Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Samet Altıntaş kaleme aldığı “Boğaz’ın Dört Muhafız’ı” için “Eski İstanbullular, Boğaziçi’ni dört ulu kişinin koruduğuna inanırlar. Bunlar; Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdâyî, Beykoz’da Yûşâ Aleyhisselam, Rumeli Kavağı’nda Telli Baba ve Beşiktaş’ta Yahya Efendi ile çevrelenen bir harita ya da halitadır.” diyor.
Yazar Samet Altıntaş ile Aziz Mahmud Hüdâyî, Beşiktaşlı Yahya Efendi, Yûşâ Aleyhisselam ve Telli Baba üzerinden bir İstanbul fotoğrafı çektiği “Boğaz’ın Dört Muhafız’ı” eserini konuştuk.
1986 yılında, işçi bir babanın ve ev hanımı bir annenin ikinci çocuğu olarak Almanya’da doğmuşum. İlkokulu babamın memleketi Yalova’da, ortaokul ve liseyi anavatanım Bursa’da okudum. 2009’da Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü’nden mezun oldum. 2004’ten beri de Üsküdar’da yaşıyor, proje editörlüğü ve metin yazarlığı yapıyorum.
İlkokulda bir ajandam vardı. Oradaki önemli gün ve haftaların altını doldururdum kendimce. Sanırım kâğıt, kalem ve yazmak denince aklıma düşen ilk hatıra bu. Okuduğum kitaplarda yine kendimce beğendiğim yerlerin altını çizer, sonra böylesi artistik cümlelere öykünen bazı tümceler kaydederdim. Ortaokul ve lisede kompozisyon metinlerim iyiydi, hocalarımın söylediğine göre. Ama “Yazar” olarak 2016’da okuyucuyla buluşan ilk çalışmam “Bursa’nın Daveti-Bir Osmanlı Başkenti Güncesi”nde sahaya çıktım diyebilirim. Yazarlık benim için her gün yeniden kendimi tanımladığım bir anı defteri, yüzümü seçmeye çalıştığım puslu bir ayna. Yazarlık tıpkı fotoğraf gibi zamanın elindeki olayları sahnelemek gibi aslında.
Benim ilk gençliğim Bursa’da geçti. Bursa, efsaneyle gerçeğin beraber yaşandığı bir şehir, bunca melanete rağmen hâlâ öyle. Dedem, abimle bizi türbelerde, camilerde, eski bahçelerde çok dolaştırırdı. Hafızama kaydolan o özel ve özerk anların büyüsü, lezzeti, rengi hiç geçmedi. Beni dört başı mamur bir şehir imgesiyle tanıştıran, İmparatorluğun ilk payitahtına bırakan kişi dedemdir. İşte, ilk gençliğimde ruhuma damlayan zaman lekeleriyle beraber büyüdüm. Küçüklüğümden beri hevesli olduğum tarih okuma maceram, hâliyle beni Bursa, devamında İstanbul ve Rumeli’nin iç yollarına götürdü. Burada hayat bulmuş öykülerin izini sürdüğümde “İkinci zaman”ın kapısı açıldı.
Eski İstanbullular, Boğaziçi’ni dört ulu kişinin koruduğuna inanırlar. Bunlar; Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdâyî, Beykoz’da Yûşâ Aleyhisselam, Rumeli Kavağı’nda Telli Baba ve Beşiktaş’ta Yahya Efendi ile çevrelenen bir harita ya da halitadır. Kültür dünyamızın önemli seslerini örnekleriyle derlemeye çalıştım. Bu gelenek üzerinden bir İstanbul fotoğrafı çekmekti niyetim.
Yazıp okuyan bir kişinin zihninde, birçok şiir, resim, senaryo, roman, öykü uçuşur. Tarihî metinler de bu üretim sürecine dâhil. Bir kitabı yazarken; önce taslağı kaydediyorum ve elimden geldiğince ne yazacaksam konuya ilişkin literatür okuyorum. Bu, hemen herkesin uyguladığı bir metot. Bundan sonra mesela Yahya Efendi’yi yazacaksam anlatının yanına, yöresine o tarihsel süreçle ilgili bugünün kadrajından bir şiir, bir roman cümlesi bir hatırayı iliştiriyorum ki bence asıl zorlu kısım burası. Çünkü Hüdayi’nin tekkedeki yalnızlığını bir Cahit Zarifoğlu ya da Cihan Taşan şiiriyle kurgudan sapmadan mezcetmek ruhî kondisyon gerektiren meşakkatli bir yolculuk.
Sufilerin sadece biyografilerini ve onların etrafında örülen menkıbeleri anlatmakla iktifa etmedim. “Şeyh uçmaz, derviş uçurur” efektini de göz ardı etmeden, bu zevatın imgelem dünyasına eğilmeye çalıştım. Yahya Efendi, neden devletin işine karışmış, Hüdayi’nin dergâhı neden bir “Tampon bölge” olmuş. Bu evliyayı yaşadığı çağda bırakmadım, bugüne de getirdim, onların hikâyelerini uzattım. Okuyucu sadece şehrin azizlerinin yaşamlarını okumayacak, kültür tarihinde seyahate çıkacak, bu istasyonlardaki hayatları canlandıracak diyebilirim.
Çalışmam; tarih, tasavvuf, edebiyat, şiir ve müziğin iç içe geçtiği bir anlatı. İnteraktif metinler yazıyorum, karşımdakiyle konuşur, onları bir mekânda gezdirir gibi. Hâliyle kitap, rehber-turist kafilesi arasındaki ilişkiye benzeyen bir yolda ilerliyor. Her türlü hava şartlarına karşı hazırlıklı olmak gerekir diye düşünüyorum.
Tarih; insanın yeryüzüne ayak bastığından beri süregelen bir repertuvar. Geçmiş; monolog mu diyalog mu hâlâ emin olamadığım bir alan-zaman bileşkesi. Bunu şunun için söylüyorum; sorunuzun cevabı çok uzun. Her dönemin tarih yapıcısı ve muktedirlerin sessize aldığı kişiler var. Ama ille de bir isim vermem gerekirse beni en çok etkileyen tarihî şahsiyetler arasında Şeyh Bedreddin’i, Sultan Cem’i, Şehzade Mustafa’yı, Mustafa Kemal Paşa’yı zikredebilirim.
Bir kere tarih, din gibi bir inanç alanı değil. Öncelikle bu meselenin zihinlere işlenmesi lazım. Günümüz tarihçilerinin çoğu; ringde rakibini nakavt etmek için kroşeler sallayan boksör gibi. Tarihte; majör anlatıların haricinde öznenin tarihi de öncelenmeli, insana zoom yapılmalı. Çünkü tarih dediğimiz bu “Geçmiş coğrafyası”nda kaybolmadan gezinmek için sıhhatli bir kafa yapısına sahip olmak gerekiyor evvela. Zaten gerekli önemler alındıktan sonra maziye gittiğinizde oradaki hayatların/ölümlerin önü arkası, sağı solu sizi terbiye edecektir.
Okurken; serbest çağrışım denilen o zihin oyunuyla karşı karşıya kalıyorum. Bu, zaman zaman yorucu olsa da keyifli bir hâle de dönüşüyor. O yüzden kitabın altını üstünü çizer, çok notlar alır, yazılarıma ilham verecek yerlerin yanına bir tek kendimin anlayacağı izler bırakırım.
Cemal Kafadar, Ivo Andriç, Besim Dellaloğlu, İsmet Özel, Edip Cansever, Tanpınar… Bu isimlerin arasında tekrar tekrar okuduğum yazar-şairler var. Çünkü bazı metinlerin yüzü eskise de modası geçmiyor. Birden fazla kitap takip ediyorum, birkaçını sıralayayım:
Röportaj: Deniz DEMİRDAĞ
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı