Oyuncu Işıl Zeynep: İnsan ruhunun sağalması için sanat şart!

Merjam Yazar: Merjam 26 Aralık 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

Oyuncu Işıl Zeynep ile çok samimi bir söyleşi gerçekleştirdik. Zeynep, “Sağlık söz konusu, sanat şart mı! Hâlâ bu önceliğimiz sürse de zaman bize gösterdi ki evet, şart! Müzik şart, şiir şart, tiyatro şart, sinema şart, resim şart… İnsan ruhunun sağalması için sanat şart!” dedi.

Oyuncu Işıl Zeynep: İnsan ruhunun sağalması için sanat şart!

 

Bize biraz kendinizden ve yaptığınız işlerden bahsedebilir misiniz? Nasıl başladı tiyatro ve sinemaya geçişiniz?

 

Her zaman sahne isteğiyle yaşadım. Kendimi ön plana çıkarma yeteneğim güçlü olmadığı için beni görünür kılacak şeyin bu olduğunu küçük yaşta anlamıştım sanırım.

 

Önce Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin Tiyatro bölümünde iki yıl, sonra Ankara Devlet Konservatuarı’nda tiyatro okudum. Mezun olur olmaz hayalimi süsleyen İstanbul Şehir Tiyatrosu’na girdim. Yirmi üç sezondur bu yuvada oynuyorum; hep çok iyi yönetmenlerle güzel oyunlarda oynadım.

 

Anatole Sokak Oyuncuları, Tiyatro Boyalı Kuş, Bakırköy Belediye Tiyatroları, BiTiyatro, Baba Sahne ve Tiyatro Tatavla ile zaman zaman bir araya geldim. Şimdi Tiyatro Tatavla ile yeni projeler içindeyiz, pandemi dönemine rağmen. Bir süre televizyon için kukla oynattım. Zaman zaman büyük zevk alarak dublaj yaptım. Dizilerde kısa soluklu işlerim oldu.

 

Sinema aslında ilk göz ağrım; ablam sinema okuyordu ve hem onun hem arkadaşlarının okul filmlerinde rol alarak oyunculuk sevdam başladı. Uzun zaman sadece tiyatro sürse de “Bina” ve “Fırında Levrek” filmleriyle sinema ile yeniden kucaklaştım.

 

 

Nasıl bir ailede büyüdünüz?

 

Yalnız büyüdüğümü söyleyebilirim; yalnız olmanın keyfini küçük yaşta deneyimledim. Anne-babam yurt dışında çalışıyordu. Ablam ile büyüdüm. Özgürdüm… Özgürlükle birlikte bilinçli olma zorunluluğu da taşıyordum.

 

Kalabalık ve yaşdaş bir kuzen grubuyduk, çok keyifliydi. İki kuzenim müzik bölümünde okuyorlardı, bu beni iyi bir klasik müzik dinleyicisi yaptı. Onlar çalışırken ben de kendi çapımda koreografiler yapardım. Aynı pasajı çalıştıkça aynı dansı tekrarlardım deli gibi…

 

Bir de annemin tembihiyle, canım dedem beni hep tiyatroya götürürdü. Şehir Tiyatrosunun oyunlarını seyrederek büyüdüm.

 

 

Çok tatlı ve çok güzel bir kız çocuğuna sahipsiniz. Annelikten sonra kariyeriniz alanında nasıl bir değişim oldu?

 

Teşekkür ederim. Bir çocukla hayat paylaşmaya başlamak, hani herkes söyler ya; “Ayna elinde dolaşıyormuşsun gibi.” Eğlenceli ve bazen de rahatsız bir durum; gülebiliyorsan kurtarıyorsun, bu anlamda kendimi yeniden görmeye başladım.

 

Annelikte bir önemli değişim de hayatıma düzenli olarak yoganın girmesi oldu. Bunun kariyerime etkisi büyük. İlk yıl sahneye nasıl döneceğimi bilemedim, her şeyi unutmuşum gibi gelmişti. Ta ki prömiyer gününe kadar.

 

Öncesinde birkaç öğrencim olsa da yoganın bana kattıklarını paylaşabileceğim bir eğitimcilik süreci de bu zamanlarda başladı. Ne mutlu ki hâlâ sürüyor.

 

 

Oyunculuğun dışında seslendirme de yapıyorsunuz? İkisi de çok zor zanaatlar. Hangi mesleği icra ederken “Ben buyum” diyorsunuz?

 

Biraz her işe el atan bir yapım var. Sanırım bu yüzden “Ben buyum” diyemeyeceğim hayatta. Bunu en rahat dediğim zaman kızımla, sevdiklerimle birlikte olduğum anlar.

 

 

Türk Tiyatrosu açısından gelecek, bulunduğunuz yerden nasıl görünüyor?

 

Gelecek? Pandemi, bir yıl önce öngörü kavramımızı alt üst etti… Sadece Türk Tiyatrosu değil tüm sanat dalları -sağlık en büyük önceliğimizken- başka bir yaşam mücadelesine girdi… Sağlık söz konusu, sanat şart mı! Hâlâ bu önceliğimiz sürse de zaman bize gösterdi ki evet, şart! Müzik şart, şiir şart, tiyatro şart, sinema şart, resim şart… İnsan ruhunun sağalması için sanat şart!

 

 

Sinema ve dizi furyasında daha çok görselliğe yer veriliyor. Türk seyircisinin kalite anlayışını değiştirdiğini düşünüyor musunuz?

 

Dijital platformlar bunu biraz değiştiriyor. Ama dijital ortamın da tüm seyirciye ulaşımı sınırlı tabii… Diziler açısından gayet kaliteli olacak bir işin süresinin uzun olma zorunluluğu sorun oluşturuyor. İster dizi ister film olsun iyi iş her zaman değerini bulur.

 

Görselliğe gelince, tam olarak neyi kastediyorsunuz? Güzellik mi? Kapitalist sistem sallanmadıkça güzel ve güçlü olmak gibi dayatmalar hep olacak galiba. Bazen bu yolla bazen başka yolla… Görselin “estetik” olmasıysa sanat ile ilgili.

 

 

Tiyatroların kapalı olduğu bu dönemde severek takip ettiğiniz dizi var mı?

 

Yeni dizileri elbette takip ediyorum ama genelde bir platform izleyicisiyim. En son izlediğim, hakkında tartışmaların büyümesini şaşkınlıkla izlediğim, “Bir Başkadır” filmi var. Her açıdan çok başarılı bir iş.

 

 

Yeni yer aldığınız projeler var mı bizimle paylaşır mısınız?

 

Tatavla Tiyatro ile tam yeni bir oyuna başlamak üzereydik ki yeniden pandemi kısıtlamaları başladı. Ama Tatavla Tiyatro yerinde duramayan bir oluşum; her hafta yeni bir oyunla “Dijital Okuma Tiyatrosu”na başladık. Şimdi de herkes için “Açık Konservatuar” dersleri ile sürdürüyoruz seyirciyle buluşmalarımızı. Hepsi de bedelsiz etkinlikler.

 

Gördük ki seyirciyle buluşmak, hepimize şifa oluyor. Harika dönüşler alıyoruz. Ben de bu konservatuarda “Açık Yoga” dersiyle yogayı sahnede ya da gündelik hayatımızda nasıl kullanabiliriz üzerine bir çalışma yürütüyorum.

 

 

Oyunculuğun misyonunun ne olduğuna inanıyorsunuz?

 

Sağaltım! Tiyatronun hamurunda geliştirmek, anlatmak, yermek, yüceltmek hepsi var. İnsan neden yapar bunları? Paylaşmak için. Neden paylaşmak ister? İyi gelsin diye…

 

 

Sinema, dizi ve tiyatro üçlüsü arasında içinde olmaktan mutlu olduğunuz, size en çok keyif veren sanat dalı hangisi?

 

Sanat dalı olarak değil ama buna eğitimciliği de katmak isterim. Yine de cevabım değişmez: Birlikte üretme duygusu nerede varsa orada mutluyum. Bu çalıştığım son iki filmim de çok güçlüydü, ekip olma hâli…

 

Eğitimci olarak, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Lisesi’nde gençlerle tiyatroda yaşadığım tüm deneyimi tekrar; bu kez mavisini, olmadı beyazını, allısını, pullusunu keşfediyorum. Bu keşif onlarsız olmuyor.

 

Tiyatroya gelince, 23 yıl içinde sadece bir kez “Bu benim hayalim, siz de bunun aracısınız!” diyene rastladım… Onun dışında her zaman sözünü birlikte dile getiren işler içinde oldum. İşte tiyatro o!

 

 

Türkiye’de tiyatro sanatına verilen değeri ne ile ölçerdiniz?

 

Özveri ile ölçülür diye düşünüyorum; günümüz şartlarında seyircimizin katılımı da tiyatro yapmak da özveri ile mümkün… Oysa ben bu değeri “İhtiyaç” ile ölçmeyi dilerdim. Belki şimdi onun da zamanı gelmiştir.

 

 

On sene sonra Türk tiyatrosunu nerede görüyorsunuz?

 

Türk Tiyatrosunun uzun süre sadece takipçi kalmasının, literatür durgunluğundan kaynaklandığını düşünüyorum. “Yeni yazar yok ki Türk oyunu oynayalım” söylemi vardı. Şimdi çok iyi yazarlarımız var. Birçok tiyatro kendi oyununu yazıp oynuyor; bu günümüzün derdi neyse onu anlatmak için harika bir fırsat. Eminim ki önümüzdeki on yıl, belki daha fazla, pandemiyi anlatan oyunlar oynayacağız; II. Dünya Savaşı oyunlarının etkisi kadar kalıcı olacağını düşünüyorum. Bu noktada Türk Tiyatrosunu ayrı tutmak gerekir mi şu an bilemiyorum çünkü globalizmin ötesinde tüm dünyayı birleştiren bir süreçteyiz.

 

 

Dünya tiyatrosundan veya müzikallerden en çok sevdikleriniz hangileri? Ve bunların içinde en çok hangisinde rol almak isterdiniz? Ya da birlikte oynamayı hayal ettiğiniz bir idolünüz var mı?

 

Çocukken ablam beni Moda Sineması’nda bir tekrar gösterime götürmüştü. Hayatımda öyle bir müzikal daha önce seyretmemiştim: Batı Yakasının Hikâyesi… Müzik ayrı, danslar ayrı, konu apayrı muhteşem… Shakespeare’i bu filmle tanıdım. Hatta “uyarlama” şokunu da bu filmle yaşamıştım. Çocukluğum bu filmi canlandırmakla geçmiştir. Evin salonunda tabii…

 

Okul yıllarımda Pina Bausch’un oyunları ile tanıştım. Ulaşılamaz hayallerimin ilk sırasına yerleşti. Kendisiyle değil ama onun dansçılarıyla çalışma fırsatım oldu: İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda “Yuvaya Dönmek” adlı hareket tiyatrosunda oynarken, Julie Anne Stanzak ve Damiano Bigi ağzından “Dansçı da olabilirmiş, keşke daha önce tanışsaydık” cümlesini duyduğum gün benim için büyük bayramdı.

 

“Bu tam da oynamak istediğim rol” diye bakmadığım bir eğitimden geliyorum. Benim için bütünde anlatılan söz ve bütünü oluşturan bir parça olmak önemli.

 

 

Tiyatronun sinemaya göre çok daha zor olduğu kesin. Oynadığınız rolü seyirciye birebir anında yansıtabilmeniz çok önemli. Sahnedeki konsantrasyonunuzu bozmamak ve yapmacık olmadan oynamak için ne gibi püf noktalar var?

 

Doğru yönlendirilmek önemli. Ben hep şanslıydım, hep çok iyi yönetmenlerle çalıştım. Prova süreci arayış içinde geçtiği için bana daha kolay geliyor; daha doğrusu aramadaki zorluklar bana iyi geliyor. Oyun süreci daha zor. Ama zorluk, seyircinin olması, heyecanlar vs. değil. Bulduğun gerçekliği, her gün, hatta Şehir Tiyatrosu programında günde iki kez, tekrar tekrar yenilemek zor geliyor. Yani odaklanmak kolay, yeniden ve sıfırdan odaklanmak zor. Bu konuda da yoga ve meditasyondan çok şey öğrendim.

 

 

Oynadığınız oyunlar sırasında veya sahnede başınıza gelen unutamadığınız bir anınızı bizimle paylaşabilir misiniz?

 

“Vişne Bahçesi” oyununda oynuyorduk. Şarlotta rolündeydim; mürebbiye. Yönetmenim Engin Alkan bana harika anahtarlar verdi. Ailenin soytarısı gibi düşünmemi istedi; hem eğlendiriyor hem her şeyi görüyor, biliyor… Eğlence konusunda da sihirbazlık numaraları yapmamı istedi. Bir illüzyon ustasından kısa sürede öğrendim ve oyunda da birkaç sahnede uyguluyorum.

 

Bir akşam sahnede elimi masanın köşesine çarptım ama öyle böyle değil, dayanılmaz bir acı var, kesin kırdım diye düşünüyorum ve on dakika sonra sahnede el çabukluğuna bağlı türlü numarayı arka arkaya yapacağım. Kuliste gözümden yaş geliyor, “Ağrı kesicisi olan var mı?” dedim, bir arkadaşım var “Ama çok kuvvetlidir, çok da hızlı etkiler, daha önce almadıysan… almasan mı acaba” dedi. Dedim; “tamam yarım ver.” Aldım ve oyuna devam ettim. El çabukluğuna girmeden öncesi, o en ünlü sahne: Lopahin der ki; Vişne Bahçesini ben satın aldım! Ortam buz keser. Bizim rejimizde bu buz kesmiş ortamı Şarlotta, misafirleri salondan “Alle alle alle, bu taraftan…” diyerek çıkarır ve çekirdek ailenin Lopahin’le baş başa kalmasını sağlar. Bu repliğe kadar ilacı içmemin üzerinden fazla beş dakika geçmiş… Gayet iyiyim, zonklamam azalmış, kırık değil diye düşünmeye başlamışım, her şey normale dönmüş gibi… Daha ilk “Alle!” repliğinde ne olduğumu şaşırdım. Çünkü laflar ağzımdan uzayarak “aaaaaaaallleeeeeeğ aaaaalllleeeeğğ” diye çıkıyordu ve ben engel olamıyordum, susamıyordum da. Umarım sadece ben böyle hissediyorum derken sahnede bulunan herkes bana şaşkınlık ve sonrasında kahkahalarla bakınca bunun gerçekte de böyle duyulduğunu anladım… Herkes gülerek terk etmişti sahneyi… Tabii çekirdek aile ve Lopahin hariç. Öyle utandım ki… Sanırım bu utanç beni kendime getirdi ve sonraki sihirbazlıklar ve sessiz tirat gayet iyi geçti. Bunu hiç unutamam…

 

 

Tiyatronun hayatınızdaki yeri nedir?

 

Tiyatro sadece meslek değil, iş hiç değil benim için. Uzak kalınca içimde bir ağrı-acı hissettiğim, boşluktan ziyade harekete geçemeyen bir enerjinin dolup patlayacak olması gibi bir his… Hamilelik ve pandemi sürecinde iki kez uzak kaldım ve tam da bunları yaşadım. Tiyatro, Pandora’nın kutusu, umut hep içinde. Ve elimizde ondan başka şey kalmamış gibi.

 

 

Yoğun prova günlerinden sonra tiyatro sahnesine çıkmak ve oyunun sonunda kuvvetli bir şekilde alkış almak size neler hissettiriyor?

 

Umudun herkese bulaşmış olduğunun kanıtı alkış… Aman ha tek umudum alkış diye anlaşılmasın. Her zorun bir şifası olmasının, bu umudun kanıtı alkış.

 

 

Hiç oyunculuktan başka bir meslek yapmak istediğiniz zamanlar oldu mu?

 

Çocukken ya doktor olayım ya da sahnede olayım diye düşündüm. Baktım doktor olabilecek kadar çalışkan değilim, o okulları kazanmak hayal… Oyuncu oldum. Ama çok yanılmışım. Altı sene okumasak da bir doktor kadar kitap okuyup kafayı çalıştırmak gerekiyormuş. Oyuncu olmak isteyenlere bunu hep söylerim; nasılsa kolay, akşam çalışıyorlar, erken de kalkmam diye düşünüyorsanız bu büyük yanılgı, diye…

 

 

“Kadın” dendiğinde aklınızda çağrışan ilk 3 kelimeyi bizimle paylaşır mısınız?

 

Zamanı geldi! Sevgi! (İlkini tek sayarsak) Işık!

 

 

Işıl Zeynep’in hayatında “Moda” kelimesi ne ifade ediyor?

 

Geriden takip.

 

 

Son olarak eklemek istedikleriniz?

 

Pandemi büyük yıkımlar getirdi. İnsanı yalnızlığa, eylemsizliğe itti ve devam ediyor. Bununla birlikte umut hep var: Umut bu zamanda doğan bebek haberlerinde var, umut mahallede pikabını balkona koyup sesi sonuna kadar açan dedede var, umut yeni bir şey öğrenme isteğinde var, eh artık spora başlayayım bari demekte var, umut ihtiyacını anlamakta var, umut sanatta var, tiyatro umuttur, paylaşır şifa olur.

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı