Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Evlerimiz zaman genişliğini, ferahlığını, teklifsiz bir yakınlığı, telaşsızlığı, iç huzurunu yaşadığımız, kötülüğün kökleşip ebedileşemediği yerlerdir...
Ne kadar güçlü ve zengin olduğumuzun göstergesi olan yaşadığımız mekânlar, ya evimiz olarak gücümüze güç katıyor ya da takıldığımız ve sosyalleştiğimiz alanlar olarak… Sonuçta içinde yiyip içtiğimiz yahut yatıp uyuduğumuz ve dinlediğimiz binalar bizi ifşa ediyor. Varlık imtihanında durduğumuz yeri işaret ediyor. Hele ki son zamanlarda…
Jerremy Bentham, mutluluğun acıdan kaçmak ve hazza koşmak olduğunu hatırlatır. Yoksullardan kaçtığımız korunaklı siteler, avangart mobilyalar içinde mutluluğu aradığımız yüksek mi yüksek, sayılı olandan daha fazla nefes almamıza hiçbir katkı sunamayacak, fâniliğimizin dertlerine en ufak çare bulamayacak binalar üzerine düşünürken bu tanımlama zihnime istemesem de eşlik ediyor. Çok odalı, çok katlı, çok akıllı, çok modern, çok aidatlı fakat fıtratımıza hiç de uygun olmayan betondan meskenlerimiz var artık.
Mimar Semih Akşeker’in Mutlu Ev kitabında işaret ettiği gibi temeli atılırken içine adalet, tevazu, sadelik, güzellik/estetik, fanilik şuuru, mahremiyet, özgünlük, iktisat ve hüsn-i muhafaza gibi kavramların hiç konulmadığı evlerimiz. Modern mimarinin insanı hor gören şımarıklıkları altında ezildiğimiz; daha mütevazı, tabiatla uyum içinde yaşamak için kıvrandığımız, huzur ve mutluluğu içerisinde arayıp bir türlü bulamadığımız mekânlarımız.
Feng Shui enerjisinin yüklediği anlam ve enerjinin hâkim olduğu evlerimiz, artık bizim için yaşam değil gösteri alanı. Görünür olmak, hayran biriktirmek, arzu edilmek için, başkalarının gözünde kendimizi ölçmek için kullandığımız aslında kullanıldığımız eşya yığınları ile doldurduğumuz yuvalarımız, bilinirliğimizi destekleyen en kuvvetli araçlarımızdan olmaya başladı. Sıradan olma korkusu şahsiyetlerimizden sonra evlerimizi de inhisarına aldı. Sınıfsal ayrıcalıkların ortadan kalkmayıp yalnızca görünüm değiştirdiği bu yüzyılda, sahip olduğumuz evler ve ait olduğumuz siteler vasıtasıyla toplum içindeki konumumuzu belirleyebiliyoruz. Sadece muhitini pazarlayan siteler buna en çarpıcı örnek…
HUZUR MESKENİ EVLER
Ne diyordu Kemal Sayar “Mutluluk fethedilmeyi ister” o muhtemelen konu ile ilgili bambaşka bir emek ve alın teri önerisinin altını çiziyordu. Maalesef bahsini ettiğimiz çaba da bir tür fetih sayılıyor ne de olsa… Eylemlerimizin nedenleri üzerinde durmuyoruz uzun zamandır. Maksatlarımızı, onlara eşlik eden duyguyu müzmin hatta utanç verici bir suskunlukla baskılamaya alıştık nicedir.
Ruhumuzu huzurla dolduran, aşinalığın verdiği güveni ve neşeyi tecrübe ettiğimiz evlerimiz yok artık. Telaşsız, gösterişsiz iç âlemimize döndüğümüz mescitler olarak belirlediğimiz yerler olan yuvalarımız da modern zamanlardan nasibini aldı.
Yaşam denilen çileyi şekillendirdiğimiz, ruh yaralarımızı birlikte sardığımız, hayatta kalma hünerimizi ortaya koyabildiğimiz evlerimizi kaybetmeye başladık. Oysa evlerimiz bizim sığınaklarımızdı. Bütün derinliği ile yabancılaşmadan düşündüğümüzde huzurun ta kendisi tek adresi olan meskenlerimizdi… Ortak üretim alanı olmaktan ziyade tüketimin yaşandığı, harcamanın ve israfın egemen olduğu, sıkıcı, kolay vazgeçilir, renksiz, bunaltıcı yerler hâlini aldı. Dışarıdaki dünya renkli, cıvıl cıvıl, ışıl ışıl göz kamaştırırken; evlerimiz üstümüze üstümüze gelmeye hafakanların adresi olmaya başladı.
Davetkâr çağrılar mutluluk vaatleri bizi sürekli evin dışına çağırıyor. Dış mekânlarda, cafelerde dert ortaklığı yapmak yerine en kibirli yanımızı, güçten yana olan tavrımızı ortaya koyuyoruz. Eve alternatif olarak gerçekleştirdiğimiz buluşmalarda büyük bir dostluğu, dert paylaşımını ortak çözüm üretme becerimizi kaybediyoruz. Yapılandırılmış mekân ve zaman etkinliklerinde teselli olarak aradığımızı bulmakta zorlanıyoruz.
Mutluluk, eşimizin dostumuzun sevinci kıvam bulup kanatlanmadıkça bizim de mutlu olmamızın mümkün olmadığı gerçeğidir. Başkasının mutluluğu için çabalamak, onlara evimizi açmak, ona evinde bir ziyaret gerçekleştirebilmek, duyguların iyileştirici gücünü kuşanmamız anlamına gelir. Mutsuzluk, daraltı, iç sıkıntısı bize ve sevdiklerimize böylelikle uğramaz olacaktır.
Giderek kuraklaşan insani duygular, modern zamanlarda devasını bulmakta kaçınılmaz şekilde zorlanıyor. Hayatı manevi bir nazarla anlamlandıran büyük bir medeniyetin devamı olan bizler için elde ederek değil, ele geçirmeyi reddederek gerçek mutluluk mümkündür.
Mutluluk, Mustafa Kutlu’nun da dediği gibi netameli bir kavramdır. Mutluluk artık gürültülü ve zorba bir gösteriş hâlini almaya başladı. Sessiz sedasız, içten ve şükrü hak eden bir his değil artık. Başkalarına gösterilecek onların gözüne sokulacak ve katmanları arasına başkalarının dertli olduğu bilgisini almayacak bir duygu hâline evrildi.
Soljenistin, arzularımızı kesin bir biçimde sınırlamayı ve çıkarlarımızı ahlaki ölçütlere tabii kılmayı öğrenmezsek dünya üzerinde darmadağın olacağımızı hikâye eder.
Sanal dünyanın tasallut aletleri mutluluğumuzu bir sahne başarısı gibi önce kendimiz sonra başkaları tarafından tüketilmeye mahkûm bırakıyor. Mutsuzluğun devasız bir dert olarak benliğimize tırmandığı modern zamanlarda küçük şeylerden haz alabilmenin hünerine kavuşmak, sadeliği keşfetmek gerekiyor… Yoksa haz hız ve gürültü zaten zor yakaladığımız, yanlış yerinden tuttuğumuz mutluluk duygusunu öğütüp yutma maharetine sahip.
Evlerimiz bizi mutlu olmaya çağıran yerlerdir. Bizim varlığımızla şenlenen, içinde bir arada yaşadıkça anlam bulan yerlerdir.
Ev düzeninde “kullan at” dayatması, insan ilişkilerimizi de yaşamımızı da kuşatıyor git gide… Tüketsinler mutlu olsunlar, diye dayatan ve gerçeklikten farklı beklentiler uyandıran yalancı çığırtkanlar, reklamlar çok gürültücü…
Evlerimiz zaman genişliğini, ferahlığını, teklifsiz bir yakınlığı, telaşsızlığı, iç huzurunu yaşadığımız, kötülüğün kökleşip ebedileşemediği yerlerdir…
Ümmühan KARABULUR – Yazar
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı