Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Zahirde yalnız değiliz, gerçek hayatta hakkıyla üç tane yokken sosyal medyada binlerce arkadaş istifimiz var. Mahzunuz, mutsuzuz, işin gerçeği çok yalnızız. Ne diyordu Kafka; “Benim yalnızlığım insanlarla dolu”
Belki de birçoğunuzun Instagram’da iştahla ve ilgiyle takip ettiği, ayak izlerine basarak hayat yolunda ilerlediği bir fenomenin teyzesi ile yakın arkadaşız. Çocuk büyütürken nasıl hayata küsülmez, İstanbul’da hangi mekânlarda ne gibi güzel şeyler yapılabilir, Ankara’da insan ne yapar da böylece sıkılmaz, rafine olmayan şeker kullanılmadan kek çırpılabilir mi, Avrupa seyahatinde bebelerle nerelere gidilir; hep onun neşeli önderliğinde öğreniyoruz. En keyifli, en dost cümleleri o kuruyor; bizi şaşırtıyor ve mutlu ediyor daima. Bildiniz işte o. Bir gün teyzesine onunla tanışmak istediğimi, onu çok sevimli, akıllı, cana yakın ve neşeli bulduğumu belirttim. Binlerce takipçi kalabalığının arasından sıyrılarak dikkatini çekemeyeceğimi biliyordum. Hesabıma göre teyzesi bizi kolayca tanıştırabilirdi. Benim bu kadar cümle içinde anlatamadığım meramımı arkadaşım bir çırpıda anlamıştı. Verdiği cevap oldukça çarpıcı idi: “Ama o gerçek hayatta hiç öyle sosyal değildir ki… Gülümsemez, konuşmaz, insanlarla; akrabaları ile sohbet etmeyi, zaman geçirmeyi dahi sevmez.” Teyzesinin bu sözleri karşısında ne düşüneceğimi şaşırmıştım. Gerçek hayatta sosyal kelebek olmayı başaran ben, inanıyordum ki onunla çok iyi anlaşacaktık. Sözü yere düşürmeden saatlerce konuşacak keyifli bir dostluk kuracaktık. Hem nasıl olur da gülümsemeyi sevmezdi yahu? O güzel dişlerini gösteren yüzlerce resmini layklamıştım. Bu duyduklarım nasıl gerçek olabilirdi?
Eğer psikiyatrların dedikleri ile beraber bu konuyu tekrar düşünürsem elbette duyduklarım gerçek olabilirdi. Nevrotik kişilik bozukluğu olan insanların sosyal medyada görünme, takip edilme insanlara model olma, onları yönlendirme ve takipçi sayısı biriktirme hastalığına yakalandıkları bir gerçekti. Olduklarından daha neşeli, daha sosyal, daha sevecen, daha merhametli oldukları da…
İNSANLARLA ANLAMLI BİR BAĞ KURAMADIĞIMIZ ANLAR
Hatırı sayılır bir zamandan bu yana gerçek dünyanın zahmetlerle dolu kalabalığını sosyal medyanın daha az sorumluluk isteyen kalabalığına değişmeye başladık. Sosyalleşmek için katlanmamız gerekenlerin olduğu sahici dünyayı, zahmetsiz olduğu kadar samimiyetsiz bir mecra ile toka ederken yalancı bir dostluk zincirinin halkasına dâhil olduk.
Uzmanlar yalnızlık halini “İnsanlarla anlamlı bir bağ kuramadığımız anlar” olarak nitelerken bahsedilen anlamın ne olduğunu ve o anlamı bu yeni imitasyon dünyada bulup bulamayacağımızı konuşmamız gerekiyor. Yoksa kalabalık bir yalnızlık ordusu ya da mutsuz insanlar cumhuriyetinin vatandaşları olarak yaşamaya mahkûm kalacağız.
İnsan sosyal medyadaki kusursuza yakın hayatın gerçekliğine iman ederek inancında derin yaralar açıyor. Sosyal medyadaki kurgunun bizlerde oluşturduğu illüzyon, gerçek hayatın içerisinde bulunan illüzyonu bozuyor. Dünya üzerindeki sosyolojik varlığı ile sanal olan hayatındaki deneyimleri arasında bir bağ kurmaya çalışıp bu ikisini karşılaştırarak birbirine katarak eksikliğini duyduğu anlamı bulmaya çalışıyor aslında. Sanal olan dünyada talepkâr yakınlıklar, bir arada bulunmanın doğurduğu zahmetler yok. Ama gerçek etkileşimin ve dostluğun yaşatacağı tatmin de yok. Bütün enerjimizi gerçek olmayana yönlendirdiğimizden bu yana evdeki bağlılığın, akrabalığın, komşuluğun, yakın ilişkilerin ritmi bozuldu. Sohbetler tükendi. Kötü haberler, acıklı fotoğraflar dünyalarımızı etkisi altına aldı ve güven duygumuzu sarstı. İnsanlar yalnızlık girdabına saplandıkça çıkmak ve bu durumdan kurtulmak için teknolojiden ve sosyal medyadan yardım istemeye, aslında onları bu helozona sürükleyen derdin kendisinden deva ummaya, beceriksiz ve talihsizliklerle dolu iletişimi, kalpten sıcacık muhabbetle değiştirmeye başladılar.
Parçalanan kamusallığın yerini ümit vadederek dolduran sosyal medya bu kadar ilgiyi neden görüyor; hep bunu tartışıyoruz son yıllarda. Gasset “Yaşamı bizimki ile bir potada eriyecek kişiyi ararız” der ya. Yalnızlık insan duygusunun en derindeki gerçeğidir. Yalnız olduğunu bilen ve bir başkasını arayan tek varlık insandır. Daima bizi teyit edecek insanların varlığına yakıcı bir biçimde ihtiyaç duyarız.
BENİM YALNIZLIĞIM İNSANLARLA DOLU
Yalnızlık fıtratımızda bizi güdüleyen, sosyalleştiren, kodlarımıza daha doğarken işlenmiş faydalı bir duygu. İnsan bu itki ile diğer insanlarla iletişim kuruyor. Fakat bu ihtiyacı ne ile hangi ortamda gidermeye çalıştığımız karşımıza çıkan en zor sorulardan. Biz yanlış yerlerde çare aradıkça dostluğun neşe ve sıcaklık veren büyüsünü de kaybetmeye başlıyoruz. Kendi sorunlarını ancak başka insanların varlığı tecrübesi ve desteği ile çözebilen insan korkularını yatıştıracak, yol gösterecek bir rehber arar. İç dünyamızı anlamlandırmamız, dış dünyamızı korunaklı bir hâle getirip dizayn etmemiz her koşulda diğer insanlarla mümkün. Sanal dünyanın organize ettiği dostluklar bu varoluşsal problemlerimize deva üretemiyor. Sosyal medya maharetiyle popüler ve aslında yıkıcı olana uyum sağlıyoruz ve maalesef zamanla nevrotik bir oluş ve tavır içerisinde hakikatin himayesinden kovulmaya başlıyoruz. Şimdinin ahlakında utanılacak, kişisel mahrem beklentileri en büyük hak, en doğal hak olarak tanımlayıp elde edemeyince de kendimizden başka her şeyi sorumlu tutmamız yine bu sorunun uzantısı. Ve yalnızlığımızın en temel, en gerçekçi nedeni bu. Çarpık örnekliklerin rehberliğinde ilerlememizin bir diğer hazin sonu da bu.
Bu acımasız, bu hoyrat, bu görselliğin en önemli şey olduğu dünyada erkekler gücünü, kadınlar güzelliğini kaybettikçe yalnızlaşıyorlar. Sürekli dâhil olduğumuz ve gerçeklik algısını yitirdiğimiz sanal dünya bizlere suni yalnızlıklar ve köksüz hastalıklar da armağan ediyor. “Kaliforniya Sendromu” bunlardan birsidir mesela. Mahallemizde olup bitenlerden bizi habersiz bırakırken dünyanın öbür ucundan sosyal bir rahatsızlığı getirip bize musallat ediyor. Bütün belirtileri modernliğin aslında bir açgözlülük olduğu gerçeğini destekler nitelikte olan bu yalnızlık hastalığı, hepimizin “Ben de bu hastalıktan var” dediği bir kabullenmeye dönüşebiliyor.
Zahirde yalnız değiliz, gerçek hayatta hakkıyla üç tane yokken sosyal medyada binlerce arkadaş istifimiz var. Ofislerde kapitalizmin yeni buyruğu olarak kuvvetli ışık altında iç içe çalıştırılıyoruz. Ama kalbimize dönüp baktığımızda göründüğü kadar kalabalık değiliz. Mahzunuz, mutsuzuz, işin gerçeği çok yalnızız. Ne diyordu Kafka; “Benim yalnızlığım insanlarla dolu”
Evet, insan insana umuttur. Batı’nın ve etik dışı bilim adamların daima suçlu ve vahşi bulduğu insan aslında diğer bir insanın korkularında ve sevinçlerinde yalnız olmadığına dair bir umuttur. Suçsuzluğa ve dostluğa daha elverişlidir. Onunla olan sahici iletişimi kesmediği, emek vermekten kaçmadığı sürece tabii ki.
Ümmühan KARABULUT – Yazar
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı