Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Değerli tiyatro sanatçısı Almıla Uluer ile tiyatroya, sanata ve sanatçıya dair sıcacık bir sohbet gerçekleştirdik.
Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz?
1975 yılında doğdum. Memur bir ailenin çocuğuyum ama babam, denize ilgisinden ötürü memuriyetinin yanında yelken antrenörlüğü de yapıyordu. 12 yaşımdan itibaren ben de yelken yapmaya başladım. 5 sene yelken milli takımında yarıştım ve Türkiye’de dereceler aldım. Nedense kendimle, çocukluğumla ilgili en belirleyici özelliklerden birinin bu olduğu hissi var bende. Benim için çok kıymetli bir şey deniz, tabiat… Zaman zaman yarıştığım dönemleri de özlüyorum. Daha sonra 17 yaşında konservatuvarı kazandım. İstanbul’a geldim ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı’nda eğitimime başladım. 21 yaşında da üniversiteden mezun oldum ve meslek hayatım başladı.
Tiyatroya nasıl başladınız?
Konservatuvar okumak hiç aklımda olan bir şey değildi. Ben hukuk okumak, özellikle de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazanıp avukat olmak istiyordum. Fakat lise birinci sınıfta karşıma bir tiyatro grubu çıktı. Marmaris’te bir tiyatro ekibi yelken kulübümüzün salonunu kullanmak için izin istedi, babam da kabul etti. Ben o sıra antrenman yapıyorum, onlar da salonda çalışıyorlar. Sürekli gözüm takılıyor, bunlar ne yapıyor diye merak ediyorum. Ben bakınıyorum diye ekibin yönetmeni beni çağırdı ve ekibe katılmamı söyledi. Düşündüm, babama sordum o da tamam git bakalım, dedi. Ekibe katıldım ve çok da zevk aldım. Fakat ben tiyatro oyuncusu olacağım demedim. Lise son sınıfa geldiğimde, deli gibi üniversite sınavına hazırlanıyorum. Hâlâ hukuk okumak istiyorum. O sırada okulda bir tiyatro oyunu hazırlanacak, edebiyat öğretmenimiz benim daha önce tiyatro oyununda oynadığımı bildiği için sen de oyuna katıl, dedi ve bana başrolü verdi.
Tiyatro Bir Kez Daha Kanıma Karıştı
O oyunla bir kez daha kanıma karışmış oldu tiyatro. Ardından babama ben konservatuvara girmek istiyorum dedim. Babam da kızım çok zor işler bunlar, sen üniversite sınavına bir gir, bakalım kazanacağın bölüme göre tekrar konuşuruz, dedi. Üniversite sınavına girdim, Hukuk fakültesini kazanırsam konservatuvara gidemem diye de bazı soruları bilerek boş bıraktım. Ertesi gün konservatuvar sınavı var, koştura koştura İstanbul’a geldim, sınava girdim ve 2 gün sonra da ilk sınav sonuçları açıklandı, 2. elemeye kalmışım. Sonra 2. elemede de kazanınca sevinçle babamı aradım, “Baba, inanmayacaksın ama ben konservatuvarı kazandım” diye. Ne özel ders aldım ne de bu konuda birinden tavsiye… Cevher mi kendine güven mi bilemiyorum. Daha sonra bir konuşmamızda –onun müsaadesiyle kullanıyorum- Zeliha Berksoy bana, “Bir çocuk sınava girdiğinde daha sahneye yürürken anlarız onun ne olduğunu.” dedi. Muhtemelen başarılı bir sporcu olmanın getirdiği bir şeydi bu. Ben başarılı bir sporcu olmanın insana yaşama dair cesaret ve özgüven verdiğini düşünüyorum.
Başarmanın ne demek olduğunu erken yaşlarda öğrenmek size bu konuda avantaj sağladı sanırım?
Aynen öyle… İşte o yüzden de bütün çocukların, küçük yaştan itibaren muhakkak bir sporla ilgilenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunu kendi hayatımdan yola çıkarak ve kendi tecrübelerime dayanarak söylüyorum. Ama söylediğiniz çok doğru, başarma hissini bilmek önemli. Milli takıma girdiğimde 12 yaşındaydım, o yaşta milli takıma girmeyi başarmak, başarabiliyor olduğunu görmek demektir. 12 yaşında bir çocuk için bundan daha kıymetli bir şey olabilir mi?
Bu çocuklara hem özgüven sağlıyor hem de başarmayı normalleştiriyor. Normalleştiği zaman da ulaşılması zor olmaktan çıkıyor. Yetişkinliğinizde başaramama ihtimalinizi kabul etmeye başlıyorsunuz. Hayat size bunu bir şekilde öğretiyor. Ama ruhunuza yerleşmiş olan o başarma duygusu artık sizi terk etmiyor. Ve de çok ciddi bir disiplin sağlıyor hayatınızda. Sporun sağladığı disiplin, hayatın her alanında çok işinize yarıyor. Tiyatro oyunculuğu da çok fazla disiplin gerektiren bir meslek ve sporun bana sağladığı disiplin, benim tiyatrodaki en önemli araçlarımdan biri. Oyuncunun hayatı oldukça uzun bekleme sürelerinden oluşuyor. O bekleme sürelerinde de çalışıyormuş gibi disiplininizi sürdürmek zorunda olduğunuza inanıyorum. Ben öyle yapıyorum. Kendime yatırım yapmaya kendimi geliştirmeye devam ediyorum. Fiziksel olarak oyunculuğunuzu sıcak tutabilmenin bir yolu yok ama ruhunuzu sıcak tutabilmenin, oyunculuğa, oyuna hazır tutabilmenin yolları var. Çok okumak, çok izlemek gibi…
Herkes Gerçeğin Peşinde
Bir oyun için hazırlıklar ne kadar sürüyor? Oyun öncesi gerçekleştirdiğiniz bir rutininiz var mı?
Hayır, öyle bir rutinim yok. Bu sezon oynadığımız “Bir Zamanlar Gazinoda” oyunu bir komedi, “Küllerin Arasından” bir melodram. “Küllerin Arasından” biraz daha içsel yoğunluk gerektiren bir oyun. Dolayısıyla öncesinde zihnimi hazırlıyorum oyuna. Ama mesela 8-9 yıl önce Zeliha Berksoy’un sahneye koyduğu, tek kişilik bir oyun olan “İsmene” ciddi ön hazırlık gerektiren bir oyundu. Tiyatroya gidene kadar bütün gün klasik müzik dinliyordum. Çünkü 2000 yıldır insanlık tarihine tanıklık eden bir kadını oynuyordum. Ruhumu, aklımı, o geceye, o geceki performansa hazırlayabilmek için bütün gündelik yaşamdan sıyrılmam, gündelik yaşamla bütün ilişkimi kesmem gerekiyordu. 1 saat 20 dakika gibi bir süre aralıksız konuşuyorsunuz ve seyirciye aktarmanız gereken bir felsefe var. Dolayısıyla kendinize, metine, içinde bulunduğunuz zamana, 2000 yıllık zamana, yazarın ruhuna çok iyi hâkim olmanız gerekiyor.
Her zaman inandığım bir şey var: Oyunculuk akılla ve ruhla yapılır. Zannedildiğinin aksine sadece duyguyla yapılan bir şey değildir. Eğer aklınızı kullanarak rolü doğru çözmüş ve yorumlamışsanız, duygu zaten kendiliğinden çıkıyor ortaya. Yani benim için sıralama akıl, ruh ve duygu…
Tiyatroda bir rolle seyirciyi etkilemenin sizce en temel yolu nedir?
Ne kadar gerçeksiniz seyirci görüyor ve o kadar sizden yana olup sizinle birlikte duygulanabiliyor, sizinle birlikte aklın yolunu bulabiliyor. Çünkü bazen seyircinin duygularına bazen de aklına seslenirsiniz. Ama bunun için ilk ve en zor şart gerçek olmak. Zaten oyunculuk da son dönemde daha hızlı olmakla birlikte, 15-20 yıldır bu yöne eğildi. Artık herkes gerçeğin peşinde. Siz oyuncu olarak ne kadar gerçekseniz, seyirci tarafından da o kadar sahipleniliyorsunuz. Benim için aklın, ruhun ve duygunun zaten varmaya çalıştığı yer de o gerçeklik.
Tiyatronun sizdeki karşılığı nedir ve sahnede olmak sizin için ne ifade ediyor?
Hayatımı bu mesleği yaparak kazanıyorum. Bu mesleğin özelliklerinden ötürü pek çok kazanımım ve pek çok kaybım var, her meslekte olduğu gibi… Mesleğimi çok seviyorum ve kişisel olarak sevdiği bir mesleğe sahip olan şanslı azınlıktan olduğumu düşünüyorum. Bu çok kıymetli bir duygu.
Oyunculuk alanında en çok kimden, ne öğrendiniz?
Öncelikle beni yetiştiren babamdan, merhametli ve vicdanlı olmayı öğrendim. Çok kabuklu, çok sert görünürdü ama içi yumuşacıktı, denizkestanesi gibi bir adamdı. Sonra okuldaki hocalarımdan çok şey öğrendim. Müşfik Kenter’den sahnede insan olmak gerektiğini öğrendim. Derdi ki: “Ne olursa olsun sahnede yaratık olmayın… İnsan olun… Ne oynarsanız oynayın fark etmez. Son derece sıra dışı bir rolü de oynayabilirsiniz. Yine de insan olmak zorundasınız. Çünkü karşınızda seyirci olarak insan var. Biz insanlara seyretmeleri, anlamaları ve faydalanmaları için bir şey yapıyorsak önce sahnede insan olabilmeliyiz.” Sonra Zeliha Berksoy’dan çok şey öğrendim. Okuldan sonra da devam etti bizim ilişkimiz. Dolayısıyla ondan aldığım eğitimim de devam etti. Hocamın vermek için benim de almak için gönüllü olduğum bir ilişkiydi bu. Hâlâ devam ediyor ve benim hayatımın en kıymetli ilişkilerinden biridir. Oyunculuğun akılla yapılan bir iş olduğunu ondan öğrendim. Hakkını ödeyemem… Bir gün bana öğrettiği onca şeyin yanında dedi ki: “Yüreğinin zarını ince tut. Onu kalınlaştırışsan ne dışardan içeriye ne de içerden dışarıya bir şey sızar.”
Oğlumdan Bambaşka Şeyler Öğrendim
Bundan daha kıymetli bir bilgiye çok az rastlanır. Ben her ne kadar akılla yapıyoruz bu işi desem de kalbimizden de kopuk değil tabii ki işimiz… Akılla sadece yolumuzu buluyoruz. En nihayetinde vardığımız yer kalbimiz. Gerçekten şans bile diyemeyeceğim bir lütuf böyle bir ilişkiye sahip olmak. Benim ruhumun koruyucusudur, Zeliha Hocam. Mesleki olarak cevabını bulamadığım bir soruya denk gelsem ya da ruhumu sıkıştıran bir durum olsa hemen onu ararım. Her zaman yol gösterir bana.
Ve tabii eşimden çok şey öğrendim. Ondan iyi insan olmanın aslında o kadar da zor olmadığını öğrendim. Bazı kişilerin iyiliği maksatlıdır ya, Kerem’inki öyle değil, kendiliğinden bir iyiliği var. Son olarak oğlumdan da bambaşka şeyler öğrendim.
Sahnedeyken motivasyon kaynağınız ne oluyor?
Yok, ama şöyle anlatayım: Tüm prova döneminde ve oyuna başlamadan önce, oynadığım rolün oyunun içinde kapladığı alanı çok iyi tesis etmeliyim. Bunun için sağlam güzel bir metne ve sağlam bir yönetmene ihtiyacım var. Bir de iyi değerlendirilmiş bir prova sürecine ihtiyacım var. Benim motivasyonumu sağmala sürecimi bunlar oluşturuyor.
Başarılı bir oyuncu olmanın sizce sırrı nedir?
Yetenek dediğimiz şey doğarken yanımızda getirdiğimiz bir lütuf, bir armağan. Ancak çok çalışmazsak o lütuf çöp olur. Bu işin % 5’i yetenek ise % 95’i çalışmaktır. O yüzden disiplinli olmak ve çok çalışmak önemli. Sürekli öğrenmek ve çalışmak zorundayız. Her oyuncu başarılı başarısız fark etmez o rolü bekler. O bir tek projeyi, o bir tek rolü bekler hayatı boyunca. Ama esas önemli olan o rolün gelmesi değil, geldiğinde sizin hazır olmanızdır. Herkes aynı düzeyde yetenekli olacak diye bir şey söz konusu değil. Önemli olan akıl, çok istemek ve çok çalışmak.
Sizi en üretken yapan duygu nedir?
Mesleğimi sevmem ve öğrenmeyi bırakmamış olmam. Çünkü bir şey üretebilmeniz için bir şeyleri biliyor olmanız gerekiyor. Karşınıza bir fırsat çıkmışsa, yeni bir rolü çalışıyorsanız, neyi bildiğinizi veya bilmediğinizi de sınıyorsunuz. Üretirken de eksiğimi tamamlayabilmek bu işi benim için çok kıymetli yapıyor. Mesleğe bir şey katmak önemli ama mesleğin de size manevi olarak bir katkı sağlıyor olması gerekiyor.
Gülmek Bilince Saldırının Bir Reaksiyonu
Sahnedeyken yaşadığınız ve unutamadığınız bir anınızı bizimle paylaşabilir misiniz?
Bir sürü var ama bir tanesini anlatayım. Eşim Kerem Atabeyoğlu ile bir oyun oynuyoruz. Kerem’e doğru makineli tüfek gibi söylediğim aşağı yukarı 10-12 cümlelik bir repliğim var. Çok hızla ve onun konuşmasına asla fırsat vermeden, tek nefeste söylüyorum. Kerem bunu yaptığıma inanamayarak, beni dinledi dinledi, araya girmeye çalıştı, giremedi ve en nihayetinde repliğimi bitirdikten sonra “Allah kocanıza sabır versin.” dedi. Oyunun galası, salonun tamamı bizim karı koca olduğumuzu biliyor. Ben hiç beklemiyordum böyle bir şeyi. Kahkaha attım. Seyirci de gülmeye başladı, seyirci gülünce ben daha çok güldüm, benim gülmeme seyirci güldü, derken bir anda oyun falan kalmadı ortada. Benim için sahnede en büyük tehlike güldürülmem. Yani şöyle söyleyeyim 3,5 saatlik bir oyunu takır takır bir an bile boşa çıkmadan götürebilirim ama beni güldürmeyin. Güldürdüğünüz anda ne oyun kalıyor ne seyirci kalıyor. Aslında şundan kaynaklanıyor, çok sevdiğim bir arkadaşımın dediği gibi gülmek bilince saldırının bir sonucu. Bir durum bilincinize saldırdığı zaman bilinç buna gülerek reaksiyon veriyor. Hınzır Kerem’in söylediği söz de oyun akışının dışında ve aslında gerçeğin ta kendisi. Gülmememe imkan yok. Çünkü bilincimi tamamen oyuna teslim etmişim, oyunun gerçekliği kırılınca da gülerek reaksiyon veriyorum ve durduramıyorum. Ama sonuç olarak Kerem’in muzipliğine seyirciyle beraber çok güldük.
Hiç mesleğinize dair pes ettiğiniz, geri çekilmek istediğiniz bir dönem oldu mu?
Olmaz olur mu? Birçok kez oldu hem de. Mesleğimi gerçekten çok seviyorum, mesleği sevmek ve o sırada mesleği yapmak zor değil ancak bazen bekleme süreçleri zor. Her ne kadar o bekleme süreçlerini mesleki açıdan kendinizi yetiştirmek ve eksiklerinizi tamamlamak için organize etseniz bile yine de bir bekleme süreci var. Ve gerçekten çok yıldığım bekleme süreçleri oldu, meslek hayatımda. Sadece bir kere konservatuvarın birinci yılının sonunda bırakmayı düşündüm, çünkü çok şaşırmıştım. Konservatuvar ileride birlikte çalışacağınız meslek arkadaşlarınızla bir arada olduğunuz o hayatın küçük bir modeli. 12 yaşında yelkene başlayıp milli takıma girince 5 yılımı denizde geçirdim. 17 yaşında üniversiteye başladım. Bu hayatımın üçte biri eder, o yaşta hayatımın üçte birini denizde, bir teknede tek başına geçirmişim. Sonra birden bire acayip bir insan ilişkisi ağının içine girdim ve dolayısıyla zorlandım. Doğal olarak çok bocaladım ve o dönemde evet vazgeçtim. Ama çok yüz vermedim bu duruma ve geri döndüm.
Oyunculuğun sizi besleyen tarafları neler?
Oyunculuk her konuda öğrenme iştahımı açık tutuyor. İnsanı ilgilendiren her şeye merakımı açık tutuyor. İnsanı iyisiyle kötüsüyle anlamak ve kabul etmek konusundaki ilgimi açık tutuyor. Çünkü anlamak başka şey, kabul etmek başka bir şey. Bütün zayıflıklarıyla, zaaflarıyla, taşkınlıklarıyla, zorbalıklarıyla, şefkatiyle, merhametiyle insanoğlunu anlamak ve kabul etmek. Ne olduysa ne olabildiyse bugüne kadar onu kabul etmek. Daha yolum var ama bu konuda, her şey o kadar kolay kabul edilmiyor.
Sorulması Gereken Soruyu Sormak İçindir
Sanat ne içindir? İnsan neden “Sanat” yapar?
İnsan hayatı tanımlayabilmek için sanat yapar, sebeplerinden biri bu olabilir. Sadece hayatı demeyeyim ama en önce hayatın cevap veremediği sorulara cevap bulabilmek içindir. Bu yüzden sanat eğitimin bir uzantısıdır, diyorum. Sorulması gereken soruyu sormak içindir… Çünkü bazen bazı soruları sormak aklımıza gelmez. Hâlbuki o doğru soruyu sorabilirsek, sıkıştığımız noktadan çıkarız. Sanat aslında o soruyu sorar. Yani ille de cevap vermesi gerekmiyor sanatın, hatta hiç öyle bir yükümlülüğü yok. Ama doğru soruyu sorabilmeli sanat ve siz de kendi meşrebinizce, ihtiyacınız doğrultusunda doğru soruya cevabı verirsiniz. Önemli olan soruyu bulmak çünkü sorusuz bir cevap işe yaramaz. Yani sanat, soru sormak içindir diyebiliriz.
Sanata sanatçıya ilgi ve duyarlılık ne durumda ve sizce sanat nasıl gelişir?
Sanat, bir ihtiyaç hâline gelirse ve eğitimin uzantısı olduğu fark edilebilirse gelişir. Bugünden yarına olabilecek bir şey değil uzun vadeli bir çalışmadır, sanat bilinci çocuklarımıza okullarında layıkıyla aşılanabilirse, yetişkinliklerinde sanata ihtiyaç duyan, değerini anlayan bireyler olacaklardır. Sanat ancak o zaman geniş kitleler üzerinde olumlu etkisini gösterir. Unutmamalıdır ki sanat nadir rastlanan bir şeydir.
Küçüklüğünüzden beri sahip olduğunuz bir takıntınız ya da alışkanlığınız var mı?
Yaşamak diyebilirim.
Güçlü bir karaktersiniz. Zor dönemlerinizde güçlü kalmayı nasıl başarırsınız?
Diyalektik bilinci ile. Hayat bir döngüdür. Bugün çok büyük bir buhrandan geçebiliriz. Ama bu bitecek ve aydınlık bir gün gelecek. Her gecenin bir sabahı sonra her sabahın bir gecesi var. Sonra tekrar sabah, sonra tekrar gece bu bir döngü… Ve hayatta mutluluk anlarını nasıl coşkuyla kucaklıyorsak zorluk anlarını da şikâyetle karşılamamak gerekiyor. Elbet geçeriz onun içinden evelallah demek gerekiyor. Allah dağına göre kar verir. Allah hiç birimize taşıyamayacağımız yükü vermez, ben buna inanırım.
İnsan Her Zaman Sınırlarını Sınayamıyor
İyi bir okur musunuz?
İdim. Son zamanlarda değilim maalesef. Anne olduktan sonra okumak, günlük programımın içinde biraz daha az yer kaplamaya başladı. Eskisi kadar iyi bir okur olduğumu söyleyemeyeceğim. Şimdi okuyarak öğrendiğim şeylerin yanına, oğlumdan öğrendiğim şeyler geldi. Bir kere oğlumla beraber sınırlarımı öğrendim. Bunu hiçbir kitap size öğretemez. Anne olmak ve anne olurken kendiniz hakkında öğrendiğiniz şeyler inanılır gibi değil. Yeter ki öğrenmeye açık olun. Annelik çok zor bir şey, en zor büyüyen, en geç büyüyen, büyürken en çok yardıma, desteğe, bakıma ihtiyacı olan şey insan yavrusu. Çok zor bir süreç annelik ama sadece bir çocuğa birey olmayı ya da hayatta kalmayı öğretmiyorsunuz bu arada siz de onunla beraber bir şeyler öğreniyorsunuz. Belki en çok siz öğreniyorsunuz. Zaten eğer o süreçten bir şey öğrenemezseniz, öğretebilmenize imkân yok.
Çünkü annelikte, öğrenmek ve öğretmenin karşılıklı bir süreç olduğunu anladım. O ilişki içinde kim öğreniyor kim öğretiyor biraz karışıyor bazen. Öyle de olması gerektiğini düşünüyorum. Bunun güzel bir denge olduğunu düşünüyorum. Annelik dönemimde eskisine göre daha az okudum ama hiç önemli değil. Dediğim gibi kendi sınırlarım ile ilgili şeyler öğrendim. İnsan her zaman sınırlarını sınayamıyor.
Okurken nelere dikkat edersiniz?
Bir yazar çok fazla şahsi yazmışsa bundan çok hoşlanmayabiliyorum. Düşmanca yazılan şeylerden hoşlanmıyorum. Bana bildiğimi zannettiğim şey hakkında farklı bakış açısı sunabilen şeyleri daha çok seviyorum. Hem yeni bir şey öğrenmek istiyorum hem de ne kadar az şey bildiğimi görmek istiyorum. Bildiğimi zannettiğim şeylerle sınanmak isteyebiliyorum kısacası.
Güzel Bir Akıl Görmek İstiyorum
Nasıl bir izleyicisiniz? İzlerken nelere dikkat edersiniz, neler ararsınız oyunda?
İnanır mısınız ben de bu aralar estetik peşine düştüm. Gün içinde çok yoruluyorum ve biraz kafamı dağıtacak şeyler izlemek, güzel şeyler görmek istiyorum. Bahsettiğim güzellik sadece fiziksel anlamda değil. Güzel bir akıl görmek istiyorum, güzel bir kadın görmek istiyorum, erkek görmek istiyorum, güzel bir ağaç görmek istiyorum, güzel bir ev görmek istiyorum, güzel bir taş görmek istiyorum. Çünkü estetik ihtiyacım var, zaten betonun için yaşıyoruz. Dolayısıyla bir ekrana bakıyorsam hiç olmazsa güzel bir şey görmek istiyorum. Gerçek olup olmaması umurumda bile değil, hatta gerçek olmasın. Oğlum Altan’la oturup çizgi film izliyorum, o da gerçek değil. Gerçek değil ama orda izlediğimiz şeyi durdurup, “gerçek” üzerine sohbet ediyoruz. O yüzden de ben bir şey izlediğim zaman evet güzel bir şey görmek istiyorum. Gerçeğin çok güzel gösterildiğini ya da çok güzel saklandığını görmek istiyorum. O işi yürüten o işi ortaya çıkartan aklın ne güzel işlediğini görmek istiyorum, hep güzel var bakın içinde ve bu fiziksel bir şey değil.
En sevdiğiniz tiyatro oyunun adı?
En sevdiğim diyebileceğim bir şey yok. Çünkü birinin bir yanını severim diğerinin başka bir yanını. Dolayısıyla hiç öyle düşünmedim ve bu pek cevap verebileceğim bir soru değil.
Bir başucu kitabınız var mı?
Bir yazarım var, Ursula K. Le Guin, 90 küsur yaşında Amerika’da yaşamış, Sicilyalı bir kadın. İki sene önce ardında bir yığın harika roman bırakarak öldü. En garip, en ihtiyaç duyduğum zamanlarda onu okurum ve böyle çaktırmadan uzanıp ruhumdaki bir şeyi eliyle düzeltiverir. Ama bunu çaktırmadan yapar, asla didaktik değildir. Dönüp dönüp okurum, çok fazla romanı vardır ve fantastik edebiyatın en önemli yazarlarından biridir benim için.
Oğlum Muhteşem Bir “Queen” Hayranı
Dinlemekten en çok keyif aldığınız müzik türü?
Caz ve klasik müziği dinlemeyi çok severim. Pop da dinlerim ara sıra. O sırada neye ihtiyacım oluyorsa onu dinliyorum. Bazen düşünmeye sakinleşmeye ve daha dingin bir zaman ihtiyacım olabiliyor. Klasik müzik dinleyebiliyorum. O bile bazen beni çok hareketlendirebiliyor maksadına ulaşamıyor. Yani daha çok şu tür değil de o an ihtiyaç duyduğum besteciler yorumcular olabiliyor. Bazen bakıyorsun bir kadın vokal caz dinlemek istiyorum, seçenekleri değerlendiriyorum. Bazen bir erkek yorumuna ihtiyacım oluyor, onu değerlendiriyorum. Bazen de klasik müziğin bir zamanına bir bestecisine ihtiyacım oluyor, öyle değerlendiriyorum. Bu aralar sıklıkla “Queen” dinliyoruz oğlumla. Muhteşem bir “Queen” hayranıdır kendisi, “We Will Rock You” şarkısını açıp mutfakta dizlerinin üzerinde kayıyor.
En sevdiğiniz şehir?
Eskiden olsa buna bir cevabım olurdu. Ama artık öyle değil. En sevdiğim şehir diye bir şey kalmadı. Sevdiğim ve yanında huzur bulduğum insanlarla olduğum sürece bana yeter. Eşimle, güzel oğlumla, eşimin güzel kızıyla huzurlu, mutlu bir şekilde bir arada olayım, karşılaştığımız zorlukların üstesinden gelecek gücümüz yerinde olsun, orası en güzel şehir işte.
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı