Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Bugün bizlere masal gibi gelen hayatlar, Hollywood’un “Superhero”larının aksine gerçek kahramanların da büyük aksiyonlar yaşadığını gösteriyor. Bu hayatların bütününden çıkaracağımız en kesin yargıysa Polat Alemdar’ın o ünlü sözüyle neşv ü nema buluyor: “Sonunu düşünen kahraman olamaz.”
Hollywood’un gişeye oynayan filmleri arasında vazgeçilmez olan türü şüphesiz süper kahramanların başrol oynadığı filmlerdir. Kahramanımız çoğunlukla er kişi taifesindendir. Nadirattan kadın süper kahramanlar da olabilir. Bu kahramanlar gehi zorda kalan masum sivillere yardım ederler, gehi dünyayı yok etmeye çalışan uzaylıları kendi galaksilerine ışık hızıyla yollarlar, gehi bir suç şebekesini darma duman ederler. Mutlu sonla nihayete eren bu filmlerde süper kahramanlar, aslında hepimiz gibi sıradan insanlardır. Bilerek ve isteyerek süper kahraman olmayı seçtikleri pek söylenemez. Başlarına gelen olağanüstü bir olay neticesinde bir nevi mutantlaşarak mucizevi yeteneklere sahip olurlar. Bu gerçeküstü filmleri izlemek için milyonlarca insan yağmur, çamur, kar, güneş dinlemez sinema salonlarını hınca hınç doldurur. Gerçek hayatta karşılığı olmayan bu üstün ve anormal yetenekleri olan insanları perdede izlemek dahi insanların güce, motivasyona, çok çabalamadan başarmaya olan eğilimlerinin bir yansımasıdır. Gerçek hayatta ise bu işler pek öyle yürümez. Sıradan insanları görece başarı ve hedefe ulaşmak için dahi çok çalışıp mücadele etmek zorundadır. Zaman zaman toplumsal yargılarla ters düşüp, yalnızlaşmak, hayatını ve sevdiklerini tehlikeye atmak ve belki de “Mutlu son”lara değil “Acı son”lara sebep olmakla karşı karşıya kalırlar.
Zoraki Kahraman
Dünya tarihi söz konusu olduğunda, toplumların hikâyelerine baktığımızda, karşımıza Hollywood filmlerindeki gibi en süperinden olmasa da irili ufaklı binlerce kahraman/karakter çıkar. Hatta birçoğununki çaresizliğin getirdiği “Zoraki kahramanlık”tır. Bu kahramanların bir kısmı Türkçemizdeki “Kahraman” sıfatını hak eder, bir kısmı anti kahraman/karakter olarak yüzyıllarca toplumlar tarafından lanetle anılır. Bir kısmını ise sadece ilgilileri bilir, tanır ve yargılamayı kendi dünya görüşü ekseninde yapar.
Genel durum bu minvalde seyrederken hayat şartları toplumlar için artık tahammül sınırlarını zorlar hâle gelmeye başlayınca, diğer bir deyişle iş başa düşünce bazı kadınların tarih sahnesinde başrolü kaptıklarına şahit oluruz. Bu kadınlar zaman zaman dinî kimlikleri ile sahnede yer alırlar, zaman zaman da ülkelerin tarihini, sınırlarını, statükoları ve hükümleri değiştiren şahsiyetleri ile… Hz. Meryem’den Belkıs’a, Kleopatra’dan Kraliçe Elizabeth’e kadar bu listeye birçok isim sokmak mümkün… Peki, geçtiğimiz yüzyılda kadın kimliği ile mücadeleci, sabırlı ve azimli kişilikleriyle çok kişiyi olumlu etkilemiş ya da aşırı hırslı ve saplantılı kişilikleriyle yıkımlara neden olmuş ve kurulu düzenin köküne kibrit suyu dökmüş kadınlar kimlerdir? Bu sorunun cevabı çok “Kalabalık” olsa da dünyanın birbirine çok uzak köşelerinde, birbirinden muhtemelen habersiz, aynı görev bilinciyle, kendi doğrularına hayatını adayan birkaç ismi sıralayabiliriz.
20. yüzyılın henüz başları… Sömürgecilik dönemi bütün acımasızlığıyla devam ediyor. Batı’da endüstri devrimi ile binlerce yıllık tarım toplumları sanayi toplumuna dönüşmenin sancıları içinde kıvranıyor. Birinci dünya savaşına sebep olan doğal kaynakların paylaşım hesaplarıyla dünya, “Açgözlü azınlık” ile “Aç karınlı çoğunluk” arasındaki ters orantı arasında sıkışmış, şişiyor. Bu keşmekeşin içinde birbirinden habersiz bazı kadınlar inandıkları değerler uğruna kendi bölgelerindeki hâkim güçlere karşı isyan bayrağı açıyor. Sonuçları büyük acılara sebep olsa da milyonlarca insana daha yaşanabilir bir dünya yerine daha kaotik bir dünya sunsa da bu kadınlar davalarına önderlik ediyor.
İşte bu kadınlardan bazıları… Eli Kanlı Constance Markievicz
Constance Markievicz, bu acımasız dünyanın kalbinde İrlanda’da 1869’da dünyaya geliyor. Sinn Fein Partisi’nin en önemli üyelerinden biri olan Kontes Markievicz, kadınların seçme ve seçilme hakları için büyük çaba sarfeden süfrajet hareketinin önderlerinden biri oluyor. 19. yüzyılda başlayan bu hareket 20 yüzyılda dünyada özellikle feminist kadın hareketlerinin şekillenmesinde rol oynuyor.
Politikayla da ilgilenen Markievicz, İrlanda bağımsızlık direnişinin de bir parçası. Hatta bu direnişlerin en kanlılarından biri sayılan Paskalya Ayaklanması’nın liderlerinden biri olarak, kadınlardan oluşan birliği ile barikatlar kuruyor, hendekler kazıyor ve tarihe “1916 Kadınları” adıyla geçiyor. Bu kanlı ayaklanmada Markievicz’in de eline kan bulaşıyor. Hatta bir İngiliz keskin nişancısını yaralayıp kaçarken yakalanan Kontes, 70 kişinin ölüm cezasına çarptırıldığı duruşmanın tek kadın yargılananı oluyor. “Kadın olduğunuz için idam edilmeyeceksiniz.” diyen İngiliz yetkililere, “Takımınızın beni vuracak inceliğe sahip olmasını dilerdim.” cümlesi ile karşılık veriyor.
Markievicz, aldığı cezaların bitiminde İngiliz Avam Kamarası’na seçiliyor (Aralık 1918). Dünyada devlet bakanı olarak görev yapan ilk kadınlardan biri oluyor. Daha sonra bu makamı, İngiltere hükümetine ve Kraliyete bağlılık yemini etmek istemediği için reddediyor. Batı toplumunun her türlü çürümüşlüğüne karşı acımasız çözümler üreterek Britanya’nın önemli kadın karakterlerinden biri oluyor.
Petra Pedro’ya Dönüşü
Constance Markievicz’den kilometrelerce uzakta Meksika’da başka bir kadın tıpkı Markievicz gibi kendi ülkesinin şartlarına isyan ediyor. 1911’de başlayan Meksika Devrimi’nde diktatör Porfirio Diaz güçlerine karşı savaşan bu kadının adı Petra Herrera. Ancak uzun süre herkes onu “Pedro Herrera” olarak biliyor.
Meksika Devrimi sırasında, savaşçı kadınlara “Soldadera” deniyordu ve lojistik hizmetlerden, cephe gerisi koşturmalarından sorumluydular. Ancak bazı “Soldadera”lar erkeklerle birlikte cephe önünde silahlı mücadele vermek için yanıp tutuşuyorlardı. Petra da onlardan biriydi. Bunu gerçekleştirebilmenin o dönem Meksika’sında imkânı olmadığı için Petra cinsiyetini gizleyerek, “Pedro”ya dönüşmüştü. Benzer hikâyeler bizim Kurtuluş Savaşı’mızda da yer alıyordu. Bunlardan biri Halime Çavuş’un hikâyesiydi ki, herkes onu Halim Çavuş olarak tanıyordu.
“Pedro”nun diktatör Diaz’a karşı verilen savaşta üstün başarı ve becerileri ile generalliğe terfi edilmesine karar verilmişti. Bunun üzerine aslında “Pedro” olmadığını ilan eden “Petra”, kadın olması sebebiyle hak ettiği generalliğe getirilmedi. Karşı karşıya kaldığı adaletsizliğe isyan eden Dona Petra Herrera, hemen kadınlardan oluşan bir tugay kurdu. Başlangıçta cephe önünde savaşmak isteyen 25 silahlı kadından müteşekkil bir birlik oluşturdu. Birliği ile girdiği kanlı çatışmalar sonucunda Meksika Devrimi’nin neticelenmesinde etkili oldu. Halime Çavuş’tan çoğumuz haberdar dahi değilken Petra’nın oldukça vahşet dolu ve zor hayatı, birçok sosyalist kadını derinden etkiledi.
İngiliz Sömürgesine Karşı Nwanyeruwa
Britanya ve Güney Amerika’da kendi inançları uğruna her türlü savaşın içinde yer alan bu kadınlardan habersiz dünyanın bir diğer tarafında Nijerya’da bir başka kadın sömürge güçlerine karşı isyan bayrağını açıyordu. Lgbo kabilesinden Nwanyeruwa… Nwanyeruwa, sömürgecilik döneminde büyük bir cesaret örneği göstererek Batı Afrika’daki İngiliz hâkimiyetine karşı ilk kayda değer mücadeleyi başlatan isimdi. Tarihler 18 Kasım 1929’u gösterirken Nwanyeruwa, nüfus sayım memurunun “Keçilerini, koyunlarını ve insanlarını sayacaksın” emrine karşı çıktı. Zira bu emir, devletin kendisinden vergi alacağı anlamına geliyor ve geleneklere göre kadınlardan vergi alınmaması gerekiyordu. Nwanyeruwa meseleyi diğer kadınlarla tartışarak iki ay boyunca süren ve “Kadınların Savaşı” olarak adlandırılan protestolara öncülük etti. Bölgenin her yerinden 25 bin kadın bu eylemlere katıldı. Eylemlerde, yeni çıkarılan vergiler ve İngilizler tarafından atanan yöneticilerin sınırsız yetkileri protesto edildi. Neticede, İngilizler vergi almaktan vazgeçerek, kadınların durumunu iyileştirdi. Nwanyeruwa’nın zaferi, sömürge güçlerine karşı yerli halkın kazandığı önemli bir başarı olarak Britanya’nın zaten bozuk olan siciline kaydoldu.
İsrail’in Anası: Golda Meir
Büyük değişimler ve dönüşümler yüzyılı olan 20. yüzyılın başlarında, çağdaşı diğer örneklerde olduğu gibi inançlarına olan sadakatiyle binlerce insanın kanına giren bir başka isim Ukrayna’nın Kiev şehrinde doğduğunda tarihler 1898’i gösteriyordu. Golda Masovitch adındaki bu küçük kız çocuğunu daha sonra tüm dünya Golda Meir adıyla tanıyacak ve dünyanın en tartışmalı devletinin başında başbakan olarak görecekti. Katı bir dinî taassup ile kadını “Eksik” olarak niteleyen Yahudi toplumunda bir kadın olarak varlık gösterebilmek için inanılmaz bir adanmışlıkla her türlü yol ve yöntemi mübah görerek çabalamak gerekiyordu. Ortadoğu açmazında varlık göstermeye çalışan İsrail için bunu başaran isim Golda oldu…
İsrail, 19. yüzyılın sonlarından itibaren devam eden göçlerle 1948’de kuruluşunu ilan etmiş bir hukuksuzluk ülkesi. Golda da bu amaçla 1921 yılında ABD’nin Wisconsin eyaletinden Filistin’e göç eden genç ve ateşli siyonistlerden biri. İngiliz yönetimi altındaki Filistin’e kocasıyla birlikte göç ederek Merhavya kibutzuna (çoğunlukla komün hayatı yaşanan Yahudi yerleşimleri) yerleşiyor. Bunu izleyen 20 yıllık süre içinde Golda Meir işçi hareketi içinde ve kadın örgütlerinde etkin bir rol oynuyor. 14 Mayıs 1948’de İsrail’in kuruluş bildirgesini imzalayanlar arasında yer alıyor ve bu nedenle ona “İsrail’in anası” lakabı veriliyor. 1949’da parlamentoya seçilerek çalışma bakanı oluyor. 1956’da dışişleri bakanlığına getirildiği sırada adını Golda Meir olarak değiştiriyor. Tüm dünya onu bu adla tanıyor. 1967’de İsrail İşçi Partisi’nin kurulmasında önemli rol oynuyor. 1969’da başbakan seçildiğinde ise İsrail’in ilk, dünyanın üçüncü kadın başbakanı unvanını alıyor. İsrail’in kurucusu Ben Gurion ondan “The only man in the cabinet” diye bahsediyor.
İsrail’in kuruluşu sırasında silah ve yiyecek için ihtiyaç duyulan parayı vermeyi reddeden Amerikalı Yahudileri ikna etmek üzere Amerika’ya gidiyor. Hatta Ben Gurion bu önemli iş için başka bir arkadaşını düşünse de Golda’nın ısrarlarına dayanamıyor.
Golda, beklenenin çok üzerinde, 50 milyon dolar kadar parayla Filistin’e döndüğünde kimse onun bu başarısına inanamıyor. Aldığı para İsrail’in Araplarla yapılan ilk savaştan galibiyetle çıkmasına ve İsrail Devletinin Filistin’e yerleşmesine neden oluyor. Bu olay, Golda Meir’in kariyerindeki en parlak aşamalardan birini oluşturuyor. 1972 yılında Münih Olimpiyatları sırasında Filistinliler tarafından rehin alınan 11 İsrailli sporcuyu kurtarmak için “Tanrının Gazabı” operasyonunu yönetiyor ve operasyon sonucunda rehinelerle birlikte “Kara Eylül” örgütünün üyeleri de öldürülüyor. Başbakanlığı dönemine rastlayan “Yom Kipur” savaşı sırasında ise istihbarat raporlarını dikkate almayıp ordunun harekete geçirilmesinde geç kaldığı gerekçesi ile üzerinde siyasi baskılar oluşuyor ve bu sebeple aynı yılın sonunda başbakanlık görevinden istifa ediyor.
Bütün hayatını İsrail’e adayan bu kadın, bugün dahi İsrail tarafından ustalıkla uygulanan “Barış için İsrail”, “Barışın taraftarı İsrail” algısını en etkili şekilde kullanan siyonistlerin başında geliyor. “Filistinlileri çocuklarımızı öldürdükleri için affedebiliriz. Ancak onları kendi çocuklarını bize öldürtmek zorunda bıraktıkları için affedemeyiz. Onlarla ancak kendi çocuklarını bize duydukları nefretten daha büyük bir sevgiyle sevdikleri vakit barış yapacağız.” sözleri beyin yakıyor.
Bağımsızlığın Büyükannesi: Aruna Asaf Ali
Dünya tuhaf hesapların arenasıdır. Bu hesapların en çetrefillilerini ise İngiltere yapar. Son yüzyıla ait dünya haritası üzerinde etki etmediği bir ülkeye rastlamak hemen hemen mümkün değildir. Örneklerde yer alan kadınların çoğu mücadelelerini İngiltere ile yapar ya da güçlerini İngiltere’den alır. İsrail, neredeyse zorla kurdurduğu ve sonuna kadar desteklediği bir ülkeyken diğer tarafta tüm kaynakları ile 1757’den 1947’ye kadar sömürdüğü Hindistan vardır. Aruna Asaf Ali işte bu sömürüye karşı çıkan Bengalli bir kadındır. 1942’de “Quit India/Hindistan’dan çıkın” hareketindeki liderliği sayesinde “Bağımsızlık hareketinin büyükannesi” olarak bilinir. 1931’de Mahatma Gandhi ile birlikte “Salt Satyagraha” denen yürüyüşlere katıldığı için tutuklanır, bu yürüyüşler daha sonra “Doğruda Israr” isimli bir halk ayaklanmasına dönüşür. Yeni Delhi’de hapishanedeyken bile Britanyalıların Hindistanlılara gösterdiği insanlık dışı muameleyi protesto ederek açlık grevine gider. Pasif ve aktif direnişin en iyi uygulayıcılarından biri olur.
Uçak Kaçıran Yıldız: Leyla Halid
Aruna Asaf Ali’nin mücadelesi başarıyla sonuçlanmıştır ancak ülkesi için savaşan bir başka kadının mücadelesi bugün dahi hitamına ermemiştir. Leyla Halid… Dünya onu ve davasını kaçırdığı uçakla haberlerin ilk sırasına yükseldiğinde tanıdı. İlk kadın hava korsanı değildi belki ama en ünlüsü ve “En güzeli”ydi. O yıllarda gündeme gelmek, haksızlıklara dikkatleri çekmek için sosyal medya şaklabanlıkları yapılamıyordu. İsrail’in Filistin halkına uyguladığı şiddet ve hukuksuzluklara uluslararası toplumun dikkatini çekmek için büyük eylemler yapılmalıydı. Henüz 4 yaşındayken 1948 sürgünü ile yurdundan kovularak vatansız bırakılan Leyla da uçak kaçırmayı tercih etti. Televizyonlar ve gazeteler uçak kaçıran bu genç kadından bahsediyordu, ancak Leyla’nın annesi itiraz ediyordu; “Uçak kaçıran benim kızım Leyla olamaz, çünkü gazeteler hep çok güzel bir genç kadından söz ediyorlar.”
Annesinin çirkin ördeği Leyla Halid, kaçırdığı uçağın pilotunu Hayfa’nın üzerinden uçmaya zorlayarak doğduğu topraklara dönmenin bir yolunu kendince bulmuş oluyordu. Bu eylemden sonra bir süre ortadan kaybolan Halid, 1970’te ikinci bir uçak kaçırma eyleminde daha bulundu. Amaç, yine dünyaya Filistin Kurtuluş Mücadelesi’ni duyurmaktı. Kaçırılacak uçak, İsrail Havayolları’ndan seçildi fakat eylem son anda başarısızlıkla sonuçlandı. O dönemde İngiliz basını Leyla Halid’i bir magazin yıldızı gibi takip ediyordu. Başka bir uçağın kaçırılmasıyla yapılan pazarlıklar sonucu Halid serbest bırakıldı. Bugün Ürdün’de yaşayan ve ülkesine dönemeyen Halid, oldukça fırtınalı geçen bu hayatının ardından Filistin Kurtuluş Mücadelesi’ni uluslararası toplantılarda temsil eden kişi oldu. Geçtiğimiz aylarda ise vizesi olduğu hâlde bir toplantı için gittiği İtalya’ya alınmayarak havalimanından geri çevrildi.
Facebook Devrimcisi Esma Mahfuz
Leyla Halid’in dönemin egemen güçlerinin dikkatini çekebilmek amacıyla gerçekleştirdiği uçak kaçırma eylemleri artık pek yaşanmıyor. Yeni yüzyılda farklı eylem, mücadele ve propaganda yöntemleri tercih ediliyor. Adına önceleri “Arap Baharı” denen fakat zaman içinde güçlü devletlerin müdahaleleriyle tam bir cehenneme dönen Arap coğrafyasında yaşanan ayaklanmalar da yeni yüzyılın metodları ile tüm Ortadoğu’ya yayıldı. Bu ayaklanmaların başlamasına öncülük edenler arasında kadınlar da bulunuyordu. Ancak kadınlar başlattıkları bu hareketin sonuçlarından henüz haberdar değildi. Mısır’da Haziran 2011 Ayaklanması’nı başlatan Esma Mahfuz, insanları Tahrir Meydanı’ndaki protestosunda ona eşlik etmeleri için bir video çekerek davet etmiş ve bunu kendi blogunda yayımlamıştı. Akabinde Tahrir Meydanı’nda yaşananlar ve karşılaştığı büyük kalabalıklar kendisini de şaşırtmıştı. Mahfuz çektiği videoda şunları söylüyordu:
“Arkadaşlar! Ben 25 Ocak günü Hürriyet Meydanı’na gidiyorum. Vatanını sevenler, zerre kadar şerefi olanlar Hürriyet Meydanı’na gelsin. Biz de Tunusluların yaptığını yapabiliriz. Lütfen ‘Umut yok!’ demeyin. Siz öyle dediğiniz sürece umut olmaz. ‘Zulme yeter!’ demek için evden çıkın. Oturmakla olmaz. Biz sadece özgürlüğümüzü istiyoruz. İnsan olarak yaşamak istiyoruz. Yeter!”
O günlerde kurulan bu cümlelerin Hüsnü Mübarek’i 30 yıllık koltuğundan edeceğini kimse beklemiyordu.
Esma şahit olduğu haksızlıklara dur diyebilmek için arkadaşlarıyla beraber 6 Nisan gençlik hareketini başlattı. İskenderiye’de Khaled Said adlı gencin polis işkencesiyle öldürülmesinden sonra yine arkadaşlarıyla bir Facebook grubu kurdu ve seslerini dünyaya bu portal üzerinden duyurmaya başladı. Arap Baharında Facebook’un yoğun kullanımından dolayı daha sonra bu durdurulamaz bu olaylara “Facebook devrimi” adı bile verilmişti.
Mahfuz ve arkadaşları, 2011 yılında Avrupa Parlamentosu tarafından İnsan Hakları alanında verilen, Sakharov Düşünce Özgürlüğü Ödülü’ne layık görüldü. Mısır devriminin ardından gelen askerî darbede tutuklanan Mahfuz, daha sonra serbest bırakıldı. Esma Mahfuz bugünlerde haksızlığa uğradığını düşündüğü herkese ulaşarak desteğini gösteriyor.
Gerçek Kurgudan Daha Tuhaftır
Son yüzyılda iz bırakmış kadınlardan bu yazıda aktarılan birkaçının hikâyesinden dahi alınacak çok ders, çıkarılacak çok hisse var. Bugün bir masalı dinler gibi, bir kurguya aitmiş gibi bazen imrenerek, bazen dehşetle bazen de lanetle andığımız bu hayatlar, aslında Hollywood’un o çok kazanan “Süper kahraman” filmlerinin aksine gerçek hikâyelerin de büyük aksiyonlar barındırdığını gösteriyor. “Gerçek kurgudan daha tuhaftır.” sözüyle Amerikalı ünlü hikâyeci Edgar Allan Poe belki de bunu vurgulamak istiyor. Hâsılı, bu hayatların bütününden çıkaracağımız en kesin yargıysa Polat Alemdar’ın o ünlü sözüyle neşvünema buluyor; “Sonunu düşünen kahraman olamaz.”
Ayşegül YILDIRIM KARA
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı