Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Ne güzeldir o eski siyah beyaz fotoğraflar...
Tarihi bir değerinin olması yanında öyle enteresan bir his yaratır ki sanki bizi alır götürür o günlere ve pat diye resmin yaşandığı anın tam da ortasına bırakır. İnsanın içi bir tuhaf olur, şöyle yerinde bir kıpırdanmak ister ve bunu aslında bu zamanda mı yoksa o anda mı olduğunu anlayabilmek için yapar, sanki. Fotoğraftaki hava şartlarına göre insanın o anda hissettiği sıcaklık bile değişir. Mesela, fotoğrafta yaz ise ansızın bir rehavet çöker ve havanın sıcaklığını adeta yüzünde hisseder, ilkbahar ise etraftaki çiçeklerin kokusu gelir burnuna ve güzelim çiçekleri ezmemeye dikkat ederek o uçan kelebeğin ardından koşmak ister kış ise saniyelik bir ürperme geçerir saç tellerinden ayak uçlarına kadar, hele sonbahar ise –bugünlerdeki gibi- gözleri, sararan yaprakların birçok farklı tonunu görür; o siyah ve beyazın derinliğinde.
Ben çok severim eski fotoğraflara bakmayı, sanki o anda yaşıyormuşçasına anın içinde kaybolmak ne hoş bir duygudur! Aile fotoğraflarına bakarken hüzünlenirim genelde, bunun nedeni ise şu anda yanımızda olmayan büyüklerimizin o fotoğraflarda yer almasıdır. Bir taraftan da düşüncelerimi kemiren bir pişmanlık kaplar içimi, ah keşke ben de o zaman yaşasaydım ve görebilseydim onları, tanışabilseydim kendileriyle, konuşabilseydim hepsiyle teker teker ve dinleyebilseydim hikâyelerini, kendi ağızlarından dökülen sözcüklerle. Kim bilir neler anlatırlardı bana, anlattıklarından fikirler alır ve öğretiler çıkarırdım kendimce. Zamanın modasını onlardan görüp onlar gibi giyinirdim, saçlarımı da onların yaptığı gibi –geçmiş zamanın deyişiyle- modaya uygun olarak taratırdım. Bak şimdi gerçekten bir anda derin bir üzüntü kapladı içimi, olacak şey mi bu? Çok kısa benim saçlarım; uzatmam lazım o modelleri yapabilmek için. Neyse… Bu da bugünün önümüzdeki bir yıllık kalkınma planının ilk maddelerinden biri olarak yerini alsın o zaman.
Bir an daldım gittim eski fotoğraflarla ilgili hislerimi anlatmaya, asıl konuya gelelim şimdi. İstanbul başta olmak üzere birçok şehrin gündelik hayatından kesitler aktaran fotoğraflardan oluşan Salt Araştırma arşiv koleksiyonlarından derlenen “1850’lerden 1990’lara Sokağın Seyri” adlı sergiyi sizler için gezdim, inceledim. Gezdim derken, evde en sevdiğim pijama üstümde, Karadeniz yöresinden gelen muhteşem çay yapraklarından demlediğim mis gibi çayımı yudumlarken hem de. Evet doğru bildiniz, bu sergi online olarak yayında. Size de 31 Ekim tarihine kadar devam edecek bu fırsatı değerlendirerek o eski fotoğrafların içinde kaybolmanızı, belki de tam tersine kendinizi bulmanızı tavsiye ediyorum, demedi demeyin.
Bu sergide en çok dikkatimi çeken şey, fotoğraflarda yer alan herkesin mutlu olması. Bu bahsettiğim, öyle çekiyorum gülümseyin lafına karşılık verilen gereksiz yapay bir sırıtma sonucunda ortaya çıkan mutluluk görüntüsü değil. Fotoğraftaki insanlar gülümsemiyor olsa bile sanki bir şekilde gözlerinin içi gülüyor. Hadi diyelim sokakta oynayan çocuklar mutlu, tamam. Çocuklar zaten hep mutludur hep güler oynarlar, en zor durumdaki bile öyledirler. Evlerinin önünde ki kaldırımın kenarında oturan teyzeler, her tarafı kazılmış ve çamurla kaplı İstiklal Caddesi’nde buna hiç de aldırmadan koşturarak bir yerlere ulaşmaya çalışan insanlar, yokuş çıkanlar, seyyar satıcıdan alışveriş yapanlar, sırtındaki yükü sanki hiç bırakmayacakmış gibi benimsemiş görünen hamal, çeşmede kendinden evvel atına su içirmeye çalışan yolcu, yolda taş döşemesine rağmen bembeyaz kolalı gömleğini giymiş işçi, nargile içerken yüzü asık gibi görünen delikanlılar bile… Hepsi mutlu, ya da belki de ben öyle hissetmiş olmalarını umduğum için fotoğraflarda onları mutlu görüyorum. Sanki hepsi çok mutlu olmuş hayatları boyunca ve hep gülmüş yüzleri gibi düşünmek istiyorum. Bu arada, sadece kolalı beyaz gömlek giyip kaldırım döşeyen işçiler değil herkes bir şekilde öylesine güzel giyinmiş ki zamanın modasını da gayet net bir şekilde takip edebilirsiniz resimlerden. Mesela, bir dönem uzun etekler, yan takılmış şapkalar, ellerde eldivenler ve şemsiyeler varken; başka bir dönemde daha rahat kıyafetler olan döpiyesleri görüyoruz. Erkeklerde de modanın değişimi film şeridi gibi geçecek gözlerinizin önünden. Hatta bir fotoğrafta köy kahvesinde oturan amcaların nasıl özenle giyinip hazırlanmış olduğunu görünce şaşıracaksınız. Hani olur da biri resim falan çeker, düzgün olsun üstüm başım demişler gibi…
Bu düzgün giyimli ve mutlu insanlar genel olarak hep Arnavut kaldırımı döşenmiş geniş caddeleri olan yollarda yürüme şansına sahip olmuşlar. Hani şarkısı bile var Arnavut kaldırımlı taş sokaklar diye. Dikkatimi çeken başka bir konu ise yapıların hep taş veya ahşap olup yüksekliklerin birkaç katı geçmiyor olması. Ne güzel sade bir mimari düzen varmış eskiden. Tabelalar ise apayrı işlenmesi gereken bir konu aslında… Sade ve göze batmayan ama vurgulamak istediği sokak adını veya reklamını yaptığı markayı insanın net algılamasına olanak sağlayacak şekilde tasarlanmışlar. Eminim sokak lambaları sadece kendi etrafını hafif bir şekilde aydınlatabiliyordu o eski teknoloji ile ama o kadar ışıkla bile herkes yolunu rahatlıkla buluyor ve mutlulukla gideceği adrese varıyordu.
Şu hayat koşuşturmacasından bir sıyırın kendinizi ve bu fotoğraf sergisine mutlaka bir göz atın. Sonra çıkarın evdeki eski fotoğrafları, güzel bir bardak çay eşliğinde, bırakın kendinizi o anın içine, o siyah beyaz fotoğrafların zihninizde yaratacağı tüm renklerin keyfine varın.
Önümüzdeki hafta görüşmek üzere.
Ayşıl Özaslan
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı