Ayla Algan: “Tiyatro, ucuza gelen psikiyatridir”

Merjam Yazar: Merjam 7 Mart 2021

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

“Tiyatro, ucuz psikiyatridir. Hatta şehir ya da devlet tiyatrolarına giderseniz çok daha ucuza bilet alarak oyun izler ve bir şekilde psikiyatri desteği alırsınız. Çünkü biletler ucuz, İnsanlar tiyatroda izlediklerinden kendilerince dersler çıkarıyorlar. Kötü bir karakter izlediklerinde ben böyle olmamalıyım ya da iyi bir karakter izlediklerinde bende böyle olmalıyım diyorlar. O yüzden ben insanlara bir şeyler öğretebileceğim işlerde yer almaya özen gösterdim”.

Ayla Algan: “Tiyatro, ucuza gelen psikiyatridir”

 

Usta tiyatro ve sinema sanatçısı Ayla Algan ile hayatına ve sanat geçmişine dair keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Ayla Algan, “Yaptığım işlerin insanlığa yararlı olmasını önemsiyorum. O yüzden aç kalsam da kötü rol oynamam diyorum.” diyor.

 

 

Nasıl bir ailede büyüdünüz? Sanat, yetiştiğiniz ortamın neresinde duruyordu?

 

Bizim zamanımızda İstanbul’da biz Türkler azınlıktık. Tabii bir savaş geçirmiştik. Gayrimüslimlerin çoğunun parası İsviçre bankalarındaydı dolayısıyla, onlar o savaş döneminin zorluklarını çekmediler. Çok küçük olmama rağmen Cumhuriyetin kurulduğu dönemleri hatırlıyorum da, biz o ekmek kuyruklarını, parasızlığı, eksikliği çekmek zorunda kaldık. Ancak buna rağmen hiç kimsenin bu konuda bir şikâyeti yoktu. Bir tek ben küçük olduğum için annem herkesin payına düşen yemekten biraz daha fazla ayırırdı bana. Bende kendimi suçlu hissederdim, başkası yemek istiyorsa yesin derdim. Ailem Girit göçmeniydi evde yarı Türkçe yarı Giritçe konuşulurdu ama herkes Müslümandı. Çocukluğumu anlatmıyorum sana, içimdeki çocuğu anlatıyorum.

 

Annem çalışan bir kadındı, Mimar Sinan Üniversitesi resim bölümünü bitirdi. Sadece resim değil çok güzel heykeller de yapardı. Dayım keman çalardı, teyzem piyano çalardı. Bizim evimizde de dedem piyano çalardı, bende piyano ve bale dersi alırdım. Onlar çalar ben dilerdim ama bir süre sonra bende çalmaya başladım. Evimiz âdeta bir sanat okulu gibiydi. Annem de sanki beni çocukluk yıllarımdan tiyatroya hazırlar gibiydi ama benim tiyatroda hiç gözüm yoktu. Şarkı söylemek, dans etmek daha çok ilgimi çekiyordu. Ben evlendikten sonra eşim sayesinde tiyatroyla ilgilenmeye başladım.

 

 

Amerika’ya İngiliz filolojisi okumaya gittiniz. Ancak bambaşka bir alana yönelip New York Actor Studio Actor’s Repertuary Theatre’s of Broadway sahne eğitimi almaya başladınız. Bilindiği üzere burada eğitim alma imkânına sahip olmak oldukça zor. Sizin için nasıl bir tecrübeydi?

 

Fransa’daki eğitimimi bitirip İstanbul’a yeni gelmiştim. İstanbul’a dönmüşüm, ailemle özlem gidereceğim derken kendimi bir anda evli buldum. Yılbaşında tanıştığım eşimle 27 Ağustos’ta evlendik. Daha 19 yaşındaydım, okulu yeni bitirmiştim, kendimi bu evliliğe hiç hazır hissetmiyordum. Bir de Amerika’ya gidip orada eğitim alma konusu var. Ben daha yeni dönmüşüm ülkeme ve ailemden uzak, ülke dışında yaşamaktan bıkmışım. Türkiye’yi çok seviyordum, annemden ailemden uzak olmak beni çok üzüyordu.

 

 

ÜLKEMİ ÇOK ÖZLÜYORDUM

 

Öğrencilik yıllarımda sık sık ülkemden uzak olmaktan memnun olmadığımı dile getirdiğim, sitemler ettiğim mektuplar, şiirler yazardım anneme. Ama şimdi iyi ki yapmışım diyorum. Eşim çok iyi bir insandı. En büyük isteği iyi bir rejisör olmaktı o yüzden Amerika’ya gittik. New York Actor Studio Actor’s Repertuary Theatre’s of Broadway’de eğitim aldık. Bizim eğitim aldığımız bu okulda Marlon Brando, Marilyn Monroe gibi sanatçılar eğitim alıyordu. Vakıf gibi bir yerdi rol üzerine eğitimler veriliyordu. Rolünü oynayan o iş bittiğinde başka bir rol için gelip dersler alabiliyordu. Eşim burada aldığı eğitim sonucunda gerçekten de çok iyi bir rejisör oldu.

 

 

Batılı bir eğitim almış olmanıza rağmen, kültürle, yerel olanla ve tasavvufla da güçlü bir bağınız var. Bu bağlar nasıl kuruldu?

 

Dışarı bana neyi öğretti biliyor musun? Önce kendi kimliğimden çıkmalıydım ortaya. İster istemez Paris’te okuduğum zamanlarda aldığım eğitim sayesinde; insan bilimi, varlık bilimi, ontoloji, fenomenoloji gibi birçok kavram ve bilim çıktı karşıma. Notre Dame de Sion Fransız Lisesi bana çok şey öğretti. Fransızcayı çok iyi biliyordum, kuvvetli Fransızca dil bilgim sayesinde İngilizceyi de öğrendim. Amerika’ya gittiğimde bu durum benim için büyük bir avantaj hâline geldi. Benim aksanıma ve güzel İngilizce konuşabiliyor oluşuma hayret ediyorlardı.

 

Tasavvuf konusundaki ilgim ise Fransa’daki edebiyat öğretmenimin bir ikazıyla gelişti. Müslümanları koruyan ve Müslümanlığı önemseyen bir kadındı. Bir gün bana Kuran-ıı Kerim okudun mu ? diye sordu. Ben eski Türkçe olduğu için okumadığımı söyledim. Bunun üzerine öğretmenim Kuran-ı Kerim’in Fransızca çevirisinin çok iyi olduğunu muhakkak okumam gerektiğini söyledi. Hakikaten alıp okuduğumda günümüzde ihtiyacımız olan her şeyin içerisinde mevcut olduğunu gördüm. Kuran-ı Kerim’de her şey olması gerektiği gibi olmazsa neler olabileceği anlatılıyor. Ancak günümüzde insanlar Müslümanlığı silah gibi kullanıyorlar.

 

 

TASAVVUFU, KENDİ ÇABALARIMLA ÖĞRENDİM

 

Sonrasında “Aşk Hastası” oyununda bir sufiyi canlandıracaktım. Bunun için araştırmalar yapmak zorundaydım. Bizim dinimizde temizlik esas alınıyor. Bir de tabi namaz var, abdest var. Abdestte insan sağlığına çok faydalı olan kaideler var. Bunlara hangi gözle bakarsanız bakın insanlık için ne kadar doğru kaideler olduğunu görürsünüz. Ben bunların hepsini kendi çabamla öğrendim. Çoğu kişi tasavvufu sevmez, neden bilmiyorum. Çünkü, tasavvufta kendini bir şeylerden yoksun tutman gerekir. Ben bu doğrultuda Yunus Emre’yi tüm dünyaya yaymak için çalışmalar yaptım. Tasavvuf nedir, herkes tarafından bilinsin istedim. İnsanlar, Yunus Emre’nin Türk olduğuna Anadolu’dan olduğuna inanmadılar. Bende bunu insanlara anlatmayı kendime bir borç bildim.

 

 

Eğitim veya çalışma hayatınız sebebiyle Türkiye’den uzakta kaldığınız süre size neler kattı?

 

Biraz önce bahsettiğim konuları öğrendim. Sonra onlara da bir şey öğrettim. Bir Müslüman kızı olarak Hristiyanlığı, Katolikliği onlardan daha iyi biliyordum. Onların kültürlerini, inançlarını onlardan daha iyi biliyordum. Örneğin, Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’nde eğitim aldığım için biliyordum ki onların kültüründe aynaya bakmak günahtır. Bir Sir sınıfa girdiğinde aynaya bakmak, ayna bulundurmak ya da camdaki yansımanızdan şapkanızı düzeltmek bile yasaktı. Sir, sizi aynaya ya da camdaki yansımanıza bakarken görürse anında sıfır verirdi. Türkiye’den uzakta yaşarken o toplumların kültürlerine vakıf oldum ve gördüm ki kadın olmak sadece Türkiye’de değil her yerde zor.

 

 

MUHSİN ERTUĞRUL, SHAKESPEARE HAYRANIYDI

 

 

Siz Muhsin Ertuğrul’un “Çocukları” arasındaydınız. Muhsin Ertuğrul’un öğrencisi olmak, onunla çalışmak size neler kazandırdı?

 

Muhsin Ertuğrul’un öğrencisi olmak onunla çalışmak bana çok şey kattı. Öncelikle Shakespeare’i öğrendim. Muhsin Hoca çok büyük bir Shakespeare hayranıydı. 16 yaşındayken mezarlıklarda Hamlet’i okurmuş. Düşün ki nasıl çok seviyormuş. Tiyatroyu çok seviyordu, kitabında da yazmıştı benden sonra tufan olmasın diye. Şimdi tiyatrolar dolup taşıyor, her şey yolunda. Ah canım hocam, bu günleri görseydi nasıl mutlu olurdu.

 

 

Tiyatro, sinema, dizi oyunculuğu eğitimleri veriyorsunuz. Tiyatro oyuncusu olabilmek için yetenek gerekli mi yoksa çok istemek ve çalışmakta yeterli midir?

 

Anneler gelip çocukları için yeteneği var mı diye soruyorlar. Yetenek dediğimiz zaman bunun var ya da yok olduğuna ben karar veremem. Böyle bir şey söylemeye hakkım yok, günah olur. Çünkü, çocuğun yeteneği varsa ve bunu beş yaşında değil de on yaşında gösterirse o zaman ne olacak? O yüzden ben böyle bir yargıya varmadan önce ne yapmak istiyorsun diye soruyorum. Tiyatro yapmak istiyorum diyorsa diğer soruya geçiyorum.

 

Bu sefer tiyatroda gece gündüz çalışacaksın, çok bir kazancın olmayacak sen daha iyi bir işte çalışıp büyük kazançlar elde etmek istemez misin? diye soruyorum. “Hayır, ben illa ki tiyatro yapacağım” diyorsa o çocuk tiyatroda yeteneklidir. Çünkü, gözü tiyatrodan başka bir şey görmüyor. Ben böyle öğrencileri kabul ediyorum. Star olup para kazanayım, milyon dolarlık arabalar kullanayım fikrinde olanlarla asla çalışmıyorum.

 

 

HAYATTAKİ EKSİKLERİ DE TAMAMLAMAYA ÇALIŞIYORUZ

 

 

Peki, siz oyunculuk eğitimi verirken nelere dikkat ediyorsunuz? Yetişkin ve çocuklara verilen sahne eğitimlerinin nasıl olması gerekir?

 

Öğrenci dersi derste dinliyor mu gözlemliyorum. Dinlemek istiyor ama konsantrasyonu yoksa onu da gerekli egzersizlerle hallediyoruz. Verdiğim eğitim içerisinde biraz da yaşam koçluğu var. Sadece oyunculuk eğitimi için değil hayattaki eksikleri de tamamlamaya yönelik çalışmalar yapıyoruz. Çünkü, duygu ve beden diliyle çalışıyoruz. Bunlar olmazsa öğrenci ne yapacak? Dolayısıyla bu eksikleri de gidermeye çalışıyoruz.

 

 

Tiyatro eğitimi, sahne eğitimi almak isteyenlere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?

 

Öncelikle iletişim konusu çok önemlidir. Öğrencinin beden ve sözlü iletişimi konusunda kendisini geliştirmesi gerekir.

 

 

Tiyatro bize neden lazım? Ne sağlar insana? Nasıl geliştirir?

 

Tiyatro, ucuz psikiyatridir. Hatta şehir tiyatrolarına giderseniz çok daha ucuz bir şekilde psikiyatri desteği alabilirsiniz. İnsanlar tiyatroda izlediklerinden kendilerince dersler çıkarıyorlar. Kötü bir karakter izlediklerinde ben böyle olmamalıyım ya da iyi bir karakter izlediklerinde bende böyle olmalıyım diyorlar. O yüzden ben insanlara bir şeyler öğretebileceğim işlerde yer almaya özen gösteriyorum.

 

 

İNSANLIĞA YARARLI OLMASINI ÖNEMSİYORUM

 

 

Gelen teklifleri değerlendirirken nelere dikkat edersiniz? Bir projede yer alma kararını nasıl verirsiniz?

 

Yaptığım işlerin insanlığa yararlı olmasını önemsiyorum. O yüzden aç kalsam da kötü rol oynamam diyorum. Şu mana da kötü: Kötü adam vardır ama kötü olmakta haklıdır. Benim kastettiğim odur. Ama hastalıklı, sadist bir karakterse oynamam. Sanat için kötü rol oynamam, ay ne iyi oynadı deli kadını desinler diye o rolü oynamam. Eğer o delilik insanın işine yaramıyorsa aç kalırım ama yine de o rolü oynamam. O yüzden tüm hayatım boyunca reklamlarda bile oynamadım.

 

 

Uzun yıllardır oyunculuk yapıyorsunuz. Geçmişten günümüze baktığınızda sektörde ne gibi farklılıklar görüyorsunuz? Sanata sanatçıya ilgi ve duyarlılık ne durumda? Sizce sanat nasıl gelişir?

 

Bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Dünyada Türklerin de edebiyatı varmış diyen bir kitle çıktı ortaya. Çünkü, bizim edebiyatçılarımız değişti. Sadece kendi köyünü yazmak değildir yazarlık. Yazarlık, aynı zamanda bir dil oluşturmaktır. Dolayısıyla çok güzel bir gençlik yetişiyor. Bunlar o kadar Türkiye sınırlarını aştı ki dünya Türklerin de edebiyatı varmış dedi. Bizim edebiyatçılarımız ya vatanperverdi ya yöreseldi… Ama günümüzde bu, yeni nesil edebiyatçılar sayesinde değişiyor. Bu durum tabi ki tiyatro metinlerinde de oyunlarda da piyeslerde de gözle görülür bir şekilde kendini gösteriyor.

 

 

YARININ ÖLÜMSÜZLÜĞÜNÜ ELDE ETMEK

 

 

Sanat ne içindir?  İnsan neden “Sanat” yapar?

 

Sanat demeyelim de sanatı üretmek diyelim. Üretmek her insanın içerisinde vardır çünkü. Dört yaştan sonra üretme edinimi başlar beyinde, zihinde ve bedende. Bunun altında şu düşünce vardır: Benim ürettiğim bir şey varsa ben ölümden korkmam çünkü ölümsüzümdür. Dolayısıyla öleceğini bildiği hâlde üreterek yarınının ölümsüzlüğünü elde edebilir. Çok müspet çok pratik olarak söylüyorum bunu. Yani bir fotoğraf çekilirken bile iyi çıkmak istiyoruz, bunun için ışığı ayarlıyoruz. Bizden geriye bir şey bırakmayı önemsiyoruz.

 

 

Nasıl bir izleyicisiniz? Tiyatro, sinema veya dizi izlerken nelere dikkat edersiniz?

 

Öncelikle tür arıyorum. Bir şey gözlemledim, bu konuda şikâyetçi miyim, az mı seyrettim, bilgim mi yok bilmiyorum ama korku; sinemada ve tiyatroda ön plana geçti. İngiltere’de korku oyunları, piyesleri var. Peki, neden korku? İnsanlar; aşk, arkadaşlık, dostluk, sevgi gibi duygulara o kadar hissizleşti ki ancak korku hissi duyguları harekete geçirir oldu diye düşünüyorum. Bunun sebebi tam olarak nedir hâlâ keşfedemedim. Niye aşk değil niye Mevlana değil niye Yunus Emre’nin yoldaşlığı, aşkı değil de korku? Korku, insanın nesi olabilir ki? Korku; emperyalizmin, endüstrileşmiş metaların göstergesidir benim için.

 

 

Meslek hayatınız boyunca yaşadığınız birçok anınız vardır. Unutulmaz bir anınızı bizimle paylaşabilir misiniz?

 

Bedia Muhavit’in Alman eşinden piyano dersi alıyorduk. Annem bizi Bedia Hanım’ın evine bırakır ders bitiminde gelip alırdı. Bedia Hanım’da ders sırasında pembe terlikleri ve robdöşambrı ile gelir şöyle bir dolaşır, iki çocuk olduğumuzu görünce çeker kapıyı çıkardı. Biz sonradan öğrendik ki eğer genç, güzel bir hanım varsa bir köşeye geçer oturur, ders bitimine kadar beklermiş. Bunu da eşini çok kıskandığı için yapıyormuş. Keyifli bir anıdır benim için.

 

 

Yakın zamanda okuduğunuz ve okuyucularımıza tavsiye edebileceğiniz birkaç kitap ismi verebilir misiniz?

 

Şu an Nihan Kaya’nın “Yazma Cesareti” kitabını okuyorum. Bir öğrencimle Antigoneler (Antigone, Antik çağ oyun yazarı Sofokles tarafından M.Ö. 440’larda yazılmış tek perdelik tragedyadır.) üzerine bir çalışma yapıyoruz dolayısıyla tüm yazılı Antigone’leri ele alıyoruz ve bu çalışmamıza ilişkin eserler, araştırmalar okuyorum.

 

 

Yakın gelecekte yeni projeler var mı?

 

İstanbul Drama Akademisi’nde zaten akademi sözcüğü var fakat müziğe ağırlık verememiştik. O yüzden bu sene müzikaller çıkarabilmek için müzik ağırlıklı çalışmalar yapacağız. Yılbaşından sonra Dünya Şairler Günü’nde Garo Mafyan ile birlikte şarkılı bir şiir dinletisi yapacağız. Sizleri de bekleriz.

 

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı