Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Gaye Özen, “Sanatçılar olarak bizim, kâinatın nakkaşının mirasını taşıdığımızı düşünüyorum ve evrenin o nakledilmiş muazzam halinden ancak küçük minyatür kopyalar yapıyoruz. Aslında minyatür sanatçıları olarak bizler, kâinatın nakkaşının emanetçileriyiz.” diyor.
Sanat, çağlar ve sınırların ötesindedir. Yüzyıllar önce yaşamış bir sanatçı ile günümüzde icra eden isimler aynı ahengin ürünüdür. Minyatür sanatçısı ve eğitmen Gaye Özen, buna dikkat çekiyor. Özen “İşinizin başına oturduğunuzda, sanki 16. yüzyılda Nakkaş Osman, 18. yüzyılda Levni gibi, aynı o zamanın ritmine giriyorsunuz. Gerçekten teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, o dönemdeki sanatçılarla aynı hızda, aynı üslupta yapıyorsunuz.” diyor. Ama mesele ne olursa olsun insanın iç dünyasına dikkat çekiyor; “Eğer iç ahenginize kavuşamamışsanız minyatür yapmanız çok zor.” diyor.
Sanatçı, tüm eserlerinde olmazsa olmazının beyaz renk olduğuna işaret ederek, "Aslında beyaz, bir anlamda bütün renkleri de kendinde toplayan tevhidi simgeliyor. Belki bundan etkileniyorum. Beyaz kullanmadan kesinlikle bir eser üretemiyorum." ifadelerini kullandı.
Kuş, su ve ağaç gibi doğaya dair temalar olmadan da asla bir eser yapamadığına dikkati çeken Özen, şunları aktardı:
"Atölye olarak temalı, konulu projelerimiz oluyor ve bunları da kitaplaştırıyoruz. Eğer böyle konulu bir projeye girmişsek, tabii araştırmak ve onun taslağını çıkarmak bazen 1 yıl bile sürebiliyor. Şehir dışında oluyor, fotoğraflar çekiliyor, inceleniyor, tarihi araştırılıyor. Böyle çalışmalarım da var. Ama ruhuma soruyorsanız, 2012 yılında Datça'ya gidip gelmeye başladıktan sonra kendime farklı bir yol çizdiğimi düşünüyorum. Oradaki doğayla birebir temas halinde olma hali beni böyle minyatürler yapmaya yönlendirdi. Halen de İstanbul'da çalışmalarımı öyle sürdürüyorum. Çalışmalarım genelde çok büyük, devasa boyutlarda bir minyatür değilse, mutlaka ev dışında çalışmayı tercih ediyorum."
Gaye Özen, pandemi öncesi daha çok Küçüksu Kasrı'nda çalışmalarını yaptığını belirterek, "Sabah kalkıp bir atölyeye gider gibi, malzemelerimle birlikte Küçüksu Kasrı'na hiçbir düşünce taşımadan gidiyorum. Sonra o kâğıda zemin atıyorum. O günkü ruh halime göre, o zemin sonrasında, doğayla temaşa halindeyken bir şekilde bir kompozisyon çıkıyor. Bu inanın bana da sürpriz oluyor. Ne yapacağınızı bilmiyorsunuz. Başlıyorsunuz, devam ediyorsunuz ve hiç planlamadığınız bir şekilde eseriniz bitebiliyor. Eseriniz size bir söz söylüyor. Sonra çok kısa da olsa her minyatürüme kısa bir metin yazıyorum. Yani her minyatürümün kendine ait bir hikâyesi var." dedi.
Eserleri üretirken doğayla iç içe olmanın çok önemli olduğuna vurgu yapan sanatçı, şu bilgileri verdi:
"Küçüksu Kasrı'nda bir eser ürettiğim zaman, doğayla o temaşa çok önemli. Yani kaç kere yunuslar zıplayıp kâğıdıma su sıçrattı. Kuşlar, martılar geçerken kanatlarındaki suyu döküyor, uğur böceği, arı konuyor. Bunların hepsi inanın bir iz bırakıyor. O anda, aslında istemediğiniz bir şey. Bir anda bir leke oluyor kâğıdınıza ama onu sonra dönüştürüyorsunuz. Sonunda bakıyorsunuz ki eser, doğa ve iç ahenginizle iç içe birlikte finale ermiş."
Gaye Özen, minyatürün tevhit sanatı olduğuna da dikkati çekerek, “Sanatçılar olarak bizim, kâinatın nakkaşının mirasını taşıdığımızı düşünüyorum ve evrenin o nakledilmiş muazzam halinden ancak küçük minyatür kopyalar yapıyoruz. Aslında minyatür sanatçıları olarak bizler, kâinatın nakkaşının emanetçileriyiz. Yaratılan her şeye baktığınızda, ince ince işlenmiş bir nakış hali var. Bizler, ancak bu külli olanın cüz'i olarak birer gölgesini kâğıda düşürüyoruz. Minyatür sanatını icra ederken aslında sanatçı bir yükseliş yaşıyor ve kâinata kuş bakışı bakıyor. Kâinatın ritmi içinde, kendi iç ahengiyle çalışırken, tekrar yeryüzüne inip birebir yaratılanı kopya değil, gördüklerini stilize ediyor ya da yorumluyor.” değerlendirmesinde bulundu.
Son 20 yıldır, gençlerin minyatüre büyük bir ilgisinin olduğunu söyleyen Özen, şöyle devam etti:
“Ülkemizde de gerçekten bu isteğe karşılık verebilecek nitelikte çok değerli hocalarımız ve atölyeler var. Bu şekilde devam ettiği sürece bu sanatın ölmeyeceği zaten aşikâr. Çok şükür şimdi UNESCO Kültür Mirası Listesi'ne girdiği için de bu sanat çok daha kıymetli oldu. Yani insanlığın var oluşundan bu yana süregelen ve korunması gereken bir miras. Bu bize, bizlere düştüğü için de hem büyük bir sorumluluk hem büyük bir mutluluk yaşıyoruz. Bu anlamda Türkiye'deki bütün atölyelerin birbirini tanıması ve bir araya gelmesi, belki ortak projeler yapması gerektiğine inanıyorum.”
Çok sık eser ürettiğini ve her gün yeni bir minyatür eseri yapmaya başladığını aktaran Özen, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Her an çalışıyorum. Fransız yönetmen Robert Bresson, yorulup, kendi öz cevherleri kalana kadar oyuncularına aynı rolü çok tekrarlatır ve aynı sözleri söyletirmiş. Ben de minyatürde o kadar fazla ürün üretiyor ve olabilecek seçenekleri o kadar fazla yapıyorum ki, en nihayetinde o gerçek, saf yapmak istediğim tasarım gerçekleşecek diye düşünüyorum. Normalde herkes sipariş çalışabilir ama ben asla sipariş çalışamıyorum. Bunun nedeni bahsettiğim, iç ahenk ve ruh halime göre çalışmam. Sınırlı bir konu ya da atmosfere giremiyorum. Bütün samimiyetinizle bir işi yaptığınızda, o zaman içinde gelmesi gereken yere zaten ulaşıyor.”
Kaynak: AA
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı