Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Geçen yıl Cannes Film Festivali’ne katılan İsrail Kültür Bakanı Miri Regev’in kırmızı halıda poz vermek için seçtiği elbisesinin eteklerinde Kudüs manzarası içinde “Ağlama Duvarı” ve “Altın Kubbeli Kubbetü’s-Sahra” resimleri yer alıyordu.
Amerikan film endüstrisi Hollywood’un Oscar’ı, dünya sineması için en önemli ödüllerin başında gelir. Her ne kadar Akademi’nin tercihleri tartışmalı olsa da Oscar Ödülleri pek çok yönetmenin rüyalarını süsler. Avrupa’da ise Cannes Film Festivali’nde verilen Altın Palmiye ve Berlin Film Festivali’nde verilen Altın Ayı en güçlü başarı nişaneleri olarak kabul edilir sinemacılar için. Bu ödül törenlerinde filmlerin niteliği, ödüllerin dağılımı kadar konuşulan şeylerden biri de kırmızı halı seramonisidir. Öyle ki özellikle kadın oyuncular için “Tüm gözlerin üzerinde olacağı” o büyülü noktada en güzel görüntüyü vermek çoğu kez ödül almaktan daha önemli bir hâl alır. Modacılar ciddi maliyetlere kırmızı halıya özel tasarımlar yapar. Saç, makyaj, uzun hazırlıklar… Belki filmdeki karakterine o kadar uzun boylu hazırlanmayan beyazperdenin kadınları, kırmız halıda rakiplerine fark atmak için olağanüstü çaba gösterirler. Elbette bu güzellik yarışının da bedelleri vardır. O anlar kameralar çok yansımasa da merdivenlerde düşenler mi ararsınız, topuklu ayakkabısında dengede duramayıp sendeleyenler mi?.. Dile kolay Cannes’da 71 yıldır kırmızı halıda yürümenin şartlarından biri topuklu ayakkabı giymek. Yeni yeni bu kuralı çiğnemeye başlamış bazı aktrisler…
Öte yandan kırmızı halıyı politik göndermeler için kullananlar da var. Sözgelimi geçen yıl Cannes Film Festivali’ne katılan İsrail Kültür Bakanı Miri Regev’in kırmızı halıda poz vermek için seçtiği elbisesinin eteklerinde Kudüs manzarası içinde “Ağlama Duvarı” ve “Altın Kubbeli Kubbetü’s-Sahra” resimleri yer alıyordu. Miri Regev’in ABD Başkanı Donald Trump’ın Ağlama Duvarı’nı ziyareti çerçevesinde kopartılan fırtınalardan iki gün sonra böyle bir elbiseyle kırmızı halıda boy göstermesi, Kudüs’ün kendi mülkü gibi gören İsrail politikasının sanat alanına yansımasıydı ve son derece rahatsız ediciydi. Ancak İsrailli Bakan amacına ulaşmış ve milyonların pür dikkat izlediği bir platformda sinema ve moda birlikteliğinin gücünü kullanarak dünyaya mesajını vermişti.
Modayla Sponsorluk İlişkisi
Sinema ve moda ilişkisi yakın zamanda eski gücünü kaybetse de hâlâ birbirini beslemeye devam eden iki alan. Yedinci sanat olarak adlandırılan sinema, diğer altı disiplinle yaptığı etkileşimle estetik açıdan güçlenirken modayla yaptığı işbirliği sayesinde işin ticari boyutunu sağlamlaştırmış oldu. Zira sinema eninde sonunda büyük bir endüstriydi ve bu üretilen iş, estetik boyutuyla bir sanat eseri olduğu kadar ticari yanıyla da pek çok sektörün ilgi alanına giriyordu. Dolayısıyla moda tam da bu noktada aslında vitrin olarak beyazperde aracılığıyla milyonlara ulaşırken sinema da moda sayesinde yıldızlarını ikonlaştırarak daha çok talep edilir olmalarını sağladı. Beyazperdede estetik ve güzel görüntüyü önceleyen sinema için modayla cazip hâle getirilen yıldızlar, uzunca bir zaman kitlelere sadece canlandırdıkları kahramanların hikâyelerini değil onların yaşam biçimlerini de sundular. Bu yüzden sinema modayla bir tür sponsorluk ilişkisi kurmayı bile yadırgamadı.
Catherine Deneuve’a La Sirène du Mississipi (François Truffaut,1969), La Chamade (Alain Cavalier,1968), Liza (Marco Ferreri,1972) filmlerinde Fransız Yves Saint Laurent markası sponsor oldu. İtalyan Gucci ise Salvatore Ferragamo ve Persol; Monica Vitti, Marcello Mastroianni, Sophia Loren, Steve McQueen gibi ikonların oynadıkları filmlere sponsor olan bir başka ünlü markaydı.
En Unutulmazı Hepburn’ün Siyah Elbisesi
İkon hâline gelen kadın oyuncuların kullandığı her şey izleyiciler tarafından sorgusuzca hemen kabullenilip hayatlarının içine alınıverdi. Sadece kıyafetler değil akla gelebilecek her tür aksesuar ve eşya birer birer alıcı buldu. Sinemanın oluşturduğu endüstriyel ve sanatsal gelişim, modanın da kaçınılmaz bir şekilde sinemanın malzemesi olmasını sağladı. Tekstilciler de filmlerde gördüklerinin kopyalarını üretmek için birbirleriyle yarışa girdiler. (La Ferla, 2010: 11) Vivien Leigh’in giydiği beyaz giysinin Rüzgâr Gibi Geçti (Gone With The Wind), Humphrey’in Bogart’ın klasik trençkotunun hep hatırlandığı Casablanca, Fransız modaevi Givenchy’e de ün kazandıran Audrey Hepburn’e dikilen elegan giysilerin sergilendiği Sabrina (1954) gibi filmlerle sınırlı kalmadı elbette bu karşılıklı kazanç ilişkisi. Uzun yıllar devam etti.
Yrd. Doç. Sefa ÇELİKSAP, moda ve sinema ilişkisini incelediği makalesinde ilginç örnekler veriyor: “İngiltere’de bir DVD kiralama şirketi olan Lovefilm, beyazperdedeki en unutulmaz giysileri müşterileri arasında anket yoluyla seçtirmiş, sonuçta Audrey Hepburn’ün 1961 yılında çekilen Tiffany'de Kahvaltı filminde giydiği siyah elbise en unutulmaz giysi olmuştur. Bu ankete göre, Kefaret (Anxtonement) filminde Keira Knightley’in giydiği yeşil elbise ikinci, Yaz Bekârı (The Seven Year Itch) filminde Marilyn Monroe’nun giydiği beyaz elbise üçüncü, Ursula Andress’in Dr. No filminde giydiği beyaz bikini ise dördüncü seçilir.”
Tiffany'de Kahvaltı filminde Audrey Hepburn için tasarlanmış giysilerin kadın modasına yeni bakış getirdiği kadar, kadına bakışın da değişmesine neden olduğuna dikkat çeken Doç. Çeliksap, makalesinde moda temalı sinema filmlerine de örnekler veriyor.
Seyirci Eşittir Tüketici
Bugün artık, 1960’lar ve 1970’lerde olduğu gibi modayı belirleyen ve sinemaseverlerin peşine düştüğü Humphrey Bogart, Audrey Hepburn, Dunaway, Ali Mc Graw gibi yıldızlar olmadığına dikkat çeken Doç. Çeliksap, bunun nedenini de Vogue dergisinin editörlerinden Andre Leon Talley’in “Çünkü onların etkisini zayıflatan tweeter’lar, blogcular, küçük ünlüler yoktu” cümlesi ve Barneys New York’un Yaratıcı Direktörü Simon Doonan’ın, “Bugünlerde filmlerin moda üstündeki etkisi hiç de öyle belirgin değil. Kendi kendinize ‘Marlon Brando’nun Vahşi Hücüm’da giydiği gibi bir deri şapka veya Ali McGraw’un Love Story’de giydiği gibi bir yün şapka istiyorum’u kim diyebilir.” ifadeleriyle açıklıyor.
Sinema giyim kuşam anlamında modanın vitrini olmaktan uzaklaşsa da artık her film kendi modasını oluşturmaya başladı. Hollywood endüstrisi bir film projesi için yola çıkarken o filmin gişesi kadar hatta gişesinden çok sözkonusu yapımın yan ürünleri hesap edilmeye başlandı. Böylelikle her film kendi modasını da beraberinde getirmeye başladı.
“Günümüzde büyük stüdyo yöneticilerinin rüyası, sadece popüler bir film üretmek değil, çok çeşitli yollarla sömürülecek bir ürün yaratmak.” diyor Mark Litwak. Haksız da değil zira Jurassic Park, Oyuncak Hikâyesi (Toy Story), Matrix ve Aslan Kral (Lion King) gibi filmler, birileri onun devamını çekmek, TV dizisi yapmak, video oyunu, oyuncak ve diğer ticari eşyalarını üretmek, soundtrack albümünü çıkarmak ve tema park kurmak istediğinde orijinal filmi aşan şekilde milyarlarca dolar gelir akışı sağlıyor. İkonların taşıdığı modalar yerini daha faydacı girişimlere ve kullanımlara bırakıyor. Sonuçta sinema seyircisi beyazperdede kendisine sunulan her tür ürünü almaya hazır bir tüketici kitlesi olarak görülüyor ve ne yazık ki bu yargıyı tersine çevirecek hiçbir çaba göstermiyor.
Gülcan TEZCAN – Gazeteci/Yazar
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı