Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Ülkemizin önemli çello sanatçılarından Rahşan Apay ile müziğin dilini ve kariyerini konuştuk.
Size göre müzik nedir?
Müzik, toplumları birleştirir, farklılıkların üzerini örter. Müzik sizi dinginleştirip, ehlileştirebildiği gibi vahşileştirebilir de. Müzik, farklı ırkların, renklerin, dillerin ve inanışların çok ötesinde bir anlayışla, insanı bir ortak duygu birliği içinde tutar. Bir gün, bir bakmışsınız, dilini sevmediğiniz, ten rengini benimseyemediğiniz ya da farklı bir politik görüşe sahip biriyle çok sevdiğiniz bir pop sanatçısının konserinde yan yana şarkılar söyleyip, tek bir duygu bütünlüğünde birleşmişsiniz… Bu nedenle müzik, kafalardaki ayrımcılığı sonlandırabilen, insanlara hayattaki temel erdemleri ve ortak insani değerlerini hatırlatan ve onları birleştiren bir fenomendir.
Sesin Frekans Gücü
Müziğin ana kaynağı olan ses, titreşimlerin sonucudur. Bir ses kaynağından çıkan sesin, bir saniyedeki titreşim sayısına frekans denir. En kaba maddeden, sese, renge ve enerjiye kadar uzanan bir skalada, evrendeki her bir hücrenin bir frekansı, yani bir titreşim sayısı vardır. Frekans kavramının ne kadar önemli olduğunu aktarabilmek için Nicola Tesla’nın bir sözünü sizinle paylaşmak isterim: “Eğer evrenin gizemini anlamak istiyorsanız, enerji ve titreşim yasalarıyla düşünün.” Nicola Tesla’nın Haarp teknolojisinde yaptığı, kullandığı maddenin frekans seviyelerini değiştirip etrafındaki diğer maddeleri etkilemesidir. Bu şekilde yağmurlar yağdırıp, depremler oluşturabiliyorlar.
Şifalandırıcı Sesler Bütünü
Eğer bir sesin frekansıyla biraz oynamalar yaparak böylesi büyük neticeler alabiliyorsak, düşünün dinlediğimiz müziklerin bedenimize, ruhumuza ve bilinçaltımıza olan etkilerini… Eğer siz bir müzikle insanların kendilerini jiletlemesi sonucunu oluşturabiliyorsunuz, o zaman bir toplumu da müzikle yönlendirebilirsiniz. İşte müzik bu kadar önemli bir şeydir. Birleştirici olabildiği kadar, ayrıştırıcı da olabilir. Asıl soru, bizim onu nasıl kullanmak istediğimizdir… Değiştirici, dönüştürücü, şifalandırıcı ve ilham verici özellikleriyle müzik, her bir bireyin kendi içine olan yolculuğundaki refakatçisidir. Benim de dileğim, elimden geldiğince doğanın ses paletindeki frekanslarından anlamlı bir bütünlük oluşturan müzikleri dinleyiciye en samimi hâliyle taşımak.
Günün kaç saatini müzik çalışmalarınıza ayırıyorsunuz?
Çalışma disiplininiz hakkında konuşmak isteriz… Enstrümandaki hâkimiyet, takdir edersiniz ki daima çalışmakla yani ellerinizin sıcak kalmasıyla sürdürülebilir. Fakat konservatuardaki öğrencilik hayatındaki gibi düzenli olarak saatlerce çalıştığımız yıllar çoktan geçtiği için ve artık profesyonel hayatta sizi fiziki anlamda aktif tutacak yoğunlukta bir konser programınız da varsa, zaten her konser için yapılan yoğun ve verimli çalışmalarla bu hâkimiyeti devam ettirmek mümkün oluyor. Bu sebepten, artık bu noktadan sonra size, her gün düzenli olarak şu kadar saat çalışıyorum diyemeyeceğim. Bazen İstanbul boğazı kenarında içilen bir çay ya da sevdiklerinizle geçirdiğiniz güzel anlar da bir enstrüman solistinin hayat kalitesine ve çalışına etkendir. Çellonun dört teli üzerinde uzun saatler geçirmiş olmak kolay bir disiplin değil. Kendinizi başka konularda da beslediğinizde çalışmanız da sahnedeki yorumunuz da zenginleşiyor. Ancak konser günleri yaklaştığında, çalınacak eserin ya da eserlerin zorluğuna göre bazen birkaç ay önceden bazen ise beş gün önceden, kampa girer gibi sıkı ve hedefe yönelik bir çalışmayla günde minimum 1-2 saat, maksimum da 14-15 saat çalıştığımı bilirim. Bir enstrümanı iyi çalabilmek, akrobasi yapmak demek değildir. Hayatın manasını, elinizden geldiği kadar, o anın içinde toplayıp paylaşmaktır. Bütün çalışma da bunun içindir.
Türk müzik kültürünün gelecek nesillere aktarılması adına, Türk bestecilerinin eserlerini kayıt altına almakta ve konserlerinizde seslendirmektesiniz. Bu yola yeni çıkmış genç müzisyenlere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz? Onlara takip etmelerini önereceğiniz viyolonsel sanatçıları kimlerdir?
Ülkemin Karadeniz yaylalarına, Doğu Anadolu’nun mistik atmosferine, Ege’nin folkloruna, doğasına, İstanbul’un 2700 yıllık, Doğu’nun ve Batı’nın imparatorluklarına başkentlik yapmış tarihine, Anadolu’nun üzerinden geçmiş sayısız medeniyetlerinden öğrenmeye, ilham almaya ve onlarla bir yaşamaya bayılıyorum. Bu zenginliğin, çeşitliliğin içinde üretilmiş, onların bilgisinden ve duygularından doğmuş müzikleri bizler çalmayacağız da kim çalacak? Birçok farklı coğrafyanın sesini, müziklerine nakşetmiş olan geleceğin kültür elçileridir, bizim bestecilerimiz. Bakın, Kelt müziği nasıl çalınır, ben bilemem. İrlanda halk şarkılarının şarkılama tekniği nasıldır, bilemem ama öğrenebilirim. Kimden? O ülkenin kendi öz bestecilerinden ve performansçılarından o ruhu anlamaya gayret edebilirim. Bugün aksak ritimleri, damarlarımızda akan kan kadar doğal bir şekilde çalabiliyorsak, bu topraklarda geçmişte ve günümüzde yaşanan her acıyı, her keyfi, her dersi, her öğretiyi bizler yaşıyorsak, kendi bestecilerimizin yazdığı müzikleri de önce kendi halkımıza sonra da dünyaya tanıtan yine bizler olmalıyız. Örneğin; çağdaş müzik bestecisi ve eşim Armağan Durdağ’ın bütün bu kültürel zenginliğimizi içinde barındıran ve onu detaylarıyla anlattığı “The Land of Colors” (Renklerin Coğrafyası) ismindeki Batı müziği ve Türk müziği çalgılarından oluşan yeni albümü Amerika’da 2018’in Aralık ayında çıkacak. İnternet üzerinden de bütün dünyada dinlenilebilecek olan bu müzikler, Kibele’den, Mevlana’ya, Yunus Emre’den Hacı Bektaş Veli’ye, Hz. Davut’tan Meryem’e ve Mustafa Kemal’e kadar bu toprakların birçok değerini konu alıyor.
Bu Görüşü Kırmak Gerekiyor
Kültürümüzün içinden doğup, onu kendi benliklerinden geçirdikten sonra yazdıkları müziklerle kültürümüzü ölümsüzlüğe götüren bestecilerimizin bu eserlerini seslendirip kayıt altına alarak geleceğe aktaracak kişiler, biz performans sanatçılarıdır. Batı müziğini yüceltip kendi sanatımızı yeren zihniyeti kırmamız gerektiğine inanıyorum. Yurt dışında veya yurt içinde eğitimini tamamlamış, uluslararası çapta başarılara imza atmış artık birçok çağdaş müzik bestecimiz var. Onların oluşturdukları bu seslere kulak verip, bu topraklarda da dünyaya anlatmaya değer birçok hikâye olduğunun farkına varmalıyız. Kültürleri en iyi anlayabileceğimiz noktalardan biri müziktir. Dünya, Amerikanizm kıskacı altındayken her ülke kendi müzikal mirasına sahip çıkmalıdır. Bu da biz yorumcuların ve bestecilerin görevidir. Her genç sanatçı kendi yolunu bulacaktır. Her çağın kendi dinamiği vardır ve bunu en iyi o çağın gençleri bilir. Zaten dünya bu kadar hızlanmışken, eskinin tavsiyeleri çok kısa bir süre içerisinde demodeleşecektir. Sadece şunu söyleyebilirim: Besteciler ve yorumcular birlikte daha çok vakit geçirmeliler. Bu, genç bestecilerin eserlerinin daha çalınabilir olmasına katkıda bulunacağı gibi, performansçı açısından da yeni bir müziğin yaratım sürecine tanık olmak ve yeniye kucak açmak demektir.
Günümüzün teknolojileri sayesinde, en eski siyah beyaz kayıtlara bile kolaylıkla ulaşabiliyoruz. Biraz muhafazakâr biraz da yenilikçi olmakta fayda var. Bugün, yeniçağın seslerini içeren viyolonsel kayıtlarına da ulaşabilmekteyiz. Dünya bambaşka yerlere gidiyor. O nedenle dünyadaki tüm seslere açık olmakta fayda var. Benim son dönemdeki favori çellistim Amerikalı Alisa Weilerstein. Tabii ki Çin asıllı Amerikalı çellist Yo-Yo Ma da ayrı bir yer kaplar kalbimde. Şu an hayatta olmayan efsane yorumculardan
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı