Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
“Öyle yerler, öyle saatler var ki; insan tüm dünyayı görebilecek denli yalnız oluyor.”
Bu şehrin karmaşası ve alametleri o kadar bariz, o kadar heybetlidir ki; ışığın, rengin ve sesin bu şiddetinde körlük de, sağırlık da kaçınılmaz bir son oluverir. Her yeni gün, yeni bir kıyamet senaryosu ile kendinizi tam ortasına attığınız bu hengâme, o kadar içinize işler ki; zaman, mekân, mimarî, sanat, düşünce ve estetikle ilgili her türlü algınız şehrin kanunlarına ve sınırlarına çoktan esir düşmüştür de haberiniz olmamıştır.
İşte böyle bir kendinden geçmişlikle tarihî yarımadanın çekim kanununa icabet ettiğimiz bir lahzada; geçmiş zaman olur ki; hayali cihana değer dediğimiz bir yere nasipdar olduk bu sefer… Bab-ı Ali’nin karşısında, Topkapı Sarayı surlarının Alemdar Caddesi’ndeki burçları üzerinde; köşe taşı hükmünde sanki ezelden ebede bir şahitlik makamında selamlar bizi ‘Selam’ köşkü. Namıdiğer Alay Köşkü; nice görkemli askeri geçit törenlerine, lonca alaylarına, hanedan atlarının şahlanışına, saraylı hanımların Gülhane avlusundaki salınışlarına, pencerelerin ardından binbir tul-ı emelle mehtapların ışıltılarına, gurub-u şemslerin kızıllığına dalıp giden sultanların taptaze izleriyle dolu; hiç eğip bükmeden o en büyük hakikati fısıldar kulağımıza: “Ne acı, kaybetmek için sahiplik! Ölümlüyü sevmek, ne korkulu iş! Hayat mı, püf desen kopacak iplik, çıkmaz sokaklarda varılmaz gidiş.”
Ampir üslup ile yapılmış üç katlı kâgir bir yapı olan Alay köşkü; ilk olarak 17. yüzyılda II. Mahmut tarafından padişahların savaş öncesi ve sonrası, ordunun geçit törenlerini izlemesi için yaptırılır. Fatih Sultan Mehmet Han’dan Sultan Abdülmecit’e kadar tam dört yüz yıl devam eden bu gelenek, köşkün yapımından önceki yerinde aynı amaçla kullanılan ahşap bir yapıdan da haber verir. Kesin bir kanıt olmamakla birlikte, mimarî üslubu nedeniyle köşkün mimarının devrin gözde mimarlarını yetiştiren Balyan ailesinden Kirkor Amira Balyan olduğu düşünülüyor. Gülhane Parkı’na bakan iki kanatlı iki kapısı ile on dört adet penceresi vardır. Pencere kemerlerindeki Hattat İzzet Molla tarafından sülus tekniği ile yazılmış hatları ile girişteki manzum kitabelerinden dönemin tarihine ve sanatına ilişkin epeyce bilgi edinebiliyoruz köşke dair.
Tarihi misyonu ve işlevinin yanı sıra önünde devrin en hazin ve kritik hadiselerinin cereyan etmesi hasebiyle yine bastığımız yerin toprak, girdiğimiz yerin de bir yapı olmaktan çok ötesi olduğunu belli belirsiz bir kederle hissettiriyor. Osmanlı’nın devlet yönetimi konusunda kılı kırk yaran hassasiyetinin göstergesi olarak; Sultan IV.Mehmet döneminde, Halep valisi Vezir Haseki Mehmet Paşa’nın yolsuzluk suçlamaları nedeniyle dönemin katibi ve kethüdasıyla birlikte köşkün önünde idam edildiğini öğreniyoruz. Yine padişahın hükmünün dahi hükümsüz kaldığı Çınar Vakası da Alay Köşkü’nün sahne olduğu hadiselerden biridir. Girit Kuşatması’nın akabinde maaşlarının düşük ayarlı akçe ile ödendiği iddialarıyla yeniçeriler tarafından başlatılan isyan padişah IV. Mehmet’in dahi önleyemediği kanlı bir boyuta sıçrayarak saray mensuplarının da aralarında bulunduğu yaklaşık otuz kişinin idam edilmesiyle sonuçlanır. Saraydan teslim alınan otuz kişinin cesedi, isyancılar tarafından At Meydanı’ndaki bir çınar ağacına asılarak günlerce sallandırılır. Bu elim hadise; çınar ağacının kazandığı kisve ile cehennemdeki meyveleri insan kafası şeklindeki Vakvak ağacına benzetilerek; tarihe Vaka-i Vakvakiye olarak kazınır. Öte yandan 1808 yılında Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa; döneminde çıkan diğer bir yeniçeri ayaklanmasına karşılık teslim olmayı reddedince; Bab-ı Ali’deki konağını havaya uçararak kendisiyle birlikte yüzlerce yeniçerinin ölümüne sebebiyet verir. Bu şiddetli patlamadan köşkün kısmen etkilendiği bilinir.
Geçen yıllar boyunca batılılaşma ve yenileşme akımının etkisiyle değişen pek çok şey gibi Alay Köşkü de geçit törenlerindeki yerini, sonradan yapılan Dolmabahçe Sarayı’nın içindeki Pembe Köşk’e bırakır. 1855’te İsviçreli mimar Fossati kardeşlerin Soğukçeşme Kapısı yanında inşa ettiği Telgrafhane-i Amire binası ile birlikte bir süre telgrafhane nazırının makamı olarak kullanılır. Telgrafhane buradan taşınıp, sur dibindeki tüm binalar birer birer yıkılmaya başlayınca köşk uzun yıllar atıl durumda kalır ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında Güzel Sanatlar Birliği’ne tahsis edilir. Daha sonraTopkapı Sarayı Müdürlüğü’ne bağlanır ve kapsamlı bir tadilattan geçirilir. Ve en nihayet Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 12 Kasım 2011 yılında Ahmet Hamdi Tanpınar Müzesi ve Kütüphanesi olarak tekrar hizmete açılır.
Bugün içinde 9 binden fazla eserin mevcut olduğu kütüphane gerek varış güzergahı, gerekse konumu itibariyle şehrin acil çıkışlarından biri gibidir. Dört bir köşesi Tanpınar, Orhan Kemal ve Yahya Kemal gibi edebiyatımızın üstadlarına ayrılmış olan yapıda yazarların eserlerinin yanı sıra kişisel eşyalarına da rastlıyoruz. Bizim gibi Tanpınar sevdalıları için çok tatlı bir sürpriz olarak ise yazarın kişisel daktilosunda dostlarına yazdığı mektuplar karşımıza çıkıyor. Pazar günleri hariç hemen her gün açık olan müzede yıl boyunca kültür, sanat etkinlikleri; şiir festivalleri, yazar/şair söyleşileri yapılıyor. Burası nasipdar olup uğradığımız bir eşref saatinde; zamanın hükümsüz fakat vaktin sonsuz bir kıymette olduğunu idrak edebileceğimiz bir yer.
Hacer YEĞİN
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı