Sarayın mahrem dairesi kadın sultanlar

Merjam Yazar: Merjam 12 Eylül 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

Kadın sultanlarla ilgili son dönemlerde çok değerli çalışmalar yapılmış olmasına rağmen daha fazla araştırmaya ve değerlendirmeye ihtiyaç olduğu aşikâr. Böylesine geniş bir alanda ne hanedana mensup kadınlara ne de günümüz kadınlarına tek bir kalıp içinde bakmak mümkün değil.

Sarayın mahrem dairesi kadın sultanlar

 

Tarihî süreçte siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda sahip oldukları hakları ve bunları kullanma becerileri açısından kadın sultanlar, belki de en çok merak edilen, haklarında müspet-menfi en çok yorum yapılan kadınlar oldular. Kadın sultanları çoğunlukla hep başkalarının dilinden, gözünden ve hayallerinden anlamaya çalıştık. Popüler yayınlarda hareme sıkıştırılmış hayatlarda hayalle gerçek arasında kaldık. Çoğu zaman şehrin kalbinin attığı bânisi ve vakıfı oldukları eserlerle tanıdık onları. Oysa kendilerinden dinleyebilseydik yaşadıklarını kim bilir nasıl anlatacaklardı. Kadın sultanlar başlığının zaman, mekân ve muhteva açısından sınırlaması varsa da her bir kadın sultanın hayatı derinlemesine bir araştırma konusu olabilecekken biz kuşbakışı onların görün(mey)en yüzlerini değerlendirmeye çalışacağız.

 

 

Nesneden Özneye Dönüşüm

 

Hanedana mensup kadın sultanların, toplumsal hayatın her alanında aktif olmasını sağlayan güçlerinin temeli Türk ve İslâm devlet geleneğine dayanıyordu. Orta Asya-Selçuklu-Osmanlı çizgisindeki devlet geleneğinde hatun-kağan ilişkisi, toplumun temeli ailede anne-baba figürü ile özdeşleşmişti. Kağan devletin başına geçtiğinde “Hatun” onunla tahta çıkar ve “Kut” sahibi olurdu. Kağan-hatun ikilisinin uyumu, toplumu oluşturan aileler için de örnek teşkil ediyordu. Destanlarda kadın; yol gösterici, nasihat veren, merhametli, yardımcı özellikleriyle yer almıştı. Öyle ki erkek kahramanlar eşi, kızı, annesi olan kadınların sözlerine önem vermediklerinde felaketle karşılaşıyorlardı. Hanedana mensup kadınlar kağan, sultan ya da padişahın yardımcısı sıfatıyla siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel alanda üstlendikleri roller ile devlet ve toplum hayatının değişmesine vesile olmuşlardı. Aileyi babadan sonra annenin temsil etmesi geleneğine istinaden; eşleri ve oğullarının yokluğunda ya da oğulları yaşça küçük olduğunda kadınlar, naîbe, terken hatun, valide sultan gibi sıfatlarla devleti idare etmişlerdi. Sadece siyasi alanda değil bâni, vakıf olarak ya da kendi adlarına yaptırılan cami, medrese, şifahane, kütüphane, sebil, çeşme, aşhane gibi eserler de kadınlar ülkenin farklı yerlerinde iz bırakmışlardı. Göktürklerde İl-Bilge Hatun, Selçuklularda Altuncan, Terken, Gevher ve Zübeyde hatunlar, İlhanlılarda Terken Hatun, Bağdat Hatun, Eyyubilerde Şecer’üd-Dürr, Safevilerde Perihan Hanım, Hayrunnisa Begüm, Timur Devleti’nde Hanzade, Gevher Şad, Osmanlılarda Hafsa, Hürrem, Nurbanu, Safiye, Kösem, Hadice Turhan ve Gülnûş Emetullah sultanlar siyasi nüfuz sahibi kadınlardan bazılarıydı. Kadın sultanlar, farklı dönemlerde ve coğrafyalarda siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel yapıya bağlı olarak değişse de devlet yönetimde söz sahibi oldular ve zamanla sistemin bir parçası hâline geldiler. Böylece kadınlar, siyasal anlamda yetkinliklerini artırdıkça ve konumlarını güçlendirdikçe nesne konumundan özneye dönüştüler. Dikkat edilmesi gereken hususlardan biri; kadınların politik güç ile sosyal ve kültürel alanlardaki faaliyetlerinin bir arada olabileceği gerçeğinin göz ardı edilmemesidir.

 

11. yüzyılda Selçuklu Dev- leti’nde Terken Hatun ve 16. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Hürrem Sultan’nın konumu, devlet yönetiminde kadının yeri açısından dönüm noktasıdır. Selçuklu Sultanı Melikşah’ın eşi Terken Hatun ile Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem Sultan; oğullarını hükümdar kılma arzuları/çabaları, kızlarının evlilikleri, oğullarının veliahtlığını ve iktidarını güçlendirmek için dönemin vezir/sadrazamları ile mücadeleleri ve kurdukları ittifaklar açısından benzerlik göstermektedir.

 

Terken Hatun, kızı Mah-Melek Hatun’u Abbasi Halifesi Muktedi ile evlendirmiş, böylece hem Selçuklularda hem de Abbasilerde siyasî nüfuz ve otoriteye sahip olmak istemiştir.

 

Terken Hatun, Melikşah’ın vefatından sonra oğlu Sultan Mahmud’u başa geçirmek istemiş, kendisine engel olarak gördüğü Nizâmü’l-Mülk’ü bertaraf etmek için çeşitli ittifaklar kurmuştu. Melikşah’ın vefatından sonra taht mücadeleleri nedeniyle ülke zor bir dönem geçirmişti. Bu dönemi Nizâmü’l-Mülk, Siyasetnâme’de “Bütün devirlerde padişahın eşinin, padişaha musallat olduğu her zaman, rüsvaylık, şer, fitne ve fesattan başka hiçbir şey hâsıl olmamıştır.” cümleleri ile anlatmıştır.

 

 

Tarihî Süreçte Siyasi, Eko Hürrem Sultan Dönüm Noktası

 

Yüzyıllar sonra benzer bir mücadele, Osmanlı Devleti’nde Hürrem Sultan’ın öncülüğünde ve değişimin nirengi noktası olarak karşımıza çıkar. Hürrem Sultan, Karahanlı soyuna mensup Terken Hatun’dan farklı, cariye olarak sarayda artan nüfuzunu Kanuni Sultan Süleyman’ın nikâhlı eşi olarak sürdürdü. Hürrem Sultan, oğlunun veliaht ilan edilmesine sıcak bakmayan Hafsa Sultan’ın ölümünün ardından hareket sahasını daha da genişletmiştir. Özellikle Makbul İbrahim Paşa’nın sadrazamlık görevinden alınması, Rüstem Paşa’nın sadrazam olması ve yeni sadrazamın kızı Mihrimah Sultan ile evlenmesi gücünü artırmıştı.

 

Hürrem Sultan’la başlayan ve sonraki dönemde devam eden “Valide sultan” gücünün artmasını huzursuzluk olarak addeden Şeyhülislam Sunullah Efendi, 1599’da çözümü, kadınların “Umur-ı mülk ve saltanata karışmaması” şeklinde dile getiriyordu. Aynı zamanda Kudüs’teki vakfiyesinde Hürrem Sultan, “Kadınlar arasında sultanların hası zamanın ve asrının Zübeydesi… benzeri olmayan, bahtiyarlıkta bir ikincisi bulunmayan sultan” ifadeleri ile anılıyordu.

 

 

Kösem Sultan 30 Yıl Valide Sultanlık Makamında

 

Tarih yazımında çoğu zaman eril dil, politik gücü kadınların iktidara burunlarını sokması olarak tanımlarken bunu kadınların gücü kullanması olarak adlandıran farklı bakış açıları da vardı. “Ya-ya da” mantığı ile kadınlar iki rol ve sıfatla özdeşleştiriliyordu: Anne rolü ile “İyi kadın”, iktidara müdahil olan yönüyle “Kötü/fitne unsuru kadın”. İlginçtir ki; Hürrem’in oğullarından birini tahta çıkarmak için yaptığı ittifaklar ve Sultan’ı bu konudaki ikna çabaları eleştirilirken, Mahidevran’ın Mustafa’nın tahtın varisi olarak başarısını garantiye alma gayreti övülmüştü. Oysa her iki kadının amacı; şehzade annesi olarak oğulları ve kendi ikballeri ile ülkenin geleceğini düşünerek hareket etmekti.

 

Kadın sultanların devlet yönetiminde değişen rolü ve değişime etkisinde, bir nevi nesneden özneye geçişlerinde dönüm noktası, valide sultanlık makamının kurumsallaşmasıdır.

 

Valide sultanın ön plana çıkması, padişah hareminin Topkapı Sarayı’na taşınması ve taht mücadelerinden dolayı sancağa çıkma usûlunun terk edilip padişah ailesinin haremde toplanması, güç-iktidar ilişkilerinin de değişmesine sebep oldu. Valide sultanın saraydaki sorumluluklarına artık oğlunu eğitmenin yanında hanedanın içinden ve dışından gelebilecek tehditlere karşı korumak da eklendi. Hanedana mensup kadınların politik gücü kullanmaları, bir dizi ilişkiyi de kontrol etme zorunluluğu ve sorumluluğu ortaya çıkardı. Bu ilişkiler valide sultan-oğul, valide sultan-haseki, valide sultan-sadrazam olmak üzere girift bir yapıya dönüştü. İç ve dış ittifakları kontrol eden valide sultan böylece gücünü daha da artırdı.

 

Oğlunun padişahlığını gören 23 valide sultan vardı, ancak oğulları adına ülkeyi yönetme gücü yıllar içinde arttı ya da azaldı. Valide sultan unvanını ilk defa III. Murad’ın annesi Nurbanu Sultan kullandı.

 

Valide sultanlar, sarayda güçlenen otoriteleri ile neredeyse tek hâkim konumuna yükseldiler. Nurbanu ve Safiye sultanlardan sonra Kösem Sultan, yaklaşık otuz yıl valide sultanlık makamında kaldı.

 

Hadice Turhan Sultan, valide sultan olduğunda hem sadrazam Köprülü Mehmed Paşa’yı sadrazam ataması hem askerî alandaki hamleleri hem de Venedik kuşatmasını önlemek için Çanakkale Boğazı’na yaptırdığı kalelerle istisnai bir yere sahip oldu.

 

 

18. Yüzyılda Vakıf Oranı Yükseldi

 

Kadın sultanlar anlatılırken siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel alanda güçlerini kullanımı konusunda keskin sınırların çizilmesi, tarihî değerlendirmeleri sınırlandıran bir bakış açısıdır. Kadın sultanların tarihî kökleri olan yetkileri ve sorumlulukları, ne sadece politik nüfuzun kullanımı ne de sadece sosyal ve kültürel alanda etkin olma şeklinde anlatılabilir. Bu farklı alanlar iç içe geçmiş güç, yetki ve sorumluluk unsurlarını kapsamaktadır. Örneğin; Selçuklu-Osmanlı çizgisinde Terken Hatun’dan Nilüfer Hatun’a, Hafsa Sultan’dan Kösem Sultan’a, Gülnûş Emetullah Sultan’dan Bezm-i Âlem Sultan’a kadın sultanlar, hem politik gücü kullanıyor hem de hayır hasenatta öncülük ediyorlardı. Böylece hem toplumla bağlarını güçelendiriyorlardı hem de her kesime hitap eden sosyal hizmetlerin gerçeklemesini sağlıyorlardı.

 

Kadın sultanlar, temelinde insanlar arasında yardımlaşma ve dayanışma olan vakıflar yoluyla ayrım gözetmeksizin toplumun her kesimine hitap eden cami, mescid, namazgâh, mektep, medrese, kütüphane, aşhane, kervansaray, bedesten, çeşme, yol, köprü, kale, mesire yerleri, deniz fenerleri, sebiller, dul ve yetim evleri, çocuk emzirme ve büyütme yuvaları yaptırdılar. Böylece valide sultanların görünürlüğü, sahip oldukları siyasi güce paralel olarak artan ekonomik gücün tasadduk edilmesiyle yapılan mimari eserlerle daha kalıcı hâle gelmişti. Kadın sultanlar hayratta yarışmak ve sadaka-i cariyeyi esas alarak amel defterlerinin kapanmaması için vakıf eserlerin kurulmasına da öncülük ettiler. Kadın sultanlar vakıf kitabelerinde hayırseverlikleri ile anılmış ve çoğu zaman Peygamberimiz Hz. Muhammed’in eşlerine benzetilmişlerdi. Manisa’daki Külliye’de Hafsa Sultan, “O dinine bağlı, dürüst bir hanım, iffet diyarının ecesi, saflı payitahtının Hatice’si, hayırlı vakıflar kurucusu, kendini din işlerine adamış zamanın Fatıma’sı, çağın Ayşe’siydi.” ifadeleriyle anlatılıyordu.

 

Osmanlı öncesi Kayseri’de Hunat Hatun Medresesi, Mardin Hatuniye (Sitti Radviyye) Medresesi, Erzurum Yakutiye Medresesi kadınların öncülük ettiği eserlerdendi. Şifahane geleneğinin Anadolu’daki ilk örnekleri arasında ise Kayseri Gevher Nesibe Hatun Şifahanesi, Sivas Divriği Melike Turan Darüşşifası, Ilduz Hatun Amasya Darüşşifası vardı. Bu gelenek Osmanlı Devleti’nde pek çok örneğin yanısıra Hafsa Sultan ve Bezm-i Âlem Valide Sultan külliyelerinde de devam etmişti. Bu vakıf eserlerinin işleyişi vakıfnamelerinde en ince detaylarıyla belirlenirdi ki bunun en çarpıcı örneklerinden biri; Bezm-i Âlem Gûraba vakfiyesinde; “Şayet bir hastanın iyileşmesi için limon gerekse ve limonun değeri bir altın lira olsa dahi alına” şartına yer verilmesiydi. Genişleyen halkalar misali kadın sultanların öncülük ettiği vakıf eseri bırakma geleneği zamanla toplumun her kesiminde özellikle kadınlar nezdinde karşılık bulmuştu. Anadolu Selçuklularında kadınların kurdukları vakıfların oranı yüzde 8 iken, bu oran Osmanlı Devleti’nde 16. yüzyılda yüzde 17, 17. yüzyılda yüzde 15 ve 18. yüzyılda yüzde 19’lara yükselmişti.

 

Kadın sultanların geleneksel bir şekilde devam ettirdikleri hayır hasenat işlerinin başında kutsal mekânların eksiklerinin tamamlanması da gelmekteydi. Abbasi halifesinin Türk eşi Zübeyde Hatun’un 8. yüzyılda yaptırdığı Mekke ve Medine su yollarının tamir işlerini yüzyıllar sonra Hürrem, Mihrimah, Safiye, Kösem ve Turhan Sultanlar başta olmak üzere kadın sultanlar üstlenmişlerdi.

 

 

Kütüphaneyi İlk Kuran Nurbanu Sultan

 

Hafsa Sultan’ın, oğlu Şehzade Süleyman’ın sancak şehri Manisa’da yaptırdığı Hafsa Sultan Külliye’si ile Mimar Sinan’a yaptırdığı Haseki Külliyesi ve Çifte Hamam, Mihrimah Sultan’ın Edirnekapı ve Üsküdar’daki külliyeleri, Nurbanu Sultan’ın Valide-i Atik Külliyesi, Gülnuş Emetullah Sultan’ın Yeni Vâlide Külliyesi, Bezm-i Âlem Valide Sultan’ın Vakıf Gureba Hastahanesi ve Valide Sultan Mektebi bunlardan birkaçıydı. Nurbanu Sultan, istisnai bir şekilde İstanbul’da kütüphane kuran ilk kadındı. Safiye Sultan tarafından yaptırılan Yeni Camii’n temelleri 1597 yılında atılmış, tamamlanması Turhan Valide Sultan zamanında gerçekleşmiştir. Hayrat ruhu ile kurulan ve gelişen Osmanlı şehirlerindeki kadın sultanların bânisi ve vakıfı oldukları küliyeler, zamanla medeniyetin sembolü hâline geldi. Böylece devletin kalbi, valide sultanların politik gücü ve Topkapı Sarayı’nda yine valide sultanların yaptırdığı vakıf eserleriyle ülkenin her yerinde atıyordu. Selçuklu’dan Osmanlı’ya hâkim olunan coğrafyanın genişliği ve zamanı dikkate alındığında tarihinin her aşaması ve her bir yüzyılı kendi içinde bir araştırma konusu olabilir. Kadın sultanlarla ilgili son dönemlerde çok değerli çalışmalar yapılmış olmasına rağmen daha fazla araştırmaya ve değerlendirmeye ihtiyaç olduğu aşikârdır. Böylesine geniş bir alanda ne hanedana mensup kadınlara ne de günümüz kadınlarına tek bir kalıp içinde bakmak mümkün değildir. Sarkaç misali, iyi-kötü çizgisinde kadınlara atfedilen rolleri hamaset ve reddiyeci bir bakıştan uzak ele almak hem geçmişi hem de bugünü anlamayı kolaylaştıracaktır. Kadınların toplumsal hayatın her alanında etkin olmalarının kökü mazide olan ve tek bir prototipe uymayan ve prototiplerden oluşan karşılığı vardır. Şu bir gerçektir ki; geçmişte olduğu gibi bugün de kadınlar hak ve özgürlüklerini kullanabildikleri ölçüde topluma katkıları daha da artacaktır.

 

Sevim CAN

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı