Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Tarihe ışık tutmak her zaman zor ve zahmetli olmuştur. Bazı kalemler ise bunu roman ve öykü aracılığıyla başarılı bir şekilde gerçekleştirir. Yazar Okay Tiryakioğlu bu güçlü kalemlerden sadece bir tanesi. Okay Tiryakioğlu’nun son kitabı “Nizamülmülk” raflarda yerini almışken yazar ile kısa bir söyleşi gerçekleştirdik. Deniz Demirdağ’ ın kaleminden.
Bilkent Üniversitesi’ndeki eğitimini yarıda bırakarak tamamen edebiyata yönel yazar Oktay Tiryakioğlu, bu radikal kararının bir ihtiyaçtan doğduğunu söylüyor. Tiryakioğlu, "Kolay olmadı ve çok sancılıydı. Koskoca bir sessizliğin ortasında sahipsiz kalmış Bosna halkının kederi, ben ve pek çok arkadaşımın içini kavuruyordu. Bu harbe bir şekilde bir yerinden dâhil olmak gibi ulvi bir amacımız ama pek çok da engelimiz vardı. Bu şartlarda okul ya da ders düşünmek mümkün değildi. Edebiyata yönelmem, dillendiremediğim, istesem de geçiremeyeceğim pek çok acının ve özdeki büyük romancılık sevdasının bir tezahürüdür." diyor.
Edebiyata tarihi romanlarla başlamadım. İlk romanım “Karanlığın Çağrısı” yayınlandığı dönemde Türkiye’de Gotik edebiyatın ilk örneklerinden biri olarak kabul edilmişti. Sonraki iki romanım “Gölgeler” ve “Bin Yılların Gecesi”de öyle. Şu andaki romanlarım bile gotik bir atmosferde seyreder. Ancak tarih sevgisi bana rahmetli babamdan mirastır. Orta Asya’da yaşadığım yıllarda giriştiğim bir anlatma ve tanıtma mücadelesinin de sonucudur. Çocukluğumdan bugüne sığındığım loş ve ılık bir gölgeliktir tarih. Üstelik her öykü ya da roman, yazarın ve okurun kendi kişisel tarihleriyle doğrudan bağlantı kurar. İyi okurlar bunun farkındadır. Bu sebepten bence gerçek edebiyat, tarihin katmanlarında gizlidir.
Bunun sebebi, anlamaya çalışmak olmalı. Sanatçının görevinin yargılamak değil, anlamaya çalışmak olduğunu düşünüyorum. Aksi hâlde olaylara dışardan bakan yabancı bir gözün tesirinde kalırsınız. Oysa iyi bir yazar, gerçekte mananın ne kadar dışında olduğunun farkındadır. Bunu aşabilmek, olayları ve karakterleri içselleştirmek için kurgu ya da gerçek metindeki tüm karakterleri kendi bünyesinde hissetmelidir. Bunu da hüküm ya da hükümler vererek yapamaz. Empati kurabilmek için yazdığı kişi ya da kişileri hayal etmek yeterli değildir, yazar o dönemde uyanmalı, o dönemde yaşamalı, o dönemdeki insanlar gibi düşünmeli ve kararlar alabilmelidir.
On yıllık Orta Asya geçmişim esnasında rahmetli babam, “Bu topraklara bir borcumuz var.” demişti bana. “Ata yurdumuzdan ve bu coğrafyanın büyüklerinden mutlaka bahsetmelisin.” demişti. Sonunda Özbekistan Taşkent’ten demir bir tabut içinde gelen cenazesini havaalanında karşılarken zihnimde Büyük Selçukluyla ilgili renkler ve motifler de canlanmaya başlamıştı. “Alpraslan”, “Mevlana” ve “Cengiz Han” romanlarımda bu ulu ismin heybeti gözümde gitgide arttı ve hakkında aldığım notlar, neredeyse bir roman boyutuna ulaşıncaya kadar bekledim ve usul usul yazmaya başladım.
Az önce söylediğim gibi “Alparslan”, “Mevlana” ve “Cengiz Han” romanlarımda ruhaniyeti bir gölge gibi satır aralarındaydı. Neticede en az 20 yıllık bir birikimin ve Orta Asya yıllarımda yaşadığım coğrafyalara vurduğu gizli mührünü takip ederek geçirdiğim yılların bir ürünüdür bu roman.
Ben her kitabımda yapmaya gayret gösterdiğim gibi bu ulu şahsın öncelikle insani yönlerini vurgulamaya çalıştım. Onun da doğruları gibi hataları olabileceği, başarı ve mutlulukların yanında pişmanlık ve kederleri de olabileceğini vurgulamaya çalıştım. Tarzıma yabancı olmayan okurlar bu tutumumda ne kadar hassas olduğumu da bilirler. İnsanın, yanlışları ve pişmanlıklarıyla güzel ve sevilesi olabileceğine inanıyorum. Tarih bilimi, bilhassa mütevazı insanların bu hataları basamak yaparak doğrulara ulaştığını söyler. Peygamberler haricinde hatasız gösterilmeye çalışılan her insan, gerçek roman okurunun gözünde değerini yitirir. Mitolojik bir kurgu kahramana dönüşür.
Televizyon izlemiyorum maalesef. Ancak TRT dizilerinin başarılarının farkındayım. Takip edilmelerini şiddetle tavsiye ediyorum. Aktör doğrusunu yapmış. Bu şekilde karakterle bütünleşmiş olmalı. Benim de gençlere bu noktada tavsiyem, içselleştirmek istediğiniz insanların eserlerini okudukları kadar fırsat bulurlarsa birkaç kez de yazmaları yönünde olacak. Bu şekilde olursa tam bir bütünleşmenin mümkün olduğunu görecekler.
İslâm öncesi Türk geleneğinde kadın motifi son derece hâkim ve baskın bir unsurdur. Bunun İslâmiyet ile birlikte aynen devam ettiğini görüyoruz. Ne Büyük Selçuklu ne Anadolu Selçuklu ne de Osmanlı’da Türk kadını değerinden bir şey kaybetmiştir. Bize uzun yıllar boyu ideolojik sebeplerle dikte edilen sözde ezilen kadın vurgusu tamamıyla yalandır. Geçmiş rejimi kötülemek ve karalamak amaçlıdır. Türk kadını yalnızca ailesinin değil, devlet idaresinin de temel unsurlarındandır. Belki ilerde, Altın Orda Hanlığı’ndan sonra kendini, dağılan Türk devletlerini birleştirmeye adayan Süyün Bike’nin bir romanını yazabilirim.
Bu “Karanlığın Çağrısı”nın ilk çıktığı dönemde kimi roman kritikçilerinin yapmış oldukları bir yakıştırma. Gurur verici elbette ancak ben kendi işimi yapıyorum.
Roman sanatı, sanatların en yenisi olarak özellikle 19. yüzyılda son hâlini aldı ve hayatımıza girdi. Şövalye öyküleri ve pikaresk kısa nesirlerden, ruhen parçalanmış insanın dramına uzanan süreç, romanın kendisini başlı başına bir tarih kılıyor. Bu manada, roman bence insanın en özlü tarihidir ve bahis konusu tarih bilimiyle doğrudan bağlantılıdır. Dostoyevski’nin, Freud’dan 100 sene önce psikanalizi inşa ettiğini bugün artık sadece roman kuramcıları değil, bilim insanları da söylüyorlar. 19. yüzyılın yalınkat Newton fiziğine göre oluşturulmuş, giriş-gelişme-sonuç ve yarı tanrı anlatıcı metinlerden, ana karakterini yitirmiş, metinlerarasılıkla karmaşık birer pastişe dönmüş, belirsizliğin yarı tanrı anlatıcıyı öldürdüğü post modern anlatılara kadar tüm roman metinleri, insanlık tarihin ta kendisidir bence.
Yazar, yazmaya niyetlendiği dönemi birkaç okumadan sonra kendi içinde canlandırmaya başlayabiliyorsa eğer sorun yok, bir müddet sonra karakterlere de tam bir hâkimiyet kurabilir. Ancak bu noktada bir eksiklik hissediyorsa peş peşe gelebilecek paradokslarla kendi içinde büyük bir çatışmaya düşmemek ve bahsettiğiniz reddiyelere de muhatap olmamak için geri adım atmasını da bilmeli ve projesini rafa kaldırmaktan gocunmamalıdır. Daha önce başıma geldiği için bunu iyi biliyorum. Tam hazır hissetmeden tarihi roman gibi bir sırat köprüsüne çıkmamak gerekir.
Mayıs ayında “Kara Panter”serisinin ikinci kitabı çıkacak inşallah. Diğeri ise şimdilik sürpriz olarak kalsın.
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı