Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Ekranların en çok izlenen dizilerinden Alev Alev'in “Dilek Abla”sı usta oyuncu Şehnaz Bölen Taftalı ile samimi bir söyleşi gerçekleştirdik. Taftalı, “Alev Alev dizisi iyi kurgulanmış durum ve karakter örgüsüne sahip. İzleyicilere verilmek istenen mesaj güçlü. Oyuncuların hepsi çok başarılı. Bence en önemlisi huzurlu çalışan bir ekibi var.” dedi.
1967’de İzmir’de doğdum. Liseye kadar eğitim hayatım güzel gidiyordu ancak lisede ufak bir değişiklik oldu. Herkes ders dinlerken ben başkalarının nasıl ders dinlediğine, öğretmenin beden dilini nasıl kullandığına odaklanır sonra da bunları evde taklit etmeyi çok severdim. O yıllarda adını koymayı bilemediğim bu özelliklerimden dolayı ve yeterli rehberlik sisteminin olmaması nedeniyle liseyi altı yılda bitirdim. Bu ağrılı sürecin son yılında, haftalarca evden çıkmadan kitap okudum. Kitaplar nereden başlamam gerektiği konusunda yol gösterici oldu.
1987 yılında İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları Araştırma Laboratuvarı’nın sınavla oyuncu alacağını gazetede okudum ve sınava girdim. İki yıl boyunca orada Ayla Algan, Beklan Algan, Erol Keskin ve Güngör Dilmen gibi değerli hocalardan dersler aldım. Daha sonra eğitimime Dokuz Eylül Üniversitesi GSF oyunculuk bölümünde devam ettim. Dört yıl sonra okul bitince, tekrar tiyatromuza geri döndüm.
Sevgili Nimet Atasoy, bu film için benimle görüştüğünde açıkçası kuşkuluydum. Kimdi “Selim Evci” ve ne yapmak istiyordu? Bilmiyordum, fakat senaryoyu okuyup yönetmenle tanışınca ve oyun arkadaşlarımı görünce çok sevdim. “Saklı” projesinde kriz çıkmasın, düzen bozulmasın diye görmezden gelen, susan ve daima içine atan “Aysel” karakteri ile Ankara film festivalinde ödül aldım. Ödül gecesi Kayseri’de ‘Cibali Karakolu’ oyunu ile turnede olduğum için ödülü almaya bir arkadaşım gitti. Bu da unutamadığım bir anıdır.
“Alev Alev” dizisi iyi kurgulanmış durum ve karakter örgüsüne sahip. İzleyicilere verilmek istenen mesaj güçlü. Oyuncuların hepsi çok başarılı. Bence en önemlisi huzurlu çalışan bir ekibi var. Ara ara mahallenin meraklı “Dilek” ablası olarak ben de ekibe dâhil oluyorum. Salgının insanları gergin yaptığı böyle dönemde, huzurlu çalışan ekiplerin olması bence büyük bir şans.
Cemre’nin yerinde olmak kolay bir durum değil. Güçlü sosyal statüye ve hastalıklı karaktere sahip bir eş ve o eşten bir de evladı var. Cemre, ayaklarının üzerinde durabilmek, kendini en iyi şekilde ifade edebilmek ve bir anne olarak çocuğunu bu olumsuz durumdan koruyabilmek için kendi koşulları içinde elinden gelenin en iyisini yapıyor. “Kaderim böyleymiş” diyerek vazgeçmiyor. Mücadeleci olması, amacı doğrultusunda değerlerine de sahip çıkarak ilerlemesi umut verici görünüyor. Şehnaz olarak böyle bir durumda kalsaydım aklım ve yüreğimi dengeleyerek mücadeleden asla vazgeçmezdim.
Günümüz kadınları kriz oluşturmaya değil, çözmeye odaklı. Kadınlar aynı anda pek çok şeyi kontrol edebilme yeteneğine sahip ve çok üretken. Ne hissettiğini biliyor ve bunun adını koyabiliyor. Bu nedenle duygularını ve düşüncelerini daha zengin ifade edebiliyor. Sağlam durabilmenin en önemli yanı eğitim ve meslek sahibi olmak.
Ekonomik bağımsızlık, kendini ifade etmek bakımından daha fazla özgürlük alanı oluşturuyor. Günümüz kadını, neyi isteyip neyi istemediğinin ve gelişimi yolunda ilerlerken nelerin kendine engel olduğunun farkında.
Umarım artık kadınlara uygulanan şiddet geçmişte yaşanmış ve bitmiş kötü bir hikâye olarak kalır.
Üretken, pratik akla sahip, anne veya annelik duygusu taşıyan, merhametli, etrafında olan bitene duyarlı ve meraklı, hedefe yönelik çalışandır. Salgın nedeniyle evlerden çalışıldığı bu dönemde bilgisayarından toplantılara dahil olduğu sırada bile çocuğunun ödevine yardım edebilen, akşam için ocağa koyduğu yemeğin tıkırtısından, pişip pişmediğini anlayabilme yeteneğine sahip kişidir; kadın.
Hayatımda iz bırakan benim için çok kıymetli isimleri; Suna Pekuysal, Kerem Yılmazer, Savaş Dinçel, Melih Kibar, Toron Karacaoğlu, Hale Akınlı, Erol Keskin, Ayla Algan, Zihni Göktay olarak sıralayabilirim. Onlarla tanıştığım ve birlikte çalıştığım için kendimi çok şanslı bulurum. Hayatta olanları saygı ve sevgiyle şimdi aramızda olmayanları ise rahmetle anıyorum.
İlk sırada tabii ki motivasyon kaynağımız: Seyircilerimiz. Oyun zamanı kulise erken giderim. Erkenden orada olmak ve boş sahneyi dolaşmak, duygusal ve bedensel hazırlığa başlamak için en güzel zamandır. Oyunculuğu bir çeşit “An avcılığı” gibi düşünebilirsiniz. Provalarda başlayan bu süreçte metnin içindeki durumları ve diyalogların içine gizlenmiş sırların içini doldurmaya başlıyorsunuz. Bu öyle bir yolculuk ki yabancısı olduğunuz ülkede bir sokakta yürürken perdesi açık kalmış, bir pencereden içeriye merakla bakmak gibi. Role ve karaktere bu merakla baktığımızda işte o zaman rol sahnede yaşıyor. Oyun boyunca o anların içinde can buluyorsunuz. Bazen “Aysel”, bazen “Zehra”, bazen “Dilek” olarak…
Üçünün de yeri ayrı ve hepsinde heyecanlı bir oluşum süreci yaşıyorsunuz. Ancak tiyatro, birebir seyirciyle nefes alıp verebildiğiniz yer. Kamera karşısında prova kayıt yapar sonra değiştirebilirsiniz tiyatro öyle değildir. Seyirciye orada, o anda söyleyeceğini söyledin ve bitti. Seyirciye “Bu prova kayıttı şimdi birde böyle yapalım” deme şansınız yok.
Ben 42 yaşında anne oldum. Bu, hayatımı en zenginleştiren şeydir diyebilirim. Çok daha güçlü hissetmeyi, daha çok öğrenmeyi, açık olmayı ve daha çok karşımdakini dinlemeyi öğretti. Aynı zamanda da çok daha kaygılı olmayı… Anne olunca kaygı üretme atölyesi gibi oluyorsunuz. Oyundayken “Yemeğini yedi mi?”, hastaysa “Acaba hâlâ ateşi var mıdır?” soruları zihninizi çok meşgul ediyor. Oğlum 4-5 yaşlarındayken bir cumartesi gecesi “İstanbul Hatırası” oyunundan eve geldiğimde, oğlumun kaşını masanın kenarına çarpmış ve kanatmış olduğunu gördüğümde aklım çıkmıştı. Anne olunca yüreğinizin yarısını onda bırakıp işe gidiyorsunuz. Çocuk büyüdükçe ve kendi alanını oluşturmaya başladıkça bu kaygı oldukça azalıyor. İyi bir programla yaptığınızda işler daha az kaygıyla yürüyor.
1950’li yıllarda yazılmış olan oyun, Muammer Karaca’nın uyarlamasıyla Türk tiyatrosuna kazandırılmış. Muammer Karaca ile başlayan süreç “Nejat Uygur” sonra da “Zihni Göktay” ile devam etti. Hangi dönem sahnelense güncel eleştirisini de içinde barındıran bir oyun olarak kalmış. Darülbedayi’nin 100. Yılı nedeniyle sahnelendi ve başladığı günden bu yana kapalı gişe olarak Zihni ağabeyinin muhteşem sahne performansı ve yorumuyla oynandı. Umarım en kısa sürede tekrar seyircilerimize ve oyunumuza kavuşuruz.
“Kuyruklu Yıldız Altında Müzikali” oynadığımız zamanlarda ekip olarak oyun öncesi bir ritüelimiz vardı. Oyun öncesi orkestra uvertüre başladığında kapalı perdenin arkasında bütün ekip dans ederdik. Hem de ne coşkuyla! Perde açılacağı zaman hemen yerlerimize koşardık. Çok yoğun bir gün geçirmişsem içimden şarkı söyleyerek yine bunu yaparım. Bir daimi ritüelim daha var ama bunu paylaşamam.
“Toros Canavarı” oyununda eşimin 96 yaşındaki amcası geldi. Daha rahat görebilmeleri için ilk sırada oturmayı tercih ettiler. Birinci perde sonunda oyundaki kocamın Toros canavarı olduğu gerekçesiyle tutuklandığı haberi geliyor ve benim çok üzülmem gerekiyor. Sahne önünde olduğum bu sırada amcamız, “Şehnaz merak etme kocan Toros canavarı değil” diye seslendi. Gülemediğim için çok acı çektiğim bir andır.
İkinci olarak, doğrusu hiçbir tercihim olmadı ama belki merhum babamdan dolayı müzisyen olabilirdim. Kendisi İzmir şehir orkestrasında trompet sanatçısıydı.
Kendimi iyi hissetmek için sabah kahvemi içerken Barock müzik dinlerim, okurum; okuduğum bir kitabın bende bıraktığı izi sembolleştirir bir örgüye geçirir arkadaşıma hediye ederim. Kendimce sağlıklı yemekler yapar, sevdiklerimle paylaşırım. Son zamanlarda babam gibi trompet çalabilmek için öğrenim sürecindeyim. Yürüyüş yapmak, ağaçları seyretmek, ailemin, sevdiklerimin sağlıklı olması kendimi iyi hissettirir. Birde uzun vadeli kendimi iyi hissetmek için eylemlerim var: Oğlumun doğaya ve insana saygılı bir birey olarak yetişmesi için çabalamak gibi. Onun matematikten kaç aldığı değil, arkadaşlarıyla, öğretmenleriyle sağlıklı ilişkiler kurabiliyor olması, karşısındakini dinleyen ve anladığını hissettiren bir birey olarak yetişmesi, bana kendimi iyi hissettiriyor.
Aristoteles “Poetika” ve “Nikomakosa etik”, “Acar Baltaş” kitapları, edebi Almanca çalışmak için de Nestroy’dan “Der Talisman”, İbsen’den die “Wildente” başucumda durur. Buket Uzuner’in dörtleme kitaplarından “Hava” kitabını bir solukta bitirdim ve “Toprak” kitabına başladım. Okuma sıramda arkadaşımın yeni yıl hediyesi Alex Honnold “Duvarda tek başına” var.
Tarzını sevdiğim markalar ve üreticiler var ama fotokopi olarak dolaşılmasını çok tercih etmiyorum. Benim için moda, sıhhatli bir bedende, tenine ve saçına yakışan renklerin olduğu kişinin içinde kendini iyi hissettiği kostümlerin taşınmasıdır.
Sahnelerimizin açıldığı, seyircilerimizle yine coşkuyla kucaklaşabildiğimiz günlerin çabuk gelmesini diliyorum.
Emek vererek hazırlanmış, özenle seçilmiş sorularınız için çok teşekkür ederim.
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı