Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Üvey anne de masal, Pamuk Prenses de. Oysa ayna, kesince parmağımızdan akan kan, bakınca gözlerimizi kamaştıran güneş kadar gerçek.
İnsan bu… Acıkınca yemek diye sayıklar; susayınca kana kana su içmek ister; yorulup takati kesilince dinlenebilmek için yanar tutuşur. Dünyası, arzusu olur o andan itibaren. Fakat bir kez bu emellerine ulaşmamış olsun. Midesi toklukla genişlerken mükellef sofralara sırt çevirir; bedeni suyla ferahlarken su diye yeryüzüne seraplar kondurduğunu unutur. Bütün arzuları doyar, bütün ihtiyaçları diner ama bir şeyden asla bıkmaz. Ne kadarını görse, ne kadarına ulaşsa da bir doyum elde edemez. Hep, her zaman ve daha fazlasıyla çağırır güzelliği.
Pamuk Prenses’in güzellikle zihnini bulandırmış üvey annesi, büyülü aynasının karşısına geçtiğinde görüntüsünden emindi. Ulaşabileceği bir zirve vardı ve o çetin yüksekliğe bayrağını tek başına dikmişti. Yeryüzünde eline su dökecek kimse yoktu ancak yine de içi rahat değildi. Şüphe rüzgârları estikçe kasvetli sarayında yapraklar hışırdar, pencereler zangırdardı. İşte o vakit soluğu aynasının karşısında alırdı. Her ne kadar hâlinden eminse de sormaktan alıkoyamazdı kendisini; var mıydı kendisinden daha güzeli? Yoktu tabii ki. Senelerce yoktu. Tâ ki…
Güzelden Kötülük Gelmez
Üvey anne de masal, Pamuk Prenses de. Oysa ayna, kesince parmağımızdan akan kan, bakınca gözlerimizi kamaştıran güneş kadar gerçek. O, zaman ve mekânın sınırlarından kontrolsüzce geçip kıyamet gününe kadar istediği her yerde insanların karşısına dikilmeye ve akisleri bulandırmaya devam edecek. Hatta bununla da kalmayıp eski alışkanlıklarını sürdürerek güzelliğe susatacaktır kendisine bakanları. Hâlbuki ayna masum. Karşısına dikilip göz kırptığında göz kırpan, gülümseyince gülümseyen, saçını savurdukça savuran, kendilerinden tıpatıp bir suret daha talep edenler de. Suçlu aramak gerekirse belki de şairler şehrinin pazarında kulaklarımızı açarak dolaşmak gerekir biraz. Karşımıza Fuzûlî çıkınca dinlememek elde değil. Şöyle sesleniyor hayalindeki güzele:
Hüsnün oldukça füzûn ışk ehli artuk zâr olur
Hüsn ne mikdâr olursa ışk ol mikdâr olur
(Senin güzelliğin arttıkça aşk ehlinin inlemesi de fazlalaşır.
Çünkü güzellik ne kadar olursa aşk da o kadar olur)
*
Pâdişahum zulm idüp âşık seni zâlim dimiş
Hûb olanlardan yaman gelmez bu bühtandur sana
(Ey padişahım, âşık sana zalim diyerek zulmetmiş.
Güzel olanlardan kötülük gelmez, bu sana bir iftiradır)
*
Ey Fuzûlî hûb-rûlardan tegâfüldür yaman
Ger cefâ hem gelse anlardan bir ihsandur sana
(Ey Fuzuli, asıl kötü olan güzel yüzlülerin kayıtsızlığıdır.
Onlardan cefa bile gelse bu senin için bir ihsandır)
Fuzûlî, böyle aşka gelince ve güzel demek için bir kadında bulunması gerektiğini düşündüğü özellikleri sıralayınca diğer şairler geri durur mu! Pazarın diğer ucundan sesini yükseltiyor Bakî:
Çeksün livâ-yi saltanat-i hüsnü kadd- i yâr
Ol kâmeti ne serv ü sanavber ne ban çeker
(Sevgilinin boyu, güzellik saltanatının bayrağını çeksin. Ne selvi, ne çam, ne de sorgun ağacı böyle boy çekip uzayabilir)
*
Hakkâ bu kim berât-i hümâyûn-i hüsnüne
Ebrû-yi dil-firîbi ne garrâ nişan çeker
(Doğrusu ya, güzelliğinin şahane fermanına gönüller aldatan kaşı ne parlak bir tura çeker!)
*
Açık bağın gül nesrîni ol ruhsârı görsünler
Sahn serv sanavber şîve-i reftârı görsünler
(Ey sevgili! Yüzünü aç (açıl, saçıl) da, bahçenin gülü ve yabani gülü o yanağı görsünler; salına salına gez, dolaş da selvi ve çam ağaçları yürüyüş edasının nasıl olduğunu görsünler.)
Divan şiiri denilice akla ilk gelen isimlerden Nedim’e de kulak kesilmek gerekiyor. Söz konusu, güzeli “Güzel” hükmüne sokan hasletleri ortaya koymak ki bu özelliklere sahip olmayanlar “Güzel” kabul edilmesinler:
Ben şâirim o kâmet-i mevzûnu doğrusu
Sevmem desem de belki yalan söylerim sana
(Ben şairim; o uzun ve güzel boyu sevmem desem de belki sana yalan söylemiş olurum.)
*
Çıkmış henüz hâne-i âyîneden o mâh
Esrar-i hüsn-ü ânına hayrân olup gelür
(O ay yüzlü güzel aynanın evinden yeni çıkmış; (aynanın önünden yeni ayrılmış); henüz güzelliğinin sırlarına hayran olarak geliyor.)
Kaşlar Yay Kirpikler Ok
Divan şairlerine dikkat kesilince kaşların yay ya da hilal; kirpiklerin ok ya da mızrak; yanak ve dudakların gül ya da gonca; boyun uzun ya da selvi hükmünde; yüzün beyaz ya da ay dolgunluğunda olması gerektiği gözler önüne seriliyor. Kendisine beyit feda edilebilecek güzeller bunlardır.
Sadece divan şiirimiz değil, halk şiirimizde de aynı benzetmeler karşımıza çıkıyor. Böylece güzelliğin “Altın oran”ı sanatla tespit edilerek yanlış sınıflandırmaların önüne geçilmiş oluyor. Ama üzülmesin kimse. Sıralanan hasletleri bedeninde taşımayanlar, teselliyi Leyla’da bulabilir. “Kara, kuru bir kızdı” Leyla. Bu hâliyle aslında şiir geleneğimizin sınırlarını aşan bir marjinallikle beyitlerde yerini alsa da Mecnun’un aşktan “Kör olan gözleri” gerçeği değil, aşkın aynasına düşen yansımanın deformasyonunu görerek Leyla’yı “Güzel” mertebesine yükseltiyor.
Peki, üvey annenin büyülü aynası bugün ne fısıldıyor karşısına geçenlere? Angelina Jolie, Megan Fox, Kim Kardashian… Değişen hiçbir şey yok. Güzel olmak bir ayrıcalık, bir aklanma. Güzel olandan zarar gelmez, güzel olan kötülük yapmaz yargıları, insan ruhunun meylettiği sahte gerçeklerdir.
Madem ruhlarınızı güzelleştiremiyorsunuz, yüzlerinizi güzelleştirin diye fısıldıyor ayna. O, yeryüzündeki ölümsüz yolculuğuna devam ederken plastik cerrahlar eldivenlerini takıyor, serum şişeleri tepetaklak asılıyor çengellere ve narkozun hâkimiyetine boyun eğenler “Ayna ayna” diyerek rüyalara dalıyorlar.
Naime ERKOVAN – Öykü Yazarı
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı