Caner Karavit’in resim sergisi sanatseverlere açıldı

Nida Çelebi Yazar: Nida Çelebi 8 Nisan 2021

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

Ressam, Mimar Sinan Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Caner Karavit’in “Manzara Tapınakları” adlı resim sergisi, Bakraç Sanat Galerisi’nde 2 Nisan Cuma gününden itibaren sanatseverlerle buluştu.

Caner Karavit’in resim sergisi sanatseverlere açıldı

41. yılını kutlayan Bakraç Sanat Merkezi, birbirinden önemli sergilere ev sahipliği yapıyor.

 

Bakraç Sanat Merkezi, Bilge Koloğlu tarafından ilk kez 1979 yılında Cihangir’de açıldı. Pek çok sanatçının eserine ev sahipliği yapan galeri, 1986’da kapandı. 13 yıl sonra Kozyatağı’ndaki tarihi bir köşkte yeniden faaliyetlerine başladı
Sanata ilgi duyan herkesin ziyaretine ve katılımına açıktır. Galeri ve atölye çalışmalarına ek olarak sanat kültürü seminerleri düzenleniyor.
Sanat dünyamıza sunduğu çeşitli hizmetlerle bir kültür merkezi niteliği taşıyan galeri, ünlü Reşat Paşa Konağı’nın hemen arkasında, tek katlı bir köşkte faaliyet gösteriyor

 

 

Yanan Dağlar
 

MEKAN

 

Bir zamanlar, gök yasalarına karşı çıkılarak ölümsüzlük iksiri yapıldığı için göklerde ortalık karışır ve iksirin yapıldığı fırın tekmelenerek dağıtılır. Fırının kızgın korları sekiz parçaya bölünerek, gökyüzünden çölün kıyısındaki dağların yattığı yere düşer. Bu nedenle, buralara “Yanan Dağlar” denir. Bu dağlar, yıl boyunca çok sıcaktır ve susuzluk nedeniyle buralarda seyahat etmek ölümcüldür. Seyyahlar, tüccarlar yanan dağların topraklarına girdiklerinde, dağın kavurucu sıcağı yolları keser ve bu coğrafyanın zorlu yolları tükenmek bilmez.

 

ZAMAN

 

Kadim Okyanusya inancında, kertenkelelerin kötü ruhların insanların bedenlerine girdiği ve hayati organlarını tükettiği, bu yüzden de ölümlere neden olduğuna inanılır. Kızılderili folklorunda ise, oynadıkları olumlu rollerle inanış kültünde ikircikli simgeye sahiptir. Yunan mitolojisinde ise farklı yorumlanır: “Demeter, kızı Persephone’yi gün doğumundan gün batımına kadar arayıp bulamamıştı. Yorgundu ve susamıştı, tesadüfen küçük bir kulübe görüp kapısını çaldı. Kapıya yaşlı bir kadın çıktı ve susayan Demeter’e su getirdi. Demeter, su içerken, şımarık bir çocuk [Ascalabus] onunla alay etti. Annesinden bir fıçı su daha getirmesini istedi. Buna kızan Demeter, onun üzerine su sıçrattı. Çocuğun yanaklarında lekeler ortaya çıktı ve bir kertenkeleye dönüştü. Gözyaşları içinde kalan şaşkın kadın, değişen yaratığa dokunmak için eğilir ama Ascalabus saklanmak için bir delikten dağlara kaçar”. Zaman, Ascalabus için iki kez değişmiştir, artık insana ve yer cinslerine göre zamanının çoğunu güneşte geçirmek zorundadır. Gün doğar doğmaz zaman durur, güneşli mekanlara dönüşür. (1450 metrede yaşayan kertenkeleler, 250 metrede yaşayan kertenkelelere göre zamanlarının en az % 50’sini güneşte geçirmek zorundadır)

 

 

 

Hayaletler Gemisi

MEKAN

…tapınakların doğu bahçesinde bir cennet tapınağı bulunur. O çevresinde hareket eder ve hiçbir zaman aynı yerde değildir. İnsanlar onun sadece sessiz müziğini duyarlar. Burada, Tanrılarla haberleşen bir kahin yaşamaktadır. Bu nedenle, Tanrıların sık sık sarp kayalıklar arasında gelip gittikleri görülür. Hepsi kuştüyü elbiseler içerisindedir ve öğünleri için ölümsüzlük iksiri hazırlarlar. Yerel halk onların ölümsüz olup olmadıkları hakkında bir fikre sahip değildir. Bu nedenle; onları hayalet, burayı da hayaletler gemisi olarak isimlendirdiler.

 

ZAMAN

 

Akbabalar, çeşitli mitolojilerde hem iyi, hem kötü olarak simgelendiler. Neolitik dönemin ölüler kültünde, akbaba hem astral uçuşun, hem de ruhun ölümü sonrasında gökyüzüne göçün bir simgesi olarak kullanıldı. Anadolu ve Yakın Doğu’nun erken kültürlerinde ise, merhumun bedeninin akbabalar ve diğer leş kuşları tarafından ekskarne (Tibetçe bya gtor, etten kemikten ayırma veya bedenin elden çıkarılması) için bırakıldığına inanılmaktadır. Akbaba imgesi onlar için merhumun ruhunu çıkarmaktan sorumlu bir Tanrı formunu temsil eder. Tibetli Budistler, İran ve Hindistan’daki Zerdüştler tarafından hala uygulandığı gibi, ölünün gökyüzüne gömülmesini temsil etmektedir. Akbabalar sadece ölümle değil, yeniden doğuşla da ilişkilendirilmiştir. Bu nedenle, birçok Tanrı akbaba kanatlarına veya yüzlerine sahip olmuştur. Akbabaların ölüleri tüketmesi nedeniyle, yaşamın ve ölümün dengesini düzende tuttuklarına inanılır. Bu nedenle, yaşam ve ölüm arasındaki doğrusal zaman akışı ortadan kalktığında, akbabalar etten kemikten yapılmış olan zaman boyutunu da gökyüzünün uzamına gömerler.

 

 

Efsanelerini Arayan Kökler

 

MEKAN

 

“…kimi roman mekanları vardır: Fanatik okurlar, bunların nerede olduğunu saptamaya çalışır, pek başarı sağlayamazlar. Kimi zaman da, gerçek yerlerden esinlenen roman mekanları vardır; okurlar buralarda sevdikleri kitapların izlerini bulmaya çalışırlar.” der Umberto Eco. Resimler de öyle değil midir? Kiminin mekanı gerçekliğine rağmen içine girmemize izin vermez, bizi dışarıda tutar. Kimi ise, kurmaca olduğunu bile bile buna razı olan izleyicisinde bir şeyler arama isteği uyandırır. Bu kurmaca mekanlar önce inanma arzumuzda kök salar, sonra giderek imgemizde efsaneleşir. Efsanesinden bağımsız kökleşen inanma arzumuz, imgenin derin labirentinde efsanelerini aramaya koyulur.

 

ZAMAN

 

Baykuş da kadim mitolojilerde yer aldığı ikircikli rollerden nasibini almıştır.
Yunan mitolojisinde bir baykuş geleneksel olarak Athena’yı temsil eder. Bilgi, bilgelik, azim sembolü olarak kullanılmıştır. Kızılderili kültüründe ise, eğer birisi baykuşunkine benzer bir ıslıkla cevap verir ve geri cevap almazsa, kısa bir süre sonra öleceğine inanılırdı. Bilgelik ve aydınlık, ölüm ve karanlık ikileminde baykuş, gün ışığındaki uysallığı nedeniyle “kör olan”, güçlü gece görüşü nedeniyle de “karanlığın bekçisi” olarak anılır. Karanlığın bekçisinin mesaisi başladığında, zamana dair görülebilir tüm izler geceyle birlikte yok olur. Karanlık zamanı bütünleştirmiş, tek parça yapmıştır. Ancak, bekçinin “mor ışık görüntüsüne” sahip güçlü bir silahı vardır. Bu silah en küçük ışığı bile kimyasal sinyale çevirir, kendini herkesten saklayan zamanın tüm ayrıntılarını ortaya çıkarır.

 

 

Periler Vadisinde Kuşluk Vakti
 

MEKAN

 

John Berger: “kayalar arazinin başlıca figürleridir, kimlik kazandırır ve odaklanmaya yardım eder. Bölgenin kimliği, ruhudurlar. Terime hakkını vermek istersek kaya yüzleridir onlar.” derken periler vadisini işaret eder sanki. Kayalar belirli bir biçimi dayatmaz, ama ışık ve gölgelere göre yüzünü değiştirir, anlamın sınırlarında dolaşır. Kuşluk vaktiyle başlayıp gün batımına dek süren yüz ifadelerinin değişimleriyle ortak buluşma noktası yoktur artık.

 

ZAMAN

 

Bazı Kızılderili kabileleri genellikle köstebekleri hastalık veya ölüm alametleri olarak görürken, bazı kabileler ise iç dünyanın koruyucusu olarak kabul eder ve içe bakma yeteneğini temsil eder. Aynı zamanda yeraltının Avcı Tanrısı’dır, ekinleri köklerindeki hastalıktan koruduğu söylenir. Periler vadisinin çiftçisi de bunu bilir mi, bilinmez. Bir zamanlar, bir çiftçi Perili Vadi’nin karla kaplı geniş patates tarlası üzerinde yolunu kaybeden bir yavru köstebek görür. Karın üzerinde şaşkın şaşkın beklemekte olan bu küçük köstebeği yakından görmek için elindeki küreğin üzerine alır. Gözleri belli olmayan yavru köstebekle bir an göz göze geldikten sonra, onu yere usulca bırakır. Önce kalın kar tabakasında oyuk açar, sonra donmuş toprağı güçlükle kazarak, köstebeği yeraltına ulaşabilmesi için çukura bırakır. Çiftçiyle, yetiştirdiği ürününün baş düşmanı olan köstebek arasındaki bu tezat ama sıcak ilişkinin bir süre sonra karşılığı gelir. Bir sonraki ekim yılında çiftçi artık bir aileye sahip olup kök salmak ister. Umutsuzca bir kadına aşık olur, ama kadın onun farkında değildir. Aşk acısı çeken çiftçinin inlemeleri yeraltına, kurtardığı köstebeğe kadar ulaşır. Köstebek yeryüzüne çıkar ve ne olduğunu sorar. Çiftçi tüm hikayeyi anlatır. Köstebek ona yardım edeceğini söyler ve tekrar yeraltına girer. Yer yatağında yatmakta olan kıza yaklaşarak kalbini çalar ve çiftçiye verir. Kadın uyandığında karşısında gördüğü çiftçiye aşık olur ve evlenirler. Böylece köstebek, çiftçinin yaşama kök salmasında yardımcı olur. Çiftçinin doğrusal giden yaşamsal zamanına müdahele etmiş, döngüsel bir zamana çevirmiştir. Çünkü, soyun köklenmesi döngüsel bir zamandır. Ve bu döngüsellik yeraltı ve yerüstündeki devinimle durmaksızın sürer gider.

 

 

Girdapta Saklı Yazgı

 

MEKAN

 

Balıkçı vadiden aşağıya üç basamaklı ters yöne akan şelalenin olduğu küçük akarsuya doğru iner. Islak ve yosun tutmuş kayalığa oturarak, oltasını hazırlamaya koyulur. Olta ucuna kalın bir hamuru geçirirken, bir ara gözü aşağıda hızla dönmeye başlayan girdaba takılır. Bu küçük su kaynağında böyle güçlü bir girdabın varlığını, içindeki hız arzusunun ortaya çıkmasına bağlar. Ancak, bu güçteki bir girdabı destekleyen sadece arzusu değildir, diğer bir girdabın hareketi de vardır. Zıt yöne dönen eşit yoğunluktaki bu iki girdap, birbirlerine eşit büyüklükte ve özdeş yönde hız vererek daha da hızlanmaktadırlar. Ancak, bir müddet sonra dönme hareketi değişmeye başlar. Balıkçı oltayı bırakıp, bu iki girdabın tekrar ilk andaki gibi ters yönde dönmeleri için müdahaleye karar verir. Ancak, geç kalmıştır. Artık aynı yöne dönmeye başlayan iki girdap, onları ayıran mesafenin tam ortasında birbirlerini yavaşlatmaya başlar.

 

ZAMAN

 

Su alanının en derin bölgesinde ve girdap bölgesi önünde en büyük balık yoğunluğu oluşur. Girdaplar bölgesinde, farklı sınıflara ait balık sayısı nehrin diğer kısmına kıyasla ortalama 2,5 kat daha fazladır. Girdap bölgelerine büyük balıklar hakimdir. Balığın boyut yapısına ek olarak, girdaplarda hayatta kalabilme stratejisine sahip olan 10 cm’den küçük bireyler de bulunur. Altın Balık da bu girdaba direnen canlı gruplarının başında gelir. Altın Balık’ın başrol oynadığı tüm öykülerde servet hırsı bir girdap gibidir, ihtirasa kapılanı yutar. Her öyküde, altın balığı yakalayanlarla, ona sahip olmak isteyenler hep düşmana dönüşmüştür. Aslında, her ikisi de aynı merkeze ve dönüş yönüne sahip olan iki girdap gibidir. Hızla dönen bu girdapların öndeki halkasının çapı artarken, dıştaki halkaya uyguladığı hız nedeniyle yavaşlayacaktır. Bu arada, dıştaki girdabın çapı küçülecek ve öndeki halkadan iç girdaba geçecektir. Yani, her iki halka da yer değiştirecek ve tüm süreç tekrar edecektir. Zaman döngüsü sadece yaşam ve ölüm arasında hüküm sürmez. İster saat yönü tersi olsun, ister saat yönü olsun hiç bir döngü karşısındakinin hareketinden bağımsız değildir.

 

 

Ozanın Kaçak Yolculara Türküsü

 

70’li yılların ortalarında liseli yıllarımın çoğu Ankara’nın Teknikokullar bölgesinde geçti. Her sabah evden okula ulaşmak için erken saatlerde trene yetişir, Hindistan’dakilere benzer salkım saçak yolculuktan sonra Çiftlik durağında inerek, o zamanki okulum Motor Teknik ve Meslek Lisesi’ne koşturarak derse yetişirdik. Sadece ben değil, Ankara’nın çeşitli yerlerinden gelen öğrenciler de aynı trende yolculuk yapardı. Özellikle, sabah 07.00 treni ağırlıklı olarak demiryolu, traktör fabrikası işçileri ve öğrencilerle hınca hınç dolar, tren benim durağa geldiğinde, ya kapıda (eğer şanslıysam) ya da iki vagonun arasındaki demir tamponların üzerinde yer bulabilirdim. Kapıya (tek ayak, tek kolla) asılarak gittiğimde biraz daha güvende hissederdim kendimi. Eğer, vagonların arasında yer bulabildiğimse, daha tehlikeli bir yolculuk olacağından bir an önce Ankara Gar’ına yarmak isterdim. Gar’a vardığımızda demiryolu işçileri iner ve kalabalık nispeten azalırdı. Ankara kışının sert ve kuru soğuğunda tren yolculukları daha zorlu hale gelirdi. Kapının ya da vagon aralarında tutunabildiğimiz demirlere soğuktan elimiz yapışır, rüzgarın da katkısıyla Gar’a gidinceye kadar elimiz hissizleşirdi. Ancak, elimin demire yapışması bir yandan da içimi rahatlatırdı, böylece aşağı düşmeyeceğime kendimi inandırır ve rahatlardım. Bu yolculuklar sırasında (sayısını hatırlamıyorum) hareket eden trenin demirlerine tutunamayıp raylara düşünlerin arasında; ayağını, kolu kaptıranları ve hatta ölenleri hatırlıyorum. Tanık olduğum bu olaylarda, düşenlerden sadece tek bir kişi sağlam kalabilmişti. Genç bir adam tren hareket halindeyken raylarla duvar boşluğu arasına düşmüş ve biz de onun dehşet içindeki bakışlarıyla göz göze gelerek üzerinden geçip gitmiştik. Bu salkım saçak yolculukların en unutamadığım kısmı ise Neşet Ertaş’ın türküleridir. Vagon aralarındaki yolculuklarımızı, işçilerin olmazsa olmazı pilli radyolarından yayılan TRT kanalındaki Neşet Ertaş türkülerini dinleyerek yapardık. Kalabalıktan kapanamayan vagon kapılarının aralıklarından süzülüp gelen bu türkülerin tiryakisi olmuştum. Onun türküleri yolculuklarımızda direncimiz olmuş, güç vermiştir bize. Türkülerini bugün bile dinlediğimde, avucumda buz gibi bir demir hissederim. İçimde ise hala bilemediğim sıcak bir hüzün yaratır…

 

 

Ustam İpek Yolu: Kyoto
 

Resmin kompozisyon alt yapısı için, Edo döneminin Ukiyo-e sanatsal tarzından ilham alınmıştır. Konusunun geçtiği kent olan Kyoto, Japon kültürünün ve siyasetinin en önemli başkentlerinden birisi ve odak noktası olması nedeniyle seçilmiştir. Japonya’nın İpek Yolu güzergahına hiçbir zaman dahil olmamasına karşılık, 18. yüzyılda bu güzergaha katılmak üzere proje oluşturmaları nedeniyle seriye dahil edilmiştir. Resimdeki mekan, klasik Japon bahçeleri arasında en çok tanınan tarzıyla Zen bahçesi ya da Kuru Bahçe’dir. Uzak Doğu düşünce sistemi bağlamında, bu serinin diğer resimlerinde olduğu gibi zamanı uzama dönüştürmek üzere mekan ters olarak tasvir edilmiştir. “Ustam İpek Yolu” koleksiyonunun tüm resimlerinde, ressamın kendisi ustaların çırağı olarak temsil edildi.

 

 

Ustam İpek Yolu: Xi’an

 

Bu resimde, tarihi İpek Yolu’nun başlangıç noktası olan Çin’in Xi’an kenti, şehrin dünyaca ünlü simgesi Yeraltı Ordusu’yla temsil edilerek betimlenmiştir. Resimdeki tüm karakterler bu tarihi sitenin kazılarından çıkan figürlerdir. Resimde, Yeraltı Ordusu’na ait figürler ters dönmüş mekanlarında Çin kültürünün dört sanatından birisi sayılan ve kökleri eskiye dayanan Mahjong strateji oyununu oynamaktadırlar

 

 

Ustam İpek Yolu: Dunhuang

Dunhuang tablosu ağırlıklı olarak Mogao mağara tapınaklarındaki duvar resimlerinden etkilenir. Yani, mağara tapınaklarının ressamları bu seriyi yapan sanatçının ustası olarak ima edilir. Aynı zamanda Çin Seddi’nin başlangıç noktası olan Dunhuang, bir kavşak ve giriş olarak hizmet veren İpek Yolu’nun en önemli şehirlerinden biridir. Buna ek olarak, şehir Budist sanatının en büyük merkezidir. Bu resimde, geleneksel Uzak Doğu sanatlarında etkili olan Antik Çin düşünce sistemi göz önünde bulundurarak doğrusal zamanın uzama dönüştürülmesi hedeflenmiştir. Buna göre, mekan kompozisyonda ters olarak tasvir edilmiştir. “Ustam İpek Yolu” serisinin tüm resimlerinde, ressamın kendisi resimlere çırak olarak betimlenir.

 

 

Ustam İpek Yolu: Kaşgar

İpek Yolu’nun güzergahında olan Kaşgar’ın kompozisyonu ve içeriği esas olarak zamanın Orta Asya göçebe yaşamından etki almıştır. Bu yörenin sanatçısı ve 14-15. yüzyılda yaşamış olan Mehmed Siyahkalem, bu seriyi yapan sanatçının ustası olarak görülmektedir. Kaşgar, İpek Yolu’nun Çin’den Orta Asya’ya açılan kapısını oluşturmaktadır.

 

 

Ustam İpek Yolu: Pencikent

 

Bu tabloda, Pencikent’ın saray duvar resimlerinin sanatçıları İpek Yolu ustalarından birisi olarak betimlenmiştir. Göktürk İmparatorluğu döneminde özerk bir bölgede yaşayan Soğdlu ressamlar tarafından yapılan bu duvar resimleri, bugün St. Petersburg’daki Hermitage Müzesi’nde sergilenmektedir. Figürler ve içerik, kadim Pers destanı olan Şahname’den esinlenmektedir. Bugün Tacikistan sınırları içerisinde kalan Pencikent, İpek Yolu üzerinde yer alan hareketli bir Soğd ticaret merkeziydi.

 

 

Ustam İpek Yolu: Horasan
 

İpek Yolu koleksiyonunun bu eserinde Pers minyatürünün en önemli sanatçılarından biri olan Rıza Abbasi usta olarak tasvir edilmiştir. Bir Fars aşk hikayesini anlatan resimde, konunun odağı sağ taraftaki figürlere yaslanmıştır. Birçok sanat okuluna ev sahipliği yapmış olan Horasan, İpek Yolu’nun Orta Asya’dan Pers kültürüne açıldığı yerdir.

 

 

Ustam İpek Yolu: Edirne

İpek Yolu serisinin bu resmindeki usta, Osmanlı döneminde başkent olan Edirne’nin müzikle terapi merkezi kütüphanesinde bulunan kitap minyatürlerinin ressamıdır. Bu tıp kitabı minyatürlerinin kaynağı Fatih Kütüphanesi’ndeki Şerefettin Sabuncuoğlu’na ait Cerrahiyetü’l-Baniye’dir. Ana figürler ve sağ alt köşedeki gizli melek bu illüstrasyonlardan esinlenmiştir. Edirne, Osmanlılar için bir süre başkentlik yapan önemli bir kültür ve siyaset merkeziydi ve İpek Yolu’nun Anadolu’dan Avrupa’ya açılan son noktasıydı. Bu resimde, geleneksel Uzak Doğu sanatlarında etkili olan Uzak Doğu düşünce sistemi göz önünde bulundurarak zaman boyutu uzama dönüştürülmüştür. Buna göre, mekan kompozisyonda ters olarak tasvir edilir. Ustam İpek Yolu serisinin tüm resimlerinde, sanatçının kendisi dönemin ustalarının çırağı olarak betimlenmiştir.

 

 

 

CANER KARAVİT

1960 Edirne’de Doğdu

1978 Ankara Motor Teknik Lisesi’nden mezun oldu

1986 Mimar Sinan Üniversitesi Grafik Bölümü yüksek lisans programından mezun oldu

1990 Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne araştırma görevlisi olarak girdi

1997 Yardımcı Doçent oldu

2001-2007 Eğitim-öğretim yılları arasında Yeditepe Üniversitesi’nde dışarıdan öğretim üyesi olarak Temel Sanat Eğitimi derslerini verdi

2003 Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Temel Eğitim Bölümü’nde doçent oldu

2003-2019 MSGSÜ Temel Eğitim Bölümü başkanı oldu

2009 MSGSÜ Temel Eğitim Bölümü’nde profesör oldu

2010-2014 Eğitim-öğretim yılları arasında Trakya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde konuk öğretim üyesi olarak Temel Sanat

Eğitimi derslerini verdi.

2010-2013 Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde rektör yardımcısı oldu

2021 Halen MSGSÜ ‘de Temel Eğitim Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görevini sürdürmektedir.

2007-2009 Çin Hükümeti bursuyla Pekin Tsinghua Üniversitesi Sanat ve Tasarım Akademisi Resim Bölümü’nün özgün baskı atölyelerinde Çalıştı. 2013-2015 Geleneksel Çin resmi üzerine araştırma ve çalışmalar yapmak üzere Çin’e gitti. Pekin’de ‘Xie Yi’ tarzı kuşağının temsilcilerinden olan Usta Liu Han Shi’dan geleneksel Çin manzara resmi üzerine dersler aldı. Ulusal ve uluslararası birçok konferanslara katıldı. Sanatçının yazdığı dört kitap, editörlüğünü yaptığı üç kitap ve birçok makale, eleştiri ve deneme yazısı bulunmaktadır. Ulusal ve uluslararası birçok karma ve grup sergilerine katıldı. Çalışmaları çeşitli ulusal ve uluslararası çeşitli koleksiyonlarda yer aldı. Karavit’in yurtiçi ve yurtdışında olmak üzere 6 kişisel sergisi ve ulusal, uluslararası 7 ödülü bulunmaktadır.

Etiketler:
Nida Çelebi

Nida Çelebi

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı