Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Ülkemizin mimarlık camiasının duayenlerinden Dr. M. Sinan Genim’in, “İstanbul Yazıları Kent ve Mimari Üzerine Düşünceler” kitabında doğup büyüdüğü kent olan İstanbul’a dair düşünceleri, İstanbul mimarisi üzerine yazdıkları topluca ilk kez bir araya getirilmiş. Genim’in, 2013-2017 yılları arasında kaleme aldığı metinler, İstanbul’un son 50 yılının önemli bir tanığı niteliğinde.
Kitapta, yüzyılların oluşturduğu bir kültür mirası olan İstanbul, M. Sinan Genim tarafından geçmişten günümüze, tarihinden kültürüne, gizli kalmış köşelerinden herkesi etkisi altına alan ve çözümsüz gibi görünen sorunlarına kadar geniş bir yelpazede masaya yatırılıyor. Genim, “İstanbul’un Tepeleri”, “İstanbul’un Açık Su Hazneleri”, “İstanbul’un Camileri”, “İstanbul’un Balıkları”, “İstanbul’un Su Yolları”, “İstanbul’un Dikilitaşları”, “İstanbul’un Mesire Yerleri”, “İstanbul’un Vapurları”, “İstanbul’un Kayıkları”, “İstanbul’un Ormanları” ve daha birçok başlık altında incelediği; yıllardır şiirlere, hikâyelere, filmlere, romanlara konu olan gizemli şehrin tılsımının farkına varmaya davet ediyor.
Kültürümüzde Suyun Önemi
Tüm diğer canlılar gibi insan da varlığını suya borçludur. Günümüzde her ne kadar farkında olmasak da kültürümüzde suyun yeri büyüktür. İslâm inancı doğrultusunda insanlarımız durgun değil akar suyu tercih ederler. Bu nedenle Türkler fethettikleri şehirlerde öncelikle su işlerini düzenlemişler, şehre su getirmişler, çok sayıda çeşme inşa etmişlerdir. Su yolları, su kemerleri, su terazileri, çeşmeler, sebiller, kar kuyuları, hamamlar, köprüler suyla ilgili yapılar olarak bilinir. Geçmişte hemen her şehirde çeşmelerden akan kullanma suyunun yanı sıra, özellikle evlerde sakalar tarafından getirilen içme suları kullanılmıştır.
İstanbul ve çevresinde Roma döneminde Yerebatan ve Binbirdirek sarnıçlarının yanı sıra bazıları hâlâ tespit edilemeyen çok sayıda kapalı sarnıç bulunmaktadır. V. yüzyılda bu sarnıçlara ilaveten günümüzde Vefa Stadı olarak kullanılan Aetius su deposu, Sultan Selim’deki Aspar/Çukurbostan ve Altımermer (Hagios Makios) ile günümüze ulaşmayan Modestiaca açık sarnıçları inşa edilir. Gerek akar su ihtiyacını karşılamak gerekse bu depoları doldurmak içinse Mazulkemer, Kara Kemer, Turunçluk Kemer ve Valens/Bozdoğan Kemeri inşa edilir.
Bayezid Su Yolları
Fetih sonrası şehrin artan nüfusun ihtiyacına cevap vermek için Roma su yollarına ilaveten Halkalı Suları denilen ve Halkalı civarındaki kaynaklardan toplanan sular, çeşitli noktalara inşa edilen kemer ve yeraltı kanalları vasıtasıyla şehre getirilir. Hızla artan nüfus nedeniyle var olan ve yeni getirilen sularla kuyular da kısa süre sonra yetersiz kalır. Fatih, Turunçlu, Mahmutpaşa, Şadırvan sularına ek yeni kaynaklara ihtiyaç duyulur. Bu nedenle Bayezid su yolları adıyla XIX. yüzyılın ortalarına kadar şehre hizmet veren ve 63 noktaya su taşıyan yeni bir şebeke daha inşa edilir. Daha sonra Kanûnî Sultan Süleyman döneminde şehrin artan su ihtiyacına cevap vermek üzere Mimar Sinan tarafından günümüz Belgrad Ormanı çevresindeki sularını toplayan Kırkçeşme Tesisleri inşa edilir.
Çeşitli kaynaklardan toplanan bu sular Uzun Kemer, Kovuk Kemer, Mağlova Kemeri ve Güzelce Kemer gibi anıtsal yapılar ve çok sayıda küçük kemer ve kubbeler vasıtasıyla şehre getirilir. Bu konuda günümüze kadar sözü edilen bir rivayet vardır: Kanûnî Sultan Süleyman; Mimar Sinan’a şehre su getirmesi için talimat verince dönemin sadrazamı Rüstem Paşa bu emrin sakıncalı olduğunu ileri sürer. “Sultanım eğer şehre su getirilirse nüfus artar, yeniden su getirmek icap eder, su gelir nüfus artar, bu bir çare değildir.” Ancak sadrazamın bu itirazı dikkate alınmaz ve şehre su getirilir.
Cerrahpaşa Su Yolları
Kanûnî döneminde Mimar Sinan vasıtasıyla inşa edilen su tesislerinin yanı sıra kızı Mihrimah Sultan tarafından kendi adıyla anılan Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii, dönemin ünlü şeyhülislamı Ebussuud Efendi tarafından şehrin muhtelif noktalarındaki hayratlarına, Cerrahpaşa civarındaki on çeşmeye su ulaştıran Cerrahpaşa su yolları da XVI. yüzyıl içinde yapılan önemli çalışmalardır. Şehrin nüfusu hızla artmakta ve bu kaynaklardan getirilen sular özellikle yeni yapılan külliyeler için gerekli suyun temin edilmesini zorlaştırmaktadır. Sultan I. Ahmed (1603- 1617) tarafından inşa ettirilen Sultanahmet Camii de yapılışı sırasında “Zaten ahali su sıkıntısı çekmekte, bu yapıya nereden su bulacaksınız.” itirazlarına hedef olur. Bunun üzerine günümüz Topçular semtindeki kaynaklardan toplanan sular şehre getirilir ve Edirnekapı civarında daha önce inşa edilmiş olan Beylik suyollarına katılarak, Sultanahmet Camii, Fazlıpaşa ve Ayasofya mahallelerine su akıtılır.
Sarayçeşme Suları
Sultan IV. Murad da (1623-1640) şehre su getiren padişahlar arasında yer alır. Sarayçeşme suları adıyla anılan bu su yolu, 1930’lu yıllarda bile varlığını sürdürmekteydi. Sultan I. Mahmud (1730-1754) ise Fatih döneminden beri şehre su taşıyan Beylik su yollarını yenileyerek, uzun yıllardır süren ihmalleri bir ölçüde önlemeye çalışır. Aynı dönemde Hekimoğlu Ali Paşa, Kasım Ağa gibi dönemin önde gelen kişilerinin gerek kendi yaptırdıkları camilere gerekse bazı mahallelere su getirdikleri bilinmektedir. 1754’te Sultan III. Osman (1754-1757), ağabeyinin saltanatında 1748 yılında inşaatına başlanan fakat kendi tarafından tamamlandığı için kendi adı verilen Nuruosmaniye Camii ve medresesi için Nuruosmaniye veya Ayvalıdere adıyla anılan su yollarını yaptırır.
Bundan böyle İstanbul Suriçi için neredeyse günümüze kadar süren su sıkıntısı başlayacaktır. Su sıkıntısı çeken İstanbullular artan bir hızla sur dışına taşınmaya özellikle de Üsküdar ve Boğaziçi’ne doğru yeni yerleşme alanları oluşturmaya başlarlar. Sayıları giderek azalan, kitabeleri tahrip olan mahalle çeşmeleri ve hamamların şehir içindeki konumları üzerinde yapılacak detaylı araştırmalar, İstanbul Suriçi’ndeki yerleşim büyümeleri hakkında bize bilgi verecektir. Ne yazık ki elle tutulur, gözle görülür belgeler yerine çoğunlukla oturduğumuz yerden yaptığımız çalışmalarla yetinmeye çalışıyoruz. Efsane ve hikâyeler, sözlü aktarım bizi gerçekleri araştırmaktan, yeni bilgilere ulaşmaktan alıkoyuyor.
Yüzyıllar Boyunca Su Sıkıntısı Çeken Bir Şehir
İstanbul başlangıcı çok eskilere dayanan ve 1950’li yıllara kadar şehre hizmet veren bir su şebekesine sahipti. 1950’li yılların getirdiği serbestlik ortamı sonucu oluşan hızlı iç göç İstanbul’un bir megakent hâline gelmesine yol açtı. Geçmişte yaşanan sıkıntıları tekrar yaşamamak için pek çok tedbir alındığını, Istranca Ormanları’nın yanı sıra Melen ve hatta Sakarya gibi akarsu kaynaklarından şehre su getirildiğini görmekteyiz. Yapılabilecek daha pek çok şey olduğu da bir gerçek: Örneğin yeni yapılan binalarda, mutfak ve lavabo sularıyla tuvalet sifonu ve çamaşır yıkama makinesi gibi çok su tüketen sistemleri birbirinden ayıracak ikili bir temiz su sistemine geçip, arıtılan suları buralarda tekrar kullanmak mümkün. Su, yaşamın temel kaynağıdır. Dünyanın toplam değerinin 5,8 katrilyon dolar olarak hesaplandığını ve bu değerin yüzde 81’inin yani 5,6 katrilyon doların yalnızca suyun değeri olarak hesaplandığını hatırlamamız gerekiyor. Şimdilerde gerek kullanmadığımız gerekse içtiğimiz suyun içinde ağır metaller bulunduğu konusunda sayıları giderek artan haberlerle karşılaşmaktayız. İçtiğimiz veya kullandığımız suyun içinde, çeşitli yollarla karışan 44 madde bulunduğu tespit edildi. Yüzyıllar boyunca su sıkıntısı çeken bir şehir olarak çok dikkatli olmamız ve yeni çözüm yolları geliştirmemiz gerekiyor.
Kaynak: M. Sinan Genim, İstanbul Yazıları-Kent ve Mimari Üzerine Düşünceler, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2019
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı