Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Yazdığı Kalemi Kıran Yazarlar
Yazdığı Kalemi Kıran Yazarlar
Yaşama dair her olay ve olgu edebiyata yansıdığı gibi ölüm ve intihar da edebiyat dünyasının bir parçasıdır. İntihar, kimi zaman melankolik kurgu karakterlerinde kimi zaman kavuşamayan âşıkları anlatan manzum eserlerde kimi zaman da şair ve yazarların özel yaşamlarında karşımıza çıkar.
Yazarların en fazla talep gören eserleri, genellikle otobiyografik eserleridir. Okuyucu, eserlerini büyük bir tutku ile okuduğu yazarın gerçek yaşamını da merak eder. Pek çok yazar kendisini okuyucusuna belli belirsiz, eserleri içerisinde seyrelterek sunmaktadır. Sadık Hidayet, Stefan Zweig, Slyvia Plath, Jack London, Edouard Leve ve birçok isim daha… Her yazar, eserlerine kendinden birer parça yerleştirir ancak ismini saydığımız bu yazarların ortak noktaları eserlerine kendi ölümlerini yerleştirmiş olmalarıdır. “Martin Eden”, “Sırça Fanus”, “Diri Gömülen”, “Dünün Dünyası” ve “İntihar” gibi edebiyat dünyasının fazlaca talep gören eserleri yazarlarının otobiyografik olarak kaleme aldıkları eserler olmalarının yanında bu müntehir yazarlar için bir nevi arkalarında bıraktıkları birer intihar mektubu olarak düşünülebilir.
Martin Eden
Jack London
Jack London’un açık ara önde eserlerinden “Martin Eden”, yazarın otobiyografik olarak kaleme aldığı kitabıdır. Yalın dili ve çevre tahlilleriyle okuyucuyu etkisi altına alır. Kitap, Martin adında bir gencin kendisinden statü ve kazanç bakımından üstün olan Ruth isminde bir kıza âşık olması ile başlar. Martin için tek hedef, bir kitap yazmak ve bu kitabın getirisi olan kazanç ve ün ile Ruth’u elde etmektir.
“Yaşanmış günler yaşanacak günlerin içinde erir, saatlerin günün içinde, haftaların ayların içinde eridiği gibi. Harcanmış günlerden insana kalan yalnızca yaşadıklarıdır. Bu yaşadıkları kayda değerse onun ruhunda, belleğinde unutulmaz izler bırakır. Günler aynı tonda geçiyorsa hayat çekilmez olmaya başlayacaktır.”
Jack London’ın hayatına baktığımızda onun da proleter bir sınıftan büyük bir yaşam mücadelesi vererek refah ve ün dolu hayatına eriştiğini söyleyebiliriz. “Martin Eden” ile bu konuda bir paralellik gösterse de Jack London’un hayatının eserde kurguladığı karakterden çok daha çetin geçtiğini söyleyebiliriz. Büyüdüğü çevre tamamıyla emekçi-işçilerden oluşur. Bu sebeple Jack London’da 8 yaşından itibaren hayatını kazanmak adına çeşitli işlerde çalışmaya başlar. İçindeki okuma susuzluğunu ise her boş vaktini halk kütüphanelerinde soluklanarak dindirir. 1897 yılında Klondike altın avına katılır ve çetin kış şartları altında altın aramalarında çalışır. Alaska’nın dondurucu soğuğunda sağlığı bozulacak ve yakalandığı bir hastalık sonucunda ön dört dişini kaybedecektir. Buradaki çetin şartlar, “Vahşetin Çağrısı”, “Ateşi Yakmak” gibi eserlerindeki iklimde kendini gösterecek hatta kaybettiği dişleri, “Beyaz Diş” kitabına ilham olacaktır.
Zaman içinde kazandığı ün ile Martin Eden’in toplumda kendine yer açma çabasını kendi kimliği ile gerçekleştirmiş olduğunu görürüz. “Martin Eden” ile hayal ettiği hayata kavuşması onun için yeterli olmaz ve kendini alkole verir. Jack London, her ne kadar ölüme ve intihara meyilli portreleri ile bilinse de ölümünden birkaç gün önce çekildiği iddia edilen videolarındaki yaşama sevinci ile intiharının ardından soru işaretleri de bırakmıştır. Ancak yakınları, ölümünün ardında yatan sebebin inkâr ettiği alkol bağımlılığı yüzünden aldığı bilinçli yüksek doz olduğunu belirtir
Sırça Fanus
Slyvia Plath
“Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkılıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir rüyadır.”
Slyvia Plath’ın intiharından bir ay önce yayımladığı ve şiirlerinin yanında kaleme aldığı tek düz yazısı “Sırça Fanus”, yazarın yarı otobiyografik romanı olarak bilinir. Yazar, özyaşamında başından geçen zorlukları, yalnızlığını ve hissettiği sıkışmışlığı kitabında “Esther Greenwood” karakteri ile anlatır. Esther Greenwood, başarılı öğrenciler arasından seçilerek bir moda dergisinde çalışmak üzere New York’a gelir ve burada yüksek sosyetenin ve moda dünyasının içerinde camdan bir fanusta yaşamaya başlar. Ancak bir süre sonra bu hayata tahammül ve devam etmek onun için oldukça zorlaşır. Böylece Slyvia Plat girdiği ilk depresyonunu Esther Greenwood üzerinden anlatmaya başlar, ikili bunalımlarına birlikte bir çıkış noktası arar. Ne yazık ki kitabın sonunda Esther bu çıkışı yani “Sırça Fanus”tan kurtuluşu bulsa da Syvia onun gibi şanslı olmayacaktır.
“Hani kent her saniye biraz daha küçülür ama insan gerçekte kendisinin küçüldükçe küçüldüğünü, yalnızlaştıkça yalnızlaştığını, bütün o ışıklarda ve o coşkudan saatte bir milyon kilometre hızla uzaklaştığını hisseder ya; onun gibi bir şey işte.”
Slyvia Plat, ölümünün ardından edebiyat ve intihar ilişkisinin incelenmesi adına sık sık araştırmalara konu edilir. Bu çalışmalardan biri de Nilgün Marmara’nın lisans bitirme tezidir. Marmara, Plath için kaleme aldığı yazıda, “Şiirlerini köşkünün tamiratı sırasında konan tuğlalar, intiharını ise tam bir başarısızlık olan bu evin tamamen yıkılması olarak görebiliriz.” çıkarımında bulunur. Hazırladığı çalışma sonrasında Plath’ın şiirlerinden ve yaşantısından çokça etkilenen Nilgün Marmara da genç bir edebiyatçı olarak intiharı seçer ve yaşamına son verir.
Dünün Dünyası Bir Avrupalının Anıları
Stefan Zweig
“Hayata kendi dileğimizle başlamıyoruz, oysa ölümü seçmekte özgürüz. Bu kararı aldığımdan beri ne denli rahatladım, bilemezsin.”
Stefan Zweig, 22 Şubat 1942 yılında 61 yaşındayken yanında kendisinden 28 yaş küçük ikinci eşi Lotte ile birlikte “Bütün dostlarımı selamlarım! Umarım, uzun gecenin ardından gelecek olan sabahın ışığını görebilirler! Ben, çok sabırsız olan ben, onların önünden gidiyorum.” der ve ölümü seçer. Yazar, görkemli bir cenaze töreni ile son vatanı olarak gördüğü Brezilya’da, Brezilya eski imparatorunun yanına defnedilir
Hikâyeleri ve kurmaca öyküleri ile hayatımızda yer alan Zweig, “Dünün Dünyası” ile hayatını otobiyografik olarak kaleme alır. 20. yüzyılın ilk yarısında Avrupa büyük bir enkaza dönüşmeden hemen önce Salzburg’taki kır evinde döneminin ünlü pek çok yazar, şair, sanatçı ve fikir adamını ağırlamaktaydı. Ancak bu barışçıl günler 1934 senesinde Hitler’in iktidarı tek başına ele geçirmesiyle son bulur ve barış yanlısı Zweig, vatanı olan Avusturya’da daha fazla kalamaz. Vatanının işgali üzerine önce İngiltere ardından da Amerika’ya göçen yazarın ölümüne kadar yaşayacağı nihai durağı Brezilya olur. Avrupa büyük bir soykırıma sahne olurken Stefan Zweig de insan onurunun yeryüzünden nasıl silindiğine şahit olur. Savaşın son demlerini Brezilya’da geçirmesine karşın Nazı zulmünün hiç bitmeyecek olduğu düşüncesi ve vatansızlık duygusu ona ağır gelir. 21 Şubat günü yaşamını sonlandırmakta kararlıdır. Alman şair Kleist’in kendini ve eşini silahla vurarak intihar etmesinden etkilenerek bu teklifi eşi Lotte’ye de yapar: “Yanıma gelmek arzusundaysan eğer bunu istediğin zaman yapabilirsin…” Lotte “veronal” isimli zehri içmerek eşine eşlik eder ve çift yataklarında sarılmış hâlde yaşamlarını yitirirler.
İntihar
Edouard Leve
“Hayaletin belleğimde dimdik ayaktayken iskeletin toprağın içinde çürüyor.”
Edouard Leve de kendi sonunu, yaşanmadan önce kaleminde karar veren yazarlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. “İntihar”ı basılması için yayıncısına gönderdikten on gün sonra Leve, kitaptaki intihar yönteminin aynını uygulayarak yaşamına son veriyor. Kitap, bir arkadaşın yirmi gün önce intihar eden bir arkadaşına yazdığı mektuplardan oluşur ve oldukça kasvetli bir anlatıma sahiptir. Edouard Leve, yazarlığının yanında fotoğrafçılık da yapmaktadır. Üst düzey bir hayat standardına sahip olmasına karşın onu ölüme iten şey, ölümün kendisine tanık olmaktan ziyade ölümden sonraki yaşamın çekiciliği olarak okunabilir
Diri Gömülen-Hidayetname
Sadık Hidayet
“Kendimi bütün ruhumla unutmanın uykusuna bırakmak istiyordum. Unutmam mümkün olsaydı, unutmak sürekli olsaydı, gözlerim kapansaydı da azar azar uykunun ötesine mutlak hiçliğe gömülebilseydim, varlığımı artık hissedemez olacağım noktaya varsaydım, bir mürekkep damlasında, bir musiki ahenginde ya da renkli bir ışında erir giderdim ve sonunda dalgalar ve şekiller öyle büyürlerdi ki, hissedilmezin içinde silinir, yok olurlardı. O zaman dileğime kavuşurdum.”
Modern İran Edebiyatı’nın babası olarak görülen Sadık Hidayet 1903 yılında Tahran’da doğar. Fransız lisesindeki eğitiminin ardından dönemin tahsil anlayışı gereği eğitim görmek üzere Avrupa’ya gider. Ancak istediği alanlarda tahsil görememesi üzerine ülkesine dönerek memur olur. Daima melankolik bir ruh hâli içerisinde olan Sadık Hidayet, zaman zaman intihar girişimlerinde bulunur ancak çevredeki insanların fark etmesi ile yaşamı kurtulur. Yine de bu fikri kafasından atmış değildir. Avrupa’da kaldığı süre boyunca çeşitli yazarlar ve bu yazarların ölüm-yaşam gibi konular üzerine yazdıkları yapıtlar hakkında çalışmalar yapar.
Sadık Hidayet, Tahran’a döndüğünde geçimi için yazım faaliyetlerini sürdürür ancak hükümet karşıtı bir edebiyatçı grubuna dördüncü isim olarak dâhil olduğunda eserleri ülke genelinde yasaklanır. “Diri Gömülen” eseri onun Tahran’a döndüğünde yayımlattığı ilk öykü kitabıdır. Kitap, birbirinden bağımsız dokuz öyküden oluşur ancak tüm öykülerde hâkim tema ölüm ve intihara meyilli insanların psikolojisidir. 26 yaşında kaleme aldığı bu kitabın ilk öyküsünde seneler sonra gerçekleşecek intiharının ayak seslerini duymak mümkündür. Paris’te günlerce havagazlı bir apartman daire arayışı ile 23 sene ertelediği intihar kararını yeniden gündeme alan yazar 48 yaşında kendi istediği ile yaşamına son verir.
İntiharın Edebiyat Dünyasındaki Yakın Tarihi
İntihar olgusu ve müntehir yazarlar pek çok araştırmanın da konusu olmuştur. Bu araştırmalardan bazıları da kitaplaştırılarak okuyucuya sunulmuştur.
İntiharın Tarihi – Geç Osmanlı ve Erken Cumhuriyette İstemli Ölüm Hâlleri
Rüya Kılıç
Rüya Kılıç’ın “İntiharın Tarihi” isimli eseri, geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet döneminde yaşanan intiharları konu edinmektedir. Kitap dönemin şartlarına, siyasi koşullarına, değer sistemi ve toplumsal tabularına göre değişiklik gösteren intiharlar başta olmak üzere; toplumdaki müntehir algısına da değinmektedir. Bu dönemde gerçekleşen intiharlarla ilgili olarak intiharların ardındaki özel sebepleri, arşivlere geçtiği oranda bu eserde görmek mümkündür. Kılıç bu çalışmada, intihar edenin psikolojisine ve intihar eylemine yönelik öznel değerlendirmelerden kaçınır ve eserinde seçilen dönemin intihara karşı toplumsal bakış açısını anlatmaktadır.
“İntihar çoğunluğun gözünde saygınlığı olan bir hastalıktan farklı olarak bir irade zayıflığı ve zorluklar karşısında zayıfların mağlubiyet ilanıdır. Kendilerini toplumsal düzenden sorumlu görenler için ise kişisel bir felaketten ziyade gelecek nesilleri tehdit eden ahlaki, tıbbi ve toplumsal bir sorun olarak önem taşır.”
İntihar ve Roman
Nurullah Ulutaş
İlk baskısı 2000 yılında çıkan bu eser, intiharın özellikle Türk romanlarındaki yansıması üzerine hazırlanan bir çalışmadır. İntiharı felsefe, psikoloji ve sosyoloji gibi pozitif bilimler ışığında değerlendirirken intiharın din, yaş ve medeni hâl ile ilişkisini de görmezden gelmez. Batı Edebiyatı ve Türk Edebiyatında intiharın okuyucuya sunuluşu birbirinden pek farklı olmasa da intiharlar nedenleri bakımından farklılık gösterebilir.
Ulutaş, çalışmasında Türk romanlarında intiharın pek çok sebebi olduğunu belirtmiş ve bu sebepleri çalışmasında on iki başlık altında değerlendirmiştir. Bu sebeplerden bazıları; sevilen varlık uğruna, bağlılığı kanıtlamak adına, cezalandırmak amacıyla, aklî dengenin bozulması sonucunda gerçekleştirilen intiharlardır. Bunların dışında namus, kıskançlık, suçluluk ve iflas gibi unsurlar da romanlarda karakterleri intihara iten unsurlardır.
“İntihar, her anlamda bir sorundur. Yalnız tıpla ilgili bir sorun olmayıp felsefî, biyolojik, psikolojik, sosyolojik ve edebî yansımaları da olan ciddi bir sorundur. Hayatın saçma olduğunu ve intihar etmek gerektiğini savunan filozoflar; intiharın bu saçmalığa katkıda bulunacağını; bu yüzden intihardan da kaçınmak gerektiğini söylemişlerdir. İntihar hemen bütün dinler tarafından yasaklanmıştır. Din, intiharı insanın kendini yaratan Allah’a isyanı olarak algılamış ve intihar eden kişi için dinî tören yapılmasını hoş karşılamamıştı”
Kendi Kalemini Kıranlar- Türk Edebiyatında İntihar
Cemile Sümeyra
“Oysa doğumdan daha önemliymiş ölüm… Nasıl ölüneceği daha bir mühimmiş. Doğdum ama nasıl öleceğim kim bilir?”
Cemile Sümeyra, “Kendi Kalemini Kıranlar” kitabı ile 19. yüzyılda bireyler üzerindeki hâkimiyeti gittikçe artan intihar olgusunu sosyolog kimliğiyle ele alır. Eser dört bölümden oluşur: İlk bölüm, intiharın bilimsel açıdan ele alınışını, ikinci bölüm ise Türk Edebiyatında yer alan müntehir yazarları konu edinir. Üçüncü bölümde intihar; cinsiyet, yaş, statü ve meslek gibi belirleyiciler eşliğinde ele alınır. Dördüncü ve son bölümde ise intihar yöntemleri pasif, pasif ve aktif, aktif ve aktif olarak üç temel kategoride sınıflandırılır. Eserde, Türk Edebiyatından tam yirmi dokuz edebiyatçının intiharı irdelenir. Cemile Sümeyra, çalışmasında müntehirleri seçtikleri yöntem açısından ele alırken eserlerini ve biyografilerini de intiharlarının dışında tutmaz.
İntihara Dair Sevimli Bir Eser
İntihar Dükkânı
Jean Teule
Karikatürist yazar Jean Teule’nin kaleme aldığı roman, trajikomik olaylarla beslenerek okurlarına gerçeküstü bir kurmaca sunmaktadır. İntiharın en gerçek ve en melankolik yanlarıyla ele alındığı eserler arasında sonu mutlu biten bu keyifli eseri de anmakta fayda var. Mösyö Tuvache ve ailesi yüzyıllardır işletmekte oldukları “İntihar Dükkânı”nda çeşitli intihar malzemeleri satarak insanların kendilerini öldürmeleri üzerinden para kazanmaktadır. Ailenin iki çocuğu da baba mesleğini yürütebilecek kadar donuk ve suratsızdır. Ancak ailenin Alan isminde üçüncü bir çocuğu daha dünyaya gelir ve çocuk tüm ailenin aksine gerçek bir mutluluk timsalidir. Ailenin geleneksel işine karşın yaşama sevinci dolu bu çocuk tüm düzeni alt üst edecektir.
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı