Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
“Daha çok vakit var sonra bakarım” demeyin, zaman su gibi akıyor unutmayın. Şimdi sokağa çıkma yasakları da başladı, vaktinizi güzel değerlendirin.
Bu haftanın başlığı enteresan, öyle değil mi?
Oldum olası farklı diller öğrenmeyi seven ve sürekli yeni bir dil öğrenmek üzerinde çalışan biri olmuşumdur. Bu bana her zaman bir artı katmış, seyahat ettiğim farklı ülkelerde çat pat da olsa yerel dil ile konuşmam, bulunduğum noktada fark edilmemi sağlamış ve bana karşı diğer turistlerden biraz daha torpilli davranılmasına sebep olmuştur. Tabela okumak ve yön bulmak konusunda inanılmaz kolaylık sağlamasının yanında; alışverişte de çok işime yaramış ve genel olarak almak istediğim ürünü, istenen fiyatın çok altında alabilmişimdir. Ah biz Türkler… Ne de severiz pazarlık yapmayı. Size bir sır vereyim; yeni bir dil öğrenirken ilk yaptığım şey, sayıları öğrenmektir. Her zaman da işime yaramıştır, aklınızın bir köşesine not edin.
Sözlük anlamı olarak dil; “İnsanların duygularını, düşüncelerini bildirmek için sözcükler ya da işaretler aracılığıyla yaptıkları anlaşma ve öteki kişilerle iletişimi sağlayan ortam” olarak tanımlanır. Dil, en basit tanımıyla insanlar arasında anlaşmayı sağlayan bir iletişim aracıdır. İnsanlar arasında iletişim kurarak toplumsallaşmayı sağlayan ve sosyal bağları düzenleyen bir araçtır. En doğal iletişim aracı olarak dil, karmaşık düşünce süreçlerini aktarma konusunda vazgeçilmezdir. Tabii bazen de ne kadar uğraşırsak uğraşalım, aktarmak istediğimizi sözcüklerle bir türlü tam olarak aktaramayız, hele de konu karşı cins ile iletişim kurmaksa… Erkekler Mars’tan, kadınlar Venüs’ten meselesi var ya, neyse bu apayrı derin bir konu, buna hiç girmeyelim şimdi!
Dil sadece insanlara mahsus değildir, her canlı türünün bir dili vardır aslında, bu şekilde bağlantı kurup tüm iletişimlerini kendi dillerinde yaparlar. Kuşlar, kediler, aslanlar, denizler altındaki yunuslar, balinalar ve diğer canlılar… Hepsinin kendi aralarında bir şekilde anlaşmasını ve geri kalan bütün canlıların ortama Fransız kalmasını sağlayan sesler ve işaretler topluluğudur aslında dili oluşturan.
Yazının keşfiyle birlikte dil sadece bir iletişim aracı olmaktan çıkmış, duygu ve düşüncelerimizi kalıcı kılmamızı sağlamamıza yaramış, toplumların sosyolojik ve kültürel gelişiminin temeli olmuştur. Tarih boyunca insanlar, örf ve âdetlerini, düşünce, mutluluk ve üzüntülerini yazı aracılığıyla ölümsüzleştirmiş, mezar ve adak yazıtlarından antlaşmalara, destanlardan tarihi ve siyasi olaylara pek çok konudaki gelişim ve değişimi dil yoluyla önce birbirleri ile ve daha sonra diğer toplumlar ile paylaşmışlardır.
Bu hafta sizin için Rezan Has Müzesi Koleksiyonu’ndan derlenen eserler ile Anadolu insanının binlerce yıllık yaşantısına tanıklık etmenizi sağlayacak “Kayıp Dillerin Fısıldadıkları” sergisini araştırdım. Sergiye 18 Mayıs 2021 tarihine kadar internet üzerinden ulaşabilirsiniz, kaçırmayın ve mutlaka ziyaret edin derim. “Daha çok vakit var sonra bakarım” demeyin, zaman su gibi akıyor unutmayın. Şimdi sokağa çıkma yasakları da başladı, vaktinizi güzel değerlendirin.
Sergide kaybolmuş veya kaybolmak üzere olan ya da hâlen yaşayan dilleri ve yazıları merkez alarak kültürel etkileşimlerden dinî inanışlara, ticarî ilişkilerden günlük hayata antik dünyayı biçimlendirmiş birçok konuya değinilmesinin yanında, günümüzde çözülmüş ya da artık yitip gitmiş diller de anlatılıyor. Tarihsel olarak bu gelişime tanıklık etmeniz, dilin oluşumu sonrası ortaya çıkmış olan yazının gelişimi ile harfler, sözcükler ve bunlarla zaman içinde yaşanan değişimi gözlemlemeniz, size diller üzerinde farklı bir bakış açısı oluşturacak, buna eminim.
Sergide en çok ilgimi çeken konu; insanoğlunun bilinen ilk iletişim macerasının yaklaşık 35 bin yıl önce Fransa’da bulunan Grotte Chauvet Mağarası’nda başlaması oldu. İster istemez gözümün önüne getirmeye çalıştım o anki ortamı, insanları, nasıl yaşadıklarını… Bu dönemde insan, hayatta kalma üzerine odaklanmış bir şekilde yaşıyormuş. Dış etkenlerden korunabilmek, kötülükleri uzaklaştırmak, yağmur yağdırmak, güneşin tekrar doğmasını sağlamak, yabani hayvanların saldırısından korunmak için törenler yapıyorlarmış. Bu ritüeller birtakım sesler ve basit ritmik hareketlerden oluşuyormuş. Yaşamak için avlanmak zorunda olan buzul çağı insanı, hem ritüelleri gereği hem de kendini ifade edebilmek için av sırasında kullandığı kemikler üzerine ya da yaşadıkları mağaraların duvarlarına yeryüzünün bilinen ilk görsellerini yapmış, denemelerinde bulabildikleri her türlü malzemeyi kullanmışlar. Önce mağara zeminine veya duvarlarına ıslak çamur sürüp üzerine parmakla figürler çizmişler; daha sonra çakmak taşı ve diğer sert taşlarla duvarları kazımışlar. Bir zaman sonra mineral tozlarından ürettikleri doğal boyalarla mağara resimlerini boyamayı başarmışlar. İşte bunlar, tarih öncesinin sessizliğine ses olan ilk fısıltılar.
İlerleyen zamanda yerleşik hayata geçen insanoğlunun hayatta kalabilme zorluklarının değişimiyle birlikte, hâliyle dil de kendini geliştirmek zorunda kalmış. İletişim aracı olarak resimlerden oluşan işaretler taşıyan taş, kemik ve diğer malzemeler kullanılmış. Yazının prototipi olarak kabul edilen bu şekiller zamanla gelişerek ideogram ve sembollere dönüşmüş. Ancak bunlar belli bir düşünceyi ya da soyut bir kavramı temsil eden cümle ya da kelimeleri ifade etmediğinden; bu kavramları ifade edebilmek için “Akrofoni” denilen bir yöntem geliştirilmiş. İşte bugün kullandığımız heceler, akrofoni yöntemi sayesinde insanoğlu sesleri tespit etmesi ile ortaya çıkmış. Böylelikle birkaç resimsel işaret bir araya gelerek bir anlam ortaya çıkarıyormuş. Bu şekilde yazı değişime uğramış ve muhteşem gelişimi başlamış.
Yazının bundan sonraki gelişimi ve Anadolu’ya gelişi ile birlikte daha birçok enteresan bilgiyi öğrenmek için beklemeniz gerekecek. Gerçekten çok etkileyici bilgiler edineceğiz bu sergi sayesinde. Devamı haftaya…
Görüşmek üzere.
Ayşıl ÖZASLAN
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı