Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Polisiye’nin Unutulmazları
Polisiye’nin Unutulmazları
Leviathan
Paul Auster
1947 yılında ABD’nin New Jersey eyaletinde doğan Paul Auster, çağımızın çok okunan, sevilen ve ilgi gören yazarlarından biri. Romanlarında, insanı farklı yönleriyle ele alan, insanı ve yaşamı felsefi bir anlayışla yansıtan yazar, ayrıca siyasal ve sosyal düzen üzerine dolaylı göndermelerde bulunur. “Leviathan” insanın kimliği üzerine bizleri derin düşünmeye davet eden, kim olduğumuzu sorgulayan sağlam bir içerik ve anlatıma sahip. Sıradan bir cinayetin ardında, insanın kimlik arayışını ve bunalımlarını sergileyen, yerelden evrensele uzanan devasa bir öykü… Auster, gözü pek bir polisiye öyküyü yazınsal bir ustalıkla anlatırken, günlük yaşama beklenmedik bir şekilde giren şiddeti, kıvrak bir dil ve şaşırtıcı kurguyla sorguluyor.
“Onu belirli bir yapıya oturtmak zordu. Sachs’ın ne yapacağı belli olmazdı. Bir yerde uzun süre duramayacak kadar zeki ve zengin ruhlu, yepyeni fikirlerle dolu bir insandı. Kimi zaman onunla birlikte olmayı çok yorucu bulurdum, ama hiçbir zaman sıkıcı olduğunu söyleyemem. Sachs on beş yıl boyunca beni sürekli kışkırtarak, dürtükleyerek hep tetikte tuttu; şimdi burada oturmuş onun kim olduğunu anlatmaya çalışırken, yaşamımı onsuz düşünemiyorum hiç.”
Kitap, Wisconsin yolu üzerine arabasını park etmiş ve bomba yapmakta olan bir adamın kendisini kaza ile havaya uçurmasıyla başlıyor. Benjamin Sachs, bir zamanların gelecek vaat eden yazarı, kendi hazırladığı bir bombayı yerleştirirken yanlışlıkla kendisini de havaya uçurur. Roman, Peter Aaron’ın ağzından yazılmıştır ve Sachs, onun arkadaşıdır. Görüşmeyeli yıllar geçmiş olsa da Aaron, Sachs’in böyle bir sona nasıl geldiğini anlatmayı kendine görev edinir. Bu haberi gazetede okuyan Aaron, bu kişinin uzun bir süredir ortalıkta olmayan yakın dostu yazar Benjamin Sachs olduğundan o kadar emindir ki FBI olayı araştırmak için kendisini bulmadan önce, tüm bildiklerini bir kitap halinde yazmaya başlıyor.
Morgue Sokağı Cinayeti
Edgar Allan Poe
Sınırları zorlayan, yalnızca zorlamakla kalmayıp aynı zamanda da uçsuz bucaksız bir şekilde aşan yazar Edgar Allan Poe, kısa öykünün bugünkü şeklini almasında önemli bir kilometre taşı niteliği taşımasının yanı sıra polisiye roman türünün de kurucusu kabul edilir. “Morgue Sokağı Cinayeti” ilk polisiye ve modern dedektif öyküsüdür. Kitap, Rue Morgue’da yaşayan Madame L’Espanaye ve kızının kafaları karıştıran bir şekilde ölmelerini konu alır. C. Auguste Dupin, bu vahşice cinayetin sırrını çözer. Polisiye türünün ilk kitabı Morgue Sokağı’nda Cinayeti, muamma romanın ilk örneği, dedektifi Dupin de kendi türünün ilkidir, hatta Sherlock Holmes karakteri bile Dupin’den etkilenilerek yazılmıştır.
Kayıp Kedi
Sadık Yemni
Bilimkurgu, korku, fantastik ve polisiye türünün ustası Sadık Yemni, bu kitabı kurguladıktan 1 ay sonra gerçekten kedisini kaybetmiş ve kitabı da kaybolan kedisi Fıkır’a ithaf etmiş. “Kayıp Kedi” ülkemizde örnekleri ender görülen bir siyasi polisiye romanıdır. Kitap “Seksek” serisinin ilk kitabı olma özelliğini de taşıyor. Genç bir kadının cinayeti ile başlayan kitapta MİT’e bağlı kendilerine Seksek Ekibi adını veren beş kişilik özel bir ekibin bu kuşkulu cinayeti araştırması konu alınıyor. Bu araştırma suç örgütünün işlettiği şantaj ve farklı düşünenleri ortadan kaldırma düzeninin tam merkezinde gerçekleşir. Kahramanlar bir yandan amansız bir kovalamacaya dalarken bir yandan da güncel politika hakkındaki fikirlerini oldukça sert yorumlarla açıklamaktadır. Siyasi polisiye yazmanın güçlüğü karşısında Yemni, bu güç işe hiç zorlanmadan kalkışmış, kendi siyasi önermelerini de hikâyeye ustalıkla yedirmiş.
Bulmaca Meraklısı
Quaresma Fernando Pessoa
Bu eserde; şair, oyun yazarı, düşünür Fernando Pessoa’nın bambaşka bir yönüyle karşı karşıyayız. “Bulmaca Meraklısı Queresma”, yazarın bir araya getirdiği polisiye öykülerin derlemesinden oluşuyor. Bu öykü metinleri, Pessoa’nın elyazmaları arasında bulunan planlamalarından anlaşılacağı üzere, yayımlamayı tasarladığı ancak sağlığında hiçbirini yayımlayamadığı metinlerdir. Öykülerin yazımının onlarca yıl sürdüğü ve Pessoa’nın ölümüne kadar da hâlâ yazılmakta olduğu bilinmektedir. Yazarın, polisiye öykülere ilgisini bilmeyenler, büyük bir şiir kitabı ve polisiye bir öykü arasında kurduğu bu paralelliğe şaşırabilirler. Ancak Fernando Pessoa’nın polisiye türle kurduğu duygusal ilişki günlüklerinde, mektuplarında, düşünce metinlerinde ayrıntılı olarak ifade edilmekte ve görülmektedir.
“İnsanlığın entelektüel yaşantısında hâlâ varlığını sürdüren ender entelektüel eğlencelerden biri polisiye roman okumaktır. Hayatın yaşamama izin verdiği giderek azalan mutlu saatler arasında, Conan Doyle ya da Arthur Morrison okumaktan bitap düştüğüm anları en iyi dönemim olarak kabul ediyorum.”
Eserde yer alan öyküler, bıkıp usanmadan bulmaca çözen bilgiç Abilio Fernandes Quaresma tipine odaklanmış bir derleme olarak tasarlanmış ve geliştirilmiştir. Quaresma, basit bir kişilik olmanın ötesinde evrenin kurgusal gerçekliği içerisinde yer işgal eden bir figürdür. Kitapta yer alan öyküler, kendi aralarında bir diyalog kurarlar ve bütünlükleri içinde, her birinin sahip olduğundan farklı bir anlam oluştururlar.
Abilio Fernandes Quaresma, yaşını almış, bekâr, mesleğini icra etmeyen bir doktordu. Fanqueiros Sokağı’ndaki bir evin üçüncü katında, dağınık, küçük bir odada yaşıyordu. Yaşamdaki bulmacaları tercih etse de genellikle gazetelerdekini çözüyordu. Edebiyat tarihinin en ilginç dedektif karakterlerinden biri olma potansiyeline sahip Quaresma, konular üzerinde akıl yürütme, satranç ve mantık problemlerinin meraklısıdır. Polisin ve adli makamların bile çözemediği vakalara dahil olup suç dünyasının bulmacalarını çözmekten kendini alıkoyamaz.
“Doktor Quaresma’nın ilk kez müte- 16 l KİTABIN ORTASI vazı bir şekilde ortaya çıkışı o dönem ünlü olan Vargas Olayı vesilesiyledir. Komiser Manuel Guedes’le tanışmasına da bu olay neden oldu. Bulmaca tutkunu Quaresma, ani bir itkiyle sürüklenerek, gerçeğin doğurabileceği en karmaşık psikolojik vakalardan birini aydınlattı. Manuel Guedes artık onu asla yanından ayırmayacaktı.”
Patasana
Ahmet Ümit
Ahmet Ümit’in polisiye romanlarının konusunu, bir suç ve suçlunun ortaya çıkarılması oluşturur. Ancak ana karakterler ve olayların arka planları her kitabında farklıdır. Ahmet Ümit, bütün kitaplarında Türk toplumunu ve politikasının belirginleşen sorunlu koşullarını ele alır. Ümit’in romanları Türkiye’ye özgü meseleleri konu ediyor olsa da gerilimin başından sonuna korunduğu, klasik anlamda polisiye romanlardır. Yazar, eserlerinde genellikle mitolojik öykülere yer vererek hem okuyucuları ile edebi tecrübelerini paylaşıyor hem de enfes tarih bilgilere yer veriyor
“Patasana”, bir arkeolog grubunun Antep’e kazı için gelmesi ve çevrelerinde gelişen gizemli cinayetleri konu alır. Fırat Nehri kıyılarında, güneşten daha sıcak topraklarda, yerli ve yabancı arkeologlardan oluşan bir ekip geç Hitit dönemine ait bir kentin kalıntıları üzerinde kazı çalışmaları yapar. Esra’nın başkanı olduğu 7 arkeolog grubu Antep’te yapıkları kazı çalışmaları sırasında Patasana’nın tabletlerine ulaşırlar. Bu tabletler dünyanın en eski yazılı kaynaklarıdır ve Patasana’nın hayat hikâyesini anlatır. Fakat tabletler bölge halkının uğursuzluk getirdiğine inandığı Kara Kabir’in hemen 20 metre ötesinden çıkarılmaktadır. Ve bölge halkı bu durumdan oldukça rahatsız olmuşlardır. Açığa çıkarılan 2700 yıl önce yaşanmış bir öykünün paralelinde, 80 yıl önce işlenmiş üç cinayeti taklit edercesine aynı yöntem ve şartlarda arka arkaya işlenen gizemli cinayetler meydana gelir. Eser, her şeye rağmen ekibi bir arada tutmaya çalışan Esra’nın hikâyesini anlatıyor.
Cingöz Recai Serisi
Peyami Safa
Peyami Safa’nın “Server Bedi” mahlasıyla 1924 yılında yazmaya başladığı bu romanlar ilk olarak gazetede yazı dizisi olarak yayımlanmıştır. Sonraki yıllarda kitap haline getirilen serinin hâlâ kitap haline getirilmeyenleri de vardır. Peyami Safa, para kazanmak amacıyla yazdığı bu kitaplarda kullandığı takma adı, annesi Server Bedia Hanım’ın adından uyarlamıştır.
Cingöz Recai polis hikâyeleri dizisi, her biri uzun hikâyeler şeklinde kaleme alınmış polisiye macera türünde romanlardır. Safa’nın polisiye roman serisinin hepsinde ana kahraman Cingöz Recai’nin kendisidir. Bu romanlarının sonraki sayılarına Sherlock Holmes ve yardımcısı da dâhil olmakta, başkomiser karakteri ve Cingöz Recai’nin sevgilisi de hemen her seride karşımıza çıkmaktadır. Seri on beş adet civarında ayrı ayrı hikâyelerden oluşur. Sayılarının fazlalığına rağmen Cingöz Recai romanları daha çok 30-50 sayfadan oluşan fasiküller şeklinde yayımlanan küçük kitapçıklardır.
“Cingöz Recai, telefonu açarak Mehmet Rıza’yı buldu:
-Muhterem Rıza! Katili yakaladım. Cebinden 19 bin lira çıkardım. Parayı kalın bir zarfla ve taahhütlü olarak Kızılay’a gönderiyorum, yirmi bine tamamlamak için bin lira da ben verdim.”
Cingöz Recai, ülkeye nam salmış ama çok da yakışıklı, kurnaz, polisleri de sinirlendiren, kibar bir hırsızıdır. Dünyaca ünlü dedektif Sherlock Holmes’a bile kök söktüren bu soğukkanlı, tahsilli ve zarif hırsızın peşinden ise başkomiser Mehmed Rıza sürekli koşturmaktadır. Cingöz Recai, namusu ve şerefi ile servet edinen kimselere dokunmayan, ama haksız yollardan kazanç ve servet edinmiş kimselerin paralarına ve mallarına göz diken bir hırsızdır. Üstelik çalıp çırptıklarını kendisi yemeyen, yoksullara ve muhtaçlara dağıtan, kendi kanunlarına göre sosyal adaleti sağlamaya çalışan bir hırsızdır.
“İstanbul’da yalnız Türkler değil, yabancılar da bu başkomiser memurunun dirayetine hayrandırlar. Ne hacet! Mehmet Rıza’nın en büyük meftunu, bizzat Cingöz Recai’dir. Öyle iken usta hırsızı kapana kıstırmak, Mehmet Rıza için hayli güç bir iş oluyor.”
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı