Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Kadın, çocuk, engelli ve gençlerin istismarının önüne geçilmesi ve/veya korunması için ayrıntılı düzenlemeler yapıldığı halde, neden bugün televizyon ekranlarında, gazete sayfalarında ya da sosyal medya portallarında istismar olduğunu düşündüğümüz görsel ve yazılarla karşılaşmaktayız?
İlk işaret fişekleri 19. yüzyılda atılan kadın hakları tartışmaları 20. yüzyılda büyük bir ivme kazanarak devam etti. Kadınların çalışma hayatına katılımı ile başlayan süreç, daha sonra sosyal hayatta daha çok görünme, siyasal alana dahil olma gibi farklı düzenlemelerle genişledi. Hukuka, işte tam da böyle yeni, dinamik, daha önce düzenlemeye konu olmamış alanlarda ihtiyaç duyuldu. Kadınların, hayata daha çok katılmasıyla, “Kadın hukuku” diyebileceğimiz bir literatür oluştu. Bu literatürün en dikkat çekici başlığı kuşkusuz istismar konusudur. Kişi haklarının önemi fark edildikçe, mahremiyet ve vücut dokunulmazlığının en temel insan haklarından olduğu gerçeği yerleştikçe, bu konuya ilişkin hukuksal düzenlemelerin de içeriği çeşitlendi ve kadınların yanı sıra, gençler, çocuklar ve engelliler gibi farklı saiklerle özel ilgiyi hak eden gruplara ilişkin özel düzenlemeler yapıldı.
Allah’a emanet mi yaşıyoruz?
Özetle söylersek, kadın haklarının teslimi, kadın, çocuk ve engellilerin istismarının önlenmesi ve faillerinin cezalandırılması konuları, gençlerin ruh ve beden sağlığının korunması konuları Türk Hukuku’nda çok ayrıntılı biçimde düzenlenmiştir. Pek çoğumuz şu hayıflanmayı duymuşuzdur; “Batı, kendi vatandaşına saygı duyuyor, sahip çıkıyor. Küçücük bir suç işleyen sittin sene başını hapislerden çıkaramıyor. Bizde öyle mi? Allaha emanet yaşıyoruz!” Bu önyargı, bize öğretilmiş çaresizliğin tekrarından başka bir şey değil…
Burada yasal düzenlemelerimizden birkaç örnek vereyim. Yasal düzenlemelerin hepsini tek tek anlatmak bu yazının kapsamını ve amacını aşar. Ben daha çok bir şekilde kamuoyunun dikkatini çekmiş hususları örneklendirmeye çalışacağım.
Hani, araba reklamlarında mayolu kadın mankenlerin ne işi olur diye sıklıkla duyduğumuz bir eleştiri vardır ya, bu konuda birkaç farklı düzenleme mevcuttur. 6112 sayılı RTÜK Kanunu’nun 9. Maddesi’nde düzenlenen “Yayın Hizmetlerinde Ticarî İletişim”in genel esasları arasında, “d)Kadınların istismarına yönelik olmamak,” sayılmıştır. Yine aynı maddede, ““b) Cinsiyet, ırk, renk veya etnik köken, tabiiyet, din, felsefî inanç veya siyasî düşünce, özürlülük, yaş ve herhangi bir ayrımcılığı içermemek veya teşvik etmemek” şeklindeki düzenlemeyle genel bir perspektif de ayrıca ortaya konmuştur.
RTÜK Kanunu’nda radyo ve televizyonların “Yayın Temel İlkeleri”nin sayıldığı 8. Maddede daha açık düzenlemeler çıkar karşımıza; “f) Toplumun millî ve manevî değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olamaz”, “n) Müstehcen olamaz”, “s) Toplumsal cinsiyet eşitliğine ters düşen, kadınlara yönelik baskıları teşvik eden ve kadını istismar eden programlar içeremez.”
Reklam çocuğu keşfetti
Kadın bedenini aşırı cinselleştirdiği, kadını küçük düşürdüğü gibi farklı sebeplerle yasaklanan ya da yayından kaldırılan reklam örnekleri hem dünyada hem ülkemizde mevcuttur… Üzerinden çok vakit geçmedi, ABD’nin ünlü reality show yıldızlarından Kendall Jenner’ın oynadığı bilinen bir içecek reklamı tepkiler üzerinde yayından kaldırıldı. Yine İngiltere’de ise, bir traş köpüğü markasının reklamı, “Kadın bedenini aşırı cinselleştirdiği” gerekçesiyle kamuoyundan gelen yoğun tepkilerden sonra yasaklanmıştı. Ülkemizde ise yakın geçmişte bir deterjan markasının reklamı, “Kadınları aşağıladığı, güçsüz gösterdiği” gerekçesiyle yayından kaldırıldı.
Yine hatırlayacaksınız, bir dönem reklam dünyası çocuğu “Keşfetmişti”. Çocukların konuşma, hareket ve davranışlarıyla tüketici üzerinde oluşturdukları sevimli etki, masumiyetleriyle oluşturdukları güvenilirlik algısı reklamcılar için çölde vaha gibiydi. Çocukların reklamlarda oynatılması, esasen bir görsel malzeme olarak kullanılması öyle bir noktaya gelmişti ki, çocukla hiç ilgisi olmayan, tamamen yetişkin kullanımına ilişkin tüketim malzemeleri reklamlarında bile çocuklar oynatılmaktaydı. Bu konu nihayet, çocuk oyuncuların sadece çocukların kullanım konusu olabilecek materyallerin reklamında oynayabilecekleri şeklinde bir düzenlemeye bağlandı.
Nitekim bu konu yine hem 6112 sayılı RTÜK Kanunu’nun 9. Maddesi’nde düzenlenen “Yayın Hizmetlerinde Ticarî İletişim”in genel esasları arasında, “ğ) Çocuklara, güçsüzlere ve özürlülere karşı istismar içeremez ve şiddeti teşvik edemez.” hem de Ticari Reklam ve Haksız Ticari Uygulamalar Yönetmeliği’nin 5. Maddesinde düzenlenen “Temel İlkeler” başlığı altında, “1/ç. Hasta, çocuk, yaşlı ve engellileri istismar edici ifade ya da görüntüler içeremez.” düzenlemesiyle özel bir dikkati mucip olmuştur.
Yukarıda örnekler ve hukuksal bağlamlarıyla açıklamaya çalıştığımız ihlallerde, kamuoyu baskısının dışında ayrıca hukuki yaptırımlar da mevcuttur. Örneğin RTÜK Kanunu 32. ve 33. Maddelerinde, yayın ilkelerinin ihlali halinde uygulanacak idari ve adli yaptırımlar ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Bu yazının sınırlarını epey aşacağı için ilgili maddeleri buraya almayarak sadece atıfta bulunmakla yetiniyorum.
Yasa var uygulama yok
Gördüğümüz gibi, kadın, çocuk, engelli ve gençlerin istismarının önüne geçilmesi ve/veya korunması için ayrıntılı düzenlemeler yapıldığı halde, neden bugün televizyon ekranlarında, gazete sayfalarında ya da sosyal medya portallarında istismar olduğunu düşündüğümüz görsel ve yazılarla karşılaşmaktayız?
Sanırım asıl cevabını aradığımız soru budur.
Bu soruya bizi tatmin eden bir cevap bulabilmek için, yasal düzenleme ve uygulama dengesinin tüm toplum katmanlarınca içselleştirilmiş olması gerekiyor. Yasalar, ancak uygulama ile hayat bulur. Ve yasalara hayat veren bu uygulamalar mahkemelerin kararları, ilgili kurulların idari yaptırımları, para cezalarının yanında meslek örgütlerinin hassasiyeti ve daha önemlisi topyekün toplumsal şuur ile mümkündür. Evet çok genel geçer bir ifade kullandığımın farkındayım ne ki hakikat bu…
Şöyle bir örnekle açıklayayım; kocası tarafından şiddete uğrayan bir kadının kanlar içinde yerde yatan görüntüsünü yayınlamamak için özel bir düzenlemeye gerek olmalı mı? Ya da istismara uğramış küçücük bir çocuğun haberini verirken elleriyle yüzünü örten çocuk görseli kullanmak zorunda mı medya?! Bir terör saldırısında medyanın olay yeri fotoğrafı paylaşma şehvetini engellemek için illa ki yasal düzenleme mi gerekir? İnternet portalında birkaç “Tık” daha fazla almak için geleceğimizi feda etmeye hazır mıyız? Ya da buna değer mi? Bu sorular pek tabii çoğaltılabilir. Ve biliyorum ki, medya mensubu ya da değil kime sorsak bu soruların yanıtı hayır olur. Ne var ki uygulamada tersi bir durumla karşı karşıyayız.
Şu halde, karşılaştığımız ihlallere tepki vererek, şikayet edilecek mercilere şikayet ederek, o ürünü almayarak, o reklamı izlemeyerek, gerekiyorsa suç duyurusunda bulunarak; hülasa elimizden gelen çabayı ortaya koyarak işe başlayabiliriz. Biz, hepimiz.
Derya YANIK
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı