Ekonomik bunalım (2008) dünyaya “Mutluluk” getirdi

Merjam Yazar: Merjam 11 Aralık 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

Bıçak kestiği sürece bıçaktır. İnsanın da en ayırt edici özelliği akıl olduğuna göre, aklın ideal bir şekilde kullanılması, insanı mutluluğa götürecektir.

Ekonomik bunalım (2008) dünyaya “Mutluluk” getirdi

 

Bir Rus köylüsüne bir gün iyilik meleği gelmiş ve “Dile benden ne dilersen” demiş. Köylü heyecanla neler dileyebileceğini düşünürken bir şart koşmuş melek: “Ne dilersen komşuna iki katını vereceğim.” Böyle olunca işler değişmiş ve köylüyü almış bir telaş. Bulmuş en sonunda ne dileyeceğini ve “Bir gözümü al” demiş. İnsanların çoğu için mühim olan diğerlerinden daha iyi bir durumda olmaktır. Karşılaştırma insanları mutsuz eden önemli bir öğrenme aracı. Karşılaştırdıklarında diğerlerinden daha iyi durumda iseler bu onları mutlu etmese bile belirli bir tatmin duygusu vermesine rağmen, daha kötü durumda iseler mutsuz oluyorlar.

 

Karşılaştırma, Eşitsizlik ve Mutsuzluk

 

Havayolları şirketleri müşteri memnuniyetini artırmak üzere problem çıkan durumları analiz ettiklerinde, eğer uçakta birinci sınıf yolcular için ayrı bir bölüm varsa o uçaklarda daha çok problem çıktığını tespit etmişler. Hele yolcular uçağa girerken birinci sınıf bölümünü görerek giriyorlarsa problem çıkma durumu daha da artıyormuş. Ekonomi sınıf yolcuları birinci sınıf imkânlarını gördüğü için kendilerine ilişkin en ufacık bir yanlış uygulamada problem çıkarmaya daha meyilli oluyorlarmış.

 

Mutluluk araştırmalarında sorulan sorulardan birinde insanlara iki durumdan birini tercih etmeleri gerekse hangisini seçecekleri soruluyor. Durumlardan birincide; kendilerinin yıllık elli bin Avro gelirleri olacağı, ama çevrelerindeki herkesin gelirinin bunun yarısı kadar olacağı bir seçim sunuluyor. İkinci durumda ise kendilerinin yüz bin Avro geliri, buna karşılık çevrelerindeki herkesin kendilerinin iki katı kadar geliri olacağı bir durumdan bahsediliyor. Sanırım insanların hangisini tercih ettiklerini anladınız. Yıllık elli bin Avro. İnsanlar, miktar olarak daha çok olup, diğer insanlardan daha az olan bir gelirdense, miktar olarak daha az, ama diğerlerinden daha çok bir geliri tercih ediyorlar. Çünkü, karşılaştırmada üstün durumda olduklarında mutlu, daha aşağı durumda olduklarını gördüklerinde ise mutsuz oluyorlar. Annem biz çocukken “Elle gelen düğün bayram” derdi. Halk bilgeliğine göre, zorluk, çile gibi acı veren durumlar bile, eğer sadece size değil bütün herkese gelmişse, bu durum kutlamaya bile dönüşebiliyor. Karşılaştırma beyne mutluluk da veren bir araç olmasına rağmen, Montaigne karşılaştırma konusunu, sadece acı veren bir durum olarak ele alıyor. İnsanın aklı ile etrafındaki insanların kendisinden farklı olan taraflarını gördüklerini ve onların kendilerinden daha iyi olmaları durumunda çok acı çektiklerini söylüyor. Çevresinde gözlediği, bedensel yapılarından utanan birçok insanın, yeme bozukluğu, bazı psikolojik bozukluklar sergilemelerinden ve kendisinin de kendi bedeni ve düşünce seviyesi ile ilgili bazı problemlerinden hareketle, insanların, farklılıklarını ya da kusurlarını, hayvanlardan farklı olarak ancak akıl ile anlamalarından dolayı, aklın insanı mutsuz ettiğini iddia ediyor. Diğerleri ile karşılaştırmalar yaparak kendi sıradanlıklarını anlayan insanların mutsuzluğuna çare olarak, kişinin kendi içindeki sıradanlığını kabullenmesini öneriyor.

 

Oysa Aristo aklı, insanı mutlu eden en önemli faktör olarak görüyor. Her eşyanın kendi özelliğini icra etmesi durumunda varlık sebebini yerine getireceğini iddia eden Aristo, bıçağın en önemli görevinin kesmek olduğunu belirtiyor. Bıçak kestiği sürece bıçaktır. İnsanın da en ayırt edici özelliği akıl olduğuna göre, aklın ideal bir şekilde kullanılması, insanı mutluluğa götürecektir.

 

Mutluluk-Öğrenme İlişkisi

 

Patricia Goldman-Rakic, Yale Üniversitesi’nde 1970’den beri sürdürdüğü, 1990’lı yıllarda disiplinlerarası yaptığı beyin araştırmalarında, beynimizin alnımıza gelen tarafının düşünme ve öğrenme işini yaptığını tespit ediyor. Beynin bu kısmı da diğer kısımları gibi modüler ve her bir bölge başka bir görevle sorumlu ama bu bölgede dopamin olduğu zaman öğrenme ve hatırlama işinin daha çabuk gerçekleştiğini ortaya çıkarıyor. Parkinson ve şizofreni hastalarında dopamin salgısının geciktiği tespit edilerek dopamin salgısının sağlıklı bir beyin için ne kadar önemli olduğunu ortaya çıkarıyor. Yani öğrenme mutluluk getiriyor.

 

Beynin ön tarafının aktif olduğu bir öğrenme olayı gerçekleştiğinde beynin orta arka kısmından dopamin salgısı yapılıyor ve dopamin, hücrelerden alına doğru yol alırken beynin orta kısmında Nucleus Accumben adlı bölgeden geçiyor. İşte orada ne oluyorsa oluyor ve  dopaminler, opium benzeri bir etki yapan ve endorfin denilen bir hormon üretimine yol açıyor ve bu yeni üretilen endorfin adlı hormon da dopaminle beraber beynin ön tarafına doğru pompalanıyor. İşte böylece öğrenme işlemi, bu salgılarla beraber hazza dönüşüyor. Aynı haz etkisi opium alındığında da uyanıyor. Endorfin hormonu beynin kendi kendine öğrenme süreci ile beraber ürettiği haz uyandıran bir madde olduğu hâlde, opium maddesi beyne dışarıdan verilerek haz oluşturduğundan, beynin kendi normal sürecinin dışına çıkılmış oluyor. Vücut kendi normal sürecinin dışına çıkan, kendi kendine üretebileceği bir maddenin dışarıdan birden verilmesi durumunda şoka giriyor ve mekanizması bozuluyor. Böylece vücudun sürecini engelleyen, dışardan yapılan her müdahale tabii ki uzun ya da kısa sürede öldürücü etki yapıyor.

 

Tanımadığınız bir ormanda kaybolduğunuzu, günlerce orada hayatta kalma mücadelesi verdiğinizi düşünün. Yeşil ot ve yapraklarla besleniyorsunuz. Birden karşınıza yeşil yaprakların ucunda kırmızı yuvarlak bir şeyler çıkıyor. Yiyor ve tatlı olduğunu anlıyorsunuz. Bu durum beyne büyük bir mutluluk duygusu veriyor. Çünkü beyin, beklemediği bir anda, bambaşka lezzette bir tatla karşılaşıyor. Ancak, bu tadı daha önceki yeşil ot ve yaprakların tatları ile karşılaştırınca onlardan daha lezzetli olduğunu fark etmekle oluşan öğrenme süreci ile mutlu oluyor. Aniden ortaya çıkan, karşılaştırma ile olumlu olduğunu anladığımız bir öğrenme durumu, beyne büyük bir mutluluk duygusu veriyor.

 

Aynı şekilde bir insanın, birden on milyon lira kazandığı haberini aldığındaki duygularını düşünün. İçini büyük bir mutluluk kaplayacaktır. Çünkü beyin hızlı bir karşılaştırma yaparak on milyon lira ile şimdiki hayatından daha iyi bir düzeyde hayat yaşayabileceğini ona düşündürür ve mutlu olur.

 

Yukarıda bahsettiğimiz örneklerde olduğu gibi, beyin beklemediği bir anda karşılaştırma ile bu durumun kendisi için olumlu olduğunu anladığı an, beynin arka ortasındaki hücrelerden hızlı bir şekilde dopamin salgısı yapılarak beynin ön tarafına pompalanıyor. Böylece hem öğrenme hem de o öğrenme ile birlikte mutluluk hissi oluşuyor.

 

Mutluluktan Ölebiliriz

 

Bilimde birçok konu tesadüfen ortaya çıkmıştır. Beyinde mutlulukla ilgili bir sistem olduğu konusu da bu tesadüflerden biri. Elli yıl kadar önce hayvan beyni üzerinde hangi bölgenin ne tür tepki verdiğini araştırmak üzere yapılan deneyde, hayvanların beyinlerindeki bir bölgeye verilen elektrik şokunu memnuniyetle karşıladıkları fark ediliyor. Bu bölgeye yapılan baskı diğer hayvanlarda da aynı tepkimeye yol açınca, deney daha ileri düzeye taşınıp lağım farelerinde beyne yerleştiren alete elektrik şoku verme işi, farelerin kendi kendilerine yaptırılmaya başlanıyor. Fareler bir saatte bin kere elektrik veren düğmeye basarak beyinlerinin o bölgesine dalga gitmesini sağlıyorlar. Bu dalgalar onları o kadar mutlu ediyor ki sürekli düğmeye basmakla meşgul oluyorlar. Dikkatlerini başka yöne çekmek için kafese, susamış olmaları dolayısı ile su, daha sonra yiyecek konuyor, onlar hâlâ beyinlerine dalga göndermek için düğmeye basıyorlar. Erkek fareler için kafese dişi fare konuyor ama yine fayda etmiyor. Mutluluktan gözleri dönmüş bir şekilde sadece düğmeye basıp beyinlerine dalga gönderiyor ve sonunda açlık ve susuzluktan ölüyorlar. Bu durum aslında beynin sürekli haz yaşamak üzere yaratılmadığını gösteriyor.

 

 

Mutluluğun Kaynakları

 

Mutluluğun elbette ki biyolojik, genetik kaynakları var. Yapılan araştırmalar bunun kişinin mutluluğunu %35-50 oranında etkilediğini belirtiyor. Mutluluk beyinde birçok bölgenin karmaşık şekilde birlikte çalışması ile ortaya çıkıyor. Mutluluğu biyolojik olarak dopamin, serotonin, oxitosin, endorfin vb. gibi hormonlar etkiliyor. Ama yukarıda da bahsettiğimiz gibi bunların salgılanması için beynin belirli faaliyetleri yerine getirmesi gerekiyor. Biyolojik olarak bu hormonların salgılanmasında herhangi bir problemi olmayan bir beyin, kişinin içinde bulunduğu çevreden de %10 oranında etkileniyor ama mutluluk için gerekli geri kalan yüzdeyi kişinin kendi gayretleri, yaşayış ve düşünüş  şekli belirliyor. Yani mutlu olmak büyük oranda kişinin kendi elinde. Ama mutluluktan ne anlıyoruz bu da önemli bir soru.

 

Mutluluk Anlayışında Doğu ve Batı Farkı

 

Doğulu düşünce, mutlu olmayı, kişinin kendinden vazgeçmesi, kendinden geçmesi olarak algılıyor. Kişi ancak mükemmel olan bütünün içinde kaybolursa mutlu olur. Budist anlayıştaki Nirvana’ya ulaşmak bunun en bariz örneği. Batılı düşünce ise bireyi ön plana çıkardığı için, mutluluğu kişinin kendini gerçekleştirmesi olarak anlar. Doğulu Nirvana’ya ulaşmak için yoldadır ancak, Nirvana’ya ulaşmayı her işin merkezine koyarsa ona ulaşamayacağını bilir. Oysa Batılı düşüncede kendini gerçekleştirerek, hedefe odaklanarak yapılması gereken büyük çabalar bütünüdür. Ama kişinin kendini gerçekleştirmesi için önce kendini iyi tanıması gereklidir. Kendini tanımadan kişinin kendini gerçekleştirmeye çalışması, çelişkiler içinde yüzen insan yığınlarının varlığına yol açar.

 

Peki, Doğu ve Batı arasında, biz nerede duruyoruz? Özellikle Anadolu insanı, İslam’dan etkilenmiş bir hayat görüşü ile İslam kelimesinin anlamı olan, kendini Allah’a teslim etme, adama işini hayata geçirerek mutluluğa ulaşacağı düşüncesinden hareketle kendince uygulamalar geliştirmiştir. Adama eylemi, binlerce yılın uygulama ve gelenekleri ile kadınlarda kendini çocuklarına ve ailesine adama şeklinde tezahür ederken, erkeklerde vatana adama şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bununla beraber, kendini çocuklarına adayan kadın “Saçlarımı size süpürge yaptım” serzenişi ile adama işinin bilinçaltındaki yansımalarını dışarıya vururken şimdilerde bedelli askerlik konusunda kuyruğa giren erkekler de bir başka boyutunu ortaya çıkarmaktadırlar. Oysa İslam tasavvufu mutluluğa erişmek için orta bir yol bulmuştur: Dışında halkla, içinde Hakk’la olmak. İçinde Hakk’la olup Hakk’ta kaybolmaya çalışırken, dışarıda halkla olup kendini gerçekleştirme eylemi içine girer. Anadolu topraklarında tasavvuf yolunu seçenler kesinlikle Doğu felsefesindeki gibi dünyadan el etek çekmemişlerdir.

 

Modernite Mutluluğu da Ölçüyor

 

Bireyi ön plana alan Batı düşüncesinin Aydınlanma ile geliştirdiği Modernite, akıl üzerine kurulu bir medeniyet anlayışının ürünüdür. Bu anlayışta evrendeki her şey ölçülebildiği sürece vardır. Eğer ölçülemiyorsa bilimsel değildir. Ölçme anlayışı böylece hayatın her alanına sızmıştır. Mutluluk kişiye özeldir, sübjektiftir, ölçülemez iddialarına rağmen son otuz yılda mutluluk konusunda araştırmalar yapan kurumlar, toplumlardaki mutluluğu ölçmek için ölçekler geliştirdiler ve bu ölçümler her yıl yapılmaya başlandı.

 

Meşhur ABD başkanı John F. Kennedy’nin kardeşi Robert F. Kennedy 1968 yılında Kansas Üniversitesi’nde yaptığı etkili konuşmasında, ülkelerin gelişmişlik düzeyinin millî gelir seviyelerinin ölçümüne göre değerlendirilmesini eleştirerek; “Millî gelir ölçümü bizim cesaretimizi, bilgeliğimizi, öğrenmelerimizi, tutkularımızı ve ülkemiz için adanmışlıklarımızı ölçemez. Kısacası millî gelir ölçümü her şeyi ölçer ama insanlar için hayatın ne demek olduğunu onun anlamını ölçemez” diyerek ülkelerin gelişmişlik durumlarını ölçmek için sadece ölçülebilen veriler olan ekonomik göstergelerin kullanılmaması gerektiğinin ilk işaretlerini vermiştir. Bu konuşma, insanların kendini iyi hissetmesinin zenginlikten çok daha fazla bir anlam ifade ettiğini göstermekteydi. Modernite, özellikle Batı’yı zenginleştirmiş ama mutlu edememiştir. 

 

Bu durumun sıkça dile getirilmesi Batı yönetimlerinde bir farkındalık oluşturmuş ve mutluluk araştırmalarının hükümet politikalarını nasıl etkileyeceği yönünde ilgi başlamıştır. Böylece hızla mutluluk araştırma merkezleri kurulup mutluluk ölçekleri geliştirilmeye başlandı.

 

Danimarka Mutluluk Araştırmaları Merkezi

 

Meik Wiking daha kendisi 34 yaşında iken 1998 yılında annesinin kanserden ölümü üzerine derin bir hayat sorgulaması içine giriyor ve kendisine “Eğer yaşamak için sadece 15 yılın kaldıysa?” sorusunu soruyor. Böylece çok para kazandığı prestijli işini bırakıp mutluluk araştırmaları işine giriyor. Danimarka Mutluluk Araştırmaları Merkezi kurucusu Meik Wiking, yıllardır bütün dünyada yaptıkları mutluluk araştırmaları sonucunda oluşan birikimleri ile yazdığı kitabı Lykke’de mutluluğu; ruhi ve bedensel olarak kendimizi iyi hissedip, hoşnutluk ve yoğun haz duyguları arasındaki bütün duyguları yaşayabildiğimiz durumlar bütünü olarak tanımlıyor. Yıllardır süren araştırmalar sonucu elde edilen mutluluk veren unsurlar olarak da; sosyallik, para, sağlık, özgürlük, güven, nezaket gibi ana başlıkları tespit ettiklerini belirtiyor.

 

Yıllar süren araştırmalar sonucu, yalnız olmayan ya da çevresinde güveneceği insanlar olan kişilerin daha mutlu olduğu belirleniyor. Para konusu belirli bir refah seviyesine kadar insanların mutluluğunu artırıyor ama işte o belirli seviyeden sonra mutluluğa çok etkisi olmuyor. Sağlık yine mutluluğu etkileyen önemli bir unsur ve ölçümü de kolay. Yalnız, bunlardan ilk üçünün ölçümü nispeten kolayken kalan üçünün ölçümü konusunda bazı tereddütler bulunmaktadır.

 

Zaman Özgürlüğü ve Mutluluk

 

Mutluluk ölçümü için belirlenen alanlardan sosyallik, para ve sağlık ölçümü daha kolay olan alanlar olup özgürlük, güven ve nezaket konularını ölçmek biraz daha zor olmasına rağmen o konuda da ölçekler geliştirilmiştir. Özgürlük denilince aklımıza genelde insan hakları bağlamında ifade özgürlüğü, seyahat özgürlüğü gibi kavramlar geliyor ama bir de “Zaman özgürlüğü” kavramı olması gerektiğine işaret ediliyor. Zamanımızı özgürce ayarlayabiliyor muyuz? Özellikle anne baba olmak, hem iş hayatı, hem de aile hayatını sürdürmek ne kadar mümkün. Çocuk sahibi olmak, aynı zamanda başka işlere ayırabileceğiniz zamanı çocuklarınıza ayırmak ya da çocuklarınız için yeterli zamanınız olup olmaması gibi konuları gündeminize almanız gereken bir durum. Çocuk sahibi olmanın mutluluğu ne oranda etkilediğini belirlemek üzere yapılan araştırmalarda, çocukları olduktan sonra bazı ülkelerde insanların hayat tatminleri artarken bazı ülkelerde düşmekte olduğu gözlenmiş. Amerika’da -13 derece düşerken Portekiz’de +8 derece artmaktaymış.

 

Devletin aile politikaları konusunda olumlu düzenlemeler yaptığı ülkelerde ve geleneksel olarak çocuk sahibi olmanın olumlu karşılandığı kültürlerde çocuk sahibi olmak mutluluğu artırıyor. Devletlerin çocuk sahibi olan ebeveynler için geliştirdikleri politikalar ve çocuk sahibi olan kişilerin mutluluğu arasındaki ilişkiye bakıldığında, ücretli izin, hastalık izni, esnek çalışma saatleri olan ülkelerde çocuk sahibi olan ebeveynlerin daha mutlu oldukları tespit edilmiş.

 

Ama hemen bütün ölçümlerde çocuk sahibi olma aşamalarına doğru ve çocuk doğduktan hemen sonra kişilerin mutluğu hızlı bir şekilde artarken çocuk doğduktan birkaç ay sonra mutluluk seviyeleri hızla düşmeye başlamaktaymış. Çünkü sosyal hayattan sınırlanmaya, ekonomik olarak zorlanmaya ve zamanlarını diledikleri gibi yönetip kendi kendilerini gerçekleştirme konusunda zorluklar yaşamaya başlıyorlar insanlar.

 

Özgürlük ölçümü için belirli kriterler geliştirildiği gibi güven ve kibarlık için de kriterler var. Güven konusu; çocuklarınız okula kendi başına gidip gelebiliyor mu, aileler kendileri kafede otururken ya da toplu alanlarda sürekli çocuklarını gözetim altında tutma ihtiyacı hissediyorlar mı?, Komşularımıza güveniyor muyuz? vb. gibi sorularla ölçülürken, nezaket; yardımseverlik kapsamında, başkalarına ne oranda gönüllü olarak yardım ediyoruz, hatta bu işi haftalık olarak kaç saat yapıyoruz, çevremizde yardımsever olarak düşündüğümüz insanların oranı nedir gibi sorularla ölçülüyor.

 

Batı Bhutan’ın Mutluluğunu mu Çaldı?

 

Bhutan Himalayalar’ın orada, Hindistan ve Nepal’in doğu tarafında, Bangladeş’in kuzey kısmında sekiz yüz bin nüfuslu küçük, güzel bir ülke. Dünya’ya, “Millî mutluluk” kavramını ihraç etti. Bhutan 1970 yılından beri gittikçe daha kurumsallaştırdığı ve psikolojik sağlık, ekolojik standart, zaman kullanımı, sağlık, eğitim, kültür, sosyal ilişki ve iyi yönetim kriterleri üzerine oturan millî mutluluk endexini, 1998 yılında Birleşmiş Milletler forumunda, dünyaya paradigma değişimi önerisi kapsamında, alternatif gelişmişlik göstergesi olarak tanıttı. Bu tanıtımdan sonra kavram, en üst düzeydeki kurumlarda tartışılmaya başlandı.

 

Dünyanın ekonomik bunalıma girdiği 2008 yılından sonra Batı kapitalizmi yoğun bir şekilde halk arasında tartışılmaya başlanınca en üst düzey birçok kurum ve kişi bu konuda eylemler başlatmak üzere harekete geçti. OECD bu alana yönelik olarak çalışmalar başlatırken o zamanki Fransa başkanı Sarkozy, Lehman Brothers şirketinin batmasından bir yıl sonra, Nobel Ödüllü Amartya Sen ve Joseph Steglitzadlı bilim insanlarının başkanlığında bir komisyon kurarak mutluluk sorgulamaları yaptırdı, Kasım 2010 yılında İngiltere Başbakanı David Cameron Refah-Mutluluk üzerine bir konuşma yaptı, dünya mutluluk zirveleri düzenlenmeye başlandı, ülkelerde yıllık mutluluk planları hazırlanmaya başlanıp üniversiteler bu konuda raporlar hazırladı ve programlarına mutluluk dersi ekledi, 20 Mart “Dünya mutluluk günü” ilan edildi, 2012 yılı Nisan ayında Birleşmiş Milletler ana merkezi New York’ta mutluluk konusunda bir konferans düzenlendi ve aynı yıl BM tarafından ilk dünyasına bile yol açan bir filozof. Hatta Epiküryen yaşam tarzının batı Anadolu ve Yunanistan kıyılarında hâlâ uygulandığı iddia ediliyor. Haz dolu bir hayatın insanı mutlu edeceğini savunan Epikür, mutlu olmak için en temel unsurların para, arkadaş ve özgürlük olduğunu belirtiyor. Ama bunların içinde para en pasif durumda olanı… Çünkü, paranız varsa ama arkadaş ve özgürlüğünüz yoksa mutlu olamıyorsunuz. Haz almaya dayalı bir mutluluk anlayışını ortaya koymasına rağmen asıl önemli olanların sosyal ilişki ve özgür bir ruh olduğunu belirten Epikür, hayatının sonlarına doğru bir ev inşa edip arkadaşları ile beraber yaşamaya başlıyor.

 

Ömür boyu mutluluk arayan insanların kendileri, mutluluk formülleri üreten filozoflar, mutluluk programları, planları, bakanlıkları, mutluluk ölçekleri maalesef insanoğluna mutluluğu hâlâ sağlayamadı. Göklerden gelen mesajda mutluluğun formülü bundan 1400 yıl önce verilmiş olmasına rağmen hüsranda olan insan (Vel Asr-ı innel insane lef i husr) bir türlü o mutluluğu yakalayamıyor. Oysa “Kalpler ancak Allah’ı anarak mutlu olur.”

 

Emel TOPÇU – Akademisyen Yazar

 

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı