Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Oyuncu Yavuz Sepetçi, "Bende bir kalıplaşma olmadı, ne tiyatroda ne sinemada ne de dizilerde. Bu şans mı, şansızlık mı, bilmiyorum. Hiçbir rolüm, bir diğerine benzemez." dedi.
TRT 1’de cumartesi akşamları yayımlanan "Gönül Dağı" dizisinde Ciritçi Abdullah rolüyle ilgi çeken usta oyuncu Yavuz Sepetçi, "Bende bir kalıplaşma olmadı, ne tiyatroda ne sinemada ne de dizilerde. Bu şans mı, şansızlık mı, bilmiyorum. Yapımcılar bir dizi deneme çalışmasına başladıklarında ya da rejisörler oturup konuştuklarında, ‘Bu rolü de Yavuz Sepetçi oynar.’ diye akıllarına geldiğimi zannetmiyorum. Çünkü ne oynayacağımı da hesap edemiyor olabilirler. Hiçbir rolüm, bir diğerine benzemez." dedi.
"Kurtuluş Savaşı", "Resimli Osmanlı Tarihi-Abdülaziz", "Nutuk Bugüne Sesleniş-Mustafa Kemal", "Galilei’nin Yaşamı" adlı tiyatro oyunlarında, “Ay Büyürken Uyuyamam’ ve ‘Çinliler Geliyor’ filmlerinde, "Kurşun Yarası", "Keşanlı Ali Destanı", "Geçmişin İzleri", "Mehmed: Bir Cihan Fatihi", "Filinta", "Payitaht Abdülhamid" adlı televizyon dizilerinde oynayan sanatçı, tiyatroya başlangıcını, hangi yollardan geçtiğini, Ankara Devlet Tiyatrosunu, İstanbul’a neden gelmek istemediğini, Mustafa Kemal Atatürk’ü hem tiyatroda hem de ‘Yol Ayrımı’ dizisinde canlandırmasının hayatındaki yerini anlattı.
"Merhaba, hoş geldiniz. Çok iyi gidiyor, geri dönüşleri de çok iyi hem bizim hem kanalımız için. Maşallah."
"Ben, eskiden cirit sporu yapmış, at üzerinde hayat geçirmiş bir adamı oynayacağımı düşünüyordum ama böyle yarı derviş yarı dengbej hikayeler anlatan, herkesin derdini dinleyen birini oynayacağımı hiç düşünmüyordum. Bana da sürpriz oldu."
"Yok hayır. Belki flash backlerde olabilir. At biniyorum zaten. Daha önce Kurşun Yarası dizisinde at eğitimi almıştım. Burada birinci bölümde, çocuklar karakola düşünce, onları çıkartmak için at ile geldiğim bir sahne olmuştu. Yine at ile bir iki sahnemiz oldu. Şimdi kış tabii, genellikle avluda filan at ile beraber oluyorum. Ama atları seviyorum."
"Her türlü yolculukta vardır bu. Çocukluğumdan kalma bir hikaye vardır. ‘Beraber yürüyelim. Biraz sen beni sırtına alırsın, biraz ben seni sırtıma alırım.’ Aslında biraz sen anlatırsın, biraz ben anlatırım ve böyle geçer yolculuğumuz gibi. Biraz da Ciritçi’nin durmuş, oturmuş, görmüş, geçirmiş kişiliğinin üzerine Yunus Emre’den, Şeyh Galip’ten dizeler okuması izleyiciye de sıcak geldi. Hoş, her bölüm senaristlerimiz sağ olsun yazıyor, biz de elimizden geldiğince, dilimiz döndüğünce okumaya çalışıyoruz."
"Sahnede, çekim anlarında evet. Ama çekim dışında içselleştirme diye bir şey yok. Kostüm giydikten sonra ve çıkartana kadar elimden geldiğince içselleştirmeye çalışıyorum. Yani rolün anlatmak istediği ne varsa anlatmaya çalışıyorum."
"Evet, bu Tanrısal bir aşk gibi geliyor. Evet, oğullarımı barıştırmayı beceremedim daha. Umarım barıştırabilirim ama barışmamaları dizide çatışma unsuru oluyor. Onların komik çatışmaları seyircinin hoşuna gidiyor. Eski bir Yeşilçam filmi vardı. Biri şoför diğeri muavin. Sonra İlyas Salman da minibüs alır ve kahvede atışırlar. Çiçek Abbas’ta Şener Şen ve İlyas Salman’ın böyle bir çatışması vardı."
"Yeşilçam’a selam gönderiyor. En son Cemile’nin (Nazlı Pınar Kaya) hastalığında, mahalle çocukları yaptığı resimleri getirdi. Hababam Sınıfı’nda, Münir Özkul’un canlandırdığı Kel Mahmut karakteri kalp krizi geçirdiği zaman, sınıfının tamamının penceresinin önüne geldiği sahne aklıma geldi senaryoyu okurken. Serdar’ın babası Süleyman’ın (Halil Balkanlar) sahneleri, yine Yeşilçam’ın 1960-1970’lerde sürekli işlediği, zengin kız, fakir oğlan hikayeleri gibi. ‘Kızımı bırak, sana şu kadar para vereyim.’ hesabı burada da var. Bunlar benim çok hoşuma gidiyor. Herhâlde izleyicinin de hoşuna gidiyordur. Ben Yeşilçam filmleri izleyerek büyüdüm. Bunlar önüme geldiğinde, gözlerim dolarak okuyorum senaryoyu."
"Çok keyifli. Eskişehir’e 25 sene önce turneye gelmiştim. En son Yılmaz (Büyükerşen) Bey'in ilk başkanlık döneminde ‘Önce İnsan’ oyunuyla yine turneye gelmiştim. Ondan önce ‘Canavar Sofrası’ oyunuyla geldim. Ama bir dizi film çekimi için gelmemiştim, ilk defa geliyorum. Hoş, Eskişehir sevdiğim bir kent. Yine bozkır. Ankaralı olduğum için alışkınım havasına, suyuna zaten. Eskişehirliler, Sivrihisarlılar iyi karşıladı. Keyifle gidiyoruz."
"Evet 1958 Kayseri, Develi doğumluyum. Kasaba çocuğuyum ben. Babam memurdu. İlkokul bitene kadar orada yaşadık."
"Hiç hatırlamıyorum desem inanın. Çok eskide kaldı onlar. Ama ağabeyim üniversiteyi kazanınca babam tayin istedi. Hep beraber toplaştık geldik 1970 yılında Ankara’ya. 1970’ten beri Yenimahalleliyim Ankara’da. Yenimahalleliyim derim zaten kendime."
"Yenimahalle Kültür Merkezi’nde başladım tiyatroya 1976'da. Ortaokul son sınıf, lise bir dönemlerinde başladım. Kulakları çınlasın, şu anda Bodrum’da yaşıyor Göksenin Çakmak hocamız vardı. Felsefe hocamdı. Zeki Müren vefat ettiğinde, nur içinde yatsın, onun vasiyetini okuyandır Göksenin Bey. Oyunlar koyardı, edebiyat hocalarıyla beraber. Müsamerelerle başladım. Yenimahalle Kültür Merkezi’nde ‘Hadi biz de kendi aramızda bir şeyler yapalım’la başladı. Daha sonra 1978 yılında Ankara Belediyesi Çocuk ve Gençlik Tiyatroları kuruldu, belediye bünyesinde, Ali Dinçer zamanında. Nur içinde yatsın. Onun sınavına katıldım, kurslarına başladım. Eskiden Amerikan Kültürdü, şimdi Tatbikat Sahne oldu Erdal’ın (Beşikçioğlu), orada kurslar, gençlik ve çocuk oyunlarıyla devam ettim. Sonra üniversite başladı."
"Evet, bittiği gibi sınav açtı Devlet Tiyatrosu. Eskiden sınavsız alıyordu. Devlet Tiyatroları sadece konservatuvardan yetişen öğrencileri alıyordu ve sınav açmıyordu. Dilekçeyle başvuruyordu mezun olan arkadaşlarımız. Turgut Özakman nur içinde yatsın, genel müdür oldu. 1979 yılı yanlış hatırlamıyorsam, Gençlik Yılı'ydı. 1982-1983 yıllarında ben öğrenciydim daha. Ankara Devlet Tiyatrosu, Çocuk ve Gençlik Tiyatroları birimini kurdu. Ama bunları şifahen kurulmuş. Yazılı bir şey yok tabii sonradan anladık bunları. Hiç unutmuyorum 2 Temmuz’da mezun oldum. 29 Ekim'de Devlet Tiyatrosu sınavı açıldı. Kazandım okulla beraber. Okul biter bitmez Devlet Tiyatrosu’yla yürümeye başladım. Hala da Ankara Devlet Tiyatrosu oyuncusuyum. Bir 2,5 yıl Adana dönemim oldu."
"Adana’ya tayin meselesi oldu. Bozkurt (Kuruç) Bey'in Genel Müdürlüğü dönemiydi. 2,5 sezon sonra döndüm. Ama Adana’yı hala çok severim."
"Hayır, hayır. Hatta babam rahmetli, çok karşı çıktı bana."
"12 yaşında futbol oynuyordum aslında. O zaman Güneş Spor vardı Ankara’da, böyle mahalle arasında filan. Mustafa Kemal Lisesi mezunuyum. Lisenin arkasında bir toprak saha vardı orada oynarken, bir amca bana bir kart verdi. Güneş Spor Teknik direktörü yazıyordu. ‘Baban elinden tutup bana getirsin.’ dedi. Ben de babama götürdüm. Tam o dönemde de Fenerbahçe Cemil Turan’ı kaçırmıştı İstanbul Spor’dan otel odasından. Cemil Turan’ın şaşaalı dönemleri. ‘Baba bir amca bana bunu verdi. Götürecek misin?’ diye sordum. ‘Oğlum Cemil Turan mı olacaksın, otur dersine çalış?’ dedi. Peki, tamam dedim. Belediye kursları başladığı zaman sakladım, Yenimahalle Gençlik Kültür Merkezi’nde tiyatro yaptığımda da sakladım babamdan. Hafta sonları arkadaşlarla gezmeye gidiyoruz falan dedim. Sonra 18 yaşında tiyatroya başladığımı deyince, ‘Soytarı mı olacaksın?’ dedi."
"Yani, evet soytarı olacağım, bu yolda yürüyeceğim, Devlet Tiyatrosunda oynayacağım dedim. Ki hayal, nerede oynuyorsun 18 yaşında? Ama Opera binasının önünden geçerken 17-18 yaşlarında ben burada sahneye çıkacağım derdim hep. Okurken, nur içinde yatsın, hocam Nurhan Karadağ bana ‘Kalır mısın bölümde?’ dedi. 'Yok hocam, ben oyunculukla ilerlemek istiyorum, devam edeceğim.' dedim ve o binada sahneye çıktım sonunda. Bir yerde hayalimi gerçekleştirdim. Hâlâ da çalışıyorum. Pandemide ara verdik mecburen."
"Evet, seslendirme yaptım. Öğrencilik döneminde para kazanmamız gerekiyordu, baba eline bakmayalım diye. Dublaja başladık. Sonra Ergin Orbey, nur içinde yatsın, çok sevdiğim çok değer verdiğim hocalarım hep. Allah rahmet eylesin, Ergin Orbey radyo tiyatrosu çekerdi. Bizi de para kazanalım diye çağırırdı. Küçük roller de olsa, bir iki cümle olsa da çağırırdı. Biz de oradan ekmeğimizi çıkartmaya çalışırdık."
"Geçmişin İzleri'ni nereden hatırlıyorsunuz? O, çok eski bir iş. Valla, bilmiyorum ki. Yani bende bir kalıplaşma olmadı, ne tiyatroda ne sinemada ne de dizilerde. Bu şans mı, şansızlık mı, bilmiyorum. Yapımcılar bir dizi deneme çalışmasına başladıklarında ya da rejisörler oturup konuştuklarında, ‘Bu rolü de Yavuz Sepetçi oynar.’ diye akıllarına geldiğimi zannetmiyorum. Çünkü ne oynayacağımı da hesap edemiyor olabilirler. Hiçbir rolüm, bir diğerine benzemez."
"Şerif Gören’le ‘Ay Büyürken Uyuyamam’ diye bir sinema filminde çalışıyorum, Ayvalık’tayım. O sırada TRT, ‘Kurt Kanunu’nun ön çalışmalarına başladı. Yasin Uslu çekiyordu. İzmir Suikasti’ni anlatır Kurt Kanunu ve Kemal Tahir’in üçleme romanıdır. Menajerimi aradım, ‘Orada Atatürk olması lazım, sorar mısın?' dedim. ‘Yok. Atatürk’ü göstermeyeceğiz.’ demişler. Peki dedim. Ben 2010'da Mavi Sahne’de Sedat Demirsoy’un oyunlaştırdığı tek kişilik ‘Nutuk – Bugüne Sesleniş’te oynadım. Sonra 1915 sinema filmi geldi bana. Bir paşa rolü. Dedim ki, ‘Filmde bir Atatürk varsa ve ben Atatürk’ü oynamıyorsam başka rolde oynamam.’ 45 dakika menajerimle kapıştım. Turgut (Özakman) Hoca’nın metnini yazdığı bir sinema filmi. Aradan 3-4 ay geçti menajerim Jülide aradı beni. ‘TRT "Yol Ayrımı" diye Kemal Tahir’in işine başlıyor. Serbest Fırka'nın kuruluş dönemi. Bir görüşmeye çağırıyorlar Pana Film’e.’ dedi. Gittim. O dönem de 3 sezondur Nutuk oynuyorum ve yeni bitirmişim. Projenin başındaki kişi Alev (Alatlı) Hanım demiş ki, ‘Atatürk’ü amorstan gölge şeklinde gösteririz. İyi bir Atatürk bulabilirseniz 2 ya da 3 bölüm yazarız.’
Yasin, Kaş’ta dalgıçlık yapıyor. Serkan Keskin’le karşılaşmış. Kulakları çınlasın, Serkan’a buradan selam ve sevgilerimi gönderiyorum. Konuşurlarken Yasin, ‘Yeni bir işe başlayacağım, Yol Ayrımı’nı çekeceğim, Atatürk arıyorum.’ demiş. Biz de Serkan’la 'Çinliler Geliyor' filminde çalışmıştık Sığacık’ta. Serkan da ‘Niye arıyorsun ki, Ankara’da Yavuz ağabey var.’ demiş. ‘Yavuz ağabey kim?’ demiş Yasin. Serkan da, ‘Yavuz ağabey Ankara Devlet Tiyatrosundan. Çağırın, verin rolü.’ demiş. Onun üzerine Yasin Uslu benim peşime düşmüş. Temmuz ayında gittim İstanbul’a. Dedi ki, ‘2 – 3 bölüm göstereceğiz.’ Ben ‘İsterseniz bir bölüm gösterin. Rolü almaya geldim. Alıp gideceğim. El sıkışacağım sizinle. Başrol verseniz de oynamam' dedim."
"Evet, evet o kararda geldim. O arada, Mavi Sahnenin sahibi Ziver Armağan, oynadığım Nutuk’tan 1 dakika 45 saniyelik bir videoyu Youtube'a eklemiş. Dedim ki, youtube'a girerseniz orada Nutuk – Bugüne Sesleniş’in 1.45 dakika videosu var."
"Evet, evet Mustafa Kemal Atatürk audition’ı gibi bir şey oldu. Yasin bey karşımda, laptopa indirdiler izlediler. Bitti el sıkıştık zaten. Sonra Yalova’da çekimlere başladık. Benim gururla oynadığım bir rol oldu."
"Evet çağırdım herhalde rolü. ‘Belgelerle Kurtuluş Savaşı’nda da Atatürk’ü oynadım ben. 4-5 arkadaş kürsüye çıktık ve mecliste Atatürk’ü oynadım. Ama böyle bir Atatürk değildi. Nutuk oyunundaki gibi ya da Yol Ayrımı’ndaki gibi değildi. Ergin Orbey’in kaleme aldığı, Belgelerle Kurtuluş Savaşı oyunuydu. Epik bir anlatımı vardı, biz sahnede hazır bekliyoruz. Rolü gelen, aksesuarlarını, fesini takıp, sahneye çıkıp oynuyordu. İşi bitince yerine oturup oyunu seyrediyordu. Bambaşka bir şeydi. Hem oynaması hem çalışması bana çok şey katan projelerden biridir."
"Artık oynayamam tabii yaş itibarıyla ama valla şimdi bile teklif gelse, son dönemlerini, koşarım valla, hiçbir şart öne sürmeden gider Paşamı oynarım."
"Evet oynadım. Ankara Deneme Sahnesi, Zafer Ergin’lerin içinde bulunduğu, bir dönem konservatuvardan mezun olanların kurduğu bir dernekti, daha doğrusu. En son ben öğrenci olduğumda rahmetli hocam Nurhan Karadağ’ın başkanlığında yürütülüyordu. Bir nevi, Dil – Tarih’ten çıkanlar aynı zamanda Deneme’lidir diye gibi silsiledir o. Orada 1994'te başladım, hocamın rejisiyle Bilgesu Erenus’un ‘Misafir’ oyununa. Ara ara, 17-18 yıl oynadım. Hocamı kaybettikten sonra, onun anısına 3 sene önce Devlet Tiyatrosunda rejisini yaptım."
"Hayır onunla maalesef Devlet Tiyatrosunda değil ama sadece Deneme Sahnesi ile 1994- 2010'da, İstanbul başta olmak üzere Mardin ve değişik şehirlerde ara ara oynadık. Öyle bir Musa geçmişim vardır tiyatroda. Almancı hikayesidir. Ne orada Alman, ne kasabada eski Musa olabilmiştir. Bir ayağı İstanbul’da diğeri Bulgaristan sınırında ve kimseye yaranamamış bir adamdır. Birinci perde seyirci nefret eder Musa’dan ikinci perdede Musa hikayesini anlatmaya başladığında ona hak verirler. Geleneksel tiyatromuza, köy-seyirlik oyunlarına yaslanan bir oyundur. Hocamın da zaten köy seyirlik oyunları doktora teziydi. İşini iyi bilen rejisör ve hocaydı. Ben 1981'de girdim Dil Tarih’e ve hocamdan hiç ayrılmadık. İçerde dışarıda hiç ayrılmadım. O dönem 'Yaren Semahları', 'Yunus Diye Göründüm' oyunlarını oynadık. Bunlar hep geleneksel Türk tiyatrosuna yaslanan oyunlardır ve ben çok severim izlemeyi de oynamayı da.
Keşanlı Ali Destanı’nda da teklif geldiğinde, aslında oyunda geçmez benim oynadığım karakter. Oyunun sonunda adı geçer sadece. Zamanında öldürülmüştür, katili aranır. Ama senarist 3 bölüm yazacağız deyince ikiletmeden gittim oynadım."
"Bir de Ferahfeza var. Elif Refiğ’in filmi. Halit Refiğ’in yeğeni yanılmıyorsam. Bağımsız sinema olarak çektiği. Ankara’ya ‘Misafir’ oyunumu izlemeye geldi ve teklif yaptı. Ben de söz verdim, 'Gelir oynarım', diye. Biraz sıkıntılı bir işti ama. Filmi de izleyemedim. Yani 3 tane sinema filmim var."
"Yani iyi proje geldi de oynamadık mı? Biraz ince eleyip sık dokumaktan kaynaklanıyor herhalde. O da benim yanlışım diyeyim. Mesela TRT’nin bu senaryosu geldiğinde o kadar içinde hissettim ki. Senaryoyu okuduğumda ya rol ya da senaryo tatmin etmiyor oyuncu olarak, özellikle sinemada. Ama dizilerde de öyle. Bu işle beraber başka işler de geldi. Ben bu işe yöneldim. Bu iş de olmayabilirdi aslında ama hiçbir zaman, 'Keşke öbür işlerde oynasaydım. İyi de PR yaptı. Çok iyi de izleyicisi var.' demedim hiçbir zaman, içinde olmak istemediğim işlerde. Hiç de pişman olmadım."
"Evet doğru, rahmetli nur içinde yatsın. Babası kunduracıymış, ondan kardeşlere gelmiş. Büyük amcam da kunduracıydı. O da kunduracı olarak devam etmiş. Ama evlendikten sonra kayınpederi PTT’de çalışıyormuş, Cin Hasan. Kasabalarda böyle lakaplar vardı. Cin Hasan; yani annemin babası. Dedem define arayan bir adammış."
"Tabii, tabii. Hatta şehir efsaneleri var. Defineyi bulmuş, Avrupa’yı gezmiş falan diye. Tabii ben bebeğim doğru mu yanlış mı? Onu da bilemiyorum. ‘Olmaz böyle iş ben kunduracıya kız vermem!’, demiş. PTT’de posta dağıtıcısıymış dedem. ‘Gel, seni PTT’ye aldıralım.’ diyerek babamı da posta dağıtıcısı olarak işe başlatmış. Babamın da bir atı varmış. Demek ki at sevgim babadan geliyor. At ile posta dağıtırmış Develi’nin köylerinde. Babam atını çok severmiş. At ile dereye girmiş ve attan düşmüş ve at onun boğulmasını engellemiş. Benim at sevgim belki oradan geliyor. Bütün canlıları seviyorum ama ata karşı ayrı bir sıcaklığım var benim. Sonra posta dağıtıcılığından masa başı memurluğa geçmiş, sonra müdür yardımcısı olmuş."
"Yok posta dağıtıcısı olarak başladığında kızını vermiş zaten, 1948’lerde. 1950 doğumlu ağabeyim var, oradan yapıyorum hesabı."
"Dört kardeşiz. İki ağabeyim var. Ortanca ağabeyim Ankara’da emekli. Büyük ağabeyim Maden Tetkik Aramadan emekli oldu. Makine mühendisiydi. Sonra Rusya’da falan çalıştı. Şimdi emekli oldu Antalya’da yaşıyor. Bir kız kardeşim var. O da Ankara’da yaşıyor. Ben ailemle Ankara’da yaşıyorum. Devlet Tiyatrosundayım işte. Ankara’yı bekliyorum. İstanbul’u hiç düşünmedim. İstanbul’a gidip gelip çalışmayı seviyorum sadece."
"Evet, hiç öyle bir tercihim olmadı. Yani iyi mi, kötü mü yaptım bilmiyorum. Ama bazı genç arkadaşları gördükten sonra da iyi ki böyle yapmışım diyorum. Kurulu düzeni bozmak başka bir şey. Bir de İstanbul’un ritmine alışamadım ben. Yani çalışmaya gittiğimde İstanbul’a o gün boşum diyelim. Otelden çıkıyorum yemek yemeye gideceğim. Koştur koştur gidiyorum. Çünkü önümdeki insanlar koşturuyor. Bir anda kendime ‘Dur! Sen niye koşturuyorsun?’ diyorum. Sürekli bir ritim farklılığı var. Ankara’da biz koştur koştur yürümeyiz ya da Anadolu’da da öyle. İstanbul’da insanlar bir yerden bir yere yetişmek için koşturuyor. Çünkü 2-3 saatleri yolda geçiyor. Alışmışlar. Benim zaten bir kere İstanbul’un ritmine alışmam 3-5 seneyi alırdı. İstanbul çok güzel bir kent, ayrıca çok da seviyorum. Büyük oğlum yarı İstanbullu. Bir evi İstanbul’da bir evi Zonguldak’ta. Haftanın belirli günlerini Zonguldak’ta hafta sonları İstanbul’da geçiriyor."
"İki oğlum var. Büyük oğlumu, okuldan mezun olduktan sonra bir hocasının önermesiyle Bülent Ecevit Üniversitesi'ne istemişler. Orada, opera şarkıcılarına oyunculuk dersi vermeye başladı. Bu arada büyük oğlum Dil Tarih Oyunculuk mezunu."
"Evet, biri öyle oldu. 3 yıl opera bölümüne gitti, oyunculuk dersi verdi. Sonra rektör, 'Tiyatro Bölümü açmak istiyoruz, bizimle var mısın?' dedi. Bana sordu, 'Senin kararın. Ben ne diyebilirim?' dedim. Bölümü açtı, altıncı yılı. İlk mezunlarını verdi iki yıl önce. Pandemi nedeniyle uzaktan eğitim yapıyorlar ama tiyatro ne kadar uzaktan olur ben bilemiyorum yani. Küçük oğlum da Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, Sanat Tarihi mezunu. Şu anda iş arıyor."
"Karakter komikleri dışında bütün rolleri severek oynarım. Ben durum komedisini çok severim. Bizim şu anda Gönül Dağı’nda durumlar komik. Ben daha çok bu işleri çok seviyorum."
Geçmiş projelerinizdeki rollerinize baktığımızda, ya gerilimi olan karakterler ya da gerçek karakterler var. Mesela Mustafa Kemal Atatürk gibi.
"Mustafa Kemal Atatürk benim bastırmamdan oldu. İlk akla ben gelmedim."
"Uyuştu herhalde rol ile oynayan kişi. O anlamda bir uyum sağladığımı düşünüyorum. Biraz da yaşımdan daha büyük bir yaş oynuyorum. Biraz daha ağır hareket edip dinamizmi geriye çekiyorum. Biraz da babamın böyle yetmişli, seksenli yaşlarını hatırlayıp bizlere ve gelinlerine hitabı kulakta kalmış demek ki, onunla hitaplarından bir esintiyle konuşuyorum."
"Evet, izledi. Devlet Tiyatrosuna girdikten hatta üniversiteyi kazandıktan sonra çok mutlu oldu. Hiçbir oyunu da kaçırmadı. Babam 92 yaşında vefat etti, annem de öyle. Nur içinde yatsın. Bastonla geldiler, izlediler oyunlarımı."
"Çok. Evet hiç pişmanlığım yok ne mesleğim ne de oynadığım roller açısından. Tabii ki tiyatroda içime sinmeyen oyunlar oynadım. Ama onu da dile getirdim zaman içinde insanlara. Ama mutsuz oynadığım işlerde de seyirciye bunu hiç hissettirmedim. Çünkü seyircinin suçu yok. Eğer o rolü aldıysanız 1-1,5 saat neyse, onu severek oynadığınızı görmek zorunda seyirci. Gişeye parasını veriyor, geliyor. En sevdiğim yönüm, 'Adam sende, bugün de idare edelim.' diye oynamadım."
"Devlet Tiyatrosu diye ayırmayalım da tiyatro oyuncularının iç ve iş disiplini farklı işliyor. Yani akşam 20.00’da perde açılır ne olursa olsun. Oyundan 1 saat önce tiyatroya gelinir ve hazırlıklar yapılır, ne olursa olsun. Devlet Tiyatrosu genelinde söylemiyorum, tiyatro oyuncuları anlamında söylüyorum. Tiyatrocunun kullanacağı aksesuarları aksesuarcı getirir önüne, kontrol eder ve kendisi koyar. Ben burada da kullandığım bütün aksesuarlarımı kendim kontrol ediyorum. Alacağım yere kendim alıyorum, kullanıyorum ve tekrar aynı yere koyuyorum. Yani işim bitti, bunu benden alın demiyorum. Yani o iş bitene kadar bende kalıyor. Sağ olsun arkadaşlar ‘Ağabey yorulma’ diye heybeyi falan almaya çalışıyor. Sadece yerleştirecekleri zaman veriyorum. Mataranın kapağını ben açacaksam alıp önce açıp matarayı kontrol ediyorum. Kapatıyorum, öyle koyuyorum, yanıma alıyorum. Bu disiplin meselesi tiyatro oyuncularında olan ve olması gereken çok güzel bir şey. Bu iç ve iş disiplini hayata da yansıyor ve hayatın her alanında olması gereken bir şey."
"Şimdi aslında kalmadı. 1984 ya da 1990’larda bir furya vardı. Bizim Yeşilçam’da bir şarkı patlardı, şarkıcılara film yaparlardı. Bir dönem manken furyası vardı ve ben mankenlerle de oynadım. Geçmişin İzleri öyle bir iştir mesela. Zaten televizyon ya da sinema güzel erkek ve güzel kadın mecrası. Ama yapımcılar şunu anladılar yanılmıyorsam, kendini yetiştirmiyorsa mankenlerle olmuyor bu iş. Mesela Kenan İmirzalıoğlu, mankenlikten gelme ama kendini yetiştirmiş. Bir Cihan Fatihi’nde beraber çalıştık. Duruşu, bakışı, karşısındaki insanla olan diyaloğu ile ben Kenan’a artık manken diye bakamam. Kendini yetiştirmiş, gelmiş. Murat Ünalmış ile de çalıştım Kurşun Yarası’nda. Manken olarak geldi, bir efeyi oynuyordu. Ama Murat da kendini yetiştirdi. Kurt ve Şura’da oynayan Kıvanç Tatlıtuğ. Onunla oynamadım. Ama o da kendini yetiştirdi. Kendini yetiştiren arkadaşlarımız, tiyatro yaparlar mı yapmazlar mı bilmiyorum ama çok belli oluyor dizilerde. Kendini yetiştirmeyen arkadaşlarımız da çok belli oluyor. Ben bir bilen değilim, öğreten de değilim. Eğer rol ile ilgili bir sıkıntısı olan arkadaşlarım gelip de ‘Ağabey şurayı ne yaparız? Bir şey söylüyor musun?’ diye sorarlarsa dilim döndüğünce söylerim. Ama onun dışında beni ilgilendirmez. Çünkü kadrajın başında ben yokum, kadrajın başında yönetmen var. Orada söz sahibi yönetmendir, hocadır."
"Pandeminin bitmesi, pandemiden kurtulmak. Şu işimizi daha sağlıklı, daha tedirgin olmadan yapmak. Şimdi bütün arkadaşlarımla hep tedirgin çalışıyoruz. Hep maskeleri, çekimden çekime çıkartıp koyuyoruz. Saçlar, sakallar dağılıyor. Gelecekle ilgili bir planım yok. Bu iş sonrası önümüze bakarız, gelen teklifleri değerlendiririz."
Kaynak: AA
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı