Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Ölüm bir nihayet değil bidayettir. İnananlar için bu dünya geçici bir konaklama yeri, asıl âleme göçerken uğranılan bir duraktır.
“Her ölüm erken ölümdür” der Cemal Süreya “Üstü Kalsın” şiirinde. Bunu söylediğinde yaşı 80’e yakındır. Ölüm nasıl da uzak bir limansa 80 yıllık bir ömrü şaire taze gösterir. Oysaki hayatın filizlendiği ilk andan itibaren tek değişmez gerçek, ölümün varlığıdır. Âli İmran Suresi’nde yüce Rabb’in buyurduğu gibi, her “Canlı” muhakkak ölümü tadacaktır.
Kaçınılmaz olan mutlak gerçek ölüme alışmaksa; insanoğlu için kabullenilmesi en zor süreçlerden biridir. Özellikle beklenmedik ölüm geride kalanlar için travmaların en büyüğü olur. Uzmanlar böyle söyler. Sevilen bir yakının ani ya da erken vefatı, insanları ruhi açıdan hırpalayan durumlardan ilkidir. Bunu afetler, uzuv kayıpları, hastalıklar, boşanma gibi diğer zorlu süreçler izler. Ölüm denen acı deve insanın içine çöreklenince tüm âlem anlamını yitirir, her şey hiçleşir.
Ölümün insana yansıyan iki yüzü vardır. Sevdiklerin kaybı ve kişinin kendisinin ölümle kurduğu bağ. Sevdiği bir yakını ölen insanların, ölüm fikrine yakınlaştıkları görülür. Ölüm ne olduğu belli bir olmayan bir süreç dahi olsa o bilinmeyenin bir yerlerinde yer alan sevilen kişiyle beraber olma ihtimali, bu ürkütücü tabloyu kabul edilir kılar. Bu ihtimaldir biraz da yaşanan üzüntünün tesellisi. Hatta bu nedenle söylenir; mezarlıklarda yakını olmayanlardır mezarlıkları korkutucu bulan.
Ölümü kabullenmenin ve bu fikirle başa çıkmanın şüphesiz en kolay yolu, ölümün bir yok oluş ve kayboluş olmadığı inancını taşımaktır. Ölüm bir nihayet değil bidayettir. İnananlar için bu dünya geçici bir konaklama yeri, asıl âleme göçerken uğranılan bir duraktır. Bu fikir, ölümü travmaya dönüşmeden algılamayı, kabullenmeyi ve gereğini yerine getirmeyi kolaylaştırır.
Gök Ekini Biçmiş Gibi
Bununla beraber çoğu insanın zihninde ölüme biçtiği bir vakit vardır. Yaşlandıkça bu zaman dilimi uzasa da kimisi için 50 yaş, kimisi için 60 yaş, 70, 80… hep başkalarının ölmesi için ideal yaşlardır. Bu döngünün içinde bir nebze de olsa “Baş edilebilir” ve “Takdir-i ilâhî” olarak görülen ölüm, bu döngünün dışına çıkıldığında kabullenememe, isyan ve yoksunluk duygusu getirebilir.
Genç ölümü herkesi derinden sarsar, en çok da yakınları. Ölümü ucuz bir urba gibi yakıştıran zihinler, ölen genç için “Yakışmadı” derler. Bir gözlükten, bir eşarptan ya da bir kazaktan bahseder gibi… Oysa Yunus Emre ne güzel söyler;
Bu dünyada bir nesneye,
Yanar içim, göynür özüm;
Yiğit iken ölenlere,
Gök ekini biçmiş gibi.
Tam da bu sebeple içi yanar insanın. Ölen; gençle birlikte hayallerdir, umutlardır, hedeflerdir, gelecektir zira. En velut çağda her şeyi bıçak gibi kesip atarak terk-i diyar edilmesidir acı olan. Kimi zaman uzunca bir hastalık neticesinde beklenen bir sondur bu gidiş, kimi zaman bir kaza neticesinde aniden. Hangisi daha ağırdır sorusunun cevabıysa geride kalanların hikâyesinde gizlidir.
Neticede, ölüm başa geldiğinde ne yaşanırsa yaşansın, ne kadar yaşanırsa yaşansın hep bir yarım kalmışlık hissi âlemi sarar. Erken ya da “Vakitli” hiç fark etmez, her ölüm erken olur. Bunu da en güzel Arifi söyler:
İş bu mana-yı bedihi görünen gün gibidir
Ömür bin yıl dahi olsa yine bir gün gibidir
Sanat dünyasının da bir gerçeğidir genç ölüm. Kimsenin ünlü olduğu için uzun bir ömürle mükâfatlandırılacağının garantisi yoktur. Hatta genç yaşında ölümüdür bazen bir sanatçıyı efsane kılan, sanatının doruğunda aniden ortadan kaybolmasıyla yıldızlaştıran. Aradan geçen yıllar onlardan hiçbir şey alıp götürmez, aksine üstüne koyar hep. Bir nevi gençlik iksiri gibidir genç ölüm; uğruna devlerle savaşılan, çift başlı kartallara karşılaşılan, devletler yıkan, canlar yakan bir gençlik iksiri… Ebediyen öldüğü yaştadır artık, hep genç. Herkes yaşlanır ve yavaş yavaş unutulurken, ölümsüzlüğü ölüm ile yakalamışlardır.
27’ler Kulübü
Peki, genç yaşında ölümün acı iksirini yudumlayıp zamanının ötelerine taşınan isimler kimler?
Onların bir kısmı garip tesadüfler sonucunda hep aynı yaşta öldüler ve tüm dünyada “27’ler Kulübü” olarak anılmaya başladılar. Tıpkı 13 ya da 666 sayısının laneti gibi 27’nin de lanetinden bahsetti hayranları. Kimisi talihsiz bir kaza sonucu, kimisi yaşadığı hayatın yükünü ve stresini yüklediği uyuşturucu ve alkol komasından göçtü ötelere. Şöhreti felaketi oldu kimisinin, henüz 27’sinde kıydı kendi elleriyle özüne. Sorgulamaların, “Neden” ve “Niçin”lerin insanı hayattan koparttığı yaş oldu 27. Hiçbir şey onları mutlu etmedi, tatmin etmedi, yaşadıkları büyük boşluk ve anlamsızlıkla kayboldular 27’sinde.
Kimler var bu “27’ler Kulübü”nde?
En ünlülerinden biri şüphesiz Kurt Cobain. Nirvana grubunun efsanevi solisti. 1967 yılında doğan Kurt Cobain, bundan tam 27 yıl sonra 1994’te Seattle’daki evinde ölü bulundu. Bir uyuşturucu bağımlısı olan ve tedavi gören Kurt Cobain, tedavisini yarım bırakmış ve hemen akabinde pompalı tüfekle intihar ederek yaşamına son vermişti. “I hate myself and want to die” diye şarkılar yazan Kurt, oldukça zorlu bir gençlik döneminin ardından yakaladığı başarıyla rock müzik dünyasında adından övgüyle söz ettiriyordu. Fakat yaşadıkları, ilişkileri ve inancı onu yeterince tatmin etmemiş olacak ki hayatına son vermeyi tercih etti. Ölümünün ardından bir intihar notu da bırakan Kurt’un ölümüne şüpheyle bakan ve eşi Courtney Love’ı suçlayan hayranları bugün hâlâ bu ölümü konuşuyor.
“27’ler Kulübü”nün en tanınmış üyelerinden bir diğeri, dünyanın en iyi gitar virtüözlerinden sayılan Jimmy Hendrix. Rock müzik dünyasının parlak ismi Jimmy Hendrix, 1970 yılında Londra’da bir otelde ölü bulunduğunda yaşı 27’ydi ve ölümü kayda aynen şöyle geçmişti: “Uyurken kusmuğunda boğularak ölmüştür.” Öldükten sonra “Kusmuğunda boğulan dev” olarak da sanat çevrelerinde anılan Hendrix, aşırı alkol ve ilaç alıyordu. Raporlara göre öldüğü gün 10 tane uyku hapı içmişti. Ölümünün ardından yazılan bir kitapta ise menajeri tarafından öldürüldüğü iddia ediliyordu. Sanat dünyasında gerçekleşen genç ve ani ölümlerin ardından komplo teorisyenleri boş durmuyor, bu ölümleri İlluminati’ye kadar dayandırıyorlardı. Jimmy’nin ölümü de böyle olmuştu.
Bir başka kulüp üyesi yine rock müzik dünyasının önemli yıldızlarından biri olan Jim Morison… The Doors grubunun solisti olan Jim Morison, 1971 yılında Paris’te bir apartman dairesinde ölü bulundu. Onun da raporunda aşırı alkole bağlı kalp krizi geçirdiği yazıyordu. 27 yaşında sağlıklı bir erkeğin ölecek kadar alkol alınmasını hayranları bir türlü kabul edemedi. Bazı hayranları intihar ettiğini söylerken bazıları da kendini öldü göstererek inzivaya çekildiğini iddia etti.
“Lanetli 27” olarak anılan bu yaşta, hoyrat ve sahte ilişkilerden uzaklaşmak için dadandıkları alkol ve uyuşturucu yüzüden öte dünyaya göç eden isimler arasında genç kadınlar da bulunuyordu. Bunlardan Janis Joplin, Hendrix ve Morison gibi aynı dönemde, aynı yaşta, aşırı doz eroinden yaşamını yitirmişti. 70’li yılların başlarında rock müzik dünyası, genç starların arka arkaya ölümleriyle sarsılıyordu.
23 Temmuz 2011’e gelindiğinde yine 27 yaşında genç bir sanatçının öldüğü haberi duyuldu. İngiltere’nin en çok konuşulan sanatçılarından biri Londra’daki evinde alkol komasına girmiş ve kurtarılamamıştı. Amy Winehouse, yıllarca başına türlü belalar açan alkol ve uyuşturucuya en sonunda yenilmişti. Amy, henüz 20 yaşındayken yakaladığı büyük şöhretin bedelini, hayatındaki yanlış insanlar ve ilişkilerin de etkisiyle 27 yaşında canıyla ödemişti. Sadece iki albüm ve kazandığı ödüllerle Guinness Rekorlar Kitabı’na giren Winehouse, belki de yaşasaydı diğer kaderdaşı müzisyenler gibi bir efsaneye dönüşemeyecek, yaşadığı sorunlu hayat hem sanatını hem kendini çoktan tüketecekti.
27’ler Kulübü’nde yer alan dünyaca ünlü 30’dan fazla isimin yanına ülkemizden isimler de eklenebilir. Girdiği yarışma sayesinde ünlü olan Barış Akarsu bu isimlerden biri. 27 yaşını doldurduğu gün geçirdiği bir trafik kazası ile aramızdan ayrılan genç şarkıcı, şöhreti oldukça güç yakalayanlardan… Yakaladığı şöhret birçokları gibi onun hayatında kötü alışkanlıklara dönüşmese de bu hızlı ve tempolu hayatın içinde koştururken bir anlık dikkatsizlik kendisiyle birlikte iki kişinin daha ölümüne sebep oldu. O sıralarda oynadığı “Yalancı Yarim” dizisi gibi bütün hayalleri ve planları yarım kaldı.
Orhan Veli’nin Trajik Ölümü
Kimi ünlü isimse henüz 27 yaşını dahi göremeden aramızdan ayrıldı. Neredeyse kimileri tarafından çocuk denilecek yaşlarda hayata veda eden bu isimler arasında en meşhuru, onlarca yıldır nesilden nesile bir efsane olarak aktarılan Hollywood’un ünlü aktörü James Dean’di. 1955 yılında trafik kazası sonucu öldüğünde 24 yaşında olan Dean’in bir Hollywood efsanesine dönmesini sağlayan sadece başrolünde oynadığı üç film olmuştu. “Asi Gençlik” ve “Cennetin Doğusu” filmleri birer kült yapım olarak sinema tarihindeki yerini aldı. Oynadığı karakterler ile yaratılan atmosfer gencecik bir yaşta ölümle birleşince Dean, günümüze kadar yaşayan en güçlü pop ikonlarından birine dönüştü.
Yüksek Dozdan Gelen Ölüm
Günümüzün popüler kültür ikonlarının atası sayılan bir başka isim de yine genç yaşında bu dünyadan ayrılan Marilyn Monroe’ydu. Model, şarkıcı ve aktris Marilyn, kariyerine 20’li yaşların başında ikinci Dünya Savaşı’nda, Amerikan askerlerine moral vermek için yapılan fotoğraf çekimleriyle başlamış, ardından güzelliğiyle Hollywood yapımcılarının dikkatini çekmişti. Oldukça fırtınalı ve karmaşık bir hayatın ardından yüksek dozda sakinleştirici ilaç alarak 1962’de Los Angeles’daki evinin yatak odasında vefat ettiğinde henüz 36 yaşındaydı. Yapılan otopsi sonucunda ölüm sebebi, yüksek dozda barbitürat alımı sonucu muhtemel intihar olarak ilan edildi. O gün bugündür onun da ölümü hakkında spekülasyonlar ve komplo teorileri hiç son bulmadı.
Tıpkı Marilyn gibi 36 yaşında, en verimli çağında vefat eden bizden bir şairi de burada anmamak olmaz: Orhan Veli Kanık. Hepimizin ilkokul dönemlerinden itibaren şiirlerine aşina olduğumuz Garip akımının bu yetenekli şairinin ölümü, son derece trajikti. 1950 yılında hayata veda eden Orhan Veli, bir haftalığına gittiği Ankara’da, belediyenin kazdığı çukura düşerek başından hafifçe yaralanmış, ancak bunu önemsemeyerek iki gün sonra İstanbul’a dönmüştü. Olaydan dört gün sonra ise fenalaşarak hastaneye kaldırılmış, beyin kanaması sonucu girdiği komadan çıkamayarak Cerrahpaşa Hastanesi’nde hayata veda etmişti.
Hiç Hesapta Yokken
36 yaşında vefat eden ülkemizden bir diğer ünlü, enerjisi ve neşesiyle ölümün hiç kondurulamadığı Defne Joy Foster’dı. Astım hastası olan ünlü sunucu ilaçların alkolle tepkimeye girmesi sonucu, geride sevdiklerini ve küçük oğlunu da bırakarak öte âleme göç etmişti. Defne Joy’dan 3 yaş daha gençti, Kazım Koyuncu da akciğer kanserinden vefat ettiğinde… Geleneksel Karadeniz müziği ile Batı soundunu sentezleyerek farklı bir tarz yaratmış, özellikle gençlerin yeniden Karadeniz ezgileri dinlemesini sağlamıştı. 2005 yılında, 33 yaşında hayata gözlerini yumduğunda bütün Türkiye hararetle nükleer felaket Çernobil’in etkilerini tartışıyordu. Bir erken veda da Grup Vitamin’in solisti Gökhan Semiz’den gelmişti. İstanbul’da bir trafik kazasına kurban gittiğinde henüz 29 yaşındaydı ve onun ardından grup dağıldı. Erol Büyükburç’un kızı Ajlan da aynı yaşta, 29’unda hoşça kal demişti bu dünyaya. “Kar beyazdır ölüm” şarkısıyla ünlenen Kerim Tekin ise öldüğünde 23 yaşındaydı sadece. Söylediği şarkı ve çocuk denecek yaşta ölümü, ondan geriye kalan en büyük ironiydi. Gökhan Semiz gibi diğer ikisi de trafik terörüne kurban gitmişlerdi bu gençlerin. Farklı zamanlarda ve hiç hesapta yokken…
Ölüm Yerine Haz
Ölüm denen o müphem gerçek; ünlü ünsüz, genç yaşlı, kadın erkek herkese vakti geldiğinde sınıf, zenginlik, yetenek, asalet dinlemeden son sözü söylüyordu. Hesaplı ya da hesapsız bir gün herkesin kapısına dayanacağı belliydi. Ölümü nereye koyacağını bilemeyen ve ölüm karşısında bocalayan “Batının yetenekli gençleri” onca şan, şöhret, para, lüks içinde alkol ve uyuşturucuyla örülen kozada yaşamaya çabalıyorlardı. “Hız ve haz” cenderesi içine iyice sıkışmış bu gençler, overdose yaşadıkları hayatı anlamlandırmayı da beceremeyip, ölümden uzaklaştıkça ironik bir şekilde hikâyeleri trajediyle sonlanıyordu.
Hayatı ölümden arındırmaya çalıştıkça, içinde sıkıntılara, dertlere, olumsuzluklara yer olmayan, saf mutluluktan ibaret yapay hayatlar kurmaya çalıştıkça kendimize, fıtratımıza yabancılaşıyoruz; fakat kaçabileceğimizi sandığımız gerçek, mutlaka bizi bir yerde yakalayıveriyor. İnsanın ölüme nasıl yaklaştığı, hayata nasıl yaklaştığıyla da ilişkili ve en müreffeh memleketlerde uyuşturucu ve intihar vakalarının daha yaygın olması tesadüf olmasa gerek. Türkiye’de ise durum şükür ki şimdilik Batı’daki kadar korkunç bir manzara arz etmiyor.
Ölümü konumlandırmada Batı’nın tam zıddı bir noktadan nazar eden bir medeniyetin parçasıyız. Bizim geleneğimizde ölüm, histerik bir biçimde kaçılması gereken, hayatımızdan uzaklaştırmaya çalıştığımız, korkunç bir hâl değil; hayatla hep yan yana. Kabirlerimiz şehrin ortasında, ölümü unutturmayan bir hayat akışının içinde. Ancak Batılı modern hayat tarzının insanları ölümden kopararak haz mefhumunu hayatın tek gayesi hâline getirmesi tehlikesi artık bizim de kapımızda. Buna direnebildiğimiz ölçüdeyse diri ve mutluyuz.
Ayşegül YILDIRIM KARA – Belgesel Yapımcısı
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı