Cannes Film Festivali yolculuğunda, Oyuncu Umut Karadağ: “Yakın çevreme biz bir rüyaya uçuyoruz dedim”

Şeyma Ercanlı Yazar: Şeyma Ercanlı 2 Ağustos 2021

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

Semih Kaplanoğlu’nun “Bağlılık Hasan” filmi 74. Cannes Film Festivali’nde gösterilmesi ülkemiz sinemasına tekrardan büyük gurur yaşattı. Filmin başrol oyuncularından Umut Karadağ ile filmin çekim aşamalarını ve festival sürecini konuştuk. Umut Karadağ, festival yolculuğu için yakın çevresine, “Nice havaalanına uçmadan önce arkadaşlarıma ve eşime ‘biz bir rüyaya uçuyoruz’ dedim.” diyor.

Cannes Film Festivali yolculuğunda, Oyuncu Umut Karadağ: “Yakın çevreme biz bir rüyaya uçuyoruz dedim”

Umut Karadağ Kuruluş Osman, Zümrüdüanka, Vatanım Sensin, Asmalı Konak gibi birçoğumuzu ekranlara kilitleyen yapımda rol alan tiyatro kökenli ve tiyatroya gönülden bağlı bir isim. Sinema, TV yapımları ve tiyatrolarda aldığı rolü izleyene tam olarak hissettirmesiyle tanınıyor. Umut Karadağ aynı başarısını en son olarak Semih Kaplanoğlu’nun “Bağlılık Hasan” filminde Hasan rolüyle gerçekleştirdi. Umut Karadağ ile festival sürecinde yaşadığı tecrübeleri ve meslek hayatını konuştuk.

Umut Bey, ayağınızın tozuyla Cannes Film Festivali’nden geldiniz. Festival nasıl geçti öncelikle, izlenimlerinizi aktarır mısınız?

Cannes’a gitmeden önce çok tedirgindik. Pandemi yüzünden kurallar ve yönetmelikler sürekli değişiyordu. Son bir hafta kalıncaya kadar, gidiyoruz- gidemiyoruz arasında gittik geldik. Gitmek heyecan verici, gidememek üzücü olacaktı. Sonunda gitmemiz netleşince hazırlıklara başladık. Nice Havaalanına uçmadan önce arkadaşlarıma ve eşime ‘biz bir rüyaya uçuyoruz’ dedim.

Tüm kontrollerden geçip Nice’e indiğimizde heyecanlanmıştık.  İnsanın algısını değiştiriyor yapılar, atmosfer, yaşam biçimi… Tabii tüm dünyadan oyuncular, yönetmenler, yapımcılar geliyor. Onlarla tanışma, konuşma fırsatınız oluyor. Dünya sinemasına dair çok büyük bir yelpazeden film izleyebiliyorsunuz. Her açıdan mükemmeldi.

Çok çalıştım ve “Semih Kaplanoğlu Okulundan” mezun oldum

Festival’de “Belirli Bir Bakış” bölümünde yer alan 38 filmden biri olan Bağlılık Hasan’da başrol aldınız. Nasıl bir duygu? Meslek hayatınızda bu tecrübeyi nasıl tanımlarsınız?

Sevgili yönetmenime beni filmdeki başka bir rol için gösterirlerken, “Hayır. Ben bu oyuncuyu Hasan için istiyorum” demiş. Birkaç görüşmeden sonra bana, “Sana başrol teklif ediyorum” dedi. Kulağa çok hoş gelse de bununla birlikte çok zorlu bir yolculuğa çıkardığını da ima eden bir cümle kurdu. Elbette çok sevindim. Artık kariyerimin yönü daha iyi bir yere evriliyordu.

Rolün, filmin, hocamın (Yönetmenim Semih Kaplanoğlu’nun) istediklerinin hakkını vermek zorundaydım. Çok çalıştım ve “Semih Kaplanoğlu Okulundan” mezun oldum.

Uluslararası Festivallerde yerli yapımların yeteri kadar temsil edildiğini düşünüyor musunuz?  

Semih Kaplanoğlu dışında da değerli yönetmenlerimiz var. Ümit Ünal gibi, Nuri Bilge Ceylan gibi, Fatih Akın gibi… Daha çok olsa daha iyi elbette…

Filmin hazırlık ve çekim aşamasına gelelim. Semih Kaplanoğlu ile çalışmanız nasıl başladı? Nasıl ilerledi?

Anlattığım gibi, bir tesadüf eseri mi, kaderin güzel bir cilvesi mi? Semih Hocaya beni başka bir rol için gösterirlerken, “Hasan bu oyuncu” demiş ve beni çağırtmış. Sonra dört kere daha buluştuk. En sonunda el sıkışarak yeni ve zor bir film serüvenine girdik. Semih Hoca,  metod oyunculuğuyla çalışmayı seviyor. Her anın gerçekten “gerçek” olmasını istiyor. Duygu ya da anlam adına bir “an” dahi boş olamaz.

Meslek hayatına daha “anne karnında” başlıyorsunuz. Aileniz sanatla iç içe ve sizin için “sektöre bir sıfır ön de başlayanlardan” diyebilir miyiz? Biraz mesleğe başlama serüveninizden bahseder misiniz?

Evet, ben tiyatronun içinde doğdum. Babam, hem tiyatro profesörü hem de Ankara Deneme Sahnesi’nin başkanıydı. Deneme Sahnesi’nde onlarca oyun yönetmiştir. Babam Ünal Akpınar’ın yazdığı “Bozkır Dirliği” oyununu yönetirken yani provalar ve oyun zamanlarında annem bana hamileymiş…

İlkokul mezuniyetimizde de babamın yazdığı “Memiç Dayı” oyununu oynamıştık.

Sonra lisede tiyatro çalışmaları ve Ankara Deneme Sahnesi’nde “Bozkır Dirliği” oyunuyla ilk büyük sahne deneyimim.

Sonra A.Ü Dil Tarih ve Coğrafya Üniversitesi Tiyatro/Oyunculuk bölümü ve Devlet Tiyatrosu… Yoğun gitmiş.  

Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nun açtığı sınavı kazanıyorsunuz ve 1995 yılında bölgeye gidiyorsunuz. 90’lar politik olarak zorlu bir dönem ve siz sanatla tüm bölgeye ve Anadolu’ya Shakespeare, Aziz Nesin, Kafka, Nazım Hikmet, Güngör Dilmen oyunları ile gidiyorsunuz. Çok unutulmaz anılar biriktirmiş olmalısınız? Bize biraz bahseder misiniz?

Diyarbakır Devlet Tiyatrosunda Nazım Hikmet’in yazdığı “Yolcu” adlı oyunu oynuyorduk. Gürol Tombul yönetmişti.

Oyun çok sert kış ayında geçiyor ve kostümlerimizde o soğuğu iyice hissettirebilmek için inanılmaz kalın kılıklardı.

Antalya’ya turneye gittik. Kaş Açıkhava tiyatrosunda temmuz ayında akşam oynayacağız oyunu. Oyun gerçekçi şekilde sahnelendiği için her şeyin olabildiğince gerçeğe yakın olması lazım. O günde çok etkili bir rüzgâr var. Oyun tren garında çekiliyor. Ben de oyunun yönetmen yardımcısıyım ama rüzgâra laf geçmiyor. Bizim tren garı uçup gidecek neredeyse… Teknik ekip çok zor tutuyor dekoru.

Oyun başlamasına yakın, giydik kostümleri. 27-28 derece Antalya sıcağını hayal edin ve bizim kalın kışlıkları.

Oyunda sürekli üşeme gestus’ları yapmamız gerekiyor ama bırakın üşeme taklidi yapmayı, sıcaktan paralize olmuş şekilde kendimizle boğuşuyorduk. Seyirciler gayet doğal olarak şort, terlik, atlet gelmişlerdi ve buna rağmen hava onlara bile sıcaktı. Oyunu buharlaşmadan nihayetinde sona erdirdik. Ama maalesef seyirci üşüdüğümüze inanmadı.

“Oyuncunun er meydanı tiyatro sahnesidir”

Tiyatro, sinema, TV yapımları hepsinde imzanız var. Oyuncu olarak vazgeçilmeziniz hangisi? Yoksa hepsinin değeri birbirinden farklı mı?

Elbette önce tiyatrocuyum… Kamerayla biraz daha sonra tanıştım ama kamera beni sevdi, ben de kamerayı. Oyuncunun er meydanı tiyatro sahnesidir bence. Bununla birlikte sinemayla ya da TV yapımlarıyla daha çok kişiye ulaşabiliyorsunuz. Hepsinin değeri ayrı elbette… Hepsi çok kıymetli…

Pandemi dönemi birçok sanatçıyı farklı yönde etkiledi. Evlere kapandığımız, özümüze belki varoluşumuzu sorgulamaya yöneldiğimiz olağanüstü dönemlerde siz neler yaptınız? Sanat hayatınızı bu durum nasıl etkiledi?

İlk zamanlar ben de eve kapandım. Hatta korkudan gelen bir-iki teklifi reddettim. Başlarda çok zorlandım ama kitap okuyacak kadar odağımı toplayınca epey bir kitap biriktirdim. Daha da sırada çok var. Elbette film ve dizi kurdu olduk. Sonra temmuz ayında gelen teklifi kabul ettim ve çalışmaya başladım. O beni daha fazla delirmekten kurtardı.

Türk sinemasında hep kötü rolle başlayan kötü rollerde, iyi rolle başlayanlar iyi rollerde devam ediyor. Aslında rolün sanatçıya yapışması gibi bir durum oluyor. Sizi “sert adam” rollerinde sıklıkla görüyoruz ama komediler de başarınız yadsınamayacak kadar güçlü. Bu iyi oyunculuk ve role kendini kaptırmakla yıkılabilecek bir tabu mu?

Evet, yıkılabilir. Mesela “Bağlılık Hasan” filminde beni hiç görmediğiniz gibi izleyeceksiniz. Göz eğer görüyorsa anlıyor, bakıyorsa geçiyor.

Sinema sektöründe dijital platformlarla bir dönüşüm yaşanıyor. Artık telefonlarımızda birçok uluslararası yapıma ve ödüllü filmlere ulaşabiliyoruz. Bu platformlarda yer alan Türk yapımı çalışmaların sayısı da her geçen gün artıyor. Sizce bu durum sanat hayatımızı nasıl etkiler? Uluslararası alanda Türk sinemasının geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?    

Dijital platformları destekliyorum. TV yapımları ve filmler adına hatta geleceği onlarda görüyorum. Film sektörümüze de çok olumlu katkılar yapacağını öngörüyorum. Tüm zorluklara rağmen Türk Sinemasının çok iyi yerlerde olduğunu görüyorum. Usta yönetmenler, senaristler biraz daha desteklenirse, aşamayacağımız yükseklik çıtası kalmaz.

Eklemek istedikleriniz…

Bu güzel röportaj için çok teşekkür ederim. Umarım keyif almışsınızdır. Hoşça kalın.

Şeyma Ercanlı

Şeyma Ercanlı

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio