Alkışa susamış lüküs bir hayat

Ayşıl Özaslan Yazar: Ayşıl Özaslan 9 Kasım 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

Ha bitti ha bitecek diyoruz ama yok! Maalesef uzadıkça uzuyor bu pandemi. Kırk yıl düşünsek aklımıza gelmeyecek bir hayatı yaşar olduk… Bakalım daha neler olacak, nasıl bitecek bu süreç… Hep birlikte yaşayıp göreceğiz.

Alkışa susamış lüküs bir hayat

 

İçinde bulunduğumuz bu süreç özellikle eğlence sektörünü çok etkiledi. Sinemalar ve tiyatrolar, en çok etkilenenler mecralar maalesef. Benim en büyük keyiflerimden biriydi hafta sonu güzel bir film veya bir tiyatro gösterisi izlemek… Ancak herkes gibi ben de aylardır bu keyfimi rafa kaldırdım. Ne yazıktır ki artık o raf tozlanmaya başladı çünkü süreç uzadıkça uzuyor. Bu nedenle size tavsiyem, dijitalleşen dünyada online olarak da olsa bu keyifleri yaşamaktan vazgeçmeyin. Birçok müze, sergi ve konsere artık internet üzerinden ulaşabiliyoruz. Tabii ki baştan söyleyeyim; tiyatro salonunda insanlarla birlikte oyuncuları yakından izlemek gibi olmuyor. İtiraf ediyorum; perde sonunda tüm oyuncular selam verirken avuç içleriniz alkışlamaktan karıncalanmadan ve bu ses kulaklarınızda çınlamadan tam da zevki çıkmıyor. Ama bütün bunlara rağmen kendimizi eve kapattığımız bu dönemde lütfen sanal ortamda da olsa kültürel aktivitelerimizden taviz vermeyelim. Ben de bu hafta sizin için bir tiyatro oyunu izledim. Bir tiyatro oyunu deyip geçmek yanlış olur. Eminim hepinizin ismen duymuş olduğu ama belki bir türlü fırsat bulup izleyemediği; Türk tiyatro tarihinin unutulmazları arasına giren ve en önemli klasik eserlerinden biri olan “Lüküs Hayat” operetinden bahsediyorum.

 

 

Eserin oluşumunun hikâyesini incelediğimizde; Muhsin Ertuğrul, 1930 yılında ödenek ve seyirci azlığı nedeniyle kapanma tehlikesi ile karşı karşıya kalan İstanbul Şehir Tiyatroları’nda müzikal oyunlar gösterilmesinin seyirci ilgisini artıracağını düşünmüş. Müzikal eserler yazmalarını önerdiği Cemal ve Ekrem Rey Kardeşler, Cumhuriyetin 10. yılında sergilenmek üzere hızlıca yeni bir müzikal eser için çalışmaya başlamışlar. İşte “Lüküs Hayat” böyle doğmuş.

 

 

Lüküs Hayat, Ekrem Reşit Rey tarafından kaleme alınmış ve 1933 yılında Cemal Reşit Rey tarafından bestelenmiş bir operettir. Biraz dedikodu yapalım… Bu operetin sözleri resmi olarak Ekrem Reşit Rey’e ait gözükmekle birlikte, bazı tarihçilere göre Ekrem Reşit Rey sözleri yetiştiremeyeceğini belirtince bu iş o sırada hapiste bulunan Nâzım Hikmet’e teklif edilmiş. Nâzım Hikmet o dönemde hapiste olduğu için ismini kullanmamış ve program metinlerinde eseri yazan kişi olarak Ekrem Reşit Rey yer almış. Artık ne kadar doğrudur bu bilgi bilemiyorum. Ama her kim yazmış olursa olsun, çok iyi iş çıkarmış o kesin.

 

 

Cumhuriyet sonrası Batı ile yüzleşen Türk toplumunun yaşadığı değişimin anlatıldığı bu müzikal komedide, Batılılaşma özentisinde olanlar ile halk kesiminden insanların yani iki farklı kültürün bir araya geldiği durumlarda ortaya çıkan komik olaylar anlatılıyor. Bu tiyatro oyunu, çok uzun yıllar önce kaleme alınmış olsa da sanki günümüzde yaşanan olayları anlatıyor. Oyunun yazarının -artık gerçekte hangi yazar ise- çok ileri görüşlü bir kişi olduğunu, Türk toplumunun bürüneceği kimliği önceden sezdiğini ve bunu kaleme alarak ölümsüz bir eser ortaya çıkardığını açık ve net bir şekilde anlıyoruz. Günümüzde bir şekilde çok alıştığımız tamamen menfaate dayanan, karşılıksız sevginin tükendiği insan ilişkileri ve hatta artık pek de güvenilmeyen adalet sisteminin işleyişine dair göndermeler oyunda göze çarpıyor. Oyun; izleyiciyi düşünmenin yanında sorgulamaya da itiyor.

 

 

Oyunun konusu ise gerçekten çok eğlenceli. Ruhi Bey’le eşi Belkıs Hanım İstanbul Kadıköy’deki köşklerini zengin Rıza Bey’e satmak istemektedirler. Belkıs Hanım, Rıza Bey’i akşam yapılacak kostümlü baloya davet eder. Belkıs Hanım hem Rıza Bey’in gözünü kamaştırıp köşkü ona satmak hem de balo sırasında kız kardeşi Nesrin’le Rıza Bey’in arasında çöpçatanlık yapmak istemektedir. Bu arada Belkıs Hanım’ın amcasının kızı Mısır’daki Atıfet de bilmem kaçıncı kocasından boşanmış ve o gün kuzenlerini ziyaret etmek için İstanbul’a gelmektedir. Köşkün hizmetçisi Şadiye, yaşamlarını sürdürmek için girdikleri evlerden ufak hırsızlıklar yapan Rıza Bey ile Fıstık’a Atıfet’in gelecek olduğunu bildirir. Tüm plan Rıza Bey ile Fıstık’ın balo akşamı köşke gizlice girerek Atıfet’in elmaslarını çalması üzerine kurulur. Rıza Bey, akşam soygun için Fıstık’la birlikte köşke gider; ancak köşke girdiklerinde kendilerini bir maskeli kıyafet balosunun tam ortasında bulurlar. Balodakiler, Rıza Bey’i külhanbeyi kostümüne bürünmüş Zonguldaklı zengin Rıza Bey zanneder. Rıza bu yanlış anlaşılma üzerine “Rıza Bey” imiş gibi gibi davranır. Gerçek Rıza Bey geldiğinde ise gelişen tüm olaylar sonunda köşkün hizmetçisi Şadiye tarafından kömürlüğe kilitlenir. Balo boyunca Fıstık, Rıza Bey’e elmasları alıp kaçmayı önerse de Rıza Bey, bulunduğu ortamdan ve “Rıza Bey” olmaktan çok hoşnuttur.

 

Ben karşılaştırma yapabilmek için hem geçmiş yıllarda efsane oyuncuların yer aldığı bir oyunu hem de yakın tarihli başka bir oyunu seyrettim. Doğrusu benim favorim, Zihni Göktay ve Suna Pekuysal gibi muhteşem sanatçıların yer aldığı her kelimesi tane tane anlaşılan oyun oldu. Bir bakın bakalım, siz hangisini beğeneceksiniz?

 

Önümüzdeki hafta görüşmek üzere.

 

 

Ayşıl ÖZASLAN

Etiketler:
Ayşıl Özaslan

Ayşıl Özaslan

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio