Işıl Yücesoy: Sanat iz bırakmak için yapılır

Merjam Yazar: Merjam 18 Kasım 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

“Sanat; ilk olarak ailede, sonra eğitim kurumlarında ve devlette gelişir. Bunları birbirinden hiç mi hiç ayıramayız. Yanından yöresinden sanatla haşır neşir olan, kitap okuyan, sinemaya, tiyatroya giden, müzikten zevk alan insan illa sanatçı olacak değil ya. Ama sanata evet diyeceği kesin!”

Işıl Yücesoy: Sanat iz bırakmak için yapılır

 

“Sanatın her dalı benim yaşam biçimim. Dünyaya bakışım da bu pencereden ve bu estetikten süzülüp geliyor.”

 

Sanat hayatının 50. yılını geride bırakan Türk sinema, tiyatro ve ses sanatçısı Işıl Yücesoy ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Işıl Yücesoy, “Bir sanatçıyı sanatçı yapan şey, cebine bu uğraş sırasında çalışmayla, emekle, alın teriyle koyduğu kıymetli taşlardır. Bu taş toplamak, bitmeyen daha doğrusu bitmemesi gereken bir uğraştır. Kim ki bu bana yeter der yanlışa düşer. Yaptığı meslek sırasında bu taşlara hep gereksinim duyar.” diyor.

 

Hayat hikâyenize baktığımızda voleyboldan, piyanoya; müzikten, sanata her şey var. Bize biraz hayat hikâyenizden bahsedebilir misiniz?

 

1945 yılında Kırklareli’nde doğdum. Son derecede liberal, özgürlükçü, sorgulayan ve sorgulatan bir aile içinde yetiştim. Bu konuda çok şanslı olduğumu söyleyebilirim. Hayat hikâyemin liseyi bitirinceye kadar öyle anlatılacak çarpıcı bir sayfası yok. Daha sonra kendi seçimlerim hayatıma yön verirken çok etkili oldu. Bu yaşıma kadar oldukça sert virajlardan geçtim ve birçok risk aldım. Yaşamımda çok sayfa açıp çok sayfa kapattım. Epey gemi yaktım. Ve kazasız belasız başarı ya da başarısızlıklarımla 74 yaşına kadar geldim. Büyüklerim ayaklarımın üstünde hiçbir payanda olmadan durmayı öğretmişlerdi. Bu konuda epey başarılı olduğum söylenebilir.

 

 

İNSANIN İŞİNİ SEVEREK YAPMASI

 

Nasıl bir ailede büyüdünüz? Sanat, yetiştiğiniz ortamın neresinde duruyordu?

 

Öğretmen bir anne babanın çocuğuyum. Babamın müzik öğretmeni ve konservatuar piyano bölümünden mezun olması küçük yaştan itibaren müzikle yoğrulmama neden oldu. Ayrıca genlerin de insan yaşamında çok önemli roller oynadığını biliyoruz. Babamın dışında ailede çok sanatçı var. Tiyatrocular, ressamlar, besteciler… Demek ki ben de soya çekim yaşayarak bu yolu seçtim. Çok da iyi yaptığımı düşünüyorum. İnsanın işini severek yapması ruhsal olarak kişiyi çok daha başarılı olmaya itiyor ya da başarısızlıklarını tek başına yüklenmeyi öğretiyor. Özetlersek sanatın her dalı benim yaşam biçimim. Dünyaya bakışım da bu pencereden ve bu estetikten süzülüp geliyor.

 

Ankara Devlet Konservatuarı’ndan mezunsunuz. Tiyatro eğitimi almaya nasıl karar verdiniz?

 

Hiç aklımda ve öğretimimde olmayan bir işe kalkıştım. Demek risk alma korkusuzluğum ilk bu sıralarda başladı. Devlet Tiyatrosu sanatçısı halam Muazzez Kurdoğlu “Sende tiyatrocu olabilecek yetiyi, beden dilini, yüz ifadesini görüyorum. Sana bu yolda yürümeni öneririm.” dedi. Zor bir karardı. Çünkü, ben o güne kadar tiyatro denilen olguyla hiç uğraşmamıştım. Tiyatroya karşı hiçbir bilgim yoktu. O güne kadar da sadece bir iki oyun seyretmiştim. Ama benim yapımda deneyimli insanları dinlemek, onların söylediklerini sorgulamak gibi bir şey var. Ailede bir sürü yeğen, kuzen vardı. Ayrıca halamın kendi kızı vardı. Peki, halam neden beni seçti?

 

 

TORPİL YAPILAMAYACAK TEK MESLEK

 

Bunu sorgulamaya başladığımda bu yolu denemeye karar verdim ve sınavlara girdim. Çok başarılı bir dereceyle konservatuar yüksek bölümünden mezun oldum. Bu arada şunu da söylemeliyim: Ne giriş sınavlarında ne de okuduğum beş yıl içerisinde halam beni hiç çalıştırmadı. O yıllarda için için halama küstüm ama sonra anladım ki en doğrusunu yapmış. Bunun iki nedeni var: Birincisi tarz olarak beden dili olarak ona çok benzemem; taklit bir sanatçı olmamı istememesiydi. İkincisi ise sanat yolunda torpil denen olgunun asla işlerlik kazanamaması. Bugün benim de vardığım kanı odur. Dünya üstünde torpil yapılamayacak tek meslek sanat dallarıdır.

 

Aslında tiyatrodan önce müzik vardı sizin hayatınızda. O yıllara geri dönersek, nasıl başladı müzik maceranız?

 

Evet, müzik hayatımda hep vardı ama profesyonel olarak ilk önce tiyatrocu sonra müzisyen oldum. Bu olay da yaşamımın keskin virajlarından biridir. Hatta belki bir başkası için büyük bir risktir. Konservatuar yıllarında gizli saklı sahneye çıkmaya başladım. Bir de takma ad koymuştum kendime: “Arda”. Bu sadece merak ettiğim bir yolu öğrenmek, ailemin bana gönderdiği harçlığın üzerinde para kazanmayı istemek, daha değişik bir atmosferi solumak, değişik insanları tanımak arzusuydu.

 

Ama hepsi amatörlük kokuyordu. İzmir Devlet tiyatrosunda çalışırken o devrin önemli menajerlerinden Egemen Bostancı ile tanıştım. O yıllar Ajda Pekkan’ın Emel Sayın’ın menajeriydi, Egemen. Kulvar değişikliği teklifi ondan geldi. “Sahnede çok başarılı olursun.” dedi. Cazip geldi bana. Yeniden yola çıkmak, sıfırdan başlamak heyecan vericiydi. İlk olarak Anne Marie Davit -Erol Evgin’le başlayan güzel bir maceraydı. Bu yolculuğun bir gününden bile şikâyetim yok ve pişman değilim.

 

 

37 YIL BOYUNCA SUSTUM

 

Müzik sektöründe çok iyi işler yaptınız ama sonra aniden müzik dünyasından uzaklaşıp tiyatro sahnesine döndünüz. Bunun sebebi neydi?

 

Müzik dünyasından uzaklaşma sebebim o günün şartlarının yavaş yavaş benim düşlerimle, hayat tarzımla, karakterimle çakışmaya başlamasıydı. Ülke o yıllarda iki buçuk ihtilal geçirmişti. Ekonomik ve sosyal dengeler çalkantıdaydı. Bizden sanatçı olarak beklenenlerle benim yapmak istediklerim arasında makas iyice açılıyordu. Çok severek yaptığım işte mutsuzdum. Mutsuz olduğun bir şeyi götürmeye çalışmak da bana iyice manasız gelmeye başladı.

 

Sonrasında İzmir’de çıktığım bir sahnede çiçek yerine kafamdan aşağı konfeti gibi beyaz peçeteler atıldı. Dehşet bir şeydir, hâlâ hatırladıkça tüylerim diken diken olur. Bu peçeteler çok değerli orkideymiş gibi bir tepsinin içinde kırmızı bir kadifenin üstüne koyulmuşlardı. Ve alkış, taltif anlamına geliyordu. Bir de dinleyici bunun için özel para ödüyordu. İşte o an yolun sonuna geldiğimi anladım. Nasıl hakaret gelmişti anlatamam. Çok ağlamıştım onu hatırlıyorum. Bu olayın sabahında gazinonun sahibiyle görüşerek sahne yaşamımı bitirdim. Tam 37 yıl boyunca sustum…

 

 

BİR SANATÇIYI SANATÇI YAPAN ŞEY

 

Bir sanatçı olarak müzik deneyiminiz, oyunculuğunuzu nasıl besliyor?

 

Bir sanatçıyı sanatçı yapan şey, cebine bu uğraş sırasında çalışmayla, emekle, alın teriyle koyduğu kıymetli taşlardır. Bu taş toplamak, bitmeyen daha doğrusu bitmemesi gereken bir uğraştır. Kim ki bu bana yeter der yanlışa düşer. Yaptığı meslek sırasında bu taşlara hep gereksinim duyar. Ve bu kıymetli taşlar organiktir, doğurgandır ve etkindir. Sizi siz yapar… Bir gün tiyatro yapmak istersiniz. Eğer o oyunda şarkı söyleyecekseniz eliniz cebinize gider, ses taşına ihtiyacınız vardır. Oyunda takla atacaksanız eliniz yine cebinize gider, spor taşına ihtiyacınız vardır. Bir sanatçı kendini komple atlet gibi hazırlamak zorundadır. Yoksa tek atımlık barut olur.

 

80’li yıllarda Fikret Hakan ile beraber Fikret Hakan & Işıl Yücesoy tiyatrosunu kurdunuz, aynı zamanda devlet tiyatrosu sanatçısıydınız. Devlet tiyatrosunda bir oyuncuyken sizi özel tiyatro kurmaya yönlendiren şey ne oldu?

 

Bu yanlış bir bilgi. Evet, Devlet tiyatrosu sanatçısıydım ama istifa etmiştim ve o yıllarda şarkı söylüyordum. Şarkıcılık hayatımda labirente dönüştüğü için yapmam gerekeni yaptım ve asıl mesleğime geri döndüm. Sevgili Fikret, tiyatroya çok âşık, donanımlı bir aktördü. Birlikte bir şey yapabilir miyiz diye düşününce bir tiyatro açalım dedik. Aslında benim amacım Devlet tiyatrosuna dönmek için bir adım atmaktı. Bu amacın gerçekleşmesinde bana yardımcı olan Erol Günaydın’ı, rejisörümüz Muazzez Kurdoğlu’nu, oyunun müziklerini yapan sevgili Esin Engin’i saygıyla ve teşekkürle anıyorum. O çalışma beni Cüneyt Gökçer’in rejisiyle “Tamirci” adlı oyuna oradan da Allah rahmet eylesin Tuncer Cücenoğlu’nun “Çıkmaz Sokak” oyununa taşıdı. Uzun ve zahmetli bir yolculuktan sonra “Üç Kuruşluk Opera” ile sevgili Yücel Erten’in rejisiyle 1989 da İstanbul Devlet tiyatrosuna dönüş yaptım.

 

Gelen teklifleri değerlendirirken nelere dikkat edersiniz? Bir projede yer alma kararını nasıl verirsiniz?

 

Senaryoya çok dikkat ederim ama esas olarak duygularım ön plandadır. Rol beni nereye taşır diye düşünürüm. Yani daha ziyade sübjektif duygularla evet derim. Bu bazen tutar bazen tutmaz.

 

 

TOPLUM KENDİSİ İÇİN ÇALIŞANI AYIRIR

 

Uzun yıllardır sanat camiasının içerisindesiniz. Geçmişten günümüze baktığınızda sektörde ne gibi farklılıklar görüyorsunuz? Sanata sanatçıya ilgi ve duyarlılık ne durumda?

 

Bu yıl 50. sanat yılımı kutluyorum. Sanat, ülkemiz gibi karman çorman bir yolda yürümeye çabalıyor. El yordamıyla bulunmaya çalışılan bir yol gibi. Her dakika dengeler, aktörler, halkın istekleri, beklentileri değişiyor. Çok başarılı işlerin yanında her toplumda olduğu gibi sıradan ve ticari işler de var. Kavram farklılıkları kaos yaratıyor. Çok değerli sanatçıların yanında mevsimlik artistler de boy gösteriyor. Ve ne yazık ki bugünkü koşullarda prim yapıyor. Ama zaman öyle bir sınavdır ki yıllara dayananları, ödün vermeyenleri ayıracaktır. Toplum kendisi için çalışanı ayırır ve diyetini öder bütün yüreğimle buna inanıyorum.

 

Sizce sanat nasıl gelişir?

 

Sanat; ilk olarak ailede, sonra eğitim kurumlarında ve devlette gelişir. Bunları birbirinden hiç mi hiç ayıramayız. Yanından yöresinden sanatla haşır neşir olan, kitap okuyan, sinemaya, tiyatroya giden, müzikten zevk alan insan illa sanatçı olacak değil ya. Ama sanata evet diyeceği kesin! Dünyaya daha başla gözlerle bakacağı, yetiştireceği çocukları daha bilinçli daha estetik normlar içinde yetiştireceği kesin.

 

 

SANAT TOPLUM İÇİN YAPILIR

 

Sanat ne içindir?  İnsan neden “Sanat” yapar?

 

Sanat toplum için, insan için, insanın kendi egosu ve narsist duyguları için… İz bırakmak için yapılır. Sanatı niçin yapıyorum diye bir soru olmaz… Sanat içinizdeyse yapılır.

 

Nasıl bir izleyicisiniz? Tiyatro, sinema veya dizi izlerken nelere dikkat edersiniz?

 

Ne yazık ki kötü bir izleyiciyim. Zamansızlık, her şeye yetişme şansını vermiyor.

 

Meslek hayatınız boyunca yaşadığınız birçok anınız vardır. Unutulmaz bir anınızı bizimle paylaşabilir misiniz?

 

O kadar çok anım var ki… Acısıyla, tatlısıyla onca yıl. Ama bu satırları okuyan sanatçı olmak isteyen arkadaşlarıma da ders olsun diye anlatabileceğim bir anım var. Arsen Gürzap rejisinde Arthur’un Miller’in “Orkestra”sını çalışıyoruz. Arsen benden bir ufak çığlık istiyor. Tam bir ay amansız çalışma… Derken bir gün “Oldu!” diyor Arsen. Bendeki mutluluğu size anlatamam. Gece bir arkadaşın davetindeyiz. Zafer kazanmış komutan gibiyim. İnanılmaz bir özgüvenle davete gidiyorum.

 

Sayın Macide Tanır ile aynı masadayız. Mutluyum, keyifliyim… “Ah! Macide Hanımcığım. Bu nasıl bir meslektir. Bir çığlık bulmak için bir ay çalıştım. Vallahi taş üstüne taş koymak bu iş.” dedim. Bunun üzerine Macide Hanım şöyle bir yüzüme bakıyor: “Bravo Işıl” diyor. “Ne kadar yeteneklisiniz. Biz ömrümüzü kum üstüne kum koymaya çalışmakla geçirdik. Ve hepsi un ufak oldu gitti. Maşallah siz taşa kadar gelebilmişsiniz.” Hayatımda yediğim en büyük tokattır bu cümle. Bugün iyi ki o tokadı yemişim diyorum. İyi ki…

 

 

E-KİTAPLAR OKUMAYA BAŞLADIM

 

Yeni sezonda “Ferhat İle Şirin” dizisinde “Hayriye” karakteriyle izleyici karşısındasınız. Bu dizi ve “Hayriye” karakteriyle ilgili neler söylemek istersiniz? Sizi bu rolü kabul etmenizdeki etken neydi?

 

Yapım şirketinin sağlamlığı çok etkili oldu. Bunun yanı sıra rejisörünün Mehmet Ada olması, Hayriye’nin ilginç boyutlara getirebileceğim bir karakter olması. Bir de tabi çekimlerin İstanbul da olması projeyi kabul etmeme sebep olan etkenlerdi.

 

Peki, iyi bir okur musunuz? Yakın zamanda okuduğunuz ve okurlarımıza tavsiyede bulunabileceğiniz kitaplar var mı?

 

Çok iyi bir okurdum. Ama itiraf etmeliyim ki bu ara pek de iyi bir okuyucu değilim. Zamansız yaşamaya başlamak beni bu konuda olumsuz etkiledi. Bunun hiçbir özrü olamaz ama bu yaşta yalan da söyleyecek değilim. Bende bu eksikliğimi tamamlamak için de E-kitaplar okumaya başladım. Kitapları inandığım güvendiğim bir sesten dinliyorum ve böylece kitaplar hakkında fikrim oluyor. En son Tilbe Saran’ın sesiyle Tomris Uyar’ın “Dizboyu Papatyalar”ını dinliyorum. Sırada okunmayı bekleyen daha önce okuduğum ama şimdiki aklımla tekrar okumak istediğim Nur Subaşı’nın sesinden “Nutuk” var.

 

Peki, bir başucu kitabınız var mı?

 

Halil Cibran’ın her kitabı benim başucu kitabım niteliğindedir.

 

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı