Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Oyuncu Buket Kubilay ile çok sıcak bir söyleşi gerçekleştirdik. Kubilay, sanatı “ben varım ve yaşıyorum” demenin bir yolu olarak adlandırdı.
Buket Hanım, sizi biraz tanıyabilir miyiz? Oyunculuk yeteneğinizi ne zaman fark ettiniz?
Çocukluğumun ilk kısmı çok kalabalık bir arkadaş grubuna sahip olduğum Adapazarı DSİ Lojmanlarında geçti. Ancak babamın işi dolayısıyla taşındık. Yeni lojmanda ağabeyimle benden başka hiç çocuk yoktu. O yüzden kendi kendime çok oyun oynardım. İlkokuldan sonra 8 sene boyunca Galatasaray Lisesi’nde yatılı okudum. Bu 8 sene boyunca birçok şeyi deneme şansım oldu. Basketbol oynadım, fotoğraf, matematik ve edebiyat kulüplerine katıldım. İçten içe sinema oyuncusu olma hayalleri kurmaya başlamıştım. Ama henüz dile getiremiyordum. Bir gün gazete okumak için okulun aktivite odasına gittim. Meğer o gün orada yeni kurulan Fransızca Tiyatro Kulübü’nün toplantısı varmış. Kulübe katılmak için geldiğimi düşündüler. Benim de işime geldi. Böylece ilk kez sahneye çıkmış oldum. Çok sevdim. Liseden sonra Ankara Devlet Konservatuarı’nı kazandım. Dört yıl artık yerinde olmayan konservatuvar yurdunda kaldım. Mezun olunca İstanbul’a döndüm. Bir yıl Semaver Kumpanya’da çalıştım. Sonra da lisede kaçıp kaçıp oyunlarını seyrettiğim İstanbul Şehir Tiyatrosu’na girdim. Yaklaşık 17 senedir Şehir Tiyatrosu’nda çalışıyorum. Arada özel tiyatrolarda da oyun oynadım. Oyunculuğun haricinde tiyatro oyunları çeviriyorum.
Oyunculuk ne ile beslenen bir meslektir? Oyunculuğun sizi besleyen yanları nelerdir?
Bence oyunculuk yaşamdan beslenir. Yaşama dair ne varsa oyunculuğa da dairdir. Doğa, psikoloji, felsefe, siyaset, edebiyat, müzik, resim, dans… Bu liste daha da uzayabilir. Ve elbette insandan beslenir. İnsana dair her şey oyunculuğa da dairdir. Tüm bu saydıklarım aslında her insanı besleyen şeyler.
Sizi çok fazla etkisi altında bırakan bir rolünüz oldu mu?
Beni etkisinde bırakan bir rolüm olmadı. Şimdiye dek oynadığım hiçbir rolün etkisinde kalmadım. Ancak Şahika Tekand’ın Beckett’den uyarlayıp yönettiği “Oyun”un hem provaları hem de temsilleri hem çok zorlayıcı hem de çok zevkliydi. Her akşam “Bu akşam yapamayacağım” diyerek sahneye çıkıp müthiş bir adrenalinle bitiriyorduk oyunu. Aradan geçen bunca yıla rağmen o heyecanı hissediyorum ara sıra. Ben genel olarak oynadığım oyunlar, birlikte çalıştığım yönetmenler ve ekip arkadaşlarından yana çok şanslıydım. Bu zor sürecin bitmesini ve tekrar güvenle sahneye döneceğimiz günlerin gelmesini iple çekiyorum.
Oyunculuğa dair en çok kimden ne öğrendiniz?
Birlikte çalıştığım herkesten çok şey öğrendim ve öğrenmeye de devam ediyorum. Şehir Tiyatrosu bu anlamda insana çok fırsat sunuyor. Değişen her ekiple birlikte farklı oyunculardan farklı şeyler öğreniyorsunuz.
Sahneye çıkmadan önce uyguladığınız bir rutiniz var mı?
Oyun başlamadan önce mutlaka sahnede dolaşırım, kullandığım aksesuarları kontrol ederim. Ben oyuna giderken kızım mutlaka elime bir şey tutuşturur. Ya yaptığı bir resim olur bu ya da bir oyuncağı.
Sosyal medyanızda hamile olduğunuz bir fotoğrafınızın altına “O kadına korkma geçecek demek isterdim” yazmışsınız. Bize biraz o hamile kadını anlatabilir misiniz? Nasıl bir his anne olmak, siz nasıl tanımlıyorsunuz?
Kızım 4 aylıkken çıktığımız tatilde çekilmiş bir fotoğrafın altına yazdığım bir yorumdu. O yoruma “4 aylık bebekle tatile çıkma” da yazabilirmişim. Neşeli ve çok hareketli bir hamilelik geçirdim. Anne olmak bir yandan milyarlarca canlının her an deneyimlediği çok sıradan ve yaşamın doğal akışında seyreden bir şey. Bir yandan da biricik ve çok özel. Hep değişen, dönüşen, gelişen, öğrenilen bir şey bence annelik. Zaman zaman çok kolay, zaman zaman çok zor.
Anne olduktan sonra hayatınızda neler değişti? Oyunculuk kariyerinize anne olmak neler kattı?
Anne olduktan sonra hayatım aslında tamamen değişti. İkimizin de yeni anne olduğu bir dönemde bir arkadaşımla hayatlarımız ne zaman eskisi gibi olacak diye konuşuyorduk. Sonra anladık ki hayatımız bir daha asla eskisi gibi olmayacak. Anne olunca daha esnek ve sabırlı bir insan oldum. Bu belki oyunculuğuma da yansımıştır.
Hiç mesleğinize dair pes ettiğiniz, geri dönmek istediğiniz bir dönem oldu mu?
Olmaz olur mu, çok oldu. Muhtemelen de hep olmaya devam edecek. Çok sevdiğim bir işim olduğu için çok şanslıyım. Böyle zamanlarda devam etme gücünü bu sevgiden alıyorum.
Sahnedeyken yaşadığınız ve unutamadığınız bir anınızı bizimle paylaşabilir misiniz?
Şehir Tiyatrosu’nda oynadığım ilk oyundu. Rol arkadaşım her oyunda bana verdiği mektubu cebinde bir türlü bulamadı. O bana mektubu veriyor, ben de mektupta yazan, aslında bir ilân-ı aşk olan şiirini yüksek sesle okuyorum. Ama mektup yok. Çaresizce birbirimize bakıyoruz. Neyse ki ben okuya okuya o şiiri ezberlemiştim. Bir şekilde devam edebilmiştik. Hem bize bir asır gibi gelen o saniyeleri hem de sahnemizi bitirdiğimizde hâlâ sahne üzerindeyken rol arkadaşımın rolüne yedirerek bana teşekkür edip sarılmasını unutamıyorum. Aslında çok sıradan ve hemen her oyuncunun en az bir kez yaşadığı bir olay. Ama Şehir Tiyatrosu’ndaki ilk oyunumda başıma gelmiş olması, bir çömez olarak sahneyi devam ettirebilmiş olmam bu anıyı benim için unutulmaz yapıyor.
Sanat ne içindir? İnsan neden sanat yapar?
Sanat insanın düşüncelerini, yaşadıklarını, duygularını ifade etmek için yaptığı bir şey. Aslında “Ben varım ve yaşıyorum” demenin bir yolu.
Peki, günümüzde sanata ne kadar değer veriliyor? Siz, tiyatro izleyici kitlesinden memnun musunuz?
Ülkemizin ne yazık ki bir kültür politikası yok. Gelişmiş birçok ülke kendi dilini, müziğini, tiyatrosunu, geleneksel sanatlarını, müzelerini desteklemek için kaynak ayırıp uzun vadeli programlar yürütüyor. Yine aynı ülkeler çocuklar için, eğitim için, sağlık için de ciddi kaynaklar ayırıyor. Devlet insana hizmet ediyor. Bizimki gibi ülkelerde ise insanlar aslında doğal hakları olan her şeyi “rağmen” elde etmeye çalışıyor. Bu çok yorucu. Sanatı diğer alanlardan ayırıp yorumlamak mümkün değil kısacası. Dolayısıyla zorlu bir yaşam mücadelesi verdiği hâlde bilet alıp tiyatroya gelmeye devam eden, gerek ödenekli tiyatroları gerekse özel tiyatroları sıkı sıkı takip eden izleyici çok değerli. Sayıları da hiç az değil.
Gündemimizden düşmeyen kadına şiddet olaylarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Günümüz kadınlarının neye ihtiyacı var?
Kadın cinayetleri politiktir. Bir ülkede erkekler sistematik olarak kadınları öldürüyorsa o ülkede ciddi bir sorun var demektir. Katiller cezasız kalıyorsa o ülkede çok ciddi bir sorun var demektir. Kadınların bedenleri, anne olmaları ya da olmamaları, çalışmaları ya da çalışmamaları üzerinden siyaset yapmak bu yangına körükle gitmektir. Yıllar boyunca verilen büyük mücadelelerle kazanılmış haklar tek tek elimizden alınmaya çalışılıyor. Biz kadınlara düşen hayatta kalmak, birbirimize destek olmak, ihtiyacımız olduğunda yardım istemek. En önemlisi ise doğduğumuz günden itibaren sistematik bir biçimde susturulan sesimizi bulmak ve bağırmak. Kim ne derse desin yapmak istediklerimizden vazgeçmemek. Biçilen rollere razı gelmeyip kendi rolümüzü kendimiz yazıp oynamalıyız. Kısacası doğru bildiğimiz yolda mücadeleye devam edeceğiz. Başka yolu yok.
Sizi üretken yaptığını düşündüğünüz en yoğun duygunuz nedir?
Beni üretkenlik açısından en çok tetikleyen şey sanırım aile içi ilişkiler. Bachmann’ın “Faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz, her gazetede üzerine bir şeyler yazılabilecek terörle de başlamaz. İnsanlar arasındaki ilişkilerde başlar. Faşizm, erkekle kadın arasındaki ilişkide başlar.” cümleleri beni çok etkiledi. Üzerine çok kafa yoruyorum. Bu düşüncelere anne olduktan sonra anne-çocuk ve baba-çocuk ilişkisi de eklendi. Dolayısıyla aile olmak, geleneksel düzenin içinde aile içinde bize biçilen roller, kadın-erkek ilişkileri, doğduğunda hayatta kalmak için başkalarına muhtaç olan insan yavrusunun maruz kaldıkları vs… Tüm bunlar yoğun biçimde kafa yorduğum meseleler.
Okuyucularımıza, son zamanlarda okuduğunuz ve beğendiğiniz birkaç kitap ismi verebilir misiniz?
Son dönemde okuduklarım içinden beni en çok etkileyen Elena Ferrante’nin 4 kitaptan oluşan Napoli Serisi oldu. Özellikle pandemi koşulları yüzünden konsantre olmakta zorlananlar tekrar kitap okumaya dönmek istiyorlarsa şiddetle tavsiye ediyorum. Yine son dönemde bana çok iyi gelen “Gecedeste” ve “Dündeste” kitaplarını sayabilirim. Ferhan Şensoy yalnızca izlemeyi değil okumayı da çok sevdiğim bir sanatçı.
Sosyal medyadan da gördüğümüz üzere çok hoş bir annesiniz. Peki, Buket Hanım için moda ne ifade ediyor?
Çok teşekkür ederim. Moda siz onu takip etmeseniz de kendini âdeta zorla takip ettiren bir sektör. Yoksa her mağazada aynı anda yalnızca düşük belli dar pantolonların satılmaya başlanması bir tesadüf olamaz değil mi! Son 10 yılda hayatımın genelinde bir azalmaya gittim. Kademe kademe oldu bu, hâlâ da devam ediyor. Giyim stilim de ister istemez etkilendi. “Az ama öz” genel olarak sevdiğim bir cümle. Logolu kıyafetleri çok sevmiyorum. İyi malzeme kullanılmış, sade kıyafetler almaya çalışıyorum. Her sene 3-4 kazak almaktansa iyi bir kazak alıp onu uzun yıllar giymeye çalışıyorum. Açıkça söylemem gerekirse kıyafet alışverişinden çok sıkılıyorum. Dolaş, giy, dene artık çok zor geliyor bana. Zaten tek renk, logosuz, pulsuz payetsiz sade bir şey bulmak çok zor. Bulunca uzun süre kullanabileceğim bir ürün olmasına dikkat ediyorum.
Yakın zamanda hayata geçirmeyi düşündüğünüz bir projeniz var mı?
Salgın yüzünden evlere kapanmadan önce üzerinde çalıştığımız bir projemiz vardı. Arkadaşım Balca Yücesoy’la birlikte yazdığımız bir oyunu sahnelemek için harekete geçmiştik. Elbette yarıda kaldı. Prova yapmayı, sahneye çıkmayı çok özledim. Sağlıklı günlerin gelmesini sabırsızlıkla ve umutla bekliyorum. Bu süreci yazarak, çevirerek geçirmeye çalışsam da oynama isteğim artık başka hiçbir şeyle geçiştirilemeyecek bir raddeye geldi.
Son olarak eklemek istedikleriniz?
Size ve merak edip okuyan herkese çok teşekkür ederim. Hepimize sağlıklı, maskesiz, sevdiklerimize doya doya sarılabildiğimiz, uzun masalarda gönül rahatlığıyla oturabileceğimiz sanat dolu bir yıl diliyorum.
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı