Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Masumlar Apartmanı oyuncusu Gülsün Odabaş ile çok sıcak bir söyleşi gerçekleştirdik. Masumlar Apartmanı dizisinin çok izlenmesine dair; “Eğer iyi bir hikâyeniz yoksa ne yaparsanız yapın olmuyor. Sonra oyuncular, nasıl çektiğiniz ve bence tabii ki iyi bir set ekibi” diyerek set ekibinin, oyuncuların ve özellikle yönetmenin başarısına değindi.
Gülsün Hanım, bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? Nasıl bir ailede büyüdünüz?
Kars’ın bir köyünde doğdum ve ilkokulu orada okudum. Kalabalık bir ailede mutlu bir çocukluk geçirdim. İki kardeşiz, benden küçük kardeşim var. Babaanne, dede ve iki tane hala ile birlikte kalabalık bir aileydik. Bugün ailemi düşündüğümde, herkesin birbirine saygısının ve sevgisinin yoğun olduğunu hatırlıyorum. Babamı dokuz yaşındayken trafik kazasında kaybettim ve o günden sonra her şey çok farklı oldu benim için.
Geri kalan eğitim hayatım için İstanbul’a halamın yanına geldim, benden çok sonra annemler İstanbul’a taşındı.
Biraz Balkan müzikleri gibi hissediyorum hayatımı. Balkan müziklerinin de çok melodik ve hareketli bir yapısı var, bu mutlu ediyor insanı dans ediyoruz ama bir yandan da hüzünlü bir yanı var içimizi acıtıyor. En azından ben dinlerken öyle hissediyorum. Ölümle yaşamın iç içe olduğu hissiyatı veriyor bana.
Tiyatroya ne zaman ve nasıl başladınız? Böyle bir yeteneğinizin olduğunuzu nasıl fark ettiniz?
Tiyatroya lise yıllarımda başladım. Şimdi düşündüğümde ortaokul yıllarında resmi bayramlarda şiir okumak, bando takımında olmak beni çok mutlu ediyordu. Özellikle bando takımındayken bayramlarda caddeden geçiş yapardık ve o kadar mutlu olurdum ki. Herkes bize bakıyor, alkışlıyor… Basit bir ritmi olmasına rağmen çok çalıştığımı ve çok ciddiye aldığımı, bayram öncesi heyecandan uyuyamadığımı hatırlıyorum. O zamanlar çok bilinçli seçilen şeyler değildi yani illa ben tiyatro oyuncusu olacağım düşüncesiyle yapılan şeyler değildi ama bu tür performatif gösterilerin peşini hiç bırakmamışım, şimdi geriye baktığımda görüyorum.
6-7 Eylül Olayları nedeniyle İstanbul’dan göç etmek zorunda kalan Sarkis’in 60 yıl sonra doğup büyüdüğü şehre dönüşünü anlatan “Son Eylül” kısa filminin yönetmenliğini ve yazarlığını yaptınız. Nasıl bir süreçti? Böyle bir konuyu seçmenizin nedeni nedir?
Nasıl bir süreçti sorusuna cevap verecek olursam; çok şey öğrendiğim, çok mutlu olduğum ve iyi ki de yapmışım dediğim bir iş oldu “Son Eylül”. Muhteşem bir ekiple çalıştım ve hepsinden çok şey öğrendim.
Bu konuyu seçmemin nedeni, Beyoğlu’nda yaşıyorum. Beyoğlu Rumlar ve Ermenilerin nüfus olarak yoğun yaşadığı bir semt. Hâlâ izleri var, her ne kadar yok edilmeye çalışılsa da. Sokaklarda gezerken her zaman 6-7 Eylül olaylarını düşünüyordum. İnsanların neler yaşamış olabileceğini, yerinden yurdundan edilmenin ne kadar zalimce bir şey olduğunu. Beyoğlu’ndaki binalar mimari olarak çok etkileyici ve ne yazık ki yıkılmaya terk edilmişler. Benim için bir bina sadece bina değil orada koca bir hayat var, bir kültür var, dil var, inanç var, acılar ve mutluluklar var. Suriye savaşının başlarında insanların yürüyerek ya da ölmek pahasına nasıl ülkelerini terk ettiklerini gördük okuduk. Bütün bunlar ve içinden geçtiğimiz sürecin ürünüydü; Son Eylül.
Türkiye’nin önemli tiyatro eleştirmenleri ve yönetmenlerini bir araya getirerek Tiyatro dünyasında önemli bir yere sahip olan “OYUN” dergisini çıkardınız. O dönem hakkında biraz konuşmak isteriz… Nasıl bir karardı?
Üniversiteden yeni mezun olmuştum. Oyunculuk anlamında bağımsız tiyatrolarda oynuyor ve bir yandan da kurslara gidiyordum ama maddi ve manevi anlamda yeterli gelmiyordu bana. Sürekli kitap okuyorum, oyun izliyorum, festivalleri ve yeni çıkan yayınları (dergi ve kitap) takip ediyorum. Yeni kurulan tiyatro gruplarını, yeni açılan sahneleri vs. takip ediyorum. Yani yedi yirmi dört tiyatro düşünüp seyredip ve tiyatro üzerine okuyordum. Hâl böyle olunca bir sürü hayalleriniz oluyor. Umarım hepsini bir gün gerçekleştiririm. Tiyatro dergisi de hayallerimden biriydi ve bu hayalimi gerçekleştirmek için uzun süre araştırdım, teknik olarak ne yapmam gerektiği üzerine çalıştım. Bu araştırma eksik bir araştırmaydı, acemiliğime geldi ve bunun sıkıntısını yaşadım o dönem. 2007 yılında Artshop yayınevinin kurucusu Vedat Akdamar eğer dergiyi oluşturabilirsem kendi yayınevinden basabileceğini ve dağıtımını yapabileceğini söyledi. Bunun üzerine yazı kurulu için Türkiye’de kendi alanlarında iyi işlere imza atmış tiyatro insanlarını arayıp düşüncemi ilettim. Sağ olsunlar hepsi de çok destek verdi bu konuda. Hatta Hasan Anamur telefonda bana “Tebrik ederim bu yaşta böyle önemli bir işe girişiyorsun” demişti. Sonra tabii çok tatsız ve haksız şeyler oldu bana karşı. Yani tiyatro dergisi ilk hayalim ve ilk hayal kırıklığımdı diyebilirim. Bu hayal kırıklığı derginin içeriğine dair değil, kurduğum acemice yanlış ilişki biçimine dairdi.
Birçok okul ve dernekte çocuklarla ve gençlerle “Yaratıcı Drama” eğitimleri veriyorsunuz. Peki, tiyatro sanatını icra etmek isteyen gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
Çok uzun süre Yaratıcı Drama çalışmaları yaptım. Plato Film Okulu’nda, Robert Kolejinde vs. şu an yapmıyorum. Ben gençleri çok önemsiyorum ve nedense onların hep doğru şeyler yaptığına ve kendileri için doğru olan yolu bulacaklarına inanıyorum. Naçizane deneyimlerimden şunu söyleyebilirim ki bu benim kişisel deneyimim öyle büyük laflar etmek istemem, yaptıkları ya da seçtikleri şeyden emin olsunlar ve kendi seçimleri olsun. Çünkü o zaman daha çok sevip sahiplenecekler ve onun içinde kendilerini var edebilecekler. Medyanın, televizyonun onların kararlarını etkilemelerine izin vermesinler. Niçin bu mesleği istiyorlar ve gerçekten istiyorlar mı? Oyunculuk bence hiç kolay bir alan değil. Seçtikleri şeyi yapmakta cesur olsunlar. Bir de lütfen ve lütfen bu onlardan ricam olabilir, benim de şu an biri liseye hazırlanan biri de lisede yeğenlerim var onlarda söylüyorum; kitap okuyun. Öyle bir kitapta hayatınız değişmeyecek, bu da uzun vadede keyfine varacağınız bir şey. Ancak hayatınıza katkısı anlatılmaz o yüzden kitap okumayı asla bırakmasınlar.
Bir oyuna hazırlanmak için nasıl bir süreç geçiriyorsunuz? Sahneye çıkmadan önce yaptığınız rutinler nelerdir?
Öncelikle oyunu okuduktan sonra, yazarını araştırıyorum ve oyuna dair okunması gereken kitapları okuyorum. Bunlar genelde yazıldığı dönem ve o dönemin, sosyo politik, kültürel arka planı. Karakter bu arada yavaş yavaş şekilleniyor. Ben çok çabuk oyuna adapte olan bir oyuncu değilim biraz zaman alıyor. Provalarda yavaş yavaş şekilleniyor ve oyuna başladıktan sonra artık o oyunla yatıp kalkıyorum demek doğru olur. Ben çok içe dönük bir oyuncuyum yani oyuna çıkmadan önce ya da oyuna hazırlık aşamasında kendi içime çok dönerim ve biraz depresif bir süreç geçiriyorum. Sahneye çıkmadan önce de her oyuncunun yaptığı gibi beden için esneme hareketleri ve ses çalışmaları yapıyorum. Artikülasyon çalışıyorum.
Tiyatronun sizdeki karşılığı nedir? Sahnede olmak sizin için ne ifade ediyor?
İnsanlığın varoluşundan beri olan bir sanattan bahsediyoruz: Tiyatro… Benden önce vardı ve benden sonra da olacak. Tiyatro tarihi kitaplarında, izlerine avcılık döneminde de rastlıyoruz. Böyle olunca bu kadar önemli ve kadim bir sanatın içinde olmak benim için tarifi zor bir durum. O yüzden çok mutluyum bu işi yaptığım için. Elimden geldiğince hakkını vermeye çalışıyorum.
Hem çok iyi bir oyuncusunuz hem de ödüllü bir filmin yönetmeni, siz en çok hangisini sevdiniz? Sahne önü mü yoksa sahne arkası mı?
Öncelikle teşekkür ederim böyle düşündüğünüz için. Ben hiçbir zaman iyi olduğumu düşünemeyeceğim sanırım. Sahne önü veya arkasında olmak; benim için ikisi de birbirini besleyen durumlar. Ben birçok sanat dalının birbirini beslediğini düşünüyorum. Sahne arkası ya da kamera arkası, oyunculuk anlamında çok önemli. Oyunculuk da kamera ya da sahne arkası için önemli. İkisini de çok seviyorum ve ikisini de hayatım ve sağlığım izin verdiği sürece yapmak istiyorum.
Sahnedeyken en büyük motivasyon kaynağınız nedir?
Sahnede olmak başlı başına çok büyük motivasyon kaynağı bence. Bir sürü insan o gün sizi izlemek için maddi ve manevi bir emek harcamışlar, bu çok değerli bir şey. Hem seyirci hem o işe emek veren çalışanlar ve o oyunun kendisi ya da film ise senaryonun kendisi…
Bu zamana kadar oynamadığınız fakat içinizde kalıp oynamak istediğiniz bir oyun veya bir rol var mı?
Çok var inanın, saymaya sayfalar yetmez. Harika oyunlar ve filmler var, onların içinde olmak ve ana karakterleri olmayı çok isterim ya da isterdim tabii ki.
Sahnedeyken ve setteyken yaşadığınız ve unutamadığınız bir anınızı bizlerle paylaşabilir misiniz?
Sahnede yaşadığım bir anımı paylaşayım. Yaşarken beni çok üzmüştü ama şimdiden baktığımda bu tür şeyleri biriktirmenin çok değerli olduğunu düşünüyorum. Bizden önceki oyuncular anlatırdı antre kaçırdıklarını ve ben onlar anlatırken bile “umarım bir gün başıma gelmez” diye çok dua ederdim. Bir oyunda çok küçük bir rolüm var. Oyun iki perde; iki buçuk saate yakın sürüyor. Benim sahnem ikinci perdenin sonlarına doğru. Bir oyuncu olarak en korktuğum şey antre kaçırmak ve bu başıma geldi. Sahneme çok var diye Buzzati’nin “Tatar Çölü” kitabını okuyorum ve beni çok etkileyen bir kitap. Bir an üç dört arkadaşın koştur koştur “Nerdesin senin sahnen geldi” diye beni aradıklarını gördüm ve size nasıl sahneye fırladığımı anlatamam.
En son ekranlarda “Masumlar Apartmanı” dizisinde Safiye’nin komşusu Hale olarak sizleri gördük. Yakın zaman da yeni bir proje var mı, sizi tekrar ekranlarda görebilecek miyiz?
Masumlar Apartmanı benim için çok büyük bir şans. Muhteşem bir yönetmen ve ekiple çalışıyorum. Oyuncular inanılmaz performans gösteriyorlar ve hepsini ders gibi izliyorum. Çağrı Vila Lostuvalı’nın bir önceki dizisini de izleyip merak ettiğim ve işlerini takip ettiğim yönetmendi. Kendisini sette görmek, çalışmasına, yaklaşımına tanık olmak çok mutluluk verici ve öğretici benim için.
İkinci kısa filmim var yakın zamanda çekmeyi düşündüğüm ve tabii ki çok isterim ekranlarda olmayı. Umarım diyeyim.
Peki, diziye dair konuşursak Hale rolüne dair ne söylemek istersiniz? Daha fazla görecek miyiz ilerleyen bölümlerde?
Hale, bildiğiniz gibi bir komşu ve aslında şu an üzerine çok fazla konuşulacak bir geçmişi yok. Diziye ara ara giriyor. Ben bu hâlini dahi çok seviyorum ama tabii ki daha çok görünmek ve sette daha fazla zaman geçirmek isterim. Ona ben karar veremem, hikâyenin gidişiyle ilgili bir durum. Dediğim gibi bu benim ilk dizim. İyi bir yönetmen, iyi oyuncular, iyi bir ekip ve TRT’de yayınlanıyor olması da çok mutlu ediyor beni.
Masumlar Apartmanı’nın bu kadar çok izlenmesinin nedeni ne sizce?
Bence bunun tek bir nedeni yok. Sonuçta bir hikâye anlatılıyor ve hikâyeyi anlatırken bunun birçok parametresi var. Öncelikle yönetmen… Çünkü yönetmen iyi bir hikâye avcısı bence ve bu hikâyeyi iyi bir şekilde anlatması gerekiyor. Eğer iyi bir hikâyeniz yoksa ne yaparsanız yapın olmuyor. Sonra oyuncular, nasıl çektiğiniz ve bence tabii ki iyi bir set ekibi. Güzel bir deyim var; “Bir insanın içi neyse dışı da odur” diye. Belki diğer sanat disiplinleri için de geçerlidir ama dizi özelinde konuşursam, içi kamera arkası dışı da oyuncular, çekim tarzınız vs. o yüzden ben kamera arkasının enerjisinin kesinlikle işe yansıdığını düşünüyorum. “Masumlar Apartmanı” gibi güzel bir işin TRT gibi kurumsal bir kanalda yayınlanıyor olması, benim de ufacık bir parçası olmam çok mutluluk verici.
Nasıl bir okursunuz? Bir başucu kitabınız var mı?
Ben okumaya çok önem veriyorum. Sabah erken kalkıp en az üç saatimi kitap okumaya ayırıyorum, bazen işlerime göre daha fazla zamanım kitap okumakla geçebiliyor. Birkaç teorik kitap var tiyatroyla ilgili başucu kitabım diyebileceğim ve sevdiğim çok fazla kitap var. Tiyatroya dair başucu kitabı söylemem gerekirse;
“Kadın” kelimesi dediğinizde aklında çağrışan üç kelime nedir?
Kadın denince; Toprak, su, hava geliyor aklıma.
Peki, Gülsün Odabaş’ın hayatında moda nerede?
Modayı yakından takip ederim. Çok klişe bir cümledir ama sonuçta kendime ne yakışıyorsa onu seçerim. Türkiye’de belli başlı markalarım var, onların ürünlerini tercih ediyorum genelde. Moda, üreticiliğin ve tasarımın olduğu bir alan. Bazı defileleri internet üzerinden izliyorum. Defilelerin mekân tasarımları, kullanılan müzikler, platform üzerinde yürüyen mankenlerin içsel enerjileri, yüz ifadeleri –ne çok nötr ne çok ifadeli tam eşikte enerjileri ve ifadeleri var- ilgimi çekiyor. Moda tasarımcılarının hayatını ve röportajlarını okuduğumda çok şey öğreniyorum ve başka bir ufuk açıyor bende. Şunu da söylemeden bitirmek istemem, birçok alan gibi moda da tüketime hizmet eden bir yerde duruyor bence. Her yıl yeni tasarımlar insanları tüketime çekiyor ama bu sadece modaya özgü bir şey değil, birçok alan bu şekilde ve zaten içinde bulunduğumuz sistem tüketim üzerinden varlığını sürdürüyor. Sürekli tüketiyoruz ve bu tükettiğimiz şeyler nerede depolanıyor, nereye atılıyor, ne gibi sorunlar çıkarıyor takip etmiyoruz ama dünyayı ciddi anlamda tehdit ediyor bence.
Son olarak eklemek istedikleriniz?
Sorularınızla ayna oldunuz teşekkür ederim.
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı