Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Aile olmanın iki çekim merkezi vardı. Biri çoğalmayı sağlayan cinsel çekim merkezi; ikincisi de sosyoekonomik gücünüzün yükselmesi.
Yalnızlık konusu psikolojik, sosyolojik ve felsefe gibi pek çok açıdan bakılabilen bir konu olarak karşımızda duruyor. Özellikle son yüzyılda daha da derinleşen yalnızlık aileleri, toplumları etkiliyor. Ertelenmiş evlilikler, yalnız yaşam, ebeveynsiz çocuklar, göç ve daha birçok unsur yalnızlığı tetikleyen faktörler arasında yer alıyor. Eski bürokrat ve akademisyen Ayşen Gürcan, yalnızlık konusuna Türk aile yapısı üzerinden bakıyor ve dönüşümdeki sancıları anlatıyor. Ertelenmiş evliliklerle yalnızlığa doğru bir gidişatın olduğuna dikkat çeken Gürcan, Türk aile yapısındaki rol değişimini dikkate alarak Batı’ya oranla iyi bir durumda olduğunu söylüyor. Gürcan ile aile içi yalnızlaşmanın sebeplerine, erkek ve kadınların yalnızlık durumlarına, ertelenmiş evliliklere dair pek çok konuya cevap aradık.
Yalnızlığın üç tanımı var. Biri niceliksel değil, daha çok niteliksel bir sorun olduğu; ikincisi yalnızlığın öznel bir yaşantı olduğu, üçüncü olarak ise yalnızlık istenmeyen, kaygı, öfke, üzüntü, stres gibi olumsuz duygularla ilişkili bir yaşantı olarak tanımlanmış ve ilgili çalışmalarda depresyon, anksiyete bozuklukları gibi ruhsal belirtilerle pozitif ilişkisi. Konu aile olunca bu tanımlardan hangisinin üzerinden gidilebilir?
Her üçünden de gidilebilir. Ailenin nitel yalnızlığına, kendi sosyal ilişkilerden kopuk sadece mensupları ile yaşadığı nitel yalnızlık olarak da bakılabilir. Aynı zamanda yalnızlaşan bireylerin özellikle evlilik kurumundan kaçan veya bir şekilde evlilik kurumunun azaldığı toplumlarda görülen bireyselleşmiş yaşamların üzerine de söylenebilir. Örneğin; Batı toplumlarında bizde de kısmen başlayan bekâr yaşamlar, 1+1 daire yaşam biçimleri dediğimiz şekliyle bu tanımı görebiliriz. Ancak Türkiye özelinde bakıldığında üçüncü tanımın bizi daha çok ilgilendirdiğini söyleyebiliriz. Çünkü ailede yalnızlık, özellikle başta eşler arasında başlayan ve diğer aile üyelerini de bir şekilde etkileyen; ruhsal anlamda birbirinden kopuk, anlamayan, anlaşamayan bireylerin oluşturduğu ailelerde yaşanan ruhsal bozukluk. Ailede yalnızlığı konuşacak isek önce buradan hareket etmeliyiz. Çünkü tüm yalnızlıkların başlangıcı burasıdır. Aile yaşantısı içinde başlayan ve çokluk içinde yokluk diyebileceğimiz ruhsal anlamda yalnızlaşmış bireylerin aileleri ve bu ailenin toplumdaki işlevlerinde bozulma ve sonuçları sosyologları ilgilendirir. Bu açıdan bakıldığında aile içinde yalnızlık olgusu, özellikle aile danışmanlığı ve sosyolojisi açısından önemlidir.
Yalnızlıkla ilgili yapılan araştırmalarda yalnızlığın yaş, medeni durum, kardeş sayısı, eğitim durumu, sosyoekonomik düzey gibi demografik değişkenlerle incelendiği görülüyor. Bu açıdan Türk aile yapısına bakarsak nasıl bir manzara görürüz?
Türk aile yapısının en temel özelliğinden bahsetmeden bu durumu analiz edemeyiz, diye düşünüyorum. Türk aile yapısının diğer toplumlara göre en temel farklılığı ve en güçlü yanı, ailenin geniş aile ilişki ağına ve yapısına bağlı olması ile ilgilidir. Genelde geniş aile dediğimiz, aynı mekânda 3 nesil birden yaşayan, tüm evli kardeşlerin birarada oturduğu aile olarak tanımlanır. Bizde mekânsal anlamda aynı yerde yaşamaktan vazgeçilse bile geniş aile ilişki yapısından vazgeçilmemiştir. Özellikle 3 kuşak arasındaki tüm yatay bağlantılar, sağlıklı aile yapısında görülen bir durumdur. Bunu somutlaştıran bir örnekten bahsetmek isterim. Ailenin sahip olduğu işlevlerin tanımlanmasını belirleyen aktörler sözkonusudur. Anne, baba, dede, nine, kardeş, abla abi vs. Bizim aile yapımızda ismi verilmiş yani bir şekilde işlevi de tanımlanmış aktörlerin sayısı oldukça fazladır. Aile isimlendirmeleri üzerine 2008 yılında, Aile ve Sosyal Araştırmaları Genel Müdürlüğünü yürüttüğüm sırada uzmanlarıma bir çalışma yaptırmıştım. Bizde var olan aile içinde kullanılan sıfat isimlendirmelerin diğer dillerdeki karşılıkları üzerine. Bizde hem kan bağı ile var olan akrabalık hem de sosyal ilişki içinde oluşmuş hısımlık isimlendirmelerinin, diğer tüm dillere göre en fazla sayıya sahip olduğunu bulmuştuk. Tüm dillerde, anne baba, kız evlat, erkek evlat, kız kardeş, erkek kardeş, amca, dayı, teyze, hala, yeğen, kuzen gibi isimlendirmeler sözkonusu iken, sosyal ilişkiler içinde yer alan, gelin, damat, görümce, elti, bacanak, enişte, dünür, sağdıç, kirve vb isimlendirmelerin ya tamlama şeklinde (kız kardeşin kocası gibi) ya da anne veya baba tarafına bakılmaksızın (dayı ve amca gibi) ayrı ayrı tanımlama yerine ebeveynin erkek kardeşi şeklinde tek bir isimde toplandığını görmüştük.
Buradan nereye varılabilir?
Bizdeki sosyal ilişki ağının akrabalık içindeki çoğunluğunun bir sebebi, aile üyelerinin hem sayıca hem de işlev üstlenmiş aktörlerce fazla oluşudur. Bu durum, son yıllarda akraba ilişkilerinin nitelik olarak azalması ailenin sosyal yaşam içinde yalnızlığına yol açan bir durumdur. Hele bir de az çocuk hatta tek çocuk taleplerinin, bir nesil sonrası torunların hala, teyze, dayı amca yeğen ve kuzen yokluğuna neden olacak bir durumdur. İşte gerçek aile yalnızlığı burada başlayacaktır. Bu açıdan baktığımızda Türk aile yapısının yalnızlığı sorunu aynı zamanda nüfus yaşlanması, aile yapısının zayıflaması ve sosyal sorunların kaynağı olarak da görebiliriz. Türk aile yapısında yalnızlığa, doğrudan ölçülen bir değişken olarak bakıldığını düşünmüyorum. Ama sonuçları açısından yani eşler arası iletişimsizlik veya aile üyeleri arasında yaşanan iletişimsizlik açısından bakıldığında değişken, kendi başına bulunduğunu da düşünmüyorum. Zaten böyle bir bulgu olsa idik, çoktan yalnızlığın panzehirini de keşfetmiş olurduk. Oysa yalnızlık her an yaşanabilir ama daimi olamayacak kadar da sürekli bir değişken değildir; bir başka değişle geçici bir değişkendir. Her an yalnızlık, ruhsal anlamda da nicelik açısından da değişebilir bir durumdur.
AKRABA İLİŞKİLERİYLE AİLE ORTAMINI SAĞLIYORUZ
Türk aile yapısı, örf ve âdetlere baktığımızda kalabalık yani bir arada yaşama kültürü görüyoruz. Peki, neden yalnızlaşmadan söz eder olduk?
Birkaç çerçeveden bakmak gerekiyor. Türk aile yapısındaki dönüşüm ve değişimlerini incelemeyiz. Yani kırdan kente göçle, 1960’lardaki kır kent nüfustaki oranı tam tersine döndü. Daha önce kır nüfusu kent nüfusunun çok üzerindeyken, kent nufüsunun artmasıyla mega kentler oluştu. Bu göç ve dönüşüm ile birlikte geniş mekânlardaki çok sayıda insan çekirdek aileye dönüştü ve bireyselliğe geçişi de beraberinde getirdi. Bu doğal bir süreç. Eksilerek dönüşüyorsunuz. Buradan birden artıya geçemezsiniz. Tüm dünyada çekirdek aile merkez hâline geldi. Çok eskiden beridir çekirdek aileyiz. Bakın eski Türk evlerine; her oda birer çadır gibidir. Bizim networkümüz çok kuvvetli. Akraba ilişkileriyle aile ortamını sağlıyoruz. Aynı apartmanda oturmasak da aynı semtte oturuyoruz. Bu tek çocukla dönüşüme uğruyor. Tek çocuğun ikinci neslinde teyzesi, dayısı veya amcası olmuyor.
Göçün belirtileri ilk ne zaman başladı?
1960’dan sonra başlayan, sadece iç göç değildi, dış göçtü aynı zamanda. Onunla birlikte başlayan işsizlik veya saniyileşmenin getirdiği bir yüksek beklenti… Kent yaşamın çekiciliği… 80’den sonra ise kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması, arabeskden popüler kültüre geçiş. Çekirdek aileye dönüş… 90’ların sonundan 2000’lere doğru ise çocuk erkil aileye geçiyoruz. Ataerkilden, anaerkile ve oradan da çocuk erkil aileye dönüşüm. Bu dönüşümlerin her birine baktığımızda yalnızlaşan, hele çocuk sayısı teke indiği zaman bir süre sonra akrabalık bağları kalmayan toplum hâline geldik. Ailedeki yalnızlığın alarm verici kısmı bu.
Evlilik neden cazibesini yitirdi?
Aile olmanın iki çekim merkezi vardı. Biri çoğalmayı sağlayan cinsel çekim merkezi; ikincisi de sosyoekonomik gücünüzün yükselmesi. Birincisi, Batı’da yaygın bir söylem olan “Cinsel özgürlük” adı altında çekim merkezi kalkmış oldu. Dolayısıyla evlilik çekim merkezi olmaktan çıktı. İkinci çekim merkezi ise sosyoekonomik güçtü. Sorumluluktan kaçan, tek başına yaşamanın konforlu bir şey olduğunu düşünen, evlenmeyi tercih etmeyen nesiller olmaya başladı. Mesela Tokyo’da evlenme oranının özellikle kadınlar yüzünden düştüğünü görüyoruz.
Kapitalist sistem de bu sürecin zeminini hazırlamadı mı?
Benim büyüdüğüm evde en güzel oda anneannemin ya da babaannemin, yani evin en büyüğünündü. Şimdi kent ortamındaki evlere bakın. Büyüklere ayrılan oda var mı? Şimdi daha çocuk doğar doğmaz ona bir oda dizayn ediliyor. Çocuk gelecek, büyük ebeveyn ise geçmiş demektir. Geçmişten besleniyorsanız, geçmiş sizin için saygıdeğerdir. Bir geçmişi değerli gören toplumlara, bir de geleceği değerli gören toplumlara bakın. Geleceği değerli gören toplumlar yetinmeyi bilmiyor ve geçmişi yok sayıyor. Bugün dünden daha iyiyiz, diyor. Toplumu sürekli hirerarşik bir duruma sürüklüyor. Kapitalist sistemin ürettiği tüm ürünler onu başkalarıyla paylaşmaya dönük değildir. Yani merkeze bireyi alır. Bu sonuç itibariyle kötü görünse de kaçınılmaz bir sonuçtur. Çünkü varlığınızın belirleyicisi siz oluyorsunuz. Öteki tarafta kalabalıklık ortak değerleri mecbur kılıyor.
Türk aile yapısı bu konuda nereye oturuyor?
Aile isimlerdirmelerinde dokuz dilde karşılaştırma yaptım. Elti, görümce gibi. Mesela kocamın kız kardeşi demiyoruz. Direk görümce diyoruz. Bunun ana tanımlamaları her dilde var. Dünür, enişte gibi isimlerin başka dilde karşılığı yok. Dayı ve amca isimleri bizde ayrı. Babaanne ile anneaneyi ayrı tanımlıyoruz. Buradan da görüyoruz ki aslında biz ilişkisi çok yoğun bir toplumuz. Bizim çocuğumuz sadece annesine ve babasına değil, aynı zamanda, dayısına veya amcasına karşı da sorumlu. O yüzden üç çocuk önemli. İki çocuk anne ve babanın yerini tuttuğu için nüfus artışı olmuyor. Bir çocuk eksiltir. Üç çocuk nüfusu artırır.
Bayramlar, tören ve merasimler insanı yalnızlıktan kurtarıp toplumla bütünleştirmenin yani onu tekrar topluma bağlamanın yolu. Bu çağda biz bunu ne kadar muhafaza ettik?
Türk aile yapısı ile ilgili yaptığımız araştırmalarda ilişkiyi sadece görüşmelerle ölçmeyiz. Hediyeleşme, birliktelik, beraberlik ve ziyaretleşme diye başlıklara ayırırız. Biz de ziyaretler iki ana faktörde toplanmıştır. Bir durumsal cenaze, hasta ziyareti gibi beklenmeyendir. Diğeri de mutlak yani bayram gibi sabit ziyaretlerdir. Biz Türk aile yapısı olarak hediyeleşme, ziyaretleşme ve birliktelik noktasında ilişkilerimizi devam ettiriyoruz. Bu ilişkiyi devam ettirmenin tek koşulu beraber büyüyen çocukların kurdukları ailelerle olacaktır. Tek çocuk bunu yapamıyor. Bizim aile politikalarında aileyi bir arada tutacak koşulları sağlanması çok önemli. Ailenin beraberliğin artıracak etkinlikler olması gerekiyor.
Emel TOPÇU – Akademisyen Yazar
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı