Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Ülkemizde çok büyük bir hayran kitlesi var. Kültürel çeşitlilik olarak Hindistan ile benzeşen kısımlarımız olduğundan, özellikle Türk insanı onun filmlerini kendine çok yakın buluyor. Cumhurbaşkanımız da kendisini geçtiğimiz yıl ülkemize geldiğinde kabul etmişti.
Bazı oyuncular vardır ki filmleri çıksın da izleyelim diye beklersin. Ama bir adam filmde hem oynuyor, hem yönetiyor, hem de yapımcılığını yapıyorsa, genellikle o adamı tüm dünya bekler… Aamir Khan da bunlardan birisi.
“Time” dergisi tarafından dünyanın en yetenekli 100 insanı arasında gösterilen, ödül yağmuruna tutulan ama kazandığı hiçbir ödülü “Ben ödüle inanmam, gerçek hak eden ben değilim” diyerek almayan bu adama biraz yakından bakalım.
Yapımcı olan babasının evindeki sinema sohbetlerini dinleyerek büyüdü. “Yapımcı olan babası” deyince “Hee tamam, adam zaten zenginmiş, öyle olsam ben de yapardım” diyenlere yazıyı burada bırakıp kendileriyle yüzleşmeleri ve ağlamaya devam etmeleri için biraz zaman veriyorum.
Ağlama işlemi bittiyse devam ediyorum. Babası yetenekli, idealist fakat para kazanmayı hiç bilmeyen bir adamdı. Bunun için yoksulluk çektikleri bir çocukluk ve gençlik dönemi geçirdi. İlk rolünü ise 8 yaşında oynadı. 20’li yaşlarında oynamaya başladığı filmlerde ise peş peşe başarılar elde etti. Tüm filmlerini burada anlatmaya kalksam zaten sayfalar sürer, editörümden azar yerim. Bir de edebi yazıların arasında sırıtan bu gevşek dilim yüzümden bugün yarın dergiden atılırım diye tahmin ediyorum. Eğer bu yazıyı okuyorsanız, yine affedilmişim demektir. Aamir’e geri dönelim. Başarılı oyunculuğu ile birçok filme ödül kazandırması ve en çok kazanan oyuncular arasına girmesinin ardından sıra kendi filmlerini çekmeye geldiğinde asıl niyeti ortaya çıktı. O, insanların bakış açısını değiştirmeye kendini adamıştı. İnsanların at gözlüğü ile dünyaya bakmaları onu rahatsız ediyordu. Oyunculuğuyla birlikte yönetmenlik koltuğuna oturduğu ilk filmi olan Yerdeki Yıldızlar (Taare Zameen Par) filminde, öğrenme güçlüğü çektiği için aptal yaftası yiyen, babası ve öğretmenleri tarafından azarlanan bir çocuğun içindeki olağanüstü resim yeteneğini ortaya çıkartan idealist bir öğretmendi. Eğitim sistemine inceden göndermeler bu film ile başlıyordu. 3 idiots filmi ile eğitim sistemindeki yanlışların nelere mal olacağını bizlere gösterdi. (Bu arada İngilizceyi iyi bilenlerin bile az önce içinden “üç idiyıts” diye okuduğunu biliyorum.) Türkçeye “Üç Aptal” olarak çevrilen bu filmde, makine mühendisliğinde okuyan üç öğrencinin üniversite hayatı anlatılırken, ezbere dayalı eğitimin insan değil, mutsuz robotlar yetiştirdiğini perdeye aktardı. İşin ilginç yanı, aynı filmde bir sahnede kahkahalarla gülerken, beş dakika sonra ağlayabiliyorsunuz. Duygu geçişleri harika işleniyor. PK (Peekay) filminde ise yine at gözlüğü ile dünyaya bakan insanların biraz daha geniş bakmaları, her dinin mensuplarının birbirlerine hoşgörü ile yaklaşmaları öğütlenirken, din ve inanç sömürüsü yapan ve bundan milyonlar kazanan insanlar komik bir dille yerin dibine sokuluyor (Kendisinin de Müslüman olduğu biliniyor).
En yeni filmlerinden Dangal ise yine şunu söylüyor: “Yeteneğini biliyorsan üzerine git.” Kızlarını milli güreşçi olarak yetiştiren bir babanın kızlarıyla ilişkisini anlatırken, Karate Kid tadında bir motivasyon filmine şahit oluyoruz. Bu filmde hem göbekli, yaşlı bir babayı, hem de 25 yaşındaki kaslı vücuda sahip gençliğini canlandırıyor. Bunun için önce sürekli yiyip göbek yapıyor ve atlet giymiş kamyoncuya dönüşüyor. Ardından altı ay boyunca çalışarak 25 kilo veriyor, kas yapıyor ve bu kez Rambo’ya dönüşüyor. İşine karşı mükemmeliyetçiliği hayret edilecek seviyede. Zaten Bollywood piyasasında “Bay Mükemmelliyetçi” olarak biliniyor. Umut veren, motive edici ve kırmadan eleştiren filmlerle gençler başta olmak üzere tüm dünyanın gönlünü kazandı. O kadar tatlı ve hafif eleştiriyor ki kimse üzerine alınmayacak diye korkuyorum. Kendi yaptığı filmlerin ortak noktalarından birisi de, masalsı olması. Yeşilçam filmleri gibi genellikle mutlu sonla bitiyor.
Tek tarza bağlı da kalmıyor. Gerilim filminden aşk filmine, motivasyon filminden fantastik filme kadar birçok filmde oynamayı ve yapımcılığı deniyor. Örneğin Ghajini filmi psikolojik bir gerilim – aksiyon filmiydi ve vizyona girdiği sene en beğenilen filmlerden biri olmuştu.
Ülkemizde çok büyük bir hayran kitlesi var. Kültürel çeşitlilik olarak Hindistan ile benzeşen kısımlarımız olduğundan, özellikle Türk insanı onun filmlerini kendine çok yakın buluyor. Cumhurbaşkanımız da kendisini geçtiğimiz yıl ülkemize geldiğinde kabul etmişti.
Ama filmleri bir uzun ki sormayın. Bitmiyor arkadaş! Tamam, harika, efsane filmler, bakın ne güzel bedavaya övdük gene. Ama insanın da bir konsantrasyon sınırı var. Yüzüklerin Efendisi serisinin dışında hiçbir filme 3 saat şans tanımamış olan ben, onun filmlerini uyumadan izlemek için bir yol buldum (Evde denemeyin). Adamların dans edip şarkı söylediği kısımları atınca filmler 2 buçuk saate iniyor. Yemin ederim hiçbir şey kaybetmiyorsunuz. İnsan o kadar oynar mı yahu? Düğün TV’de bu kadar halay görmedim ben. “Merhaba!” diyorlar, beş dakika “Merhaba” şarkısı söylüyorlar. “Seni seviyorum” diyor, beş dakika aşk şarkısı söyleyip kırlarda koşuyorlar. “Nasılsınız?” diyor birisi, tüm mahalle bir olup oynamaya başlıyor. Ben bu olayı en son Ayşecik filminde görmüştüm. “Emeğe saygı!” diye çıkışması muhtemel arkadaşlar olacaktır. Filmin oralarını atlıyorum ama filmin sonunda da bir dakikalık saygı duruşunda bulunarak dengeliyorum saygıyı.
Emin Murat KILIÇ
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı