Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
“Önce bir gökyüzü çizerek resmine başladı. Öyle güzel çizdi ki geceyle gündüz bir oldu sanki. Güneş, bulutlar, yıldızlar ve bir dolunay… Hepsi orada duruyordu.”
Toplanın! Size anlatacak bir hikâyem var. Otuzlu yaşlarımın başıydı, hayatımın üçte birini ancak yaşamıştım. Parkta öylece otururken yanıma yaklaşan 9-10 yaşlarında bir çocuk bana şimdiye kadar aldığım en iyi teklifle gelmişti: “Benimle oynamak ister misin?” Daha çok yetenekleriyle göze çarpan, sosyal ve sayısal testlerde genellikle standardın altında kalan bir çocuk olduğunu öğrendim annesinden. Öğretileni yapmak yerine, her şeyde bir anlam arayarak öğretmenlerine sürekli problem çıkarırmış. Annesi bu yüzden beni uyarmak istemiş. “Öyleyse beni bulduğu için sevindim.” dedim.
“Demek ki ondan öğreneceğim çok şey var.” Oyunun adı Bir Çizen Bir Soran. O çizecek, ben soracaktım. Sonra sorularımı kendince cevaplayacaktı. Bir nevi felsefe sohbeti yapmak istiyordu. Peki, ben anlamlı şeylere tahammül edebilir miydim ki? Uzun zaman olmuştu. Yeni dünya düzeni bize anlamsız şeylere tahammül etmeyi öğretmişti. Tam masanın üstünde telefonum duruyordu. Bir ara elime aldım. Hemen ekledi, “İki kişilik bir oyun bu.” Sahiden telefonda artık insan gibiydi. Şimdiden anlamıştım bakış açısını.
“Peki.” dedim.
Her şeyi uzaklaştırdım.
Oyuna başlıyorduk.
Önce bir gökyüzü çizerek resmine başladı. Öyle güzel çizdi ki geceyle gündüz bir oldu sanki. Güneş, bulutlar, yıldızlar ve bir dolunay… Hepsi orada duruyordu. Şöyle bir gökyüzüne bakındım. Hava ne kadar da berraktı. Bana gökyüzünün varlığını hatırlatmıştı bu resim. Çizimi bittiğinde sıra bana gelmişti. “Sorabilirsin.” dedi.
Şöyle sordum: “Biz gökyüzüne bakmaktan ne zaman vazgeçtik?”
“Artık onu merak etmiyorsunuz.” dedi. “Ondan vazgeçtiniz. Önünüzde başınızı yukarı kaldırmayın diye verilmiş bir sürü oyuncağınız var. Elleriniz hiç boş degil. Günün her saatine uygun, değişik bağlılıklarınız var. İki çocuğun elini aynı anda tutamazsınız. Çünkü bir eliniz daima doludur.” dedi ve devam etti: “Gökyüzüyle ilgili merak ettiğiniz tek şey hava durumudur. Onu da bir aletten öğrenirsiniz. Hâlbuki ben yağmurun geleceğini babaannemin bacakları ağrırsa hemen anlarım. Rüzgârın yönünü parmağımı yalayıp gökyüzüne uzatıp hissederek bulurum. Elime bir iPad verilmediği sürece başım hep yukarıdadır. Bana vakit ayırırlarsa, uçurtma uçurmak, kuşlara ev yapmak, gece olunca yıldızlarla ilgili sorularak sormak en çok sevdiğim şeylerdir. Çimlerde top oynarken kuş seslerini dinlemek bana azim verir. Bir kuşun peşinden koşturmak, ona yetişebileceğimi düşünmek, uçabilmeyi hayal etmek… Bunları da en son yıllar önce yaptınız. Merak etmeyi unutmadınız belki ama merak ettiğiniz şeyleri değiştirdiniz. Tüm bitkiler, güneş için adeta bir yarış halindedir. Onlar arasında yaşam ışığa doğru yükselir ve tüm bitkiler yapraklarını daima güneşe çevirirler. Siz gökyüzünü, yapraklar arasından süzülen güneşi, ağaçları, hayvanları masum olduğu için sevdiniz. Onları gerçekten seviyor olabilirsiniz ama ihmal edilmiş bir sevgi bu. Tıpkı burnunda sümüğüyle, tek ayağı çıplak, pantolonu büyük gelmiş bir sokak çocuğu gibi. Sözde sevilen ama hor görülmüş…”
Bu konuşmalar beni hafiften sarsmıştı. Sanki unuttuğum bir şeyi hatırlamak üzereydim. Dilimin ucunda hissi… Ben bunları düşünürken o resmine devam etti.
Gökyüzünün altına küçük ama huzur dolu gözüken bir ev çizdi ve “Sorabilirsin.” dedi.
O an aklıma bir şey gelmedi. Kekeledim. Etrafıma bakındım yine. Yanı başımızdaki evlerden çokça farklı gözüküyordu çizdiği ev.
Hemen aklıma şu soru geldi:
“Artık daha az çocuk sahip olmamıza rağmen evlerimiz neden seninki gibi görünmüyor?”
Şöyle cevap verdi:
“Şehirde yaşayan insanlar olarak dünyayla başa çıkamadıkça evlerinize daha çok, dışarıya, doğaya daha az vakit ayırmaya başladınız. Dilinize her zaman bir güvenlik kelimesi geldi durdu. Güvenlikli siteler, güvenli oyun alanları, güvenilir yiyecekler, güvenilir insanlar… Tüm bunları düşünmek sizi bir kozaya hapsetti. Nihayetinde farklı uyaranlara maruz kalmadığınız için kafesteki şempanzelere dönüştünüz.
Memnuniyetsiz ve depresif.
İç dünyanızı, evinizi büyüterek ya da daha fazla eşyaya sahip olarak zenginleştirirsiniz sandınız. Havuzları, sinemayı, spor salonlarını, oyunları her şeyi evinize taşıdınız. Bir de kapısına güvenlik diktiniz. Dışarıda yapacak hiçbir şeyiniz kalmadı. Dışarıya bile tekerlekli bir ev üzerinde çıktınız. Yaşasın!
Aslında şahane bir kaleniz oldu. Tüm bu imkânlara sahip olan bir ev almak için bir de gece gündüz çalıştınız. Hâlbuki imkân olarak gördüğünüz bu şeyler, bizim için sadece “zorunlu seçmeli” bir ders gibiydi. Çocuklarınızın geleceğini işte böyle tükettiniz. Siz sokağı eve taşırken, çocuğunuzun camdan dışarıyı hasretle izlediğini fark etmediniz. Bizim sadece boyundan yukarımızı eğitsinler diye paralar döktünüz oysaki çocuğunuz resim yapmayı seviyordu, fark etmediniz.”
Uyuşmuş gibiydim. Bu çocuk neler söylüyordu böyle? Sahiden en son güvenliğimden ne zaman endişe etmemiştim? Ne zaman çocukluğumdaki gibi saatlerce gözden kaybolmuştum.
Tüm zamanlardakinden daha çok güvende olmamıza rağmen neden güven duygusuna bu kadar takmıştık? Resmine biraz dudaklarını bükerek devam etti. Sanki oyundan öte, bir şeyler anlatmak derdi vardı bu çocuğun. Onu sadece dinledim. Komut vermedim. Doğru, yanlış demedim. Anlaşılmaya çok ihtiyacı vardı. Devam etti resmine. Yaptığı evin önüne bir grup çocuk çizdi. Muhtemelen kendisi ve arkadaşlarıydı. Bu cevaplarının ardından artık aklımda tek bir soru vardı.
“Çocuklar bizlerden ne ister?” dedim.
Bu soruyu duyunca çocuk, çiçeğini bulmuş bir Arıkuşu gibi oldu. Arıkuşu, çiçeğin nektarından öyle haz alır ki kalbi deli gibi çarpar. Çocuk da bu sorudan sanki öyle haz almıştı. Derin bir nefes aldı ve cevap verdi:
“Önce bırakın okul çantamızı kendimiz taşıyalım. Her istediğimizi almaktan, her ağlamamızdan endişe duymaktan vazgeçin. Sizi böyle kullanmamıza müsaade etmeyin. Ağlamak, sinirlenmek, öfkelenmek de organlarımız gibi bizim içimizde, bize ait. Bunları bizim yönetmemize müsaade etmezseniz, ileride eşine, çocuklarına, çevresine zarar veren, kafasını yalnızca aksesuar olarak vücudunda taşıyan bireylere dönüşürüz. Hissedemeyiz, düşünemeyiz. Arka sokağa oynamaya gidersek sonsuzluğa gitmiş olmayız.
Oynamamıza, hayatla temas etmemize izin verin. Gelin siz de oyunlarımıza dahil olun. Bizimleyken aklınız yoğun işlerinizde, yarınki misafirlerinize vereceğiniz yemekte, yıkanmamış bulaşıklarda olmasın. O an gerçekten bizimle olun.
Gözlerimize bakın, saçlarımızın rüzgardan değişen şekline tanık olun. Yediklerimizin nasıl üretildiğini, nereden geldiğini öğretin. Sabahları yumurta yememek için direniyorsak belki bildiğimiz yanlış bir şey vardır. Bir tavuğun binbir zahmetle yumurtayı nasıl dünyaya getirdiğini görürsek belki ona hürmet eder mızmızlığımızı bırakırız. Bizim geleceğimiz için bir yapılacaklar listesi oluşturmayın. Biz çocuğuz. Oynamak için zaman ayırmamalıyız, oyun zaten bizim hayatımızdır. Eve geldiğimizde merak ettiğiniz, ödevimizden kaç puan aldığımız olursa, hayatımız boyunca sadece ödevlerimizi merak edeceğinizi varsayarız. Yüksek puanlar için yaşar, alçaklarda dağılırız. Bize günümüzün nasıl geçtiğini sırf biri önerdi diye ezberden sormayın. O gün bizim için ne ilginçti bununla ilgilenin. Vereceğimiz cevap bir köşenin tanjantı değil de arkadaşımızın yeni aldığı kokulu silgili bile olsa bizimle ilgilenin. Belki bir fizikçi değil de başarılı bir tasarımcı oluruz. Bizi destekleyin.
En önemlisi bize yeterince özen gösterin. Yaramazsak, söz dinlemiyorsak hemen bir sorun olduğunu düşünmeyin. Biz belki de sadece çocukluktan muzdaripizdir, hastalıktan değil. 10 yaşında bir çocuk, 20 yaşındaki bir insanın yarısı değildir. Siz bile hatalar yaparken bizden mükemmel olmamızı beklemeyin.
Yanlış yapmaktan korkmamayı öğretin.
Sizin göstereceğiniz sevgi ve saygıyı tekrar yeşertmek, gelecek için büyük bir fark yaratabilir. Biz geleceğiz, bunu unutmayın.”
Resmi tamamladığında sanki kısa bir film izlemiş gibiydim. Ne çok şey vardı unuttuğumuz, gözümüzü kapadığımız…
Aslında çizdiği resim, verdiği cevaplarla birlikte dünyada bir metropolun herhangi bir gününe ait bir özeti gibiydi. Anladım ki tüm çocuklar aslında bir sanatçı, problem sanatçı kalabilmekte! En son bir şeyler daha eklemek istedi.
“Bu çizdiğime soru sormana gerek yok.” dedi.
“Nedir o?” dedim.
“Umut.” dedi, “Umudun resmini çiziyorum.”
“Ama onu bilemeyiz, nasıl çizeceksin?” dedim.
“Merak etme çizdiğimde artık siz de bilmiş olacaksınız.” dedi.
O gün, bu güzel çocuktan hayatımın geri kalanı için şöyle bir ders almıştım. Tüm büyük insanlar da bir zamanlar çocuktu. Her insan çocukluktan yalnız bir kez geçer ve o yolda ancak kalbine ekilenler büyüdüğünde onu iyi bir insan yapar.
Şimdi biz bu hikâyeyi bilerek ya tüm bunlara gözlerimizi kapatıp hayatımıza devam edeceğiz ya da hepimizin iyiliği için umudu yeniden var edeceğiz.
Karar bizim!
Büşra ÇAKIR
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı