Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Belçika Sosyal Müfettişliği gerekçeli kararında şöyle diyordu: “Güzellik kavramı, bir çocuğun neredeyse hiç kontrolünün olmadığı bir konu. Bu nedenle ‘güzellik idealinin yüceltildiği’ böyle bir yarışma, çocukların büyük bölümü üzerinde olumsuz etkiye yol açabilir.”
Delile ne hacet? Yusuf Suresi’ne bakalım:
“Kadın, bunların dedikodularını işitince haber gönderip onları çağırdı. (Ziyafet düzenleyip) onlar için oturup yaslanacakları yer hazırladı. Her birine birer de bıçak verdi ve Yûsuf’a, ‘Çık karşılarına’ dedi. Kadınlar Yusuf’u görünce onu pek büyüttüler ve şaşkınlıkla ellerini kestiler. ‘Haşa! Allah için, bu bir insan değil, ancak şerefli bir melektir’ dediler.” (Yusuf Suresi, 31. Ayet)
Dünya devrini sürdürdükçe süren bir sınav bu. Güzel olana yanaşma, güzel olanı isteme, güzel olanla saadet bulma. Bir yerde insanı yükselten, bir yerde galebe çalan bir sınav. Güzel olanın peşinde Leyla’yı bulmak da var, Mevla’ya varmak da.
Çok uzağa gitmeye gerek yok, Truva Savaşı niye oldu hatırlasak ya? Derler ki Paris, Troya kralı Priamos’un oğludur. Ülkesinin başına felaket getireceği kehaneti üzerine, doğar doğmaz ölmesi için İda Dağı’na bırakılmış, sağ kalmayı başarınca, Priamos’un hizmetkârı tarafından gizlice büyütülmüştür. Dağlarda çobanlık yaparak hayatına devam etmektedir. Paris dağlarda ömrünü sürerken, tanrıça Thetis ve ölümlü Peleus evlenir, ikisinin düğününe nifak tanrıçası Eris çağırılmaz. O da bunun intikamını düğünün ortasına “En güzele” yazan bir altın elma atmakla alır. Tanrıçalardan Athena, Hera ve Aphrodite en güzelin kendisi olduğunu söyleyerek, elmayı almak üzere atılırlar. En güzeli seçmek görevi aslında bir kralın oğlu olduğunu bilmeyen çoban Paris’e verilir.
‘Mini Miss Belçika’
10 yıl süren, orduları tarumar eden ve nihayet tam bir zafere ulaşmak hissine varılmışken büyük bir yenilgi tattıran Truva Savaşı böyle başlar: Bir güzellik yarışmasıyla. Dağın başında çobanlık yapan Paris kaderinden kaçamamış, “En güzel” olan Helena’ya ulaşmak için “En güzel”i seçen insan olmuş, yalnızca kendisinin ve Helene’nin değil, bir şehrin kaderini de peşinden sürüklemiştir.
Yine de seçme ve seçilme arzusuna gem vuramıyor olmalıyız. Yaşanan bunca felaket emsaline göre, dev gibi büyüyen güzellik yarışmaları sektörüne baksanıza.
Günümüzde güzellik yarışmaları her kesimce tartışmaya açık. Muhafazakârlarda, bedensel özgürlük tartışmasını yürütenler de, bedeni görsel bir metaya indirgeyen bu organizasyonun muarızı.
2016’da Belçika’da çıkan tartışma bunun açık göstergelerinden biri. Belçika’da kız çocukları arasında ilk kez düzenlenecek olan “Mini Miss Belçika” adlı güzellik yarışması, “Çocuk işçiliği yasalarına aykırı olduğu” gerekçesiyle yasaklandı.
Evet, tahmin edebileceğimizden farklı bir neden ancak yaşları 6 ila 10 arasında değişen 200 çocuğun başvurduğu yarışma, “Bedensel bir yük getireceği” gerekçesiyle engellendi. Belçika Sosyal Müfettişliği gerekçeli kararında şöyle diyordu: “Güzellik kavramı, bir çocuğun neredeyse hiç kontrolünün olmadığı bir konu. Bu nedenle ‘güzellik idealinin yüceltildiği’ böyle bir yarışma, çocukların büyük bölümü üzerinde olumsuz etkiye yol açabilir.”
Elbette büyük bir pazar için küçük bir kayıp. Kimse çocuklar üzüldüğü kadar, “Erişkin”ler için üzülmüyor.
Bu coğrafyaya güzelliğin bir yarışma olarak gelmesi, henüz bir asrı devirmiş bir gelişme değil. Bilinenin aksine ilk güzellik müsabakası 1926 yılında yapılmış. Melek Sineması’nda gerçekleştirilen organizasyonun kazananı Matmazel Araksi Çetinyan. Bakın bu yarışmada neler yaşanmış. Gökhan Akçura’nın hazırladığı “Cumhuriyet Dönemi İçin Özel Tarih” kitabından bir bölüm:
“Türkiye’de ilk güzellik müsabakası, altı yedi sene evvel bir film şirketinin tertibi ile Melek Sineması’nda yapılmıştır. Bu müsabaka, ciddi ve muntazam bir şekilde tertip edilmediği için iyi olmamıştır. Sahneye çıkan kızların bazıları alkışlar, bazıları ıslıklarla karşılanmış, birtakım delikanlı grupları kendi tanıdıkları ve beğendikleri kızlar lehinde gürültülü nümayişler yapmışlar; nihayet birinciliği, aynı sinemada halka yer gösteren Matmazel Araksi Çetinyan isminde bir Ermeni kızı kazanmıştır. Bu müsabakanın mükâfatı, birincinin sinema artisti olarak Amerika’ya gönderilmesi olduğu hâlde; Matmazel Araksi Çetinyan’ın hâlâ İstanbul’da olması, maksadın müsabakayı tertip eden film şirketinin üste para da kazanarak kendisine reklam yapmak isteyen bir açıkgözlülüğünden ibaret olduğunu göstermiştir. Bu ilk güzellik müsabakası halk ve gazeteler tarafından istihza ile (alay edilerek) karşılanmıştır.”
Ne kötü bir başlangıç! Yine de aşırılıkların ve büyük partilerin çağı 1920’lerde bu hevesten kolay vazgeçilmeyecek, 1929’da bir kez daha yeni bir yarışma tertip edilecek. Melek Sineması’nda düzenlenen yarışmanın birincisi Matmazel Araksibu yarışmanın da üçüncüsü. Yarışmaya fotoğraflarla katılım sağlanıyor, jüri kararını yine bu fotoğraflara bakarak tayin ediyor.
‘Her Namuslu Türk Kızı’ Katılabilir
Türkiye’de güzellik yarışmasının “Hazmedilmesi” biraz da Avrupa modalarına uymak merakından. Dönemin gazeteleri yarışmanın haberini “Medeniyetin beşiği ABD ve Avrupa’da” diyerek duyuruyor ve Mustafa Kemal’in de arzusu olduğunun altı çiziliyor.
Cumhuriyet gazetesinin önayak olmasıyla düzenlenen ilk yarışma şöyle duyurulmuş:
“Bütün dünyada güzel kadınlar seçilir ve memleketin güzellik kraliçesi intihap edilirken [seçilirken], bizim böyle bir kraliçemiz niçin olmasın? Türkiye’nin en güzel kadını acaba kimdir?”
Başyazar Yunus Nadi’yse bu konudaki fikrini açıklarken “Gayri ahlaki” tartışmalarını da hafifletmek gayretinde:
“Bizim kadınlarımız bu müsabakaya niçin iştirak etmesinler, bizim ne kusurumuz var? Hâlbuki Türk kadını, dünyanın en güzel kadınlarından sayılmıştır. Hatta Avrupa’da Şark güzeli diye dillere destan olmaktadır. Avrupa’da imal edilen birçok kremlerin, losyonların ve tuvalete ait ilaçların üzerine reklam için ‘Şarkın güzellik tılsımı’ cümlelerini daima görmekteyiz. O hâlde Türk kadını niçin Amerika ve Avrupa’da kendi milletinin güzelliğini göstermesin?” diye işin felsefesini ilan ederken güzellerin mayo ile jüri önüne çıkmalarının “Gayri ahlakî” olduğu yolundaki eleştirilere cevap vermeyi de ihmal etmemişti.
Elbette Nadi’nin çabaları, yarışmaların hızla kabulüne yol açmıyor. Dönemin mizah mecmuası Karagöz, toplumda kadınların kendisini güzel olarak öne koymasının değil, bilhassa saklamasının kıymetli bulunduğunu hatırlanan bir yazı yayımlayarak durumla acı bir alay geçiyor:
“Cumhuriyet refikimiz güzellik müsabakası açmıştı ya, güzellerin resimlerini basmaya başladı; henüz bir hüküm verecek kadar olmadı ama asıl güzeller resimleri basılmayanlar arasında olsa gerektir. Benim anladığım manada güzel, hiç insana kendi elceğiziyle resmini mi gönderir yahu! Ben gazete idarehanelerine resim getiren güzelden bir şey anlamam. Ayıp değil ya, bence güzel kendini dirhem dirhem nazla satmalı. O bizim ayağımıza gelmemeli, biz onun ayağına gitmeliyiz. Hediye diye bir resmini alabilmek için yalvarıp yakarmalıyız. Güzele naz, eda gurur yaraşır. Onlar ne biçim dünya güzelidir ki, gazeteye resim bastırmak için bizim ayağımıza gelmeye tenezzül ederler. Kimsenin hatırı kalmasın ama ben böyle güzellere bıyık büker geçerim!”
Güzellik yarışmasının şartları nasıl değişen sosyolojinin nasıl bir noktaya geldiğini de anlatır nitelikte. 15 yaşından itibaren kızlara davet var. Yalnız yüz güzelliği aranmıyor (kim demiş Doğu’nun kadınlarının yalnızca kaşı gözü güzeldir), bilakis endam güzelliği de aranıyor. Irk, din ve mezhep farkı aranmıyor “Her namuslu Türk kızı” katılabilir şartı düşülmüş ki güzellik yarışmasının bir ahlaksızlık olduğu düşünülmesin. Bar kadınları bu müsabakaya iştirak edemezler denilerek, bu maddenin de altı çizilmiş. Bütün bu koşulları bitamam olan kızlar, bir fotoğraf ve adresle beraber başvurabilecek. “Meçhul bir kız olmaktan meşhur bir şahsiyet olmak fırsatına” koşan nice genç kız bu yarışmaya gidecek.
Son olarak jüride göze çarpan şu isimlere de bakalım: Abdülhak Hamid, Köprülüzade Mehmet Fuat, Şükûfe Nihal, Hüseyin Rahmi.
Keriman Halis’le beraber dünya kulvarına çıktığımız bu alanda çok büyük başarılar elde edemediğimiz aşikâr. Buna karşın, güzellik yarışmasının da “Güzellik arayışından” mada, başka her şeye karşılık geldiği de.
Günümüzde evsizlerin de, erkeklerin de, bedensel engellerin de, +60 yaşındakilerin de kendine ait güzellik müsabakaları var. 20 Kasım 1970’te, bu sefer İngiltere’de Albert Hall’da Miss World Güzellik Yarışması’nı protesto eden feministler, “Güzel değiliz, çirkin değiliz, kızgınız” diyorlardı. Bir koyuna taç takan bu protesto gibi niceleri yapılmaya devam ediyor.
Güzellik kadar netameli bir kavram bir de yarışmaya tâbi tutulunca, iyice ateşten bir gömlek olmuyor mu?
Nasıl Yusuf Suresi’yle başladık, yine onunla bitirelim:
“Ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
Ayça ÖRER – Öykü Yazarı
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı