Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Kralların, emirlerin, şahların, cumhurbaşkanı ya da başkanların eşleri; First Ladyler… Onların sadece başarılı erkeklerin arkasındaki kadın kontenjanını doldurduğu; rollerinin ise gülümsemek ve eşlerini desteklemek olduğu düşünüldü hep. Oysa, iktidarın yanında durarak da dünyaya görkemli bir isim, efsanevi bir miras bırakmak mümkündü...
First Ladylerle ilgili internette bir tarama yaptığınızda karşınıza çıkan şey, genellikle fotoğraflar oluyor. First Ladyler bu fotoğraflarda çoğunlukla kudretli eşlerinin yanında durarak, zarif giysiler içinde gülümsüyorlar. Biraz daha arama yaptığınızda, bitirdikleri okulları, katıldıkları ya da düzenledikleri sosyal projeleri ve giyim stilleri hakkında yapılan yorumları öğrenebiliyorsunuz. Fotoğrafların altında yeralan kısa yazılardan ise, bu kadınlardan bazısının yardımseverliğiyle, birkaçının çalışkanlığıyla, kimisinin de mütevazılığıyla öne çıktığı bilgisini ediniyorsunuz. Hemen her fotoğraftaki ortak payda ise, gülümsemek. Gülümsemek bir metafor elbette, sözünü ettiğim; hemen tüm First Ladylerin yapması gereken şeyler: Güzel ve zarif, yardımsever, iyilik perisi olmak; eşinin yanında durmak, niteliğini vurgulamak, mesajını desteklemek.
First Ladylerin rolleri de, tıpkı diğer kadınlık rolleri gibidir, toplumsal normlar gözetilerek kültürel olarak inşa edilir. Fark, First Ladylerin rollerinin diğer kadınlık rollerine oranla çok daha kamusal olmasıdır. Küresel bir durumdur bu kamusallık, First Ladyleri sadece kocalarının başında bulunduğu ülkelerin halkları değil tüm dünya takip eder. Bu yüzden onların kalıplaşmış/kurumsallaşmış rollerine uygun davranması beklenir. Bu rolün iki temel işlevi vardır. Birincisi, siyasal iktidar sahibi olan erkeğin, ailede de iktidar sahibi olduğu imajını tamamlamak. Bu, bir siyasetçi için rızası alınmak istenen, reyine talip olunan topluma çelişkili mesaj verilmemesi içindir. Düşünün, ailesine ya da eşine bile sözü geçmediği düşünülen bir başkan adayı, devlet yönetimi için toplumdan onay alabilir mi? Bu yüzden First Ladylerin, hele de medya önündeyken, ailede erkeğin destekçisi olduğu görüntüsünü vermesi gerekir. Rolün ikinci işlevi ise, iktidarı; yani işin doğası gereği otoriteyi, cezalandırıcı olabilmeyi ve meşru şiddeti de temsil eden Başkan’ın, Kral’ın, Emir’in, Başbakan’ın ya da Şah’ın bulunduğu konumda ontolojik olarak eksik olduğu düşünülen “İyilik, güzellik, zariflik, sevecenlik, munislik, bağışlayıcılık” gibi yönlerini, eş kadınların tamamlama işlevidir. Bir nevi iktidarın zarif yüzünü temsil etme…
Zaten bir egemenlik ilişkisinde sadece iki durum vardır; ya tâbi olursunuz ya da tâbi olunursunuz. Bir ülkenin en kudretli, en muktedir adamlarının yanında duran kadınlara da “Eşlerine tâbi olmak” rolü düşer. Hiç değilse öyle görüntü vermek gerekir…
Feminist teori, kadınların erkeklerin iktidarını tanıdığı, onları desteklediği kadınlık biçimlerini bir parça küçümser. Onlara göre, First Ladylerin de içinde olduğu güzel, bakımlı, yardımsever, kurallara uyan, uzlaşmayı tercih eden, annelik ve eş olma görevlerine itirazı olmayan, aksine bu konumları eşine destek olarak yücelten, ataerkil rol dağılımlarını kabul eden kadınların tek yaptığı, erkek ve devlet iktidarını, aile içindeki iktidarı meşrulaştırmaktan ibarettir. O yüzden cadılar, lezbiyenler, fahişeler, deliler, bekârlar, asiler gibi marjinal kadınların hikâyeleri feminist teori için, First Ladylerin hikâyelerinden hep daha ilginç olmuştur. Çok sınırlı birkaç örnek dışında, hanım hanımcık gözüken, güzel, zarif, asil First Ladyleri içtenlikle öven bir feministe rastlamak hayli zordur.
Oysa, genellemeler hele de insan sözkonusu olduğunda elimize hep yanlış veriler bırakır, zira yeryüzündeki her kadın kadar kadınlık biçimi vardır. Verili rollere başkaldırmadan da, dünyaya kadın olarak kendi yaşamlarının kaygılarını, güçlerini, zaaflarını taşıyan bir damga vurmuş olan o kadar çok güçlü kadın figür örneği var ki, bu tür genellemeleri kafadan tepetaklak ediyor zaten… Üstelik özneleşme süreçlerinin, sadece iktidara ve verili rollere itiraz etmekten geçtiğini düşünen sosyolog kalmadı gibi bir şey.
Erkek İktidarının Altını Çizmek
Günümüzdeki bilim insanları, eski feministler gibi düşünmüyor, uzun bir süredir özneleşme süreçlerinin yer yer iktidara boyun eğişi de kapsadığını yazıyor. Buna göre, kadının toplumsal kodlara tâbi olması, yalnızca iktidar tarafından madun bırakılma sürecini değil, aynı zamanda özne olma sürecini de ifade etmektedir. En azından ünlü feminist Judith Butler böyle düşünüyor. Bu yazıda uzun uzun teori anlatacak değilim; ama buradan bakıldığında görünen manzara şu: Kimliğini güçlü eşlerini temsil etme rolü üzerine kurmuş, daha doğrusu böyle bir toplumsal rolü samimi bir biçimde içselleştirmiş First Ladylerin bir kısmı, eşlerinden daha görkemli isimlere, daha efsanevi bir manevi mirasa, toplum nezdinde daha geniş oranda sevgi-saygıya mazhar olmuştur ve olmaktadır. “İkincil” rollerde olmalarına rağmen, “Erkek iktidarının altını çizmek” görevini icra etmelerine rağmen bu böyledir. Çünkü, insanı insan yapan sadece kimliği ya da sadece toplumsal rolleri değil, aynı zamanda kişiliğidir.
Kimler mi o First Ladyler? 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren günümüze dek gelen bir tarihsel çerçeve içerisinde sayılabilecek isimler -elbette bu kadınların sayısı bu yazıda anılanlardan daha fazla- sembolik bir tasnif yapılırsa şöyle sıralanabilir: Emine Erdoğan, Jacqueline Kennedy Onassis, Grace Kelly, Lady Diana (Diana Frances Spencer), Kraliçe Süreyya (Süreyya İsfendiyari Bahtiyari), Eva Peron, Michelle Obama ve Katar Emiri’nin eşi Sheika Moza…
Tüm Saldırılara Rağmen Görünür Olmaktan Vazgeçmedi: Emine Erdoğan
Kendi ülkemizden başlayalım. Emine Erdoğan’la başlamam, mevcut Cumhurbaşkanımızın eşi olması dolayısıyla onu öncelemek gibi görece oportunist amaç taşımıyor. Emine Erdoğan, Cumhuriyet tarihi boyunca gelmiş geçmiş lider eşleri arasında en çok hakarete uğrayanların başında geliyor. Çünkü, Kemalist ideolojinin üstüne kurulduğu değerler arasında “Dindarlık” yok. Eşinin iktidarının üzerinden 15 yıl geçtikten sonra, bugün bile Emine Erdoğan’a yönelik ağız dolusu hakaretlerin yapılıyor olmasının nedeni de bu. Yani, dindar kimliğin bir göstereni olarak başörtüsünü ilk günden bugüne gururla taşıyor olması. Emine Erdoğan’ı diğerleri arasından öne çıkaran bir başka faktör ise, “Çankaya’nın Ladyleri Çankaya’da oturur” şeklindeki yazılı olmayan geleneği bozmuş olması. Evet, Emine Hanım, “Eşinin yanında duran, onu sonsuzca destekleyen First Lady” kuralına itirazı olan biri değil, nitekim inançları da olası bir “Asiliği” desteklemezdi. Ama Emine Erdoğan’ın bozduğu kural, Cumhuriyet döneminin başından bu yana sol geleneğe mensup parti liderlerinin eşlerinin hep “Çankaya’da oturma”, “Pasif görüntü verme” davranışına karşın, daima kamusal alanda eşiyle yan yana durarak verdiği özgüvenli fotoğraftır.
Cumhuriyet ideolojisinin kadını evinden çıkmış, aktif, iş ve eylem üreten görünür bir konuma yükseltmek gibi bir amacı varsa, siyasal alanda bunu da dindarlar içinden çıkan bir kadının başarması paradoks gibi gözüken bir ilginçliktir. Kadınlar konusunda, dünyanın yoksulları, madunları konusunda son derece duyarlı olan Emine Hanım, çeşitli durumlar karşısında ortaya koyduğu ahlaki kaygılarıyla da tanınan biri.
Ataerkil bir geleneği temsil ettiği düşünülen ve Kemalist rejim bekçileri tarafından hiçbir zaman kabul görmemiş olan Emine Hanım, verili First Lady rolünün kodlarına herhangi bir direniş göstermeden kendini gerçekleştirmesi ve siyasal alanda bir “Özne” olarak yer alışıyla, Türkiye’nin unutulmaz First Ladyleri arasında adının anılmasını hak eden kadınların başında gelmektedir.
İngiliz Monarşisinin Halka İndiren Kadın: Lady Diana
İngiliz Sarayı’nın gelmiş geçmiş en ünlü figürü Lady Diana ise, verili kurallar içinde kalarak kendini gerçekleştiren bir Fisrt Lady değildi. onu tanımlayan tek bir kelime kullanacak olsaydım herhâlde “Asi”yi seçerdim. Zira o, etek boyundan reverans kurallarına, şapka takma stillerinden oturuş biçimine kadar kraliyetin ince ince düşünülmüş kurallarıyla yönetilen Buckingham Sarayı’nın tüm geleneklerini baş aşağı çevirmesiyle ünlü bir Prenses’ti. Lady Diana, monarşinin tüm o şaşaalı kurallarını umursamadığı gibi, üstelik onlarla medya aracılığıyla inceden dalga geçen bir figürdü. Bırakın mutsuz bir evliliğin ardından boşanmış kadınların yapması gerektiği gibi evde oturmayı tercih etmeyip, “Doğulu” zengin adamlarla açıktan birlikte olmaya başlamasını; sırf verdiği mayolu pozlar bile sarayın haşmetlilerinin sinirini zıplatmaya herhâlde yeterdi.
Lady Diana, daha az bilinen adıyla Diana Frances Spencer, hiçbir zaman İngiltere Monarşisi’nin snob, kibirli üyeleri gibi davranmadı. Sarayın sıradan halkla ilk ve belki de son teması, sokaktaki İngiliz kadınların, hatta tüm dünyadan milyonlarca kadının özdeşleşebileceği “Alçakgönüllülüğüyle” sonsuzca sevilen bir figür oldu. Öylesi geniş bir sevgiydi ki bu, ölümüne tüm dünya ağladı.
Çocuklarına, “İstediğin kadar yaramazlık yapabilirsin, sadece yakalanma” diye öğüt verecek kadar doğal, esprili ve çılgın bir kadın olan Lady Di, mutsuz evliliğinde de mutluymuş gibi rol yapmadı; sadece arkadaşları ve çocuklarıyla vakit geçirmeyi sevdi ve bunu hiçbir zaman saklamadı. Diana’nın, arkadaşı olan Queen grubunun solisti Freddy Mercury ile birlikte erkek kılığına girerek gey bara gittiği gibi, Kraliyet üyelerine kalp sektesi verme ihtimali bulunacak derecede ağır skandalların bazıları ise Leydi Diana’nın ölümünden sonra ortaya çıktı. Tıpkı eşi kendini dinlemediği için hamileyken intihar girişiminde bulunmasına rağmen, eşinin dikkatini çekmeyi başaramadığını açık yüreklilikle anlattığı ses kaydının sonradan ortaya çıkması gibi…
O biçim-bozan bir Fisrt Lady’di. Efsane ismi, tüm Britanya şöhretlerini sollayıp kendi hayatını bedelini peşin ödeme pahasına yaşamayı seçen kadınlar listesinin başına yazıldı.
Amerika’nın Gardrop Devrimcisi: Jackie Kennedy
20. yüzyılın en dikkat çekici First Ladyleri arasında bulunan, adına şarkılar yazılmış, filmler çekilmiş efsane stil ikonu. En az eşi 35. ABD Başkanı John F. Kennedy kadar popüler bir isme sahip olan Jacqueline Kennedy Onassis, kocasına yapılan suikast günü giydiği Chanel marka pembe takımını, baştan ayağa kana bulanmış olduğu hâlde değiştirmeyi reddetmesiyle hatırlanır. Amerika’nın tüm karşı çıkmalarına rağmen eşinin ölümünden sonra Onassis soyadını alarak evlenmesi de kendi doğrularından, kendi kurallarından şaşmayan bir kişilik olduğunu gösterir. O da tıpkı Diana gibi verili rollere boyun eğmeyi reddetmesiyle öne çıkan bir figürdür.
Bir yerlerde şöyle yazıyor Jackie için: “Stilini tarihe kazımış ve modayı elit kesimin hâkimiyetinden çıkarmıştır. Bu efsane kadın bir dönemi peşinden sürüklemekle kalmamış, Amerikalılara Avrupa’nın tarzını öğretmiştir.” Herhâlde doğru. Oleg Cassini imzalı elbiseleri, büyük güneş gözlükleri, inci kolyeleri, sade saçları, uzun eldivenleri, siyah boğazlı kazakları ve dar kesim ceketleri ile o yıllarda modaya yön veren Bayan Kennedy, 1994 yılında vefat etmiş olmasına rağmen, şık ve zarif tarzıyla günümüzde de tasarımcıların ve ünlü yıldızların esin kaynağı olmaya devam ediyor.
Prensle Evlendi Ama Sonsuza dek Mutlu Yaşamadı: Grace Kelly
Alfred Hitchcock, Grace Kelly için “O, üstü karlarla kaplı bir volkandır.” demişti. Herhâlde “Gelmiş geçmiş en asil, en zarif, en güzel first lady hangisidir?” sorusunun cevabı olan isme de, ancak “Suskunluğum asaletimden” tavı yakışırdı, değil mi? Görkemli bir hayat yaşamasına rağmen; kaderinin iyi mi, kötü mü olduğu; mutlu mu mutsuz mu bir evlilik yaptığı hiçbir zaman bilinememiş olan Grace Kelly, güzelliği insanda tuhaf bir şekilde hüzün uyandıran; tüm zamanların en mahzun, kırılgan görünümlü prensesiydi.
Oldukça varlıklı ve elit bir Amerikan ailesine mensup olan Grace Kelly, 5 yıllık bir Hollywood kariyerinden sonra Monako Prensi Rainer’le evlenerek, 3 çocuk dünyaya getirdi. 52 yaşında öldüğü güne kadar da verili kalıpların dışına çıkmamak adına gelen sinema tekliflerini bile reddetti. Peri masallarının “Prensle evlendiler ve sonsuza dek mutlu yaşadılar.” şeklindeki son cümlesi Grace Kelly için geçerli olmadı, ama onun hikâyesi, “Evi olan Amerika’dan, mesleği olan oyunculuktan kopup Monaco’ya taşınan Prenses, 52 yaşında bir araba kazasında hayatını kaybetti.” cümlesiyle sonlandı.
Arjantin’in Kül Kedisi: Eva Peron
Yoksul bir aileden gelen Eva Peron, 1946-1952 yılları arasında Arjantin’in First Lady’siydi. Her gelişmekte olan ülkenin kaderi bu sanırım; her konuda ideolojik olarak ikiye bölünmek; hayranlar ve düşmanlar olarak sınıflanmak. Eva Peron’u da bazı Arjantinliler fazla hırslı ve ülkeyi felakete sürükleme potansiyeli olan bir kadın olarak görmüşken, bazıları da “Evita”nın yoksul ve çalışan kesimlere yaptığı yardımlar, çocukları, yaşlıları kollamasıyla, sosyal sorumluluk projeleriyle halkın gönlünde taht kurduğuna inanmıştı.
Eva Peron, kendisine biçilen “Eşinin iktidarını desteklemek” rolüyle hiçbir problemi olmadan First Lady’lik görevini icra ettiği hâlde, kişiliğiyle, öznel tutumu ve cesaretiyle Arjantin’de eşi Juan Peron’dan çok daha popüler bir figür hâline geldi. Öyle ki 33 yaşında hayatını kaybeden Eva Peron efsaneleşti, hakkında filmler çekildi, kitaplar yazıldı, müzikaller bestelendi. Evita müzikalindeki “Don’t Cry for me Argentina” şarkısı dünyaca ünlü hâle gelerek, Eva Peron efsanesini perçinledi.
Katar Emiri’nin Eşi Sheika Moza…
Katar Emiri’nin eşi olan Sheika Moza’yı kafamda ince uzun bedenine son derece yakışan kıyafetleriyle bir stil ikonu olarak hatırlıyorum. Ötesi? Ötesi yok. Gelgelelim, pek çok Arap ülkesinin ve Müslüman ülkelerin First Ladylerinin hiçbirinin “Yeterince çağdaş gözükmeyen (!)”, eh o şıkır şıkır kıyafetlerle de pek iyi gitmediği ortada olan başörtüsünü kullanmayı tercih etmediklerini görünce Sheika Moza’nın, kıyafeti tamamlayan sembolik bir unsur olarak bile olsa başörtüsünden vazgeçmemesini kıymetli buluyorum. Bu da bir duruş, kişilik göstergesi, bir varlık bildirimi… O yüzden kendi adından çok, “Katar Emiri’nin Eşi” olarak anılıyor olsa bile, Bayan Moza’yı da listeye eklemek istedim.
Kırık Bir Hikâye; Mahsun Prenses Süreyya
Son İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin ikinci eşi Süreyya İsfendiyari Bahtiyari, evlendikten yedi yıl sonra çocuğu olmadığı gerekçesiyle Şah’tan boşanmak zorunda kaldı. Halk tarafından çok sevilmesinin nedeni belki güzelliği, belki Şah’ın yeniden evlenmesini kabullenmeyerek Saray’dan ayrılmasıyla gösterdiği kişilikli tutum, belki de kırık hikâyesiydi. Ama şurası kesin, Prenses Süreyya İran’ın gelmiş geçmiş tüm First Ladyleri arasında, hatta tüm Doğu nezdinde, en popüler First Lady olmaya devam ediyor.
Amerikan Rüyasına Yatınca Sınıfsallığı Unutmak: Michelle Obama
Michelle Obama’nın önemi ABD’nin ilk Afrikan-Amerikan First Lady’si olmasından geliyor. O’nun dedeleri de tıpkı eşi Barack Obama’nın dedeleri gibi köleydi. Hatta iktidarlarının ikinci döneminde 2012 yılında, Michelle Obama, bir İspanyol dergisinin kapağında üstsüz bir siyah köle olarak resmedilmiş -elbette dergiye poz vermiş değildi ama dergi bir başka siyah köle resmine, Michelle Obama’yı illüstrasyonla yerleştirmişti- bir First Lady. Dolayısıyla siyahların ülkedeki sınıfsal durumu konusunda daha aktif bir tutum takınması beklenirdi. Oysa ABD’de siyahların polis şiddetine karşı isyanıyla ortaya çıkan, büyüyerek aylarca ülkenin gündemine oturan Ferguson Olayları, Barack ve Michelle Obama çiftinin Beyaz Saray’da oturduğu dönemde vuku buldu. Barack Obama’dan kaydadeğer bir ses çıkmadığı gibi, First Lady’nin de bu konuda dişe dokunur, akılda kalır bir tavrı, yaklaşımı, konuşması olmadı. Evet, Michelle Obama, halka yakın, doğal, sempatikti. Sadece ünlü markalardan değil, sokaktaki herhangi bir mağazadan da alışveriş yapıyormuş görüntüsü veren, eklektik ve sofistike bir giyim tarzı vardı. Fakat galiba, sadece o kadardı… ABD’nin ilk siyahi First Lady’si iyi eğitimli, özneleşmiş, kimlik ve kişilik sahibi bir kadındı; ama tarihsel kökleri, manevi tecrübe birikimi sayesinde iktidara ters düşmenin bedelleri olabileceğini tıpkı eşi gibi öğrenmişti belli ki…
Özlem ALBAYRAK – Gazeteci
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı