Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Madem sinema bir silah, bir propaganda ve eğitim aracı; o hâlde yok saymak yerine bu imkânı faydalı bir şekilde kullanmanın gereğini idrak etmeli.
Sinema, çok güçlü bir anlatım formu. Dünyanın ortak dili ve adeta bir bacasız fabrika. Sinema; izleyiciyi eğlendirmeyi amaçlarken öte yandan reel hayatta karşılaştığımız olayların benzerlerini, beyazperdeye aksettirerek bu tarz durumları daha objektif değerlendirebilmenin, mümkün olduğunu da öğretiyor bizlere.
Amerikan film endüstrisinin en önemli sinema ödülleri olan Akademi Ödülleri’nde geçtiğimiz sene en iyi kadın oyuncu oscarını ;“Three Billboards Outside Ebbing Missouri” filmindeki rolüyle Francis McDormand aldı. Film; izleyiciyi sadece sürpriz finali, oyunculuk kalitesi ve sahici senaryosu ile değil, country tarzındaki müzikleri ile de sarsıyor. Sinemanın altın kuralı dediğimiz ‘sahicilik’ unsuru bu filmin en belirgin hatlarından biri. Çünkü, burada hiçbir karakter tamamıyla siyah veya tamamıyla beyaz değil. Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi. Hepsinin de hem insani hem şeytani yönleri izleyiciye sunulmuş. İnsanoğlunun iyilikten kötülüğe, kötülükten iyiliğe nasıl evrilebileceğine şahit oluyoruz. Ayrıca günlük hayatta bireylerin sık sık yaşadığı mantık-duygu arası git-gellerin kırıldığı anların, ağır ağır, dozunda, sürükleyici, mini aksiyonlar eşliğinde izleyiciye aktarılması da oldukça başarılı.
Film; genç yaştaki kızını bir cinayete kurban veren ellili yaşlarda bir annenin, adalet arayışını anlatıyor. Yerel yetkililerin duyarsız olduğunu düşünen anne, yaşadığı şehrin çıkışında üç reklam panosunu kiralayarak bu durumu ifşa eder. Bu yaptığı hareket sonrası, şehrin polis güçleri ile anne arasında bir gerilim süreci başlar. Film; bir annenin kızının katilini bulmak için giriştiği insanüstü çabayı anlattığı kadar o duygusallık ve öfkeyle insanoğlunun adalet terazisinin, nasıl şaşabildiğini de gözler önüne seriyor. İzleyici filmin ilk dakikalarından itibaren anne ile duygudaşlık kurarak taşralı yerel kanun güçlerinin duyarsızlığı karşısında önce öfkeye kapılıyor. Filmin ilerleyen dakikalarında, annenin takıntılı olduğunu ve duyarsızlıkla suçladığı karakterleri, nasıl yanlış tanıdığını hep birlikte görüyoruz.
Peşin hükümlü olmanın, adalet terazisine duygusallığı katmanın, yaşanan kötü olaylarda adaleti sağlamak bir yana, başka adaletsizliklere ne şekilde sebep olabileceğini anlayabiliyoruz. Filmi izlememiş olanların seyir keyfini tatsız sürprizlerle bozmamak adına; bu filme ilişkin notlarımıza burada bir nokta koyalım.
Akademi Ödülleri’nde bir sonuç alamasa da aday filmler arasında yer alan ve nispeten benzer bir temaya sahip, dikkat çekici bir yapım 2007 yapımı “Gone Baby Gone” adlı filmdi. Uyuşturucu müptelası, alkolik genç bir anne, şehrin ucuz dedektiflerinden birinin kapısını çalar. Ona, henüz üç yaşında olan çocuğunun kayıp olduğunu ve yerel yetkili lerin bu konuda doğru dürüst bir çaba göstermediğini anlatır. Maddi durumu iyi olmayan anne, ucuza çalışan bir dedektifin kapısını çalmak zorunda kalmıştır. Hayatı; başarısızlık öyküleriyle dolu, başrol kahramanı dedektifimiz, bu olayı bir onur meselesi hâline getirir ve kayıp çocuğun bulunması için yoğun bir mesai harcamaya başlar. İlerleyen dakikalarda izleyiciyi şok eden kimi olaylar yaşanır ancak dedektifimiz asla pes etmez. Filmin finalinde, kahramanımız çok kritik bir karar vermek zorunda kalır: “Ya doğru hareketi yapacak ama bunun sonuçları muhtemelen kötü olacaktır veya yanlış olduğunu bildiği hamleyi gerçekleştirecek fakat bunun sonuçları da muhtemelen pozitif sonuçlar doğuracaktır.”
Nilgün BIYIKLI
Bu film bizlere, hayatımız boyunca almak zorunda kaldığımız veya kalacağımız kritik kararlarda, nasıl bir tercih yapmamız gerektiğine dair çok öğretici mesajlar veriyor. Kimi zaman doğru olanı yaptığımızda, üzülebiliyoruz. Mesela; çocuğumuzun ısrarla istediği, pahalı bir şeyi almamak gibi… Çünkü çocuğumuz bize tavır alabiliyor. Öte yandan isteğini yerine getirdiğimizde çocuğumuzla aramız iyi oluyor ama istediğini elde eden çocuk, kendisinin, geleceğini olumsuz etkileyecek bir sürece girmiş olabiliyor. Veya çok sevdiğimiz bir arkadaşımızın kötü bir hareketine duyarsız kalarak dostluğumuzu devam ettirebiliyoruz ama tepki verdiğimizde o dostluğu kaybediyoruz.
Peki, asıl olan ne? Doğru olanı yapmak mı, kazanmak mı? İzleyiciye “Erdemli olma” konusunda ince mesajlar ileten bu ve benzeri filmler, içinde tek bir dinî mesaj bulunmadığı hâlde adeta ahlâk sahibi olmanın önemini ve gerekliliğini anlatma başarısını gösteriyor. Günümüz neslinin hayatı kitaplardan değil, dizilerden ve filmlerden, hatta bilgisayar oyunlarından öğrenme eğiliminde oldukları düşünüldüğünde bu tür yapımların önemi daha da net görülüyor. Madem sinema bir silah, bir propaganda ve eğitim aracı; o hâlde yok saymak yerine bu imkânı faydalı bir şekilde kullanmanın gereğini idrak etmeli. İşte bu yüzden aileler; daha doğrusu ebeveynler filmleri ciddiye almalı, bu konuda bilinçli, seçici olmalı ve çocuklarına; hatta öğretmenler; öğrencilerine her daim kılavuzluk etmelidir. Etmelidir ki dünya daha yaşanası bir yere dönüşsün. Hepimiz aynı gemideyiz çünkü…
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı