanlış, geçersiz, değersiz görmekten kaynaklanıyor. Ülser, korkudan başka bir şey değil; ilacı da sevinç. Boğaz, istediğimiz şeyleri söyleyebilme ve kendimizi ifade etme yeteneğini temsil ediyor. Boğazla ilgili sorunlar, bunları yapmaktan korkmak, hakkımızı aramaktan çekinmek, “Ben buyum” deme cesaretini gösterememekten kaynaklanıyor. Boynu tutulan bir insanın, farklı bir açıdan bakmamakta direttiği bir konu olabilir mi sizce? Kanser, çok uzun süreli bastırılmış derin bir kırgınlığın bedeni yeme hastalığı. Woody Allen’ın, Manhattan filminde, kız arkadaşı, Dianne Keaton, onu başka bir erkek için terk ettiğinde hiç tepki vermez. Keaton neden hiç öfkelenmediğini sorar. Allen, “Öfkelenmiyorum, içimde bir tümör büyüyor.” der. Kırgınlığı bitirmekse kanseri bileyene biliyor Hay’e göre.

 

 

Tek Neden: Kendini Sev(e)memek

 

Sürekli kendimizi ya da başkasını eleştirmek, yargılama kromatizma sebebi. Suçluluk duygusu da ima ceza arıyor ve bu arayış da ağrı üretiyor. Hay’e göre, fazla kilolar derin bir içsel sorunun, yani korku ve korunma ihtiyacının dışa vurumu. Formülü de veriyor: “Yapılması gereken tek rejim, düşünsel rejim. Tüm enerjimizi, her şeyin nedeni olan sorunu ortadan kaldırmaya yöneltebiliriz, ‘kendini sevmemek’ sorununa.”

 

Yakalandığı kanseri bu değişim sayesinde atlattığını aktaran Louise Hay, Tüm Hastalıkların Zihinsel Nedenleri adlı kitabında ise bir rahatsızlığı kalıcı bir biçimde ortadan kaldırabilmek için önce ona neden olan zihinsel sebebi çözmek gerektiğini vurguluyor. Beden de en çok rahatsızlığa neden olan düşünce kalıplarının “Eleştirme, kızgınlık, içerleme ve suçluluk” olduğunu ifade eden Hay, tedavi içinde her hastalığa göre “olumlayıcı” düşünce kalıplarını tavsiye ediyor. Geoffrey Cowley, Newsweek dergisindeki yazısında, insanların utandıklarında yüzlerinin kızarmasına, korktuklarında kalplerinin hızla atmasına, kötü bir haber aldıklarında tüm sistemlerinin bir süreliğine iptal olmasına şaşırmadığını, yalnızlık ve üzüntü gibi zihinsel kavramların da bedenleri üzerinde etkileri olduğunu kabullenmeye hâlâ yanaşmadıklarını vurgulamıştı. Son derece haklıydı.

 

 

İnsan Dokuz Yüz Kat…

 

Oysa mana arayışımızda eksik ya da hasarlı yanlarımızı haber veriyor hastalıklar. İçimizde bir şeylerin yolunda gitmediğini söylüyor, kendimize nasıl baktığımızı gösteriyor. Mevlâna’nın, “Ey insan-ı kâmil! O senin muazzam varlığın, belki dokuz yüz kattır; dibi, kıyısı olmayan bir denizdir. Yüzlerce âlem, o deniz de gark olup gitmiştir!” sözleriyle seslendiği bir hazine insan. “Nefsini tezkiye eden (arındıran) kurtuluşa ermiştir.” ayeti de bu hazineye giden yolda ışık tutuyor aramaya talip olana.

 

Kendimizin ne kadar farkındayız ki tezkiye edeceğiz? Kendini bilmeyen/bilmek istemeyen, içindeki dünya ile yüzleşmekten çekinen insanları hangi ilaç iyileştirebilir? Hangi ameliyat, derinlerimizde dal budak salmış nefret ve korkuyu çıkarıp, duygusal bağışıklık sistemimizi güçlendirebilir? Parça parça birbirine tutuşturulmuş mekanik bir cihaz mı insan denilen varlık, yoksa kıymetli “Tek” bir bütün mü? Çare dışarı da bir yerler de mi, yoksa en derunumuzda bağdaş kurmuş usulca keşfedilmeyi mi bekliyor? Sağlığımızın modasına kim karar veriyor?

 

 

Kabuğuna Sıkışma Sancısı

 

Mustafa Merter Dokuz Yüz Katlı İnsan kitabında nefes kelimesinden türeyen “Nefs”in, “kendi kendisinin farkında olan varlığın, yani insanın aslı, zatı anlamını kazandığını” dile getiriyor. Bizse antidepresan çağında yaşıyoruz. Stres altındaki gerilimli insanların rahatsızlıklarını yatıştırıcı ilaçlarla gidermeye çalışmak, “Kendinin farkında olma” gerçeğini göz ardı etmek demek. Bir de insanı özel/tek bir varlık olarak görmek yerine, son yılların moda tabiriyle “Kitle” içine sıkıştırıp milyonlarca kişiyle aynı elbiseyi giymeye zorlamak da demek.

 

Batı dillerinde “Varolmak” anlamında kullanılan “Existence” tabiri Latinceden gelir ve “Kabuğundan dışarı çıkma” anlamını taşır. Peki ya o başı ağrıyan, boğazı sızlayan, kederinden kanser olan insan, kabuğundan dışarı çıkamamanın sancısını yaşıyorsa?

 

Niyazi Mısrî’nin dediği gibi:

Dermân aradım derdime

Derdim bana dermân imiş

Bürhân aradım aslıma

Aslım bana bürhân imiş…

 

Elvide DEMİRKOL – Gazeteci

 

 

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio