Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Bir varmış, bir yokmuş
Bir varmış, bir yokmuş
Masal; genellikle halkın ürettiği, hayale dayanan, sözlü gelenekte yaşayan, çoğunlukla insanlar, hayvanlar ile cadı, cin, dev, peri ve buna benzer varlıkların başından geçen olağanüstü olayları anlatan edebî türdür
Birer yetişkinken bile masal karakterlerinden öğrendiklerinizi düşünün. Çünkü okurken ve dinlerken karakterlerle hayatımızı, hayallerimizi, hayal kırıklıklarımızı özdeşleştiririz. Masallar çocukların hayatlarında onların yollarını aydınlatan, hangi yoldan gitmesi gerektiğini gösteren bir ışık ve aslında gerçek yaşamdaki olayların fantastik bir boyutta ele alınışıdır. Çocuklara bu hayatta kötü şeylerin herkesin başına gelebileceğini anlatırlar. Bu nedenle masallar onların duygusal olarak hayata hazırlanmalarında etkin bir rol oynamaktadır. Bir yandan çocukların duygusal kaslarını güçlendirirken bir yandan da zor zamanlarda kendilerini koruyabilecekleri duygusal sığınaklar oluşturmalarını sağlar.
Birçok kültürde benzer masallar anlatılır ve o masalın yüzlerce versiyonunun tamamını okuduğunuzda aynı sonuca ulaşırsınız. Hayatın anlamını hikâyede bir kez daha bulur, iyiliğin kötülük karşısında hep üstün geldiği ve gelmesi gerektiği ümidini bir kez daha içinize işlersiniz. Masalların insanın hayatına yön veren, kişiliğinin oluşumuna yardımcı olan, insanı eğiten ve eğlendiren, okuma zevki ve edebî haz kazandıran bir tür olması, onun çocuk gelişimi ve eğitimi konusundaki değerini artırmaktadır. Bu durum masal okurunun sadece çocuklar değil yetişkinler de olmasını sağlamıştır. Bu sebeple hepimizin çok iyi bildiği, sıcak çocukluk anılarımızı süsleyen en ünlü çocuk masalları ve onların yazarlarının inanılmaz hikâyelerini sizler için derledik.
Oz Büyücüsü
L. Frank Baum
New York doğumlu L. Frank Baum, gazeteci olarak başladığı kariyerine kırklı yaşlarından sonra çocuklar için masallar yazarak devam eder. İlk kitabı “Baba Kaz” ile başarı kazanan yazar, ertesi yıl yayımladığı “Oz Büyücüsü” ile “Amerikan masallarının babası” unvanını kazanmıştır. “Oz Büyücüsü”, L. Frank Baum’un ifadesiyle “Merak ve eğlencenin korunduğu, kederin ve kâbusların dışarıda bırakıldığı modern bir masal” olmayı amaçlayan bir eserdir. Amerikan Çocuk Edebiyatı’nın öncülerinden Baum’un bu eseri, 1902 yılında müzikal olarak sahnelenmiş ve 1939 yılında da sinemaya uyarlanmıştır. 1900 yılında yayımlanan “Oz Büyücüsü” çocuklar için yazılan peri masallarına modern bir görünüm kazandırmıştır. L. Frank Baum’un Oz dünyası, yazarın kendi hayatından izler de taşıyor. Yazarın, çocukluktan gelen korkuluk korkusunun bu hikâyede yer aldığını görüyoruz. Masaldaki Teneke Adam’ı ise yine çocukluğunda kendi yaptığı bir oyuncaktan esinlenmiş. Yazarın hayatına dair en belirgin yansımalardan bir diğeri ise Dorothy karakterinin esin kaynağıdır. Baum, kahramanına, küçük yaşta hayata veda eden yeğeni Dorothy’nin ismini vermiştir.
Dorothy, Kansas’ta bir çiftlik evinde teyzesi Em, eniştesi Henry ve sevimli köpeği Toto ile birlikte yaşar. Çiftlikte çalışan diğer insanlarla ve hayvanlarla da arkadaş olan Dorothy bir gün, köpeği Toto’nun kendisini sürekli rahatsız ettiğini söyleyen huysuz komşu Almira Gulch’ın, aileye bu köpekten kurtulmaları için tehditler savurmasıyla evden kaçıp gitmeye karar verir. Genç kız, köpeğini vermektense yalnız başına bilmediği diyarlara gitmeyi tercih eder ve yollara düşer. Fazla uzağa gidemeden, yolda kristal küresine bakıp geleceği gördüğünü iddia eden yaşlı Profesör Marvel’a rastlar ve burada kendi geleceğini öğrenen Dorothy, teyzesinin kendisi için endişe ettiğini görerek geri dönmeye karar verir. Ancak geri döndüğünde kasabasında büyük bir kasırga çıkmıştır ve kızlarını arayıp çok telaşlanan teyze ve amca sığınağa girmek zorunda kalmıştır. Dorothy eve döndüğünde içeride kimseyi bulamaz ve kafasını çarpıp yatağı üzerinde derin bir uykuya dalar. Bu esnada kasırga çiftlik evini alıp götürür ve Dorothy gözlerini bambaşka bir diyarda açar.
Çiftlik evi, Doğu’nun Kötü Cadısı’nın tam üzerine düşmüştür ve bu kötü kalpli cadıdan kurtulduğuna çok sevinen yerli halk ve Kuzey’in İyi Cadısı Glinda onu sevinçle karşılar. Bu sırada Doğu’nun Kötü Kalpli Cadısı’nın kız kardeşi olan daha da kötü kalpli Batı’nın Kötü Cadısı gelir ve kız kardeşinin kırmızı yakut ayakkabılarını almaya çalışır. Ancak Glinda bunları Dorothy’ye verir ve güçleri iyiliklerle dolu bu yerde hiçbir işe yaramayan Batı’nın Kötü Cadısı intikam yeminleriyle oradan ayrılmak zorunda kalır. Glinda, Dorothy’ye sarı tuğla kaplı yolu takip ederek Emerald City’ye gitmesini ve burada Kudretli Oz Büyücüsü’nü bulmasını söyler. Dorothy’nin eve dönmesine yardım edebilecek tek kişi odur
“Birkaç saat sonra yol engebeli bir hâl aldı; yürümek o kadar zorlaşmıştı ki Korkuluk sık sık eğri büğrü sarı tuğlalara takılıp tökezliyordu. Aslında, bazı yerlerde tuğlalar kırıktı ya da tümden kayıptı; Toto kayıt tuğlaların oluşturduğu çukurların üstünden atlıyor, Dorothy ise etrafından dolaşıyordu. Korkuluk’a gelince, beyni olmadığı için dümdüz yürüyor ve bu yüzden çukurlara basıp sert tuğlaların üstüne boylu boyunca uzanıveriyordu. Ama bu onun canını yakmıyordu; Dorothy onu kaldırıp yeniden ayağa dikerken Korkuluk da onunla birlikte kendi sakarlığına neşeyle gülüyordu.”
Böylece, kırmızı yakut ayakkabıları ve köpeği Toto ile yola çıkan Dorothy, birbirinden iyi kalpli o üç arkadaşla karşılaşır: Korkuluk, Teneke Adam ve Aslan. Bir beyni olmadığı için düşünemediğine, bir kalbi olmadığı için hissedemediğine ve cesareti olmadığı için ormanların kralı olamadığına üzülen bu üç arkadaş da Dorothy ile birlikte Oz Büyücüsü’ne gitmeye karar verirler. Elbette yolda onları büyük maceralar beklemektedir ve elbette yolları Batı’nın Kötü Cadısı ile kesişecektir.
Pinokyo
Carlo Collodı
Carlo Lorenzini, yoksul bir ailenin çocuğu olarak Floransa’da dünyaya geldi. Gençliğinde ilahiyat okudu ama Avusturya’ya karşı sürdürülen mücadelede “Yeniden Yükseliş” hareketini desteklemek için gazeteciliğe başladı. Ünlü takma adı Collodi, annesinin doğduğu yerin adıydı. Başlangıçta bu adı, 1848 yılında kendi kurduğu mizah dergisi “II Lampione”deki yazılarını imzalamak için kullanmıştı. Dergi kurulduktan birkaç ay sonra sansür dairesi tarafından kapatıldı ama Collodi yılmayarak 1853 yılında “La Scaramuccia” adlı yeni bir dergi çıkardı. 1859 yılına kadar gazeteciliği sürdüren yazar, sonrasında Giuseppe Garibaldi’nin özgürlük mücadelesi veren kuvvetlerine katıldı. 1861 yılında İtalya Krallığı kurulunca, gazeteciliği ve silahlı eylemleri bırakarak Floransa’ya geri dönen Collodı, önce sansür dairesinde sonra valilikte görev aldı. Edebiyat çalışmalarına hiç ara vermemiş olmasına karşın, 1875 yılına kadar dikkat çekici hiçbir başarı sağlayamayan yazar, 1875 yılında Floransalı bir yayınevi için Perrault’nun masallarını İtalyancaya çevirdi. Bu çeviri çalışması, çocuk edebiyatının büyülü dünyasını daha yakından tanımasını sağladı ve onu derinden etkiledi. Çevirileriyle başlayan çalışmalarının doruk noktası ise “Pinokyo” oldu.
“Pinokyo”, İtalyan edebiyatının en neşeli aynı zamanda da en dokunaklı öykülerinden biridir.
Eski zamanlarda Gepetto adında ihtiyar bir oyuncakçı varmış. Tahtadan oyuncaklar yapıp satarak geçimini sağlarmış. Hiç çocuğu olmayan Gepetto Usta’nın en büyük isteği bir çocuğunun olmasıymış. Bunun üzerine Gepetto Usta, konuşan bir odun parçasından Pinokyo adını verdiği kuklayı yapmış. Ortaya gerçek çocuklar gibi hareket eden, konuşan haşarı bir kukla çıkmış. Ancak bu yaramaz kukla Pinokyo, başını türlü çeşit belalara sokmaya başlamış, üstelik yalan söylediğinde de tahtadan burnu uzuyormuş. Pinokyo, Gepetto Usta’nın yuvasından ayrılıp dünyayı keşfetmek üzere maceralı bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuk sonunda Pinokyo, Mavi Peri tarafından gerçek bir çocuğa dönüştürülür. En sonunda iyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı, yalan ile doğruyu ayırt etmeyi öğrenerek normal insanlar gibi olmaya başlar.
“Pinokyo’nun gerçekten de çok pişman olduğunu gören iyilik perisi, onları balığının karnından kurtarmış. Pinokyo, bundan sonra, her gün okuluna gidip gelmiş ve okuldan döndükten sonra da babasına yardım etmiş. Onun ne kadar iyi kalpli bir çocuk olduğunu gören iyilik perisi, onu ödüllendirmeye karar vermiş. Ve bir gece Pinokyo uyumadan önce, onu etten kemikten gerçek bir çocuğa dönüştürmüş. Pinokyo, bu durumu fark edince çok sevinmiş ve mutlulukla babasının yanına koşmuş. Gepetto Usta, onu bu halde görünce çok mutlu olmuş ve artık ‘Benim de gerçek bir çocuğum var!’ diyerek havalara uçmuş. İkisi birlikte hayatlarının sonuna dek mutlulukla yaşamışlar.”
Andersen Masalları
Hans Christian Andersen
Hans Christian Andersen, akıl hastası bir büyükbabanın torunu, ayakkabı tamircisi bir babanın ve çamaşırcı alkolik bir annenin oğluydu. Her daim hayaller kuran Andersen, fakir evlerinin duvarları arasında kurduğu hayallerde hikâyenin hem uşağı hem kralı hem de prensi oluyordu. Okumayı çok seviyordu, komşuları olan bir papazın kütüphanesinden bol bol yararlanıyor, okumak için ondan ödünç kitaplar alıyordu. Ancak Andersen’in hayal gücünü tetikleyen asıl sebep, babasının her gece uyumadan önce ona okuduğu La Fontaine ve Binbir Gece Masalları’ydı. Yazar, 11 yaşında babasını kaybetti ve onlar için zor günler başladı. Andersen ve annesi temizlikçilik, çamaşırcılık yaparak geçindiler. 14 yaşında ise Kopenhag’a gitti. Kopenhag’da dansçı olmayı denedi, sonuç hüsrandı, çünkü yeteneği yoktu. Küçük rollerde oyunculuğu denedi ancak oyunculuğa da yeteneği yoktu.
Andersen’ın talihi 17 yaşında yazdığı bir oyunun bir dergi tarafından yayınlanması ile değişti. Yazdığı bu oyun ona Kopenhag Üniversitesi’nden burs sağladı. Hep beklediği başarıyı, “Holmen Kanalı’ndan Amager’in Doğu Noktasına Yürüyüş” adlı eserinin çok satmasıyla yakaladı. Andersen kraldan yurtdışına çıkmak için izin isteyerek, Paris, İtalya, Prag gibi birçok şehri gezdi. 12 yıl sonra ülkesine döndüğünde romanları dışında, birçok masalıyla da her kesimden alkış topladı. Asıl ününü 1835 yılında basılan içinde “Kibritçi Kız”, “Güzel Prenses ve Bezelye”, “Küçük Deniz Kızı” gibi masalların bulunduğu “Çocuk Masalları” kitabıyla yakaladı. Bildiğimiz diğer önemli masalları “Parmak Çocuk”, “Sinderella”, “Kurşun Asker”, “Çirkin Ördek Yavrusu”dur.
Andersen bir masalında, yatağın altına konmuş bir bezelye tanesinden rahatsız olarak sabaha kadar uyuyamayan prensesi anlatırken diğer bir masalında küçücük yaşına rağmen aç kalmamak için kibrit satarak çalışmak zorunda kalan ve soğuktan donarak ölen kibritçi kızı anlatmış; dönemin Avrupa’sındaki tüm çatışmaların, huzursuzlukların, kargaşaların kendince sebeplerini sorgulamıştır. Elbette tüm halk masallarında olduğu gibi iyi niyeti, hoşgörüyü, dayanışmayı, sevgiyi, emeği, fedakârlığı, sabrı yüceltmiş ve kendi özgün tarzını bu temellerde yeniden kurmuştur.
“Eğer çocuklarınızın zeki olmasını istiyorsanız, onlara masal okuyun. Eğer onların daha zeki olmalarını istiyorsanız, daha fazla masal okuyun.”
Alice Harikalar Diyarında
Lewis Carroll
Lewis Carroll ya da doğum adıyla Charles Lutwidge Dodgson, 27 Ocak 1832 tarihinde, Daresbury, İngiltere’de dünyaya geldi. On bir çocuklu kalabalık bir ailenin üçüncü çocuğu olan Caroll, ilk eğitimini evde, ailesinin yanında aldı. On iki yaşındayken Richmond School ile orta öğretime başladı ve daha sonra Rugby School’da eğitimini tamamladı. 1849 yılında Rugby School’dan ayrılan Caroll, 1851 yılında Oxford Üniversitesi’ne yazıldı. Okulda çalışkan bir öğrenci olmamasına karşılık matematik dalında gösterdiği olağanüstü başarılar sayesinde eğitimini sürdürmek için gereken bursu almaya hak kazandı ve Christ Church okulunda matematik doçenti olarak çalışmaya başladı.
Carroll, ilk olarak “Mischmasch” adlı dergide yayınlattığı eserlerini, 1854-1856 yılları arasında “The Comic Times ve Oxford Critic” gibi daha geniş kitlelere ulaşabilen dergilerde yayınlatarak edebiyat çevresinde adını duyurmaya başladı. 1986 yılında, Solitude adlı kısa hikâyesinde kullandığı Lewis Carroll takma adını, daha sonra bütün eserlerinde kullanmaya başladı. 1962 yılında, en büyük eseri olarak tanınan “Alice Harikalar Diyarında”nın temellerini atmaya başlayan Carroll, bu eseri aile dostları olan Henry Liddell’in kızı Alice Liddell’den ilham alarak tasarladı. Eser, ilk olarak 1965 yılında yayınlandı ve kısa sürede yazara büyük bir ün getirdi. “Alice Harikalar Diyarında” kitabıyla aklın, mantığın, matematiğin ve felsefenin derinliklerinde dolaşan Carroll’ın bu eseri, sadece bir çocuk kitabı olmaktan çok öte, felsefi bir metin olarak da görülmektedir.
Roman, Alice adında bir kız çocuğunun, bir tavşanı izlerken tavşanın girdiği delikten içeriye düşmesiyle başlar. Tavşanın peşine takılan Alice, bir anda kendini garip bir dünyada bulur. Küçük delik bir anda büyüyüp ve Alice’i fantastik bir dünyanın içine çekivermiştir. İçtiği her şey onu ya küçücük yapıyor ya da dev gibi büyütmektedir. Kendi gözyaşlarından oluşan kocaman bir denizde boğulmaktan kurtulup, komik bir çay partisine katılan Alice birçok hayvan, konuşan oyun kâğıtları ve pek çok masal kahramanıyla tanışır. Hikâyede bir sürü konuşan hayvan vardır. Bu hayvanlardan en önemlileri beyaz tavşan, kedi, şapkacı ve tırtıldı. Bilge tırtıl Alice’e eve nasıl dönebileceğini söyleyecektir. Ancak Alice’in bu hayal dünyası bir ağacın dibinde uyanması ile sona erer
“Lütfen bana hangi yolu izlemem gerektiğini söyler misiniz?
Bu nereye gitmek istediğine göre değişir, dedi Kedi.
Aslında nereye gittiğim pek umurumda değil… dedi Alice.
O zaman hangi yolu izlersen izle, fark etmez, dedi Kedi.
…bir yere varayım yeter, diye tamamladı Alice sözünü.
Ah, bundan kuşkun olmasın, kesinlikle bir yere varırsın, tabii yeteri kadar yürürsen.”
Heidi
Johanna Spyri
Johanna Spyri 12 Haziran 1827 yılında İsviçre’de doğmuştur. “Heidi” romanı ile tanınan yazar, babası bir köy doktoru olduğu için çocukluğunu kırsal bölgede doğa ile iç içe geçirmiştir. Özellikle yaz aylarında sıkça bulunduğu kırsal bölgelerdeki gözlemlerini kitaplarına başarılı şekilde aktarmıştır. Yazarın ilk kitabı, “Vrony’in Mezarı Üzerindeki Yaprak”dır. Fakat popülerliği “Heidi” kitabı ile yakalamıştır. Spyri’nin çocuk psikolojisinden çok iyi anlaması, yapıtlarına üstün bir değer, bitmez bir ilgi kazandırmıştır. “Heidi” adlı romanında, İsviçre Alplerinde büyükbabasıyla birlikte yaşayan, keçi sürüsü güden, öksüz bir kız çocuğu anlatılmıştır. Kentte, yürüyemeyen sakat bir kız çocuğuna arkadaş olarak götürüldüğünde Heidi dağlardaki yaşamını, hasta olacak kadar özler ve yeniden büyükbabasının yanına döner.
Kentteki sakat arkadaşı, Heidi’nin ziyaretine gelip yanında kaldığında yürümeyi başarır ve sakatlığı geçer. Romanda; doğa, yetkin bir dille ve duygusal bir övgü içinde anlatılmıştır. Spyri’nin çocukların neşeli ve üzüntülü dünyalarına girebilme ve onlara erişebilme yeteneğiyle bunları yalın bir biçimde yansıtabilmesi kitaba büyüleyici bir değer katmış ve Heidi karakterini en önemli çocuk klasikleri arasına katmıştır.
“Heidi akşam olunca uyumaya odasına gitmiş ve sabaha kadar deliksiz uyumuş güzel rüyalar görmüş. Sabah uyandığında da çok güzel bir köpek ile tanışmış, köpeğin adı Josephmiş. Daha sonra Alp dağlarında gezmeye giden Heidi keçilerini otlatan Peter’le tanışmış. Heidi ben burada dedemin yanında yaşayacağım artık demiş. Peter’i çok sevmiş. Bundan sonraki günlerde Peter keçilerini otlatırken Heidi’yi de yanına alıyormuş. Birlikte dağlarda koşmuşlar, Peter ona keçi çobanlığını öğretmiş, Heidi yeni öğrendiği şeyler sayesinde çok mutlu oluyormuş. Heidi yaz boyu dağlarda koşup oynarken bir yandan da dedesine yardım ediyormuş.”
Dede Korkut Hikâyeleri – Dirse Han Oğlu Boğaç Han
Dede Korkut, Oğuz Türklerinin eski destanlarında yüceltip kutsallaştırılmış; bozkır hayatının geleneklerini ve törelerini çok iyi bilen, kabile teşkilatını koruyan yarı efsanevi bir bilgedir. Türklerin en eski destanı olan “Dede Korkut Hikâyeleri”nin anlatıcı ozanıdır. Adı, tarihî kaynaklarda ve çeşitli Oğuz rivayetlerinde kimi zaman sadece “Korkut”, kimi zaman “Korkut Ata” olarak geçer; Batı Türkçesinde “Dede Korkut” olarak da anılır. Dede Korkut, yazılı kaynaklarda hükümdarlara vezirlik, müşavirlik yapmış bir Müslüman Türk velisi olarak tanıtılmıştır. Oğuzların İslâm’ı kabul edişlerinden önceki dönemlerin bir kâhini olduğu, İslâmlaşma sürecinde kültürel değişime paralel olarak bir evliya kimliğine büründüğü düşünülür.
“Dirse Han Oğlu Boğaç Han”, Bayındır Han’ın hükmettiği halkına her sene düzenlediği şölene giden Dirse Han’ın çocuğu olmadığı için Kara Otağa oturtulması ile başlar. Dirse Han’ın karşılanma sırasındaki duygu ve düşünceleri ile daha sonra doğan oğlu Boğaç Han’ın kahramanlıklarının anlatıldığı Dede Korkut hikâyesidir
Bayındır Han yönettiği halkı için her sene büyük şölen düzenlermiş. Bu şölenlerin birinde gelecek konukları için üç ayrı çadır hazırlanmasını ve konukların bu çadırlarda ağırlanmasını emretmiş. Bunlar Ak, Kızıl ve Kara çadırlarmış. Ak çadır oğlan çocuğu olanlar, Kızıl çadır kız çocuğu olanlar, Kara çadır ise hiç çocuğu olmayan konuklar içinmiş. Bayındır Han çocuk sahibi olmayan kişileri Tanrının lanetledikleri olarak görürmüş. Dirse Han’ın ise çocuğu yokmuş. Yanında kırk adamıyla geldiği için bu davranış zoruna gitmiş ve hanımına hesap sormaya karar vermiş. Hanımından hesap sorarken kendini öğüt dinlerken bulmuş. Ama öğüdü de tutmuş ve büyük bir yemek düzenlemiş. İnsanlara yardım etmiş, hayır dualarını almış. Sonunda sağlıklı bir oğlu olmuş.
Oğlan büyümüş ve Bayındır Han tarafından düzenlenen bir şölende ipinden kurtulan büyük boğasıyla güreşmiş. Kuvvetli yumruğuyla boğayı dizginlemiş ve yenmiş. Bu yiğitliği ile nam kazanıp Dede Korkut’un iltifatını kazanmış ve adı Boğaç Han olmuş. Oğluyla gurur duyan babası tarafından da ödüllendirilmiş. Bunu kıskanan babasının kırk adamı fesatlıkla babasına Boğaç Han’ı kötülemişler ve düzenlenen bir av partisinde türlü oyunlarla Boğaç Han’ı babasının vurmasını sağlamışlar. Annesinin sütü ve dağ çiçeği Boğaç Han’ın yarasına derman olmuş ve iyileşmiş. Boğaç Han’ın iyileşmesinden ve kendilerinden öç almasından korkan kırk hain, Boğaç Han’ın babasını da zorla yanlarına alarak kaçmışlar. Yanına kırk yiğit alarak kaçırılan babasını kurtarmaya giden Boğan Han, hainleri yenip babasını kurtarmış. Kendisini kurtaran Boğaç Han’a babası Dirse Han taht vermiş ve bu destansı hikâye de böylece sona ermiş
“Masallar çocukların hayatlarında onların yollarını aydınlatan, hangi yoldan gitmesi gerektiğini gösteren bir ışık ve aslında gerçek yaşamdaki olayların fantastik bir boyutta ele alınışıdır. Çocuklara bu hayatta kötü şeylerin herkesin başına gelebileceğini anlatırlar. Bu nedenle masallar onların duygusal olarak hayata hazırlanmalarında etkin bir rol oynamaktadır.”
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı