Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Annelik, Dünya’nın en kutsal mesleği… Çocuklar ise ebeveynlerine Allah’ın bir emaneti olduğuna değinen Oyuncu Anne Merve Gülcemal, çocuktur anlamaz düşüncesini yanlış bulduğunu söylüyor. Gülcemal; “Çünkü her şeyi anlıyorlar. Hatta anlamak ile kalmıyor hissediyorlar. Ama insanlar çocuklar anlamaz, büyüdüğünde işler değişir diye düşünüyorlar.” diyor.
Yüz binlerce annenin takip ettiği, hikâye ve masal anlatıcısı, yazar ve namıdiğer “Oyuncu Anne Merve” yani Merve Gülcemal ile çocuklarda dinî eğitimin kaideleri, hikâye ve masalların çocuklar üzerindeki etkisi, çocukların telefon ve tablet kullanımı gibi pek çok konu üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Deniz Demirdağ’ın kaleminden… keyifli okumalar.
Evlatların bizlere bir emanet olduğunu düşünen ve bu emanete layık olabilmek, onları layığıyla emanet sahibine ulaştırabilmek için gayret eden bir anneyim. Hepimizin de bu yönde gayret ettiğini düşünüyorum. Bunun için de elimden geleni değil, elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Mükemmel bir anne değilim, mükemmel bir anne olduğuna da inanmıyorum. Çünkü mükemmellik sadece Allah’a mahsustur.
Biz sadece yapabileceklerimizin en iyisini yapmaya gayret ediyoruz. Ben de bu gayreti göstermeye çalışıyorum. Bunun dışında çok normal çok sıradan zaman zaman parlayan zaman zaman aceleci davranan bazen kendi çocukluğunun etkisinde kalan fakat genelde neşeli, keyifli, çocuklarla oynamayı, gezmeyi, keşfetmeyi seven onlarla anneliğini unutmadan arkadaşlık etmeyi çok keyifli bulan bir anneyim.
Annelik benim için kısmen dönüştürücü bir süreç oldu. Çocukluğu çok neşeli ve oyunlarla geçmiş biriyim. Evde annemle, sokakta arkadaşlarımla, 9 yaşından sonra da bir kız kardeşim oldu, onunla oyunlar oynayarak büyüdüm. Oyunu hep çok sevdim. Bu açıdan annelik dönüştürücü değil de devam eden bir hâl oldu. Anneliğin dönüştürücü etkisini şu kısımda hissediyorum: Okul öncesi eğitimcisi olduğum için Elhamdülillah zaten bir şefkat hâli vardı. Ama anne olduktan sonra o şefkat hâli sadece çocukları değil bütün insanlığı kuşatıcı bir hâl aldı. Annelikten sonra daha merhametli olduğumu, sınırlarımın daha da yumuşadığını, esnediğini düşünüyorum.
İkisinden de ilham aldığımı söyleyebilirim. Öğreticilik yaptığım yıllarda bir dert edinmiştim ve yıllardır bu derdin peşinden gidiyorum. Maalesef ki dinî eğitim alanında ciddi eksiklerimiz var. Burada tabii ki zamanında bu gibi konuları sesli konuşamıyor olmamızın, çocuklara günümüzdeki kadar nitelikli yayınlar ulaştıramıyor olmamızın da çok fazla etkisi var. Bu nedenle bu konuda bir şeyler yapmayı uzun zamandır arzuluyordum. Hatta bu konuyla ilgili 15 yıl öncesine ait küçük küçük çalışmalarım bile var.
Velhasıl ne zaman ki çocuklarım biraz büyüdü biraz rahata erdim işte o zaman yazarlık heybeden çıktı. Öyle olunca da bana dert olan bu konu üzerine yazmaya koyuldum. Mesela, ilk kitabım “Canavar Kardeşler” serisini kendi evlatlarım için yazdım. İstedim ki onlara kardeşlik yolunda bir ışık tutsun, yaralarına merhem olsun. Ama şimdi yazdığım dinî kitapların hepsini ümmet evlatları için yazıyorum ve dolayısıyla tüm motivasyon kaynağım da onlar.
Bu süreç öğreticilik yaptığım yıllarda gelişti. Dinî içerikli eserler konusunda ciddi bir eksiğimiz olduğunu fark ettim. Buradaki eksikten kastım şu: Bu alanda bir şeyler yapmaya çalışan çok gayretli ve iyi niyetli kardeşlerimiz var. Ancak iyi niyet tek başına yeterli bir unsur değil. Hatta çoğu zaman iyi niyetten maraz da doğabiliyor ya da kaş yapalım derken göz de çıkartılabiliyor.
Yeterince fıkıh ve akaid ilimlere sahip olmadan, okul öncesi çocuklarla ilgili tecrübe sahibi olmadan, o yaş grubuyla bizzat sahada çalışma yapmış olmadan, dinî içerikli kitapların yazılmasının doğru olmadığını; yazılacaksa da bu alanlarda uzmanlığı olan birinden danışmanlık alınarak yazılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bazı okul öncesi kitapları okurken öyle şeylerle karşılaşıyorum ki başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor. Mesela, okul öncesi bir çocuğa Allah’ı anlatırken “Allah her yerdedir.” derseniz o bu söylediğinizi tamamen maddî, somut bir olgu olarak algılar. Oysaki Allah zaman ve mekândan münezzehtir.
Ama maalesef ki Allah’ın her yerde olduğu ifadesini kullanan var hastalığın haksızlık olduğu ifadesini kullanan var. Yine Peygamberimiz ile ilgili kitaplarda yaşananlar anlatılırken kullanılan vahşice ifadeler var. Biz bunları okul öncesi çocuklarına bu dille anlatmak zorunda değiliz ki. Velhasıl, bazı kitaplarda çocuklara zarar verebileceğini düşündüğüm ifadeler, yanlış bilgiler veya o yaş grubu için fazla bilgi yer aldığını fark ettim. Bunun yanı sıra bir de o yaş grubu için içerik konusunda sıkıntısız ancak oldukça uzun kitaplar var. Bunlar da okul öncesi çocukların okuması, takip edebilmesi ve anlaması için zorlayıcı oluyor.
Ben en mükemmelini yapacağım iddiasında değilim sadece fark ettiklerimi aksettirmenin derdindeyim. Bu bilgilerin kısa ve öz şekilde hikâyeye yedirilerek aktarılmasının çok daha önemli olduğunu düşünüyorum. Benim de gayretim bunu gerçekleştirebilmek.
Uzmanların; karakter temellerinin atıldığı, beyin gelişiminin büyük ölçüde şekillendiği dönem olarak gördüğü ilk 6 yaş dönemi aslında dinî eğitim temellerinin de atıldığı dönemdir. Yani evlatlarımızın sağlıklı bir Allah inancının, dinî yaşantısının olmasını istiyorsak bu dönemde temellerini sağlam atmalıyız. Ama maalesef bizim eteklerimiz 7 yaşından sonra tutuşuyor. O zamanda namaz öğrensin oruç öğrensin derken sevap ve günahlarının yazılma yaşı geliyor ve biz tüm dinî bilgileri 3-5 yıllık bir sürece sıkıştırıyoruz.
Oysaki dinî eğitimin tamamen olumlu ifadelerle, sindire sindire tatlı tatlı ve ilk altı yıl içerisinde inşa edilmesi gerekiyor. 7 yaşında namaz kılmasını beklediğimiz çocuğun, 7 yedi yaşına kadar bu konuyla ilgili ne gibi bir iletişimi ne gibi bir bağı olmuş bunlara bakmak, göz önünde bulundurmak gerekiyor. O yüzden çocukların ilk altı yıl özellikle Allah inancı eğitiminde çok gayretli olmak ve sürekli olumlu ifadeler kullanarak onlara destek olmak gerek. 7 yaşından sonra bir çocuğa Allah’ı tanıtmak daha zor. Ama siz altı yaşına kadar zaten sürekli bu konularda çocuğunuzu eğitirseniz, dilinize sürekli Allah olursa bunun üzerine dinî eğitimi inşa etmek çok daha kolay oluyor.
Hikâye ve masal anlatıcılığı serüvenim masal anlatıcısı Nazlı Çevik Azazi ile yollarımızın kesişmesi ile başladı. Bundan yaklaşık yedi yıl önce büyük oğlumu bir masal dinletisine götürmek istedim. O zaman masal dinletisi çok bilinen ve yaygın bir şey değildi. Ben de ilk defa duymuştum. O dinletiye katıldıktan sonra Nazlı Hanım’a hayran kalmıştım. Çocukluğumdan beri tiyatroyu çok sever, sıklıkla giderdim. Hatta okulda da hep tiyatro kulüplerinde görev alırdım. Fakat malumunuz icra edebileceğim bir alan yoktu. Tiyatro içimde ukde kaldı denebilir.
İçimdeki bu ukdeye dair bir şeyler yapmayı çok istiyordum. Sanırım o masal dinletisi, içimde köz hâline gelmiş külleri yeniden tutuşturdu. Çok heyecanlanmıştım, içimdeki sanatı ortaya çıkarabilmeyi, icra edebilmeyi çok arzu ediyordum. Kendime acaba yapabilir miyim, diye sordum. Fakat bu süreçte Nazlı Hanım’ı dinlemeye de devam ettim. Bursa’ya her geldiğinde iki çocuğumu da alıp koştur koştur onu dinlemeye gittim. Şansıma bir kez de eğitim için geldi Bursa’ya Nazlı Hanım ve çok şükür ki bende kendisinden eğitim alma şansı yakaladım. Sonra bu alanın uzman birkaç isminin atölyesine katıldım, eğitimler aldım. Ardından da anlatıcılık yapmaya başladım. Üç yıldır da hem anlatıcılık yapıyor hem de anlatıcılık eğitimleri veriyorum ve bunları çok keyif alarak yapıyorum.
Görünen neden buydu ancak bir de altta yatan bir nedeni vardı: O da okul öncesi öğreticiliği yaptığım yıllarda hikâyelerin ve kabiliyetli anlatıcıların çocuklar üzerinde ne kadar etkili olduğunu gözlemlemiş olmamdı. Çocukların anlatılan hikâyelerle bağ kurduklarını onları daha farklı dinlediklerini fark etmiştim. Bunu kendi çocuklarımla da deneyimlediğimde konuşma becerilerinin önemli bir oranda geliştiğini gözlemledim. Böylelikle hikâye ve masalların çocuklar üzerindeki tesirini görmüş oldum ve bu işe daha çok sarıldım.
Derslerimde de aynı şeyi anlatıyorum. Aynı zamanda bu fıtri bir ihtiyaçtır. Bunun da en güzel örneğini Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda görüyoruz. Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’in önemli bir bölümünde bizlere kıssalar ile hitap ediyor. Bizi en iyi tanıyan ve bilen Rabbimiz bizlere hitap ederken hikâyeleri seçiyorsa demek ki biz kullar hikâyelerle kolay öğreniyor, bağ kurup içselleştiriyoruz demektir.
Mesela, kardeşler arası adalet konusuna dikkat çekmek isterken kardeşlerin birbirlerini kıskanabileceği konusundaki uyarılarımız bir kulaktan girip diğerinden çıkabilir. Ama Hz. Yusuf ve kardeşlerinin hikâyesini unutmak mümkün mü? Bu ve bu gibi durumlar bize hikâyelerin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Hikâyelerin çocuklar üzerindeki önemine dair derslerimde yirmiden fazla madde sayıyorum. Ancak şimdilik bunları söyleyebilirim.
Bu dönem maalesef ki ebeveynler için de çocuklar için de bir imtihan dönemi oldu. Çocuklar bu süreç içerisinde bambaşka bir düzene kapılıp gidiyorlar, bununla mücadele etmek de ebeveynlere kalıyor. Tecrübe etmediğimiz, ürktüğümüz, ne yapacağımızı bilemediğimiz, nasıl davranacağımızı kestiremediğimiz bir dönemden geçiyoruz. Yetişkinler olarak biz bu kadar etkilenmişken kim bilir çocuklar nasıl etkileniyordur diye de ayrıca endişeleniyoruz.
Biz bile cihazlarla birkaç saat vakit geçirdiğimizde nasıl etkileniyoruz, acaba çocuklar nasıl kötü etkileniyordur düşüncesiyle endişelerimiz artıyor. Bu konuda yapılan araştırmaları okuyalım, uzmanların görüşlerini dinleyelim derken kafamız karmakarışık ve bu karmaşıklıkla ciddi bir mücadele içerisindeyiz. Bu durumla tabii ki mücadele etmeliyiz ama mücadele ederken gözden kaçırdığımız bir iki şey olduğunu düşünüyorum.
Birincisi bir çocuğa bir şeyi yasaklarken onun neden ona uygun olmadığını anlatmamız gerektiği. Aslında yasaklamak da değil de sınırlamak desek daha doğru olur. Mesela, nasıl ki bir anne çocuğuna çikolatayı sınırlı veriyor ve bu sırada da bu sınırın neden gerekli olduğunu açıklıyorsa ekran ya da cihaz kullanımı için de aynı şeyi yapmalıyız. Çocuğun yaşı kaç olursa olsun anlayabileceği kadarıyla anlayabileceği dilden açıklama yapmak gerekir.
Benim çocuklarıma yaptığım en iyi şeylerden biri bu oldu. Onlara koyduğum her sınırlamanın sebebini anlayabilecekleri dilden anlattım. Onlara konu her neyse onları üzeceğini bilsem de söz konusu sağlıkları ise sınırlar koyacağımı ve bu sınırları aslında onları çok sevdiğim için zarar görmemeleri için yaptığımı izah ettim. Bunu yaparken de araştırarak, okuyarak doğru bilgi ve kaynaklardan beslenerek yapmaya çalıştım. Çünkü çocuk ebeveyninin bu konuda yetkin olduğunu da görmeli. Annem söylüyorsa doğrudur, deyip mutmain olmalı.
İkincisi, sınırlandırma. Yani bir şeyi yaparken ona belli sınırlar çizmemiz gerekiyor. Bunu yaparken yapılması gereken en önemli şeylerden biri de alternatif üretmek. Örneğin, çikolataya ya da cihaz kullanımına bir sınırlandırma getiriyorsanız onun yerine muhakkak bir şey alternatif üretmelisiniz. Çikolata yerine taze meyveler cihaz kullanımı yerine görselli, başarılı çocuk kitapları alabilir.
Ben çocukların hep evde olmasını istemişimdir. Hatta okula gittiklerinde buruklaşırım çünkü onları çok özlüyorum. Evet, hepimizin molalara ihtiyacı vardır ama keşke bu kadar uzun soluklu olmasa diye düşünüyordum.
Pandemi süreci bizim için zorlu değil aksine keyifli geçen bir dönem oldu. Ancak tabii ki zorlandığımız yerler ve zamanlar oldu. Özellikle de çocuklar için zor oldu bu süreç. Çünkü dışarı çıkışlar azaldı, arkadaşlarıyla görüşme, oyun oynama imkânları azaldı. Çok şey konuşulabilir bu dönemle ilgili ancak özet olarak şunu söyleyebilirim: Bu konuda onlar için yaptığım ilk şey onlara alan açmak oldu. Eskiden evimizde bir salonumuz vardı ama şimdi adı salon olan ama salona dair hiçbir unsur barındırmayan tamamen çocuklara ayırılmış bir alana dönüştü. Hoplayabilecekleri, zıplayabilecekleri, erkek çocuğuysa maç yapabileceği, kız çocuğuysa evcilik oynayabileceği bir alanı var çocukların. Bu dönemde bu konuda çok anlayışlı olmamız gerekiyor. Çünkü bu gibi birçok ihtiyaçlarını karşılayamıyorlar bu süreçte ki bunların en önemlisi de sosyalleşme ihtiyaçları. İmkânlar dâhilinde arkadaşlarıyla buluşmalarına da imkân tanımaya çalışıyorum. Bunu çevrimiçi bir şekilde ya da uygunsa açık havada gerçekleştirmeye gayret ediyoruz.
Bununla birlikte sıklıkla beraber yaptığımız şeyler var. Birlikte namaz kılıyoruz, kutu oyunları oynuyoruz ve ilginç bilgilerin yer aldığı kitaplar okuyoruz. Bir de her sabah ben onlara mutlaka kitap okuyorum. Kendileri de kitap okuyorlar ama her sabah benim onlara kitap okumam onların da benim de çok keyif aldığımız bir rutinimiz.
Bu soruya uzmanların vereceği pek çok cevap vardır aslında ama ben kendi gözlemlerimden yola çıkarak cevaplayacak olursam; çocuktur anlamaz düşüncesini yanlış buluyorum. Çünkü her şeyi anlıyorlar. Hatta anlamak ile kalmıyor hissediyorlar. Ama insanlar çocuklar anlamaz, büyüdüğünde işler değişir diye düşünüyorlar. Hâlbuki çocuk annesinin gözünden, kirpiğinin seğirmesinden bile neler olup bittiğini öyle güzel anlıyor ki. Bu yüzden ebeveynler çocuktur anlamaz dememeli ve aile hayatı içerisinde çocuklarını da düşünerek hareket etmeliler. Bu çok önemli ama çok da ihmal edilen bir konu.
Bir de yine çocuktur anlamaz düşüncesiyle dinî konularda aynı tutumu sergileyen ebeveynler var. O yüzden çok temkinli yaklaşmak lazım bu konulara. Dinî konularda yaptığımız bir diğer yanlış da her şeyi erkenden öğreteyim de sevabı günahı bilsin yanlışa düşmesin düşüncesidir. Ama bu sefer erkenden öğrettiğimiz bilgilerin ağırlığı altında eziliyor çocuk. Tek sorun öğrenmek ise o zaman neden namazı bilen ama kılmayan binlerce insan var. Mesele sadece bu bilgileri öğrenmek değil ki. Mesele; şahit olarak, içselleştirerek, severek öğrenmektir. Dolayısıyla bu aşamaların basamak basamak gerçekleşmesi gerekir.
Çok büyük korkuları olan bir insan değilim. Ancak aşmam gereken iki tane problemim var: Bunlardan bir tanesi sağlık sorunları karşısındaki panik hâlim. Bu problemimin kaynağı biraz çocukluktan geliyor. O dönem çok yakınım olan birkaç kişinin kronik rahatsızlıklarının olması bu konuda fazla hassasiyet göstermeme sebep oldu. Çocuklarımın küçücük bir hastalık belirtisi ile ortalığı ayağa kaldırabiliyorum. Bu sağlık kaygımla baş etmem gerektiğinin farkındayım. Aslında tevekkül eden, Rabbine güvenen, sığınan bir insanım. Ama anlık da olsa o güven meselesi bir an için unutuluyor sanırım. Sonra çok şükür kısa sürede toparlanıp kendime; onlar Allah’a emanet, emanet sahibi olan O… O, senden daha iyi koruyacaktır, diye telkinler veriyorum.
Bir de 28 Şubat döneminden kalan bazı kaygılarım var. O dönemi yaşayan pek çok kişide de olduğu gibi. Tekrar öyle günler yaşama ihtimali beni çok kaygılandırıyor. Bununla birlikte bizi yadırgıyorlar mı, yargılıyorlar mı, küçük görüyorlar mı, kaygısını da girdiğim ortama, karşılaştığım kişilere göre tekrar tekrar yaşayabiliyorum. Bu kaygımla ciddi anlamda mücadele ediyorum ve kaygımı yenmeye çalışıyorum. Büyük oranda da yendiğimi düşünüyorum ama yine de zorluk çekiyorum. Çünkü maalesef ki bu süreci çok içinde yaşamış biriyim. Çok iyi bir puanla fen lisesi kazanmış bir öğrenciyken başörtüsü mağduriyeti sebebiyle Bursa Anadolu İmam Hatip Lisesi’ne birincilikle girdim. Ancak okuldan bir senenin sonunda yine birincilikle ayrıldım ve bir daha okuyamadım. Her şey yasaktı, ciddi anlamda bir psikolojik baskı vardı. Bir süre sonra buna dayanamaz oldum ve öğrenim hayatımı örgün olarak orada bitirdim. Sonrasında açık öğretimden devam ettirdim eğitimimi. Biz bir dönem Amerika’daki siyahilerin yaşadığını yaşadık. Kimisi bu konuda demagoji yaptığımızı da düşünüyor ancak bunlar demagoji değil maalesef ki bunları yaşadık. Hatta çok kısa bir süre önce aynı sorunu gittiğim hastanedeki bir doktor ile yaşadım. Tabii yaşadığım şey ile ilgili yapılması gerekeni yaptım ancak hâlâ bunları yaşıyor olmak çok üzücü.
Öncelikle çok tatlı bir soru olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Sanırım kendimi rüzgârgülü ile tanımlamak en doğrusu olacak. Çünkü neşeli ve renkli bir kişiliğe sahibim, çok hareketliyim. Rüzgârgülleri insanları tebessüm ettirir ben de insanları güldürmeyi, neşelendirmeyi, mutlu etmeyi seviyorum. Ama bir yandan da rüzgârgülünün şiddetli bir esintide nasıl döndüğünü bilirsiniz bende rüzgâr estiğinde ani parlamalar yaşayabilen biriyim. Dolayısıyla rüzgârgülü ile bu anlamda benzerlik gösterdiğimi düşünüyorum.
Bu durum bence maalesef ki üzücü bir hâl almaya başladı. Çünkü moda, tesettür söz konusu olduğunda insanın kendine yakışanı değil de yapışanı giydiği bir durum hâline geldi. Tesettür ve modayı eşleştiremiyorum. Eğer modaya sadece üreticinin tüketiciye zaman zaman sunduğu alternatifler olarak bakıyorsak ve o dönem onlar sunuluyor diye onlar alınıyorsa kabul edilebilir. Ama tesettürde bir moda, doğru ifadeyle düşünüldüğü zaman ancak doğru anlaşılabilir. Mesela, şalların bu kadar kullanılabilir olması tesettürde bir moda olarak kabul edilebilir. Bunun yanı sıra pardösülerde yeni tarzlar oluştu bu da kabul edilebilir. Aslında tesettüre bir zarar vermediği sürece bunlar bir beis teşkil etmez.
Ancak tesettür modasında değişmeyen bir şey olmalı. Tesettürün kuralları var ve onlar modaya uyamazlar. Örneğin; giysinin dar olmaması, hatları belli etmemesi, çok dikkat çekici olmaması gibi. Bunlar tesettürün aşılamaz, değiştirilemez, modaya uydurulamaz kuralları olmalıdır.
Yapmak istediğim çok fazla proje var. Ama şuan önceliğim evlatlarım. Evlatlarım ile ilgili bir şeyler yapmaya, onlarla vakit geçirmeye çabalıyorum. Kalan vakitlerde devam ettiğim çalışmalarım var. Uzun yıllardır birçok şey hayal ediyordum ve çok şükür onlar gerçekleşiyor şuan. Dinî eğitim alanında fark ettiğim noksanlıklarımızı, fazlalıklarımızı, aksaklıklarımızı aktarabilmeyi çok arzu ediyordum. Bunun için aslında benim kontrolüm dışında sosyal medyamın gelişmesiyle birlikte kitaplar yazabildim, daha çok kişiye ulaşabildim, eğitimler verebildim. Bu açıdan hayalim gerçekleşmiş oldu diyebilirim. Bunun yanı sıra proje olarak gerçekleştirmeyi arzu ettiğim dinî eğitim ile ilgili çok güzel kitap çalışmalarımız var. Hâlihazırda takip ettiğimiz 6-7 projemiz var. Ayrıca kenarda bekleyen bir bu kadar daha taslağı oluşmuş olan projeler var.
Yapmak istediğim çok şey var aslında. Mesela, masal anlatıcılığı ve tiyatroyu birleştirebileceğim bir projeyi hayata geçirmek istiyorum. Özellikle hanımlara, anne ve çocuklara yönelik bir tiyatro kulübü olsun istiyorum. Kendi içimizde tiyatro yapabileceğimiz, mütedeyyin hanımların oynayabileceği ve yine mütedeyyin hanımların gelip izleyebileceği bir tiyatro olsun istiyorum. Bir de hayallerim arasında Türkiye çapında bir anne-çocuk derneği kurmak ve bir okul açmak yer alıyor. Bunlar projeden çok hayallerim aslında. Ama belli mi olur biz niyet ettikten sonra belki projeye de dönüşebilir.
Allah razı olsun insanlar kıymet veriyorlar, Rabbim de o kıymete karşı mahcup etmesin ama rol model alınması gereken kesinlikle ben ya da başka bir anne değil. Bizim asıl rol model almamız gerekenler; Aleyhissalatü vesselam, hanım sahabelerdir. Bence onları rol model aldığımızda rahatlayacağız. Biz maalesef ki su kenarında oyalanıyoruz. Bizim suyun kaynağına inmemiz lazım. Asıl örnek almamız gerekenler orada ve çok fazlalar. Başta Peygamberimiz olmak üzere rol model almamız gereken pek çok önemli İslâm büyüklerimiz var.
Ben de tabii ki Peygamber Efendimizi rol model alıyorum. Bunun dışında Hz. Ömer, Hz. Ayşe gibi kendimi duygusal ve mizaç bakımından eşleştirdiğim sahabeler var. Onlarla kendime bir yol çizmeye çalışıyorum. Ayrıca tabii ki insan şuanda gözle gördüğü kişiyle de yakınlık kurmak istiyor. Bu anlamda benimle böyle bir bağ kuranları çok iyi anlıyorum ve onlara da çok teşekkür ediyorum, Allah mahcup etmesin. Bu anlamda ben de annemi örnek alıyorum ve çok da gurur duyuyorum böyle olduğu için. Ondan çok şey öğrendim ve öğrenmeye de devam edeceğim inşallah.
Bazen enerjimin çok düştüğü zamanlar oluyor tabii ki ama uzun sürmüyor. Böyle anlarda hemen kendimi toparlamaya yönelik bir şeyler yapıyorum. Canımı sıkan bir konuysa Allah’a havale ediyorum. Yorulduğum bir konuysa önce kendi sırtımı sıvazlıyorum, kendime hak veriyorum, teselli ediyorum, motive edici şeyler söylüyorum. Tabi bu ilk motivasyon yolum. Daha sağlam bir motivasyon kaynağım ise bu çocukların bana emanet olduğu bilinci. İslâm şuuru o kadar güzel bir şuur ki “O çocuklar sana emanet ve sen bu emanetleri en güzel şekilde yetiştirmelisin.” diyor. Üstelik bir de emanet sahibi her an seni görüyor. Bunu bilerek ben nasıl bir yüzle kendimi iyi hissetmiyordum diyebilirim. Diyemem, o yüzden hemen kendimi toparlıyorum ve onlar bana Rabbimin emaneti, onlar ümmetin evlatları diye düşünüp maksimum gayreti göstermem gerektiğini kendime hatırlatıp yeniden motive oluyorum.
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı