Bir sonbahar daha geçiyor ömrümüzden

Merjam Yazar: Merjam 24 Ekim 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

Yağmur, ilkbahar aylarında ağaçlara can verirken, sonbaharda ise ağaçların yaprak dökmesine, çiçeklerin solmasına sebep olur. Ölümün doğa üzerindeki yansıması olan sonbahar mevsimi ile ilgili en güzel kitapları sizler için inceledik.

Bir sonbahar daha geçiyor ömrümüzden

 

 

Sonbahar – Özcan Alper

 

 

Yönetmen Özcan Alper’in ilk uzun metrajlı filminin kitap olarak yayımlanan senaryosu olan bu eserin içinde yönetmenle yapılmış iki söyleşi ile film üzerine yazılmış yazılar da yer alıyor. “Sonbahar”, politik nedenlerle yaklaşık 10 yıl boyunca hapis yatan ve akciğerleri iflas ettiği için afla serbest bırakılan Yusuf’un ölümü beklemek üzere memleketine dönüşü ve orada geçirdiği son günleri anlatılıyor. Baharı göremeyeceğinden kışın ortasında Karadeniz yaylalarına çıkmanın, öleceğini bile bile âşık olmanın, derdini kimseye anlatamayıp uçurumlara haykırmanın senfonisidir; Yusuf’un ağıtı.

 

Özcan Alper, bu eseriyle sonbahar kelimesini Yusuf’ların, Eka’ların, anaların, Mikail’lerin ve Karadeniz’in dağ köylerinde yaşayan insanların hayatlarıyla anlamlandırarak yeniden belleklerimizde canlandırıyor. Sosyalizm için mücadele ederken hapse girip yitirilen yıllara ve geleceğe, bir de Sosyalizm sonrası SSCB’den Doğu Karadeniz’e gelen kadınlardan biriyle yaşanan geleceksiz bir aşk eklenince Karadeniz’in yeşili, mavisi yerini önü alınamaz azgın dalgalara bırakıyor.

 

“Hüzün zaman zaman deli dalgalarla gelir gönlümün kıyısına vurur aşınan kayalar gibi ruhum suskun, yorgun öylece durur… Islak kumlara yazılmış hikâyeler ummana karışır, silinir yavaş yavaş… Her dalga ömrümden bir şeyler koparır ağır ağır sönen gönlüm sakin koyları özler son kum tanesini alana kadar.”

 

“Sonbahar” ile insanın bilincini besleyen Karadeniz’in hırçın doğasını, dağılan bir sistemin hüsranını bedeninde taşıyan kadınların hayatlarını, para karşılığında kurulan kadınerkek ilişkilerinin insani değerleri tarumar edişini ve bütün bunların, kendi hayatlarımıza dair olduğunu bir kez daha hatırladık. 1975 Artvin Hopa doğumlu Özcan Alper, İstanbul Üniversitesi Fizik ve Bilim Tarihinde okudu. Alper, MKM sinema atölyesine devam ettikten sonra televizyon ve sinema filmlerinin yapım ve yönetim aşamalarında görev aldı. Kısa film ve belgeseller çekti. Senaryosu kitaplaştırılan ilk uzun metrajlı filmi olan “Sonbahar”, Adana Altın Koza’da en iyi film ödülünü aldı.

 

“Annesinin hiç değiştirmediği odasının yanı sıra zamanın köyde akmamış gibi durduğunu hissetmesi, içinde yaşanamamış yıllarına dair bir sızı yaratır.”

 

 

Eylül – Mehmet Rauf

 

Mehmet Rauf’un tek romanı olan “Eylül” edebiyatımızdaki ilk psikolojik romandır. “Eylül”de kişiler az, olay basittir ama yazar ruhsal çözümlemelerde oldukça başarılıdır. Olaylardan çok kahramanların ruh halinden bahseden kitap, 1900 yılında Servet-i Fünun dergisinde tefrika edilmiş, dergi de bölüm bölüm yayımlanan romanın büyük ilgi görmesi üzerine 1901 yılında kitap halinde basılmıştır.

 

“Eylül! Öyle bir ay ki geçen her güzel günü için ona minnettar olmak gerekliydi. Eylül esef ve özlem ayıdır, içine birkaç günlük kış hücumundan acı düştüğü için insan o güzel havaların, devamlı yazın artık geçtiğini anlayıp esef eder ve özlem çeker.”

 

Romanda, Suad ve kocası Süreyya ile Necip arasındaki imkânsız aşk, Suad’ın Necibe duyduğu aşk ile kocasına duyduğu sadakat arasında kalışı ve Suad’ı intihara sürükleyen çatışmalar işlenmektedir. Kocasının en yakın arkadaşı Necip’e âşık olan Suad ile en yakın arkadaşı Süreyya’nın karısına âşık olan Necib’in sadakat, dostluk ve aşkları arasında kalışları; evliliğine ve kocasına karşı çok saygılı olan fiziki olarak da kocasını aldatmamak için ruhuyla savaşan Suad’ın iç çatışmaları romanın konusunu teşkil eder. Evli bir kadının, kocasının yakın arkadaşı olan adama âşık olması ama kocasına da ihanet etmek istememesi, kadının yaşadığı suçluluk duygusu, bunalımları ve vicdan muhasebesi ve romanın yazıldığı dönemi de gözler önüne sermesi romana olan ilgiyi arttırmıştır. Roman boyunca Necib’in ikilemi işlenmiştir. Bu ikilem trajik çatışma yaratacak düzeydedir. Bu yasak aşkla Necib’in en sevdiği dostuna ihanetiyle dünyada en yüce varlık olarak yücelttiği Suad’ı kirletmiş olacaktır. Fakat sevdiği kadından vazgeçmesi ile de acı çekmektedir. Sonunda kader ağlarını örecektir. İmkânsızlıklar yüzünden her ikisi de ölümle aşklarını ebedileştirmeyi düşlemektedirler.

 

“(…) Kalabalık içinde yalnız yaşamak, kalabalık içinde gezip beraber bir köşeye kaçmak, işte asıl zevk budur. İnsan kalpleri, birbirine bağlılığın ne demek olduğunu o zaman anlar. Ben seni ne kadar sevdiğimi başka kadınları gördüğüm zaman anlıyorum.”

 

 

Ekim, Saat Sekiz – Norman Manea

 

 

Daha beş yaşındayken tüm ailesiyle birlikte Romanya’daki Transnistria toplama kampına götürülen Manea’nın tüm hayatına ve eserlerine, insanlık tarihi için en büyük travmalardan biri olan II. Dünya Savaşı ve Yahudi soykırımı damga vuruyor. Norman Manea, eserini daha çok totaliter bir devlette gündelik yaşam ve sürgün üzerine kaleme almış. İnsanların iç dünyalarına odaklanan Manea, “Ekim, Saat Sekiz” eseriyle onların yalnızlıklarını, insan arayışlarını, beklentilerini, umutlarını anlatıyor. On beş öyküden oluşan kitapta, toplama kampları ve savaş sonrası travmalar hakkında; hastalanan zamanı, mankenlik oyunlarını, büyülü yumakları, kirli bir küp şekere bağlanan umutları, beş yıl süren geceleri, geri dönen korkuları, yıllar sonra kâbuslara dönüşen anıları sade bir üslup ve çarpıcı bir ironiyle anlatıyor.

 

 

Kasım – Gustave Flaubert

 

 

Bir cerrahın oğlu olan Flaubert, küçük yaşlardan başlayarak aile içinde bir sevgi ortamında büyüdü. Okul çağında kendi yeteneğinin farkındaydı ama bu sezgisi dışa karşı hep utangaç ve içe dönük bir genç olarak tanınmasını engellemedi. Sekiz yıl gittiği Rouen Cimnasyum’unda hep yanlış anlaşıldığına ve insanlarca aldatılıp durduğuna inandı. Flaubert, küçük yaşlarda tembel ve dalgacı tanındıysa da sonra birdenbire büyük bir atılımla çalışmaya koyuldu, dokuz yaşında tiyatro oyunları yazmaya başladı. Yaşam boyu taşıyacağı aşağılık kompleksine karşın olağanüstü bir öğrenci olarak tanındı.

 

1821 yılında doğan Gustave Flaubert, “Kasım” kitabını kaleme aldığında henüz 19 yaşındaydı. Yazar, iki yıllık bir çalışmanın ardından bitirdiği kitabında kendisi gibi yeni yetmeliğin fırtınalarından çıkmış bir gencin yaşadıkları anlatılıyor. Kişiliğine ve hayata dair anlam verme çabası o dönemde yaşadığı sıkıntılar çerçevesinde okura sunuluyor. “Kasım”, otobiyografik nitelikte bir yapıttır. Kahramanların adından hiç bahsedilmemesi, birinci tekil şahısla yazılması eserin otobiyografik nitelikte olduğu düşüncesini kuvvetlendiren ve dikkat çeken bir özelliğidir.

 

“Sonbaharı seviyorum, bu hüzünlü mevsim anılarla yarışıyor. Ağaçlar artık yapraksız kaldığında, gök solmuş çimenleri yaldızlayan o kızıl rengi alacakaranlıkta hâlâ koruduğunda, daha dün içinizde yanan her şeyin sönüp gidişini seyretmek güzel…”

 

 

Flaubert’in Kendi Ergenliğinin Yansımaları

 

Roman kahramanı on sekiz yaşında, ailesiyle birlikte yaşayan, maddi olarak zorluk çekmeyen, iyi eğitim görmüş, içine kapanıp kendinin ruhsal çalkantılara ve bitmek tükenmek bilmeyen isteklerine hapsetmiş isimsiz bir gençtir. Flaubert, bu gence isim vermeyerek kendi ergenliğinden kaynaklı gençlik karmaşasını, kararsızlığını bu karaktere yansıtmıştır. Başkahraman, ailesinden, anne ve babasından hiç bahsetmez. Kadınlarla ilgili betimlemeleri ve hissettiklerinde anne ile ilgili birkaç satır yer alsa da bu satırlar “anne” kavramıyla ilgilidir, söz ettiği kendi annesi değildir. Babasından ise hiç bahsetmez. Ergenlik onun için yas sürecidir, giden çocukluktur, anne babayla kurulmuş o yoğun bağdır… Ancak kahramanımız bu yasını nefrete dönüştürüp nefretiyle anne babasını yok etmekte ve onları yok saymaktadır.

 

 

Yaprak Dökümü – Reşat Nuri Güntekin

 

 

Reşat Nuri Güntekin’in 1930 yılında yayımlanan “Yaprak Dökümü” eserinde, dört kız ve bir erkek çocuk babası olan Ali Rıza Bey’in ailesinin dağılması, çocuklarının türlü sebeplerle yanlış yollara saparak kendi geleneklerine uymayan bir yaşama sürüklenmeleri anlatılmaktadır. Namuslu bir devlet memuru olan Ali Rıza Bey, ailesinin geçimini sağlamak için canla başla çalışmaktadır. Banka memuru olan oğlu Şevket de evin yükünü omuzlamıştır. Şevket’in Ferhunde adında bir kadınla evlenmesi hem kendi hem de ailesi için yaşanacak kötü günlerin başlangıcı olur. Ferhunde, evin eğlence hayatına düşkün iki kızı Leyla ve Necla’yı da yanına alarak toplantılara katılmaktadır.

 

Şevket ise onların ihtiyaçlarını karşılamak için uğraşır. Evde maddi ve manevi işler kötü gitmeye başlayınca ilk olarak Fikret evden ayrılır ve dul bir adamla evlenir. Bankadan aldığı paraları ödeyemeyen Şevket ise hapse atılır. Evin güzel kızları Leyla ve Necla ise yanlış evlilikler yapar ve zorlu süreçler geçirirler. Bütün bu olanlar karşısında felç geçiren Ali Rıza Bey’i hastaneden alan Leyla, ona bakmaya başlar. Ali Rıza Bey artık boş zamanlarını gezmekle geçiren ve her şeyini kaybetmiş bir adam olarak hayatını sürdürür. Yalnızdır ancak dertlerini geride bıraktığını düşündüğü için de mutludur.

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı