Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Nuri İyem, 3 binden fazla eser sayısız ödülle Türk resim sanatının unutulmazları arasında ismini yazdırdı. Toplumcu-gerçekçi akımının önde gelen ismi Nuri İyem, yaşanan dönemin çalkantılarına kulak tıkamadı ve sanatına yansıttı. Nuri İyem, sanatıyla duruşuyla bir devrin özeti gibi yaşadı.
Anadolu kadınının resmettiği eserlerinin yanı sıra çok sayıda soyut resmi de Türk sanatına kazandıran sanatçı, yaşamı boyunca 3 binden fazla esere imza attı. Toplumcu-gerçekçi akımın önde gelen isimlerinden ressam Nuri İyem, ardında çok sayıda eseri Türk resim sanatına miras bırakarak, unutulmazlar arasına girdi. Peki, Nuri İyem kimdir?
İyem, Bulgaristan göçmeni Hüsnü Bey ile Melek Hanım’ın yedinci ve son çocuğu olarak 1915’te İstanbul Aksaray’da dünyaya geldi. Savaş yıllarında adı kayıplar listesine yazılan babasının Diyarbakır’da yaşadığı haberini almaları üzerine İyem, annesi ve ablasıyla 1918’de Cizre’ye yerleşti.
Sanatçı, kendisiyle çok yakından ilgilenen ve sonraki yıllarda, gözleri portrelerine konu olan ablası Aliye’yi 1922’de kaybetti.
Ailesiyle 1923’te Cizre’den İstanbul’a dönen İyem, daha sonra dedesinden kalan miras nedeniyle annesi ve teyzesi eşliğinde Arnavutluk’un İşkodra şehrine gitti. İyem, İşkodra’da önce mahalle mektebine, ardından İtalyan İlkokulu’na devam etti. Babasının çağırması nedeniyle annesi ve ablasıyla 1924’te Mardin’e giden İyem, ilkokulu Mardin’de tamamladı.
Nuri İyem, 1929’da İstanbul’da Fatih Gelenbevi Ortaokulu’na başladı. Ardından sırasıyla Pertevniyal Lisesi ve Vefa Lisesi’ne gitti.
Ailesi resim yamasını desteklemedi
Lisede sanat eğitiminde istediğini bulamayan İyem, öğrenciyken yaptığı resimleri, dönemin akademi hocası Nazmi Ziya Güran’a gösterdi. Güran, resimleri beğenince, onu akademiye kabul edilebileceğini söyledi.
Babası sağlıkçı olduğundan, ailesi Nuri İyem’in de doktor olmasını istiyordu. Usta sanatçı, yaptığı bir açıklamada, resme olan tutkusunu ve annesiyle babasının kendisine karşı tutumunu, şu sözlerle aktarmıştı: “Resme olan tutkum yüzünden babamdan yediğim tokatlarla, söze başlamam gerekiyor önce. Mardin’de ilkokuldaydım. Bir tatil günü evde renkli kalemlerle resim yapıyordum. O zamanlar kullandığımız renkli kalemler kalitesiz olduklarından uçları hemen kırılıyordu. Külüstür bir çakı ile kırılan uçları açmak için uğraşıyordum. Ama kalemleri yontmak çok zor oluyordu. İşte, tam bu sırada duvara gömülü dolap içinde bir kutuda duran babamın usturaları geldi, aklıma. Çoktandır o usturaları kullanmadığını da biliyordum. Ama usturaları almaya korkuyordum. Babam evde olmadığı zamanlar, berbere gittiğinde almak daha kolayıma geliyordu. Usturalarla, renkli uçları kırılıveren kalemleri daha kolay yontabiliyordum. Ama usturaların o keskin ağızları da çabucak kırılıyordu. Resim yaptıktan sonra usturaları kutuya koyup dolaba kaldırdım. Kopacak fırtınayı bekliyordum.
Şimdi bunları hatırladığımda yaşananların üzerinden sadece bir iki ay geçmiş gibi geliyor bana. Babam dolabın kapısın açmış, elinde usturalarla önünde durmuş ve beni çağırıyordu. Yanına gittiğimde hiçbir şey söylemeden tokatları indirmeye başladı. Yeterince tokatladığına inanınca da usturaları bu hale niçin getirdiğimi sordu. Olayı olduğu gibi anlattım. Usturaları çok uzun zaman önce gördüğümü, kalemlerin uçunu açarken bu kadar kolay kırılacaklarını hiç sanmadığımı ve kendisinin de kullanmadığına göre lüzumlu olmadığını düşündüğümü söyledim. Babamın usturalarını kullanarak yaptığım resme ne oldu şimdi hatırlamıyorum. Ama resim yapmak, öylesine heyecan ve keyif verici bir şeydi işte.
Annem, babamdan çok önce ressam olmak istediğimi öğrenmiş, çok üzülmüştü. Ah oğlum bu resimler yüzünden cehennemde yanacaksın der, ağlar dururdu. Annemi çok sonraları ressamlığın cehennemlik bir meslek olmadığına, portrelerini yaptıran Fatih Sultan Mehmet’ten başlayarak, diğer sultanları da sıralayarak ancak inandırabilmiştim.”
Sanatçı, 1933’te İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde Nazmi Ziya Güran’ın öğrencisi oldu, akademideyken ayrıca İbrahim Çallı ve Hikmet Onat atölyelerinde çalıştı. Akademinin orta bölümünden, Ragıp Gökcan’la birinciliği paylaşarak mezun olan sanatçı, İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce 1938’de asteğmen olarak Trakya’ya gitti.
Okulu birincilikle bitirdi
Nuri İyem, askerlik görevinin ardından Giresun’a resim öğretmeni olarak atandı. Bu sırada İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nin yüksek bölümü de açıldı. Devlet Güzel Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi’nin lise kısmına ilaveten akademi daha da geliştirerek orta ve yüksek devreli bir sanat eğitim kurumu haline getirildi.
Avrupa’da tanınmış usta sanatçıların eğitim kadrosuna getirildiği akademinin yüksek bölümünde de 4 yıl eğitim gören İyem, Fransız ressam Leopold Levy’in yanı sıra estetik derslerini daha sonraki yıllarda yakın dostu olacak Ahmet Hamdi Tanpınar’dan aldı. Usta ressam, akademide yüksek resim bölümünden 1944’te “Nalbant” adlı çalışmasıyla ikinci kez birincilikle mezun oldu ve okulun ilk birincisi olma unvanını da elde etti.
Nasip Özçapan ile evlendi
Okuldan mezun olduğu yıl, seramik sanatçısı, heykeltıraş ve ressam Nasip Özçapan ile evlenen sanatçı, yaşamı boyunca, eşiyle birçok sergiye imza attı. Eşi Nasip İyem o günleri şu sözlerle aktarmıştı: “Yaş farkımız, kendisine ağabey gözüyle bakmamızı gerektirecek kadar fazla değildi. Ama biz biraz daha genç sanatçılar için, Nuri ağabey müthiş bir özendirici motor ve akıl almaz bir ayaklı kütüphane idi. Kendisi ile uzun dakikalar hatta bazen saatler süren ayaküstü söyleşilerinde dünya kadar şey öğrenirdik. Anlatışındaki coşku, inandırıcılık ve güvendiricilik emsalsizdi. Ayrıca da çok yakışıklıydı. Bizim için sadece ağabey değil, yarı ilah gibi bir şeydi. Bir gün bana yaklaşıp ‘Nasip benimle evlenir misin?’ dediğinde, kendimi gökyüzünde uçar gibi hissetmiştim.”
Ressam arkadaşlarıyla “Yeniler” grubunu kurdu
Nuri İyem, toplumcu-gerçekçi sanat anlayışıyla 1941’de arkadaşları Kemal Sönmezler, Selim Turan, Fethi Karakaş, Ferruh Başağa ve Mümtaz Yener’le “Yeniler” grubunu kurdu. Hepsi de Leopold Levy’nin öğrencileri olan bu grup, ilk sergisini “Liman Kenti İstanbul” adıyla 1941’de Beyoğlu Matbuat Müdürlüğü binasında açtı.
Gruba daha sonra Abidin Dino, Faruk Morel, Agop Arad ve Yusuf Karaçay katıldı ve bu etkinlik 1951’e kadar sürdü. Ziya Ülken, 1942’de yayımladığı “Resim ve Cemiyet” adlı kitabıyla, grubun savunuculuğunu üstlendi. Zamanla gruptan kopmalar da oldu.
Türkiye’nin ilklere imza attı
Türkiye’nin ilk özel resim dershanesini Beyoğlu’nda Fethi Karakaş ve Ferruh Başağa ile kuran İyem’in öğrencileri ilerleyen yıllarda “Tavan Arası Ressamları” adlı bir grubu kurdu. “Yeniler”in ikinci sergisi 1942’de yine Beyoğlu’nda, üçüncüsü ise Eminönü Halkevi’nde sanatseverlerin beğenisine sunuldu. Grubun toplumsal konuları irdeleyen sergileri 1950’ye kadar sürdü.
Sanatçı, bir süre Resim-Heykel Müzesi’nde Halil Dikmen’in yardımcısı olarak çalıştı. 1946’da ilk kişisel sergisini, Beyoğlu’nda bir mobilya mağazasında açan İyem, Ankara, İstanbul ve İzmir’de duvar resimleri yaptı. Türkiye’deki toplumsal, siyasi ve kültürel değişime tanıklık eden ve Türk sanatında yeri dolduramayacak eserlere imza atan İyem, akademiden mezun olurken yaptığı “Nalbant” adlı tabloda yer alan orak ve çekiç sembolleri nedeniyle, 1944’te tutuklandı ve iki yıla yakın hapis yattı.
“Nalbant” adlı tablosu nedeniyle hapis yattı
Nuri İyem, o dönem yaşadıklarını şu sözlerle aktarmıştı: “Bu mahpusluk ne menem bir şeyse, bazı dostlar bile selamı sabahı keser olmuşlardı. Yolda gelirken karşıdan görenler kaldırım falan değiştiriyordu. Beyoğlu’nda dolaşırken baktım çok saygıdeğer bir dost Sait Faik. Benimle aynı kaldırım üzerinde karşıdan geliyor. Yakıncaydı. Adamı sıkmamak için ben kaldırım değiştirmeye kalksam fark edecekti. Hemen yanımdaki Japon oyuncak mağazasının vitrinine bakarken dalmışım gibi yaptım. Bir el omuzuma dokundu. ‘Hey Nuri, nasılsın? Korkma, ben onlardan değilim. Geçmiş olsun. Ayrıca biliyor musun, benim Medar-ı Maişet Motoru’nu da toplattılar. Haydi sağlıcakla kal.’ deyip gitti.”
Usta ressam, 1950’den sonra yöneldiği soyut resim anlayışını 1960’lı yıllarda bırakarak, köyden kente göç eden insanları, gecekondu yaşamından sahneleri ve genç kadın portrelerini resmetti.
Yurt dışında da karma sergilere yapıt verdi
İstanbul’un ilk özel galerisi Maya’da 1950’li yıllarda kişisel sergiler açan sanatçı, yurt dışında da karma sergilere katıldı. İstanbul ve Ankara’da yaklaşık 25 özel sergi açan sanatçı, Hollanda, Venedik, Sao Paola’daki sanat merkezlerinde de eserlerini sergiledi.
Nuri İyem’in oğlu ve gelini tarafından 1996’da kurulan Evin Sanat Galerisi, sanatçının çok sayıda kişisel sergisine ev sahipliği yaptı. Soyut ve soyut sonrası olmak üzere iki dönem altında biçimlenen İyem’in sanatı, Tanpınar’ın deyimiyle “rehbersiz” ve “pusulasız” bir yörünge üzerinde gelişmiş ve akademi merkezli sanat görüşlerine karşıt bir seçenek üzerinde kimliğini bulmuştu.
Ahmet Hamdi Tanpınar, onun eserleri için “Bir heykel kadar sımsıkı, yeşil mehtap aydınlığı kadar zarif, geçmiş zamanın havasını içinde taşıyan eski fresk ve ikonalar kadar yalın.” yorumunu yapmıştı.
“Yeditepe” ve “Dost” dergileri için sanat yazıları yazan İyem’in 1986’da Tüyap Ticaret Merkezi’nde 50. sanat yılı onuruna retrospektif sergisi açıldı ve sergiyle ilgili kitabı yayımlandı.
Sanatçı, 1973’te Cumhuriyet’in 50.Yılı Resim Ödülü, 1989’da Sedat Simavi Görsel Sanatlar Ödülü ve 1997’de TÜYAP İstanbul Sanat Fuarı Onur Ödülü’nü aldı. 2001’de ise Evin Sanat Galerisi, İyem’in resimlerinin yer aldığı koleksiyonları tespit ederek görselleri arşivledi. Projenin devamı olarak, 1504 resimden oluşan “Dünden Yarına Nuri İyem” retrospektif sergisi açıldı ve sergideki tüm yapıtlar iki ciltlik kitap ve CD olarak yayımlandı.
Birçok değerli esere imza attı
İlk dönemlerinde duygusal bir realizm yolunda yürüyen sanatçı, kübizm ve soyut geometrik alanlarda geniş ve başarılı araştırmalarda da bulundu. Kendine özgü stili ve kişiliği içinde figüratif alanda doyurucu eserler veren İyem, kendi kuşağının en güçlü ressamlarından biri oldu.
Hayatı boyunca 3 binin üzerinde esere imza atan sanatçı, 18 Haziran 2005’te Ulus’taki evinde 90 yaşında vefat etti. İyem’in cenazesi, Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi.
İyem hakkında ressam Mehmet Güleryüz, “Nuri İyem bizim jenerasyonun önem verdiği, takip ettiği, etkilendiği bir sanatçıydı. Sanat görüşüyle yaşayan ender kişiliklerdendi. Akademi dışındaki duruşuyla da etkili olan biriydi. Önemli bir düşünce insanı ve ressam olan Nuri İyem tavrını hiç bozmadı.” demişti.
“Türk resminin mihenk taşlarından biriydi”
Ressam Mustafa Horasan da “Onun gidişiyle Türk resminde bir sayfa kapandı. Türk resminin mihenk taşlarından biriydi. Resim artık Türkiye’de gerek bakış açısı gerek sorunsala yaklaşım anlamında başka bir yere gidiyor. Bu gidişi de önemli ölçüde Nuri İyem ve onun kuşağına borçluyuz. O, Türk resminde yeni bir çağın tohumlarını attı ve bize de önemli bir miras bıraktı.” ifadelerini kullanmıştı.
Ressam Kemal İskender ise “Bir kilometre taşıydı. Resminin hemen hemen her alanında soyut dönemi de olmuştur. Tutarlı ve yetkin işler verdi. Ayrıca ünlü Anadolu kadın tiplemesinde, Bizans ikonlarında gördüğümüz Meryem Ana figürüyle Rönesans resminde gördüğümüz Madonna figürünün bileştirerek evrensel kadını yaratmıştır.” değerlendirmesini yapmıştı.
Kaynak:AA
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı