İnsanı, insana, insanla insanca anlatmak

Merjam Yazar: Merjam 28 Ekim 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

“Tiyatroyu tüm sanat biçimleri arasında en yücesi olarak kabul ederim çünkü o insanoğlunun, neyin insani olduğu duygusunu bir başka kişi ile en dolaysız olarak paylaşabileceği yoldur.” Sözünden yola çıkarak Türk tiyatro tarihine adını altın harflerle yazdırmış usta sanatçılarımızın sanat aşkıyla hemhal olmuş, şekillenmiş hayatlarını ve kaleme aldıkları eserlerini inceledik.

İnsanı, insana, insanla insanca anlatmak

 

 

Türk Tiyatrosu – İnci Enginün

 

 

İnci Enginün’ün yıllarca verdiği Türk Tiyatro Metinleri derslerinin bir birikimi olarak ortaya çıkan eser, Türk tiyatrosuna eserler vermiş usta isimlere ve eserlerine ışık tutuyor. Birçok kıymetli tiyatro yazarının yer aldığı eser, tiyatro tarihini yansıtan bir çalışma olmaktan öte sadece tiyatro tarihimizde yer alan telif ve tercüme eserleri ile bazı yazarlar üzerindeki incelemelerden ibarettir. Türk tiyatrosuna yol göstermiş, önderlik etmiş Şinasi ile başlayan eserde, Turan Oflazoğlu’na kadar Türk tiyatrosuna eser ve emek vermiş yazarları incelenmektedir. Eser içerisinde yapılan incelemeler de kronolojik bir sıra esas alınmıştır. Eserin ikinci bölümünde İnci Enginün’ün seyrettiği ve haklarında kısa tanıtımlar yazdığı oyunlarla ilgili izlenimleri yer almaktadır.

 

“Namık Kemal’in yazmış olduğu altı oyun, denilebilir ki Türk tiyatrosunda bugüne kadar devam eden bir tiyatro anlayışının yolunu açmıştır. Namık Kemal’den önce yazılmış en önemli oyunumuz Şinasi’nin ‘Şair Evlenmesi’dir. Şinasi’nin ‘Şair Evlenmesi’ tiyatromuza bir yol gösterirken Namık Kemal daha ilk oyunu olan ‘Vatan yahut Silistre’ ile bambaşka bir yolu işaret etmiştir. Bu tercih onun tiyatro hakkındaki görüşleriyle yakından ilgilidir.”

 

 

Müşfik Kenter

 

Müşfik Kenter, 9 Eylül 1932 tarihinde İstanbul’un Üsküdar ilçesinde diplomat babası Ahmet Naci Kenter ve İngiliz annesi Olga Cynthia’nin en küçük çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Eğitimine İltekin İlkokulu’nda başlayan Kenter, Atatürk Lisesi’nde öğrenim hayatını yarıda bırakmıştır. Sonrasında tiyatrocu ablası Yıldız Kenter ile birlikte Kent oyuncularını kurarlar. 1950 yılında girdiği Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nden 1955 yılında yüksek bir dereceyle mezun olmuştur. Kurdukları grupla Anadolu’nun farklı bölgelerini gezerek tiyatro oyunlarını sergileyen Kenter kardeşler ayrıca İngiltere, Amerika, Yugoslavya, Almanya, Fransa, Kıbrıs gibi birçok ülkede sahne aldılar. Müşfik Kenter, tiyatronun yanı sıra sinema oyunculuğuyla da uğraşmış aynı zaman da yerli ve yabancı televizyon filmlerinde de seslendirme yapmıştır. Müşfik Kenter’in sanatla iç içe geçen hayatı 15 Ağustos 2012 tarihinde İstanbul’da son bulmuştur.

 

 

Gazanfer Özcan

 

Gazanfer Özcan, 27 Ocak 1931 tarihinde İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Türk tiyatro ve sinema sanatçısı Özcan, ilkokulu Cihangir Firuzağa İlkokulu’nda, ortaokulu Beyoğlu Ortaokulu’nda, liseyi ise Vefa Lisesi’nde tamamlamıştır. Lisedeyken oynadığı “Hisse-i Şayia” adlı oyundaki Bican Efendi rolüyle tiyatroyla tanıştı. Şehir Tiyatroları’nın Çocuk Bölümü’ne katılan Özcan’ın 1955 yılında Komedi Tiyatrosu’nda oynanan “Mahallenin Romanı” oyunu tiyatro yaşamının dönüm noktası olmuştur. Bu oyunda rahatsızlanan Reşit Gürzap’ın yerine sahneye çıkıp başarılı olunca kadroya giren usta oyuncu, 1962 yılına kadar hem çocuk tiyatrosunda hem yetişkin oyunlarında görev almıştır. 1962 yılında Gönül Ülkü ile evlenmiş ve ardından “Gönül ÜlküGazanfer Özcan Tiyatrosu”nu kurmuşlardır. 1950’li ve 1960’lı yıllarda çok sayıda sinema filminde de rol alan Gazanfer Özcan, uzun bir süre sinemaya ara verdikten sonra 2000 yılında çevrilen “Komiser Şekspir” filmi ile sinemaya dönmüştür.

 

Pek çok dizide de rol alan usta isim, “Kuruntu Ailesi” adlı dizideki “Hüsnü Kuruntu” rolü ile tanındı ve pek çok yapımda ailenin babası rolünü üstlendi. “Avrupa Yakası” adlı dizideki “Tahsin Bey” rolü ile de baba rolünü sürdürdü. “Avrupa Yakası” dizisinde 2004- 2009 yılları arasında üst üste 5 sezon başrol alan Gazanfer Özcan, kronik akciğer rahatsızlığı ve damar tıkanıklığı nedeniyle 1,5 ay boyunca tedavi gördüğü hastanede 17 Şubat 2009 tarihinde hayatını kaybetti. Gazanfer Özcan, 1998 yılında Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı’nca verilen Devlet Sanatçısı unvanına sahipti.

 

 

İsmail Hakkı Dümbüllü

 

1897 yılında Üsküdar Süleymanağa mahallesinde doğan İsmail Hakkı Dümbüllü’nün babası II. Abdülhamid’in silahşörlerinden Zeynel Abidin Efendi, annesi Fatma Azize Hanım’dır. Üsküdar İttihat-ı Terakki Mektebi’nde okula başlayan Dümbüllü, gazeteci Burhan Felek ile aynı okuldan mezun olmuştur. Tiyatro yüzünden Askeri Rüştiyeden atılmasının ardından on altı yaşında Kel Hasan Efendi’nin Dilkûşa Tiyatrosu’na girmiştir. Şevki Şakrak, Küçük İsmail Efendi, Kavuklu Hamdi Efendi, Komik Naşit Efendi gibi zamanın usta sanatçılarıyla aynı sahneyi paylaşmıştır. Tiyatro sanatçılığına profesyonel olarak Şehzade Başı Tiyatrosu’nda başlamıştır. Bilinen adıyla Dümbüllü İsmail Efendi, “Dümbüllü” adını nasıl aldığını şöyle anlatır:

 

“Peruz Hanım vardı kantocu, Samran’dan evvel. Bu Peruz Hanım o zamanın en birinci kantocusuydu. Hem de beste yapar, güftesini de kendisi yazardı. Dümbüllü diye bir kanto söylerdi. Buna bir gazel ilave ederek söylemeye başladım. ‘Dümbüllü, Dümbüllü, Gabarala, mabarala, Dümbüllü’ diye oynardık. Böylece Dümbüllü adı üzerimde kaldı.”

 

Dümbüllü geçirdiği bir trafik kazası sonucunda tedavi görmüş ancak kazadan bir ay sonra 5 Kasım 1973 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Cenazesi, İstanbul’da Boğaziçi Köprüsü’nden geçen ilk cenazedir. Kabri, Üsküdar’da Karacaahmet Mezarlığı’nda bulunmaktadır.

 

 

Dümbüllü’nün Fesi ve Kavuğu

 

Dümbüllü’nün Fesi yıllar boyunca Türk tiyatro oyuncuları arasında geleneksel bir törende devredilmiştir. Bu fes ve kavuk, Türk tiyatro oyunculuğu mirasını temsil etmektedir. Orta oyunu ve tuluat sanatçısı İsmail Hakkı Dümbüllü, ustası Kel Hasan’dan devraldığı fesi, 1968’de oyuncu Münir Özkul’a devretmiştir. Münir Özkul fesi daha sonra Müjdat Gezen’e devretmiştir. Son olarak Müjdat Gezen, geleneksel Türk tiyatrosunun son temsilcisi İsmail Dümbüllü’ye ait olan ve yıllardır kendisinde bulunan fesi ise eski öğrencisi Şevket Çoruh’a devretmiştir. Fes, tuluat sanatını ifade etmektedir.

 

Kel Hasan Efendi kavuğu ise Türk tiyatrosunun güldürü geleneğinin nişanesi sayılmaktadır. Kavuk daha çok orta oyununu temsil eder. Kel Hasan Efendi Kavuk’u öğrencisi İsmail Dümbüllü’ye devretmişti. İsmail Dümbüllü ise bir dönem geleneksel tiyatro ile ilgilenen sinema sanatçısı Münir Özkul’a devretmiştir. Dümbüllü, Özkul’u 1967-1968 yılları arasında Arena Tiyatrosu’nda “Kanlı Nigar” piyesindeki “Kavuklu” rolünde izlemiş; 1968 yılında Özkul’un yeteneğinin nişanesi olarak bir törenle kavuğu ona devretmiştir. Daha sonra Dümbüllü’nün kavuğu; Münir Özkul tarafından 1989’da Ortaoyuncular Tiyatro Topluluğu’nun kurucusu Ferhan Şensoy’a devredilmiştir. İsmail Dümbüllü’nün Münir Özkul’a devrettiği Hasan Efendi’nin kavuğunu Ferhan Şensoy, Rasim Öztekin’e devretti.

 

 

Yıldız ile Haldun – Haldun Dormen

 

“Yıldız ile Haldun” kitabı ile tiyatromuzun son 60 yılına bu iki dev ismin nasıl imza attıklarına, nasıl ivme kattıklarına yeniden şahit oluyoruz. Türkiye’de bugün hem oyuncular, hem yönetmenler hem de oyun yazarları açısından âdeta bir altın dönem yaşandığını, bugünlere nasıl gelindiğini gözler önüne seren eser, Yıldız Kenter ve Haldun Dormen’in birlikte oyması için yazılan bir tiyatro oyunudur. Bu oyun, ikisinin de hayatlarına ve hayatlarımıza imzalarını atan bazı oyunlarından sahneleri, bu kez birlikte yorumlarıyla izleyebileceğimiz, tiyatrocuların deyimiyle “Çok sükse yapacak” bir oyundur. Ancak provalara başlanacakken oyun iptal edilir. Gerçek başrolleri tarafından hiç oynanamayacak bir oyun çıkar ortaya.

 

Yıldız Kenter ile Haldun Dormen, 60 yıllık dostluklarında, sahnede sadece bir kez, o da Londra’da ve İngilizce oynayarak bir araya geliyorlar. Necati Cumalı’nın “Nalınlar” oyununu “The Turkish Clogs” adıyla, 1978 yılında bir ay boyunca birlikte sahneliyorlar. Türkiye’den bir tiyatro grubunun kendi oyunlarını yabancı dilde oynadıkları ilk ve tek temsil örneğidir. Yıllarca birbirlerinin tüm oyunlarını yakından takip eden, bir dönem aynı binada tiyatrolarını yürüten, birbirleriyle sürekli oyuncu alışverişi yapan, yıllarca binlerce oyuncu, yönetmen yetiştiren Kenter ve Dormen, bir daha birlikte sahneye çıkamazlar. Ta ki altı-yedi yıl öncesine kadar. Yönetmen, oyuncu Hakan Altıner, Haldun Dormen’e Yıldız Kenter’le yeniden birlikte sahneye çıkacakları bir oyun yazmasını önerir. Haldun Bey de yıllar önce kendi başından geçen bir olaya dayanan bir oyun kaleme alır:

 

“Yıldız, oyunu okuduktan sonra çok beğenmişti. Hemen kadroyu yaptık ve de keyifle prova günlerini beklemeye başladık. Maalesef birdenbire Yıldız’ın artık sahneye çıkmasına izin verilmediği gerçeği çıktı ortaya. Normal olarak sağlığı yerindeydi ama artık sahneye çıkıp uzun bir süre oynaması mümkün değildi. Böylelikle ‘Yıldız ile Haldun’ projesi elimde kalakaldı.”

 

Oysa kapanış şarkısı bile hazırdır. Oyuncu ve şair Kâmran Yüce’nin “Ben oyuncuyum” dizesiyle başlayan “Gölge” adlı şiiri Murat Cem Orhan tarafından bestelenir. Fakat maalesef her şey birden iptal edilir. Haldun Dormen, bugün artık 600’üncü oyuna yaklaşan “Kibarlık Budalası”na geri döner ve oyun unutulur. Durum böyle olunca böyle bir metnin yok olup gitmemesi için tek kopyası Hakan Altıner’de bulunan oyunun kitap olarak yayımlanmasına için karar verilir. Metinde isimleri geçen, Dormenler ve Kenterler denince hemen akıllara gelen birçok oyundan fotoğraflara da yer verilmiştir. Tiyatro tarihimizin geniş bir dönemine imza atan bu iki efsane, bir oyun kitabında bir araya gelmiş oldu.

 

 

Yıldız Kenter

 

11 Ekim 1928 tarihinde dünyaya gelen Yıldız Kenter, İltekin İlkokulu’nda okurken Ankara çocuk kulübünde tiyatroya başlamıştır. Konservatuvara gitmeyi kafasına koyan Kenter, annesi ve abilerinin tüm itirazlarına rağmen babasıyla gidip gizlice konservatuvara kayıt olmuş ve eğitimi sırasında büyük başarı göstermiştir. Sınıf atlayarak 1948 yılında mezun olan Kenter, 12 Aralık 1948 tarihinde Ankara Devlet Tiyatrosu’nda Shakespeare’in “On İkinci Gece” oyununda ilk kez profesyonel olarak hem de başrolde sahneye çıkmıştır. Ardından Rockefeller Bursu kazanarak ABD’de tiyatro ve oyunculuk teknikleri üzerine eğitim alan Yıldız Kenter, ABD’den döndükten sonra Ankara Devlet Konservatuvar’ında oyunculuk ve sahne öğretmenliği yapmıştır. Kenter, Muhsin Ertuğrul ile bir yıl çalıştıktan sonra Müşfik Kenter ve Şükran Güngör ile Kent Oyuncuları Topluluğu’nu kurmuştur.

 

Sonraki yıllarda da ABD ve İngiltere başta olmak üzere yurt dışında tiyatro üzerine çalışmalar yapmaya devam etmiştir. 1968 yılında Kenter Tiyatrosu’nun İstanbul Harbiye’deki inşaatının tamamlanmasıyla Kent Oyuncuları olarak oyunlarını burada sahnelemeye başladılar. Yıldız Kenter, yabancı ve Türk birçok önemli yazar ve şairin oyunlarını sahnelemiştir. Kenter, Shakespeare, Çehov, Brecht, Inoesco, Melih Cevdet Anday, Adalet Ağaoğlu, Necati Cumalı’nın de aralarında bulunduğu yazarların yüzden fazla oyununu sahneye taşıdı. 80’li yaşlarının ortalarına kadar sahneye çıkmaya devam eden Yıldız Kenter, tiyatro oyunlarının yanında yaklaşık 20 filmde ve birkaç televizyon dizisinde de rol aldı.

 

 

Haldun Dormen

 

5 Nisan 1928 yılında dünyaya gelen Haldun Dormen, ilk sahne deneyimini Galatasaray Lisesi’nde ortaokul öğrencisiyken “Demirbank” oyununda “Yirmi Beş Kuruş” rolüyle kazanmıştır. Lise öğrenimini Robert Kolej’de tamamlayan Dormen, sekiz yaşında geçirdiği bir kaza sonucu sol ayağını sakatlamıştır. Tiyatro eğitimini Yale Üniversitesi’nde almış olan usta oyuncu buradan yüksek lisans derecesiyle mezun olmuştur. Mezun olduktan sonra iki yıl süreyle ABD’de çeşitli tiyatrolarda oyunculuk ve yönetmenlik yapmıştır. Hollywood’da Pasadena Playhouse’da da dört oyunda oynamıştır. İstanbul’a döndüğünde önce Muhsin Ertuğrul yönetimindeki “Küçük Sahne”ye girmiş ve “Cinayet Var” adlı oyundaki dedektif rolüyle ilk kez Türk seyircisinin karşısına çıkmıştır.

 

Dormen, bu dönemde gençlerle birlikte altmış kişilik bir cep tiyatrosu açmıştır. 22 Ağustos 1955 tarihinde Dormen Tiyatrosu’nun ilk oyunu Süreyya sinemasında sergilendi. Eylül 1957 yılında “Papaz Kaçtı” komedisi ile Dormen Tiyatrosu’nu kuran topluluk en parlak dönemini 1957-1972 yılları arasında yaşadı. Dormen, 1962 yılında Beyoğlu’ndaki tarihi Ses Tiyatrosu’na geçti, 10 yıl süreyle çalışmalarını orada sürdürmüştür. 1972 yılında tiyatrosunu kapatmak zorunda kalıp televizyona, yazarlığa ve hocalığa yönelen usta oyuncu; “Aralarında Unutulanlar”, “Anılarla Söyleşi”, “Kamera Arkası”, “Dadı”, “Pop Star” gibi televizyon programlarında yer almıştır. Aynı yıllarda Milliyet gazetesinde “Çeşitlemeler” adlı köşesiyle gazeteciliğe başladı. Milliyet gazetesindeki yazılarını sekiz yıl sürdürdü.

 

1981 yılında Egemen Bostancı ile tanışan Haldun Dormen, “Hisseli Harikalar Kumpanyası”, “Şen Sazın Bülbülleri” gibi müzikalleri yazıp yönetmiştir. 1984’te Egemen Bostancı’nın ısrarı üzerine 17 yıl sürecek olan ikinci Dormen Tiyatrosu’nu yeniden kurmuştur. Aynı yıllarda Gencay Gürün’ün yapımcılığında İstanbul Şehir Tiyatroları’nda 30 yıl kapalı gişe oynayan “Lüküs Hayat”ı sahneye koyan Dormen, 2002 yılında ekonomik nedenlerle tiyatrosunu kapatmış fakat çeşitli tiyatrolarda oyunculuğuna ve yönetmenliğine devam etmiştir. Haldun Dormen dördü otobiyografik olan beş kitap ve on iki oyun yazmıştır. Yaşamı boyunca iki yüz ellinin üstünde ödül kazanan sanatçı; İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvar’ında dersler vermiş; Hacettepe Üniversitesi tarafından Onursal Bilim Doktoru olarak ödüllendirilmiş ve 1998 yılında Kültür Bakanlığı’nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını almıştır.

 

 

Kıldan İnce Kılıçtan Keskince – Gülriz Sururi

 

“Kıldan İnce Kılıçtan Keskince”, yalnızca yıllarını tiyatroya vermiş bir sanatçının anıları değil, bir yanıyla Türk tiyatrosunun yüzyıllık tarihini, bir yanıyla ise Türk entelektüel yaşamını gözler önüne seriyor. Tiyatro ve müziğin konuşulduğu bir evde dünyaya gözlerini açan, Abdülhak Hamit Tarhan’ın isim babalığını yaptığı, başka deyişle “Doğuştan sanatçı” biri olan Gülriz Sururi’nin anılarını kaleme aldığı bu eser hem tiyatronun hem de usta oyuncunun geçmişine ışık tutuyor. “Bir şey keşfetmiştim: Kişi, yaşamla ölüm arasına bir şeyler koymalıdır… Ölümü bekleyerek yaşamak dünyanın en aptal davranışı olurdu…”

 

Gülriz Sururi, bu kitapta hayatına dair anıları bir araya getirmiş: İyisiyle, kötüsüyle, zorluklarıyla, başarılarıyla, azmiyle ayakta kalmış ve göründüğü kadar şanslı değilmiş. Her şeye rağmen hayatta ne istediğini iyi bilen ve mücadele edip hayatı göğüslemiş bir kadın. Kitabının orta bölümlerine kadar merakla onun anlattıklarına şahit oluyorsunuz. Usta sanatçının samimiyetle kaleme aldığı anılarını okumak, okurunda o yılları yaşamış hissi uyandırıyor. Gülriz Sururi’nin anıları kadar, Türk tiyatrosu ve tiyatro çevresinde kümelenen Türk edebiyatçı ve aydınlarının tarihine ışık tutacak anekdotlar da sunuyor. Eserin içerisinde; Münir Özkul, Yaşar Kemal, Erol Günaydın, Ara Güler ve birçok usta sanatçıyla ilgili anılar da yer alıyor.

 

“Çok küçük yaşta yuttuğu sahne tozu bütün hayatı boyunca etkisini sürdürmüştür. Türk edebiyatının ölümsüz yazarlarından Haldun Taner, onun için şunları söyler: “Bana ‘Gelmiş geçmiş tanıdığın en iyi beş kadın sanatçıyı say’ deseler, ilk beşin arasına hiç tereddütsüz Gülriz’i de sokarım. Neyyire Neyir, Bedia Muvahhit, Heyecan Başaran, Yıldız Kenter’in yanı sıra. Onlarla birlikte. Talihli olduğunu kabul etmek lazım. Genleri bakımından bir kere. Ana ve babasının operetçi oluşu, küçük yaştan kulis kokusunu ve tozunu alışı. Sonra en büyük kozu olan sesi.”

 

 

Gülriz Sururi

 

Tiyatronun usta isimlerinden Gülriz Sururi 1929 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Babası Lütfullah Sururi ilk operet kurucularındı, annesi Suzan Lütfullah da opera sanatçısıydı. Gülriz Sururi ilk sahne deneyimini 1942 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu Çocuk bölümünde edinmiştir. İstanbul Belediye Konservatuvarı Tiyatro ve Şan bölümlerinde eğitim gören Gülriz Sururi, profesyonel sanat yaşamına 1955 yılında Muammer Karaca Topluluğu’nda başlamıştır. Sururi daha sonra eşi Engin Cezzar’la Küçük Sahne’de Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu’nu kurmuştur.

 

Usta tiyatrocu, 1966 yılında rol aldığı “Teneke” oyunuyla İlhan İskender En İyi Kadın Oyuncu Armağanı’nı ikinci kez kazanmıştır. Aynı yıl Türk Kadınlar Birliği’nce Yılın Kadını seçilen Sururi, Haldun Taner’in yazdığı Genco Erkal’ın yönettiği ve ilk olarak 31 Mart 1964 tarihinde sahnelenen “Keşanlı Ali Destanı”nda “Zilha” rolüyle yer aldı. Oyun uzun yıllar kapalı gişe oynadı. 1971 yılında “Hint Kumaşı” adlı oyunundaki rolüyle En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü üçüncü kez kazandı. Fransız şarkıcı Edith Piaf’ın yaşam öyküsünden Başar Sabuncu’nun oyunlaştırdığı “Kaldırım Serçesi” adlı oyun ile müzikli tiyatro dalında yeteneğini kanıtlayan usta tiyatrocu, 1982-1983 sezonunda bu oyundaki yorumuyla Avni Dilligil En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü, İzmir Gazeteciler Derneği’nin Altan Artemis Ödülü’nü ve Milliyet gazetesinin 1983 Süperstar Tiyatro Oyuncusu Ödülü’nü kazandı.

 

Engin Cezzar’ın uyarladığı ve yönettiği “Filumen”, Edward Albee’nin “Tatlı Para”, Bilgesu Erenus’un yazdığı, Rutkay Aziz’in sahnelediği “Halid” gibi oyunlarda da rol aldı. Dramdan güldürüye her çeşit eserde rol alan Sururi, üç ciltlik anılarını da kaleme alarak yazarlığa da adım attı. Sururi ayrıca, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencilerinin kurduğu Konçinalar Kumpanyası adlı toplulukla 2008 yılında kendisinin yazıp yönettiği “Biz Sıfırdan Başladık” adlı oyunu sahneye koymuştur.

 

 

Benden Sonra Tufan Olmasın – Muhsin Ertuğrul

 

Modern Türk tiyatrosunun öncüsü Muhsin Ertuğrul, özellikle 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, Türkiye’nin ölüm kalım günlerinde çağdaş Türk tiyatrosunun ve bir ölçüde de Türk sinemasının az bilinen kuruluş dönemlerine tanıklık ediyor. Kitapta yer alan Muhsin Ertuğrul’un anıları, çocukluk yıllarından başlayıp 1930’a kadar geliyor. Bir iş ne kadar sevilir, nasıl aşkla yapılır, sanata tutkuyla bağlanmak ne demek okuyarak öğreniyoruz. Tiyatroya hayatını adayan Ertuğrul için tiyatro hakiki bir sevda olmuş. Onun için ailesi, para, şöhret önemli olmamış sadece sanat aşkı uğruna büyük mücadeleler vermiştir.

 

“Tiyatro sahnesini aydınlatmak için ülkesinde yıllarca bir tek projektör bulamayan benim gibi birisi, böyle her evde beş on projektör görünce, arpa ambarına düşmüş gibi şaşırıyordu.”

 

Bu uğurda yaşadığı sıkıntıların ömrü boyu bitmemiştir. Kitapta, usta oyuncunun tiyatro dışındaki görüşlerini öğrenmek de mümkün. Muhsin Ertuğrul aynı zamanda sinemanın Türkiye’deki kurucusu da sayılabilir. Türkiye’deki ilk sesli filmi, ilk renkli filmi de o çekmiştir. Muhsin Ertuğrul’un kişisel anılarının yer aldığı eser, dil ve üslup açısından da oldukça güçlü. Özdemir Nutku yönetimindeki bir ekip tarafından yayına hazırlanan kitabın içerisinde Muhsin Ertuğrul’un el yazısından metinlerde yer almaktadır.

 

“Gençlik bir çeşit delilik! Olmaz denilen şeyleri, gerçekte de olmayacak işleri oldurmaya çalışan, akıntıya karşı kürek çekmekten zevk alan ve yapabildiğinin son kertesine, son noktasına kadar bütün gücünü cömertçe harcayan bir yaratık yaşı! Gün gelip de neler yapıldığı birer birer sayılıp dökülünce toplamın kabarıklığından ürkülen bir durum, inanılmaz bir sonuç çıkıyor ortaya!”

 

 

Muhsin Ertuğrul

 

Hem tiyatro hem de sinema alanında Türkiye’deki ilk önemli adımları atan Muhsin Ertuğrul, 28 Şubat 1892 tarihinde İstanbul’da doğmuştur. Tefeyyüz Mektebi’nde, Topbaşı Rüştiye’sinde ve Mercan İdadi’sinde eğitim alan Ertuğrul, 1909 yılında Erenköy’deki Burhaneddin Kumpanyası’nda Canon Doyle’ın “Şerlok Holmes” oyununda Bob rolüyle ilk kez sahneye çıkmıştır. Bu toplulukla birçok oyunda rol alan Muhsin Ertuğrul, 1911 yılında tiyatro eğitimi için Paris’e gitmiştir. Orada Comedie Française ve birçok Rus tiyatro topluluklarının oyunlarını izlemiştir. 1912 yılında İstanbul’a dönünce yönetmen ve oyuncu olarak çalışmaya başlamıştır. İlk kez Shakespeare’in “Hamlet” oyununu sahneye koymuş ve Hamlet rolünü oynamıştır. 1913 yılında Bursa’da Millet Tiyatrosu adıyla İsmail Galip Arcan, Behzad Butak ve Kemal Emin Bara ile kurduğu Yeni Turan Temsil Heyeti’nde çok sayıda yabancı oyunu sahnelemiş ve bu oyunlarda oynamıştır.

 

Aynı yıl Şehzadebaşı’nda Ertuğrul Sineması’nı açmıştır. Burada film gösterileri yanı sıra “Karanlık İçinde Buse”, “Fener Bekçileri” gibi oyunlar da sunulmuştur. Muhsin Ertuğrul, 1913 yılının sonunda karıştığı bir siyasi olay nedeniyle sınır dışı edilince Fransa’ya gitmiş ancak tüm uğraşlarına rağmen Paris Konservatuvar’ına girememiştir. Ancak oradaki tiyatrolar ve sinema stüdyolarında gözlemler yapmış; Jacques Copeau ve Andre Antoine’ın Odeon Tiyatrosu’ndaki çalışmalarını izlemiştir. Çağdaş Türk tiyatrosunun temelini atan ve geliştiren Muhsin Ertuğrul’a 23 Nisan 1979’da Ege Üniversitesi tarafından fahri doktor payesi verilmiştir. Unvanını almak ve sanat yaşamının 70. yıl kutlamalarına katılmak üzere gittiği İzmir’de 29 Nisan günü kalp krizi sonucu hayatını yitirmiştir.

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı