Prof. Dr. Üstün Dökmen: “Çocuklarımıza sınır koyma konusunda toplumca başarılı değiliz”

Merjam Yazar: Merjam 16 Temmuz 2021

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

Psikolog-eğitimci Prof. Dr. Üstün Dökmen’in yeni kitabı “Anne-Babayı İstismar” mart ayında raflarda yerini aldı. Yıllardır konuşulanın dışında farklı bir alana odaklanıyor Dökmen, çocuğu merkeze almıyor bu kez. Çocukları tarafından istismara uğrayan anne-babaları yazıyor.

Prof. Dr. Üstün Dökmen: “Çocuklarımıza sınır koyma konusunda toplumca başarılı değiliz”

Ergenlik döneminde öfke patlaması yaşayan gençlere ebeveynlik yapmak zor bir dönem olabilir. Ancak geçici ve sağlıklı atlatıldığı zaman düzgün bir bireyin topluma katılması kaçınılmazdır. Dökmen’in kaydettiği daha hassas ve araştırılmaya muhtaç bir konu. İşsizlik oranının gençler arasında arttığı son yıllarda 25 yaşını geçmiş ailesiyle yaşayan ve taleplerinin sürekli karşılanmasını bekleyen bireyler ve ebeveynlerini ele alıyor. Konunun detayları röportajımızda yer alıyor…

Aile içi problemleriyle ilgili anne-babaların hatalarını ele alan kitaplara, programlara, eğitimlere pek çok kez şahit olduk. Ancak siz aile içi problemlerini bambaşka bir açıdan mercek altına aldınız ve “Anne-Babayı İstismar” başlığı altında okurlarınıza sundunuz. Konuyu bu açıdan ele almanızın temel dinamiği neydi? 

Evrenin incelenmemiş bölgeleri vardır; Büyük Çarpışma (Büyük Patlama) öncesinde neler olduğu konusu yeni yeni incelenmektedir. Sosyal ve psikolojik yaşamın da incelenmemiş alanları vardır. Yakın geçmişte ülkemizdeki kamera kayıtlarına göre bir markette adam yere düşürdüğü kadını tekmeliyor, yumrukluyor ve kadın çırpınıyordu. Sadece iki metre ötedeki kasada ise kasiyerle bir müşteri, para, fiş alışverişinde bulunuyorlar ve başlarını çevirip görüş mesafelerindeki olaya bakmıyorlardı. Bu duruma, “Duygusal nasırlaşma” adını vermek istiyorum. Yine basından öğrendiğimiz kadarıyla oğluna pantolon alamayan bir baba özkıyıma yönelirken moda programlarında insanlar lüks kıyafetleri beğenmiyorlar ve ekmek, süt bulmakta zorlanan insanlara televizyon kanallarında nefis yemeklerin görüntüleri sergileniyor. Bunlar da birer duygusal nasırlaşmadır, göz ardı edilmeksizin bilimsel açıdan incelenmeleri gereklidir.

Toplumun göz ardı ettiği, yokmuş gibi davrandığı bir başka konu ise bazı gençlerin bazı durumlarda anne-babalarını, şüphesiz ki kasıtlı olmaksızın istismar etmeleridir. Ana-babanın istismarı, kulağa hoş gelmeyen bu yüzden de ana-babaların yokmuş gibi davranmayı tercih ettikleri, hatta bazen istismar edildiklerini bile fark etmedikleri bir durumdur. Bu nedenle söz konusu durumun açıkça telaffuz edilmesinde, bilimsel olarak incelenmesinde yarar vardır. Ancak bu yolla ana-baba istismarının ve onun yarattığı duygusal hasarın giderilmesi mümkün olacaktır.            

Kitabınızda, toplumda genel bir ifade biçimine dönüşen “X, Y, Z” kuşağı ifadesi ile ilgili aslında sadece kitabınızı okuyanların değil tüm bireylerin bilmesi gereken isabetli açıklamalar yer alıyor. Bu konu üzerine konuşabilir miyiz? “X, Y, Z” kuşağı ifadesi doğru bir ifade mi? Yoksa masum gibi görünen ancak oldukça zararlı ve gerçek sorunları örtbas eden sentetik bir ifade mi?

Güzel soru. “X, Y, Z” kuşağı ifadesi görünürde masum ancak arka planda fitne fücur karıştırmaya yönelmiş bir sınıflamadır. Nasıl? Tarih boyunca dünyayı yönetmek isteyenler bunu, “Böl ve yönet” politikası uygulayarak gerçekleştirmeye çalışmışlardır. İnsanları renklerine, dinlerine, mezheplerine, kültürlerine göre sınıflama politikası geçerli olmuştur. Bütün bunlar yetmediğinde bir de doğum tarihlerine göre X, Y, Z diye sınıflamaya çalışmışlardır. Bence bu sınıflama magazin konusudur. Bilimsel bir temele dayanmamaktadır ve insanları değersizleştirmeye yönelik bir çabadır. 

X Kuşağı mı, efendim bunlar interneti doğru dürüst kullanamazlar; bunlar daktilo kuşağıdır.

Z Kuşağı interneti iyi kullanır ama asi, başına buyruk bir kuşaktır. Bunların ne dediğine fazla aldırmayacaksın.

Aslında her kuşak zamanının teknolojik yeniliklerine, örneğin; radyoya, gramofona, televizyona ilgi duymuştur. Şimdi de genç nesil internete ilgi duymaktadır. 

Anne-baba istismarı nasıl gerçekleşiyor? Anne-babalar istismar edildiklerinin farkında mı? Neler anne-baba istismarı olarak adlandırılır?

“Anne-Babayı İstismar” adlı kitabımda ergen-ana baba çatışmasından söz edilmiyor. Ergenlik zorunlu ve geçici bir gelişim dönemi olduğu için bu dönemdeki gençlerin talepkâr ve öfkeli davranışlarını, “İstismar” saymamaktan yanayım. Ancak ergenlik dönemini büyük ölçüde bitirmiş, yirmi beş, otuz yaşlarına gelmiş gençlerin anne babalarına yönelik talepkâr ve öfkeli davranışlarının, bir tür istismar sayılabileceği kanısındayım. İşsiz oldukları için anne babalarıyla oturan gençler var. Bu durum için gençleri asla suçlayamayız; işsiz olmak onların tercihi değil. Fakat bu durumdaki gençler, çocukluklarından gelen alışkanlıkla veya mevcut konumlarından kaynaklanan sebeplerle anne babalarına saygısızlık ediyorlarsa söyleniyorlarsa bu durum istismar sayılır. Kitapta gençlere şöyle seslendim:

Maddî durumunuz el vermediği için ayrı ev tutamıyor olabilirsiniz; fakat hiç olmazsa dilinizi tutun. Eve ekmek götürmeyi şüphesiz ki siz de isterdiniz; eğer götüremiyorsanız canınız sağ olsun ama lütfen ekmeği mutfaktan yemek odasına siz götürün, tüm işleri annenizden beklemeyin.

Anne-babalarıyla birlikte yaşayan veya ayrı evde yaşayan, hatta evli olan bazı gençler onları, farkında olmadan istismar ederler. Birkaç örnek: 

Anneye veya babaya çemkirmek, onlarla saygısız bir dille konuşmak. Örneğin; annenin yemeklerini sıklıkla olumsuz yönde eleştirmek.  

Maddî yönden sürekli talepkâr olmak. (Çocuklarının, içki, madde paralarını, kumar borçlarını büyük sıkıntıya girerek ödemek zorunda kalan anne-babalar vardır.)

Aşk, evlilik sorunlarını anneye anlatmak. Bu bir duygusal istismardır. Çocuklarının bu tür sıkıntıları karşısında annelerin yürekleri bir mum gibi erir, kendilerini çaresiz hissederler. “Aşk sorununu anneye anlatmak doğal değil mi?” diyebilirsiniz. Doğal değildir. Genç, bu türden sorunlarını arkadaşlarıyla olmadı bir psikologla bir psikolojik danışmanla konuşmalıdır. (Ancak bu konuda seçecekleri kişiler, yaşam koçları olmamalıdır, temel psikoloji bilgisine sahip uzman kişiler olmalıdır.)

Bu farkındalığa varıp aile içerisinde sağlıklı bir iletişim kurabilmek için neler yapılmalı?

a) Küçük yaşlardan itibaren çocuğunuza sınır koymuş olmalısınız. Çocuğa hem sınır koymak hem de onu çok sevmek mümkündür. Küçükken sınır konulmamış kişilerin, ileri yaşlarda anne babalarından ve toplumdan aşırı talepkâr olma ihtimalleri yüksektir. Sınır konmamış çocuklar büyüdüklerinde, “Annem her istediğimi hemen yapmalı; trafikte herkes bana yol vermeli, karım bir dediğimi ikiletmemeli…” türünden düşünceler sergilerler.

b) Anne-baba öncelikle ileri yaşlardaki çocukları tarafından istismar edildiğini fark etmeli, otuz yaşındaki çocuğu ile kendi arasına sınır çizebilmelidir. 

“Şiddet karşısında genellikle ilk seferde “Hayır!” demeyen hayır deme hakkını kaybeder”

Kitap içerisinde pek çok istismar çeşidinden bahsediyorsunuz. Baktığımız zaman hayatın her alanına yerleşmiş olan istismar durumu korkutucu boyutlara çoktan ulaşmış durumda. Peki, istismarı nasıl önleyebiliriz? Bireysel veya toplumsal olarak bu konuda ne gibi adımlar, eğitimler, tutumlar gerekiyor? 

Hayatın her kesiminde sınırı aşıp istismara başlayan kişiye, gerek devlet adil bir şekilde gerekse bireyler sınır koyabilmeliler. Sınır koymakta kararlı olmak gerekir. Kimi erkek karısına bir tokat atar, özür diler, kadın affeder. Sonraki sefer yumruk atar, özür diler, kadın affeder. Üçüncü sefer aynen… Artık müzminleşmiş bir fiziksel istismar söz konudur; kadın sürekli dayak yiyecektir. Genellikle ilk seferde “Hayır!” demeyen hayır deme hakkını kaybeder. 

Kitapta çocuklara yönelik cinsel istismar konusunda da yeni sayılabilecek bir önerim vardır. O da şudur: Çocuğunu okula göndermemek, eline bez verip egzoz içinde cam sildirmek, erken yaşta çalıştırıp parasını elinden almak, çocuk istismarına birer örnektir. Ancak medyada ve her yerde bir çocuk tacize veya tecavüze uğradığında, “Çocuğa cinsel istismar yapıldı.” deniyor. Bu ifade tarzı olayı, istemeden yumuşatmak anlamına geliyor. Bu tür durumlarda bal gibi çocuğa yönelik bir cinsel taciz veya tecavüz söz konusudur. Tacizden, tecavüzden söz edemeyenler, “Cinsel istismar” diyerek olayı telaffuz edilebilir hâle getiriyorlar. Bugün “Kanser” diyemeyenler “Kötü hastalık” diyorlar, eskiden vereme “İnce hastalık” derlerdi. Çocuğa yapılan tacize, tecavüze “Cinsel istismar” dendiğinde olay telaffuz edilebilir hâle geliyor ancak tecavüz olayı arada kaynıyor.   

Anne-babalar çocukları için her şeyi yapmaya hazırken çocukların talepkâr veya öfkeli davranmalarının sebebi nedir?

Çocuklarımıza sınır koyma konusunda maalesef toplumca başarılı değiliz. Kendilerine küçükken yeterince sınır konmamış kız ve erkek çocuklar büyüdüklerinde kendilerini dünyanın merkezinde sanıyorlar. Kendilerini trafik kurallarına, ülkenin kanunlarına, aile içi saygı kurallarına uymak zorunda hissetmiyorlar. Bankada ön büro elemanı, “Bu işlemi yapamayız, mevzuata aykırı.” deyince bazı erkekler, “Bunun bir oluru vardır, ben müdürünüzle görüşeyim.” diyorlar. Almanca’da “Nein ist nein.” cümlesi, “Hayır, hayır demektir.” anlamına gelir. Biz de ise “Hayır”; “Dur bakalım, sabah ola hayır ola, hele bir düşünelim, bir yolu vardır.” gibi çeşitli anlamlara gelir.

Erkek egemen toplum yapımız, erkeği kadından üstün tuttuğu için küçük yaşlardan itibaren erkekler, kızlara oranla daha bir ben-merkezci daha bir “Dediğim dedikçi” oluyorlar. Erkeklerin, mafyaya bulaşmalarının, kadın cinayetlerine yönelmelerinin temel sebeplerinden birisi de budur.  

Peki, çocukların öfkeli ve talepkâr tutumları genellikle anneleri hedef alıyor. Bunun sebebi nedir?

Evet, gençler daha çok annelerine karşı öfkeli ve talepkâr davranıyorlar. Bunun temel sebebi, geleneksel toplum yapımızın, erkek egemen bakış tarzımızın erkeği, kadından üstün tutmasıdır. Evde baba karısına karşı baskın, ezici bir tavır sergiliyorsa kız ve erkek çocuklar, daha çok da erkek çocuklar babalarını model alırlar, anneye karşı baskıcı davranırlar. 

Osmanlı döneminde parayla satın alınmış siyahî kadın kölelerden bazıları, zamanla ailenin bir ferdi hâline gelir, çocukların dadısı olurdu. “Halayık” adı verilen bu kölelere maaş ödenmezdi, arada itilip kakılırlardı ama aile tarafından benimsenirlerdi. Hatta evin küçük kızının dadısı olan bu halayıklar, kız büyüyüp gelin olduğunda, “Çeyiz halayığı” adıyla gelin kızın evine gönderilirdi. “Anne-Babayı İstismar” adlı kitabımda, üzüntü verici bir teşbihle günümüzde bazı annelerin çocukları, özellikle oğulları tarafından bir tür halayık muamelesi gördüklerini belirttim. Aileleri için sürekli koşturan, ev işi yapan, yemek yapan ama doğru dürüst bir teşekkür almayan nice anne, maalesef bir tür halayık yerine konmuş oluyor.       

“Nazım sevdiğime değil, ezdiğime geçer”

Bir de toplumumuzda “Nazım sevdiklerime geçer.” gibi genel bir görüş var. Bu zihniyet ne kadar doğru? Gençlerin sosyal yaşantılarında karşılaştıkları sorunları ailelerine talep ve öfke olarak yöneltmelerinin sebeplerinden biri de bu zihniyet olabilir mi? 

“Nazım sevdiğime geçer.” demek kibar bir düşünce tarzı. Bence aslında, “Nazım sevdiğime değil, ezdiğime geçer.” dersek daha gerçekçi olur. 

Modern toplumda, kozmopolit bir şehirde yaşayan insanların en çok karşılaştığı ve en güçlü duygularımızdan biri öfke olsa gerek. Evde, işte, dışarıda, hayatımızda öfkemizi kontrol altına almak için bize küçük ipuçları verebilir misiniz?

HES diye bir kavram var. HES hidroelektrik santral mi? Hayır. Hayat Eve Sığar mı? Hayır.

Buradaki HES “Hırçın Erkek Sendromu” demek. Erkeklerde bio-kimyasal, hormonal yapılardan ve değişikliklerden ötürü zaman zaman öfke patlamaları ortaya çıkabiliyor. Bunun yanı sıra bir de toplum öfkesini ifade etmek konusunda erkeğe izin veriyor, kadına ise vermiyor. Trafikte arabasından, oynamadığı beyzbolun sopasıyla birlikte fırlayan çok erkek gördünüz mü? Gördünüz. Arabadan elinde beyzbol sofasıyla birlikte fırlayan toplam kaç kadın gördünüz? Ben görmedim mesela.  

Bu durumda bir erkek eğer HES’na sahipse önce bu durumu fark etmeli ve kabullenmeli. Diyabetiniz, tansiyonunuz olduğunu kabullenmeden tedavi olamazsınız. Öfke konusundaki en yaygın tavsiye, öfke duygusuyla davranış arasına bir mesafe koymaktır. Kızmak üzere olduğunuzu anlayınca yirmiye, otuza kadar saymak veya elinizi yüzünüzü yıkamak gibi. Ancak bu tavsiye pratikte çok da işe yaramamaktadır. Eğer hırçın erkek sendromuna sahipseniz en etkili yol bence bu konuda uzman bir psikoloğa ve psikiyatriste gitmenizdir. Unutmayınız, öfke duygusu normal bir duygudur, sorun yaratmaz ancak öfkeyi ifade tarzımız sorun yaratır. Öfkeyi ifade tarzımızı yani davranışlarımızı değiştirmeyi ise ancak bir uzmanın yardımıyla becerebiliriz. 

“Çocuklar ana babalarını, yetişkinler ise toplumun büyüklerini örnek alırlar”

Maalesef ki gündemimiz çok fazla istismar haberleriyle doldu taştı. İstismarın her türüne karşı koruyucu önerileriniz nelerdir? 

Kitapta toplumsal ve aile içi istismarlardan söz ettim; bir de çocuklara yönelik “Cinsel istismar var” demek yerine, adını açıkça telaffuz ederek, “Çocuğa yönelik taciz, tecavüz” denmesi gerektiğini yazdım. Her türlü istismar, taciz, tecavüz, kadına şiddet zaten vardı. Ancak basına ve istatistiklere bakıldığında son on beş yılda büyük artış gösterdiği anlaşılmaktadır. Niçin?

Bu türden olaylar, toplumda ekonomik sıkıntı arttıkça artar;

Bu türden olaylar, toplum, “Sokakta adaletsizlik var.” diye hissetmeye başladığında artar; toplum, “Yapanın yanına kâr kalıyor, ben de bir yolunu bulup kurtulurum ya da mahkemede kravat takıp ceketimi iliklerim, indirim alırım.” diye düşünmeye başladığında, mafyacılık, zorbalık, dolandırıcılık tecavüz arttığında kadına şiddet artar. 

Çocuklar ana babalarını, yetişkinler ise toplumun büyüklerini örnek alırlar. Toplumun önde gelenleri, siyasiler, birbirlerine sürekli hakaret ediyorlarsa birbirlerini mahkemeye veriyorlarsa vatandaşlar da onları model alırlar. Öfkeli modeller, çevrelerine öfkeli alkışçılar toplar.

Televizyonlarda sigaraya karlama var, destekliyorum. İçki şişelerine karlama var; içki yasaklanmasın ancak televizyondaki içki karlamasını destekliyorum. Ancak hiçbir dizide tabancaya karlama yok. Niçin? Aşırı içki veya sigara yavaş yavaş öldürür; tabanca ise hemen öldürür. Bence televizyonlarda silah reklamı yapılıyor. Yerli kanallarımızda yabancı filmlere bakıyorum; sigaraya karlama var ama makineli tüfekler, tabancalar karlamasız. O filmleri çevirenler makineli tüfekleri bir önden gösteriyorlar, bir de yanlamasına gösteriyorlar. Herhalde silah uzmanları, “A bunun yeni bir versiyonu çıkmış.” desinler diye!

Toplumun kaynakları, doğal zenginlikleri istismar ediliyor; sayıları çok azalmış olan Anadolu’nun dağ keçilerini vurma ruhsatı para karşılığında turistlere veriliyor. Ava meraklı vatandaş da “Ben niye vurmayayım?” diyor.      

Bütün bunlar ve daha ötesi toplumu öfkeli hâle getiriyor. Mafyaya güçleri yetmeyen sade vatandaşlar önce eşlerine, sonra da trafikte tanımadıkları kişilere saldırıyorlar. Pazıl, tablo bir bütündür.

Son olarak, yakın zamanda hayata geçirmeyi düşündüğünüz bir projeniz veya yeni bir kitap çalışmanız var mı?

Şu an roman tarzında hayat hikâyemi yazıyorum. Ayrıca matbaa önünde izdiham yaratan dört romanım daha var. Basılmayı bekliyorlar. Pandemi döneminde sürekli çalıştım; pandemi öncesi taslaklarımı tamamladım. 

Size ve tüm okuyucularıma sevgi ve saygılarımla…

Röportaj: Deniz Demirdağ Temel

Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı